34,7173$% 0.07
36,5152€% -0.65
2.935,34%-0,88
4.888,00%-0,58
19.552,00%-0,58
Halikarnas Balıkçısı olarak bilinen Cevat Şakir Kabaağaçlı, 17 Nisan 1890 yılında Girit’te doğar. Köklü bir ailenin çocuğu olan Kabaağaçlı’nın babası Mehmet Şakir Paşa, Osmanlı komutanlarından ve tarih yazarlarındandır. Kabaağaçlızadeler olarak bilinen aile, önemli şahsiyetler yetişmiştir. Amcası sadrazamlık yapmış olan Ahmet Cevat Paşa’dır.
Cumhuriyet yıllarında ailede yetişmiş önemli isimler ise ressam Fahrelnisa Zeid, ressam Aliye Berger, ressam Nejat Devrim, ressam Cem Kabaağaçlı, seramik sanatçısı Füreya Koral ve tiyatro sanatçısı Şirin Devrim’dir.
Şakir Paşa ve ailesi, sağda ise Cevat Şakir
Cevat Şakir, babasının görevi nedeniyle beş yaşına kadar Atina’da yaşar. Sonraki yıllarda ailece Büyükada’ya yerleşirler. Robert Koleji dereceyle bitirir. Üniversite eğitimi için İngiltere’ye giden Cevat Şakir, Oxford Üniversitesi Modern Çağlar Tarihi bölümünü bitirir. Daha sonra ekonomik nedenler yüzünden babası tarafından İstanbul’a dönmesi istense de o, İtalya’ya gider ve orada Aniesi isimli bir İtalyan kızla ile evlilik yapar. Ailesinin ısrarıyla birkaç yıl sonra İstanbul’a döner.
Şakir Paşa ve Cevat Şakir
Cevat Şakir’in amcası Sadrazam Ahmet Cevat Paşa, Abdülhamid’in gözünden düşer, sadrazamlıktan alınır, Şam’a yollanır, daha sonra verem olur, yaşama veda eder. Bu olay, Şakir Paşa’yı derinden etkiler. Sarayla bütün alakasını keser, evine kapanır. Paşa, 1914 Haziran’ında iki oğlunu, Cevat ile Suat’ı alarak Afyon’daki çiftliklerini görmeye gider, çiftlikten alacağı parayı dönüşte kızlarından birinin düğün masrafına harcamayı planlar ama İstanbul’a dönemez, büyük bir trajedi yaşanır.
Bir gece bilinmeyen bir sebep yüzünden tartışma çıkar, Cevat silahını çeker, Paşa yaşamını kaybeder. Cevat Şakir’in İngiltere’ye eğitim için gitmesine rağmen okulunu bitirememesi, üstelik İtalya’da Aniesi adında bir kız ile evlenip İstanbul’a gelmesi nedeniyle babasıyla arasının iyi olmadığı bilinir. Derken, ortalığa bir başka söylenti yayılır. Şakir Paşa ile İtalyan gelin Aniesi arasında bir yasak ilişki vardır, tartışma bu nedenle çıkmıştır. Yargıç bunun önceden tasarlanmış bir cinayet olmadığına, ama kaza da olmadığına karar verir. Şiddetli bir tartışmanın heyecanıyla silahların patladığı sonucuna varır, Cevat Şakir 14 seneye mahkum olur. Yedi yıl yattıktan sonra yakalandığını verem hastalığından dolayı serbest bırakılır.
Google’ın Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın 125. doğum günü için hazırladığı doodle
“Sende bütün insaniyeti seviyorum. Sen dünyanın bana verdiği mükâfatsın” diye sesleniyor Halikarnas Balıkçısı yazar Azra Erhat’a. Nerede olursa olsunlar, yirmi yıldan fazla, Cevat Şakir’in ölümüne değin, sayfalar, defterler dolusu mektuplar yazarlar birbirlerine bu iki dost, iki âşık, iki arkadaş. İşte 1957’de Azra Erhat’a yazdığı bir mektupta yaşadığı acı olayı şöyle anlatır:
“(…) İnsan hayatında yolların ayrıldığı bir noktaya gelir. Bir yolda giderse Lucifer olur, şeytan olur. Amma yolun sağında veya solunda gitmek tamamen iradenizde olmayabilir. Bir çöp, