34,2731$% -0.01
37,4480€% -0.15
2.923,41%-0,15
4.943,00%0,24
19.712,00%0,23
Bunu hem şiirlerinde, hem de yazdığı iki romanında ve günlüğünde yansıtarak kendi feminist uyanışının da habercisi olur. Plath’in belleğimizden silinemeyen şiirleri kadının köleleştirilmesi, kadının öfkesi, kadının isyanına dairdir. Kendi bastırılmış kadın sesinden bir söyleşidir bu.
27 Ekim 1932’de Boston’da doğan Sylvia Plath, Avusturyalı bir anne ile Alman bir babanın ilk çocuğudur. Boston Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nde profesör olan Otto Plath, bal arıları üzerinde kitaplarıyla tanınan ünlü bir bilim adamıdır, henüz Sylvia sekiz yaşındayken şeker hastalığına bağlı ayağının kesilmesi sonucu ortaya çıkan komplikasyon sebebiyle yaşama veda eder. Babasının ölüm haberini aldığında annesine “Bir daha Tanrı’yla konuşmayacağım” diyen Sylvia günlüğüne şunları yazar: “Sanırım aşağı yukarı 9 yaşıma kadar mutlu, gayet dertsiz tasasız biriydim. Dokuzuma geldiğimde hayallerim hepten yıkıldı.”
Sylvia Plath yıllar sonra annesinin ilgisini hastalıklı olan erkek kardeşine daha çok vermesi sebebiyle yalnız geçirdiği çocukluktan bahseder. Galli şair Dylan Thomas’ı göremediği gerekçesiyle bacağını jiletle keser, daha sonra da Harvard Üniversitesi’ne kabul edilmediği için 1953 Ağustos’unda annesinin uyku haplarını alarak ilk intiharına kalkışır.
İlk gençlik yıllarını annesi ve erkek kardeşiyle geçiren Plath, okul yılları boyunca çok disiplinli ve çalışkan bir öğrenciydi. İlk şiiri 9 yaşında Boston Herald’da basılır. Hayatı boyunca ileri derecede manik-depresif bozuklukla boğuşur. 1950 yılında bursla girdiği Smith College’dan sonra, Fulbright bursuyla Cambridge Üniversitesi’ne girer. 1953’te Mademoiselle Dergisi’nin açtığı şiir yarışmasında birincilik ödülü alır. Ödül ise dergide bir ay konuk yazı işleri müdürlüğünde çalışmak olacaktır.
Sylvia Plath Cambridge’de İngiliz şair Ted Hughes’la tanışır ve 1956’da evlenirler. 1957-58 yıllarını öğretmenlik yaparak ve bir psikiyatri kliniğinde yarı zamanlı sekreter olarak geçirir. 1957-1959 yılları arası The Red Book (çocuk şiiri), Johnny Panic ve In The Bible of Dreams adı altında öyküler yazar. Ruhundaki rahatsızlık nedeniyle tedaviye bu dönemde başlar. Bu dönemde mükemmeliyetçi, sevgisi az olan annesine kızgınlığı, yıllarca bastırmaya çalıştığı çeşitli konulardaki öfkesi şiirlerinde dile gelir adeta.
Başta hayranlık duyduğu kocası da onda aşağılık kompleksi yaratmaya başlar. Adeta kocasının yeteneğiyle yarışır, aralarında büyük bir rekabet olduğu kesindir. Aslında Plath ve Hughes’ın şiir anlayışları tamamen birbirlerinden farklıydı. Hughes akılcı şiirler yazmak peşindeyken, Plath daha tutkulu ve duygusal şiirler yazmaktan yanaydı. Hughes edebiyat alanında alkışlanırken, Plath’in öfkesi eleştiriliyordu.
1960’ta ilk şiir kitabı The Colossus yayımlanır, çok olumlu eleştiriler alır. Aynı yıl ilk çocukları Frieda Rebecca Hughes dünyaya gelir. Plath ve Hughes, Londra’da kısa süre yaşadıktan sonra North Tawton’a yerleşirler. Çiftin sorunları bu dönemde başlar. Kanadalı şair David Wevill ve eşi Assia Wevill çifti, Londra’daki dairelerini kiraya vermek için ilan veren Hughes ve Plath’ın dairesine talip olunca iki çift arkadaş olur. Plath sürekli başka kadınlarla flört eden kocasıyla genç şairin egzotik karısı arasındaki aşkı hissetmiştir. Assia’ya sırılsıklam aşık olan Hughes, onunla ilgili gördüğü garip rüyaları anlatan şiirler yazmaya başlar.
1962’de bir kadınlar koğuşunda geçen manzum kısa oyunu Three Women (Üç Kadın), ikinci çocuğu Nicholas’ın doğumundan hemen sonra radyo tiyatrosu için yazılır. Eleştirmenler bu şiirsel tiyatro metnini, şiir açısından onun en kusursuz ve en dokunaklı şiiri olarak değerlendirmişlerdir. 6.5 yıllık evlilik, paylaşılan yaratıcılık, harika şiirler ve iki çocuğun ardından 1962 kışında Ted Hughes, Assia Wevill için evi terk eder.
Anımsıyorum o çok bildiğim anı
Söğütler üşüyordu.
Güzeldi havuzdaki yüz, benim yüzüm değildi ama,
Ağır bir görünüşü vardı, başka her şey gibi
Tehlikeydi ne varsa görebildiğim: güvercinler ve sözcükler
(Üç Kadın)
Kocasının kendisini terk etmesinden sonraki sekiz ay boyunca öfke ve yoğun kararlılıkla yazar. Son aylarında “Hayatımın en güzel şiirlerini yazıyorum” der ve gerçekten de yazar. Sylvia Plath için hiçbir şey şiir yazma tutkusunun, şiirle varolma savaşımının önüne geçememiştir. Bulunduğu ortamlarda önce sevgilisi, sonra kocası ve şiir alanında da kendisinden hep bir adım önde olan Ted Hughes ile yarışmak zorunluluğu içindeydi. Aynı zamanda da güzel kadın, anne, sevgili vb. gibi kadına biçilen birçok rolü giyinmek zorundaydı, ama tüm bunların ötesinde, şair olduğunun herkesçe tanınmasının savaşımını da verir.
Plath’ın neredeyse bütün kaosunu özetleyen Sırça Fanus adlı romanındaysa, kendi hayatına ilişkin çarpıcı ipuçlarına rastlarız. Sırça Fanus imgesi kadını çevreleyen toplumu ifade ettiği kadar, kadının toplumun onu koyduğu yerden çıkışsızlığını da dile getirir. İlk intihar denemesinden sonra tedavi gören ve iyileşen Plath buna rağmen Sırça Fanus isimli romanında kimsenin bilmediği intihar girişimlerinden, yaşamla ölüm arasında sonu belli olmayan tehlikeli ara hamleler yapmasından ve kazandığını düşündüğü deneyimlerinden de övgüyle bahsetmiştir.
“Yine yaptım, on yılda bir beceririm bunu ben!
Her şey gibi eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi,
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor
Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor,
Bu konuda iddialıyım sanırım.”
Roman dönemin şartları nedeniyle sahip olduğu tüm yeteneğe rağmen ve aslında o yetenekleri nedeniyle toplumun beklentilerine karşı geliştirdiği uyumsuzluklar sonucu akıl sağlığını yitiren bir genç kadının sarsıcı hikayesini anlatır. Bu yönüyle de feminist edebiyatın ilk örneklerinden biri sayılır. Romanda, birebir kendisini yansıtan genç kadın kahramanı Esther Greenwood aracılığıyla, erişkinliğe henüz adım atmış olsa da hala ergenlik öfkesiyle de yanan, genç kız olduğu dönemlere dair bir hikaye anlatılır.
“Yaşamımın, öyküdeki yeşil incir ağacı gibi önümde dallanıp budaklandığını görüyordum. Her dalın ucunda tombul, mor bir incir gibi eşsiz bir gelecek beni çağırıyor, göz kırpıyordu. İncirlerden biri, bir eş, mutlu bir yuva ve çocuklardı. Bir başkası, ünlü bir ozan, öteki parlak bir profesör, biri şaşırtıcı editör Ee Gee, öbürü Avrupa, Afrika ve Güney Amerika, biri Constantin, Sokrates, Attila ve garip adları değişik meslekleri olan daha bir yığın aşık, bir başkasıysa Olimpiyat takım şampiyonu bir kadındı. Bu incirlerin üzerinde ve ötesinde, ne olduklarını pek çıkaramadığım daha bir sürü incir daha vardı. Kendimi dalların çatallandığı noktada otururken görüyordum. Ve incirlerden hangisini seçeceğime bir türlü karar veremediğim için açlıktan ölüyordum. Hepsini ayrı ayrı istiyordum incirlerin, ama birini seçmek ötekilerin hepsini kaybetmek demekti. Ve ben orada karar veremeden otururken incirler buruşup kararmaya başlıyor ve birer birer toprağa, ayaklarımın dibine düşüyorlardı.” (Sırça Fanus)
Türkçe’ye İtirafçı Şiir (Confessional Poetry) olarak çevrilen akımın ilk temsilcilerinden olan Plath günlük hayatta kullanılan objelere farklı simgeler yerleştirerek yeni anlamlar üretir. Mutfakta eline aldığı bir bıçak, bacağındaki bir yara, beklemediği anda gelen bir telefon gibi imgeler hayatına dairdir ve her biri şiirlerinin temasına dönüşür.
Yitip gidiyor dünya yumunca gözlerimi;
Ve doğuyor yeniden gözlerimi açınca.
(Ben kafamın içinde kurdum sanırım seni.)
Dans ederek gidiyor yıldızlar kızıl – mavi,
Acımasız karanlık ilerliyor dört nala;
Yitip gidiyor dünya yumunca gözlerimi.
Düşledim yatağına büyüyle çektiğini
Delice şakıyarak öptüğünü çılgınca.
(Ben kafamın içinde kurdum sanırım seni.)
(Deli Kızın Aşk Şarkısı, çeviri: Osman Tuğlu)
Kiraladığı evin, intihar eden İngiliz şair William Butler Yeats’e ait olduğunu öğrenen Plath bunu iyi bir işaret olarak değerlendirir. 11 Şubat 1963 günü evi temizler, çocukları Frieda ve Nick’i uykuya yatırır, saat altı sularında bakıcı kız gelmeden evvel acıkmış olmaları ihtimaline karşı, başuçlarına kurabiye ve süt bırakır, odalarının penceresini ardına kadar açar, kapılarını kapatıp gazdan etkilenmemeleri için kapı altlarını bezlerle tıkar. Sonra havagazını açar. Doktor raporlarına göre sabaha karşı son nefesini verir. Yanında bir not kağıdı vardır: “Doktor Holder’i çağırın!” Kağıda yakın arkadaşı ve komşusu Doktor John Holder’in telefon numarasını da yazmıştır.
Sylvia’yı o gece son canlı gören kişi evinin alt katındaki komşusudur. İntiharından birkaç saat önce Sylvia ondan havayolu postası için pul ister. Aslında her şey o kadar ters gider ki… Doktorunun önerdiği terapistin mektubu postada kaybolur ve geç gelir. Çocuklara bakması için tuttuğu Avustralyalı kız, ölüm günü saat tam dokuzda gelir. Kapı açılmayınca alt komşuyu uyandırmayı dener, ama adam sağırdır ve işitme cihazı takmadan uyur. Eve ancak on bir civarında girilebilir. Henüz 30 yaşındadır canına kıydığında.
Freud, kadın şairlerin ruhsal baskıyı daha çok hissettiklerini ve bilinçaltındakileri sesli dile getirecek kadar cesur olduklarını, bu yüzden intihara meyilli olduklarını söyler.
Ölmek
Bir sanattır, her şey gibi.
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.
Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
Öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor.
Bu konuda iddialıyım sanırım.
Bu iş güç değildir bir hücredeyseniz eğer.
Güç değil bu işi yapıp hiç kımıldamamak.
Güç olan güpegündüz
(Lady Lazarus, Cevat Çapan’ın çevirisi)
İntiharıyla ilgili olarak kocası Ted Hughes eleştirilere maruz kaldı, yıllarca bu konuda konuşmadı. Ted Hughes, 1998 yılında yayınladığı 88 şiirden oluşan Doğumgünü Mektupları kitabı ile Sylvia Plath ile olan ilişkisini ilk defa şiirine yansıtır. Ted Hughes Doğumgünü Mektupları kitabında, Sylvia ile tanıştıkları anı Rugby Sokağı No:18 adlı şiirinde oldukça uzun ve lirik bir dille anlatır.
Başlarımız dönerek sarıldık birbirimize
Korunmak için ve cambazlar gibi bir fıçı içinde
Birlikte yuvarlandık bir Niagara’dan. Düşerken
O uğultunun içinde yanağındaki yara izi söyledi bana
Gizli adını söyler ya da bir parola verir gibi
Nasıl kendini öldürmeye çalıştığını. Ve duydum
Bir an bile seni öpmeyi bırakmadan
Sanki dönen gürüldeyen şehrin üstünde
Ayık bir yıldız tarafından fısıldanmışçasına ‘Girme bu işe’ sözlerini.
Ödlek bir yıldızdı konuşan. Hatırlamıyorum
Nasıl kendimi sana sarıp
Gizlice soktuğumu otelden içeri. Birlikteydik artık
Bir balık kadar ince, kıvrak ve düzdün.
Yeni bir dünyaydın. Benim yeni dünyam.
Demek Amerika bu, dedim hayretle.
Güzelim, güzelim Amerika.
(Çeviri: Şavkar Altınel)
Sylvia Plath’ın intiharından sadece altı yıl sonra 1969’da Ted Hughes’un resmi olmasa da karısı Assia Wevill, 23 Mart 1969’da telefonda tartıştıktan sonra dört yaşındaki kızı Shura ile parka oyun oynamaya gider, eve döndüklerinde yardımcıları olan kızı evden gönderir ve aynı Sylvia Plath gibi havagazı ile 4 yaşındaki kızıyla birlikte intihar eder.
Sylvia Plath’ın tuttuğu günlükler, Günlükler adıyla şairin ölümünden sonra 1982’de yayımlandığında kocası Ted Hughes bazı bölümleri çıkardığını itiraf etmiş ve bu yüzden çok eleştirilmişti. Hughes, kitabın önsözünde çocukları Frieda ve Nicholas’ın etkilenmemesi için günlüklerin son bölümünü imha ettiğini, “O günlerde unutmak, hayatta kalmanın en zorunlu parçası gibi görünüyordu” diye yazar. Günlüklerin yayımlandığı yıl, ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra, Plath ününün doruğuna ulaşır ve Pulitzer Ödülü kazanır.
Günlükler, Smith College’da öğrenciliğiyle başlıyor. Çocukluk anıları da en çok günlüklerin ilk bölümünde yer alıyor. Babasını kaybettiği sekiz yaşına kadar mutlu olduğunu söylüyor, bu yılları betimlerken şişenin içinde tüm zarafetiyle duran, sonsuza dek mühürlenmiş beyaz bir yelkenliye benzetiyor hayatını. Mutsuz anılar bundan sonra başlıyor ve hayatı boyunca da sürüyor.
Günlükleri, Sylvia Plath’ın biyografisini yazan Carl Rollyson inceler. Günlüklere göre Ted son anına kadar Sylvia ile görüşür ve çocuklarıyla da zaman geçirir. Hatta ikisi ciddi olarak evliliklerine bir şans daha vermeyi konuşurlar. Ama Sylvia sürekli karar değiştirir, gerçek bir ayrılık mı yoksa bir birleşme mi istediğinden emin olamaz. Plath’in intihar ettiği gece ise Ted, kız arkadaşı Susan’ı, Plath ile ilk kez seviştikleri ve düğün gecelerini geçirdikleri Holborn’daki arkadaşının dairesine götürür.
Kızı Frieda Hughes tarafından hazırlanan 1956-1957 yılları arasında yaptığı resimlerinin yer aldığı Sylvia Plath: Çizimler kitabı Plath’ın evliliğinin ilk iki yılında yaptığı çoğunlukla kara kalem resimlerden oluşuyor. Desenleri yıllar içinde belirgin bir gelişme gösterse de genel olarak basit ve naif. Esasında bunlara illüstrasyonlar demek daha doğru bir tanımlama olur.
Sylvia Plath ve Ted Hughes’un oğlu Nicholas Hughes da 46 yıl sonra annesi gibi intihar eder. Alaska Fairbank Üniversitesi’nde Balıklar ve Okyanus Bilimleri dersi veren bekar ve çocuğu bulunmayan 47 yaşındaki Profesör Nicholas Hughes, 2009’da Alaska’daki evinde kendini asar. Ted Hughes da 1998’de bu dünyadan ayrılır.
Kaynak
Öfkeli Bir Şair: Sylvia Plath, Sylvia Plath: Yazmak Bir Çıkış Yolu Değilse Başka Nedir?, Uğrunda Yaşayacağım Çok Şey Var, Şairin Son Sığınağı, Sylvia Plath: Bitmeyen Bir Aşk, Bitmeyen Bir Düello
Neşet Bozkurt Kimdir?
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.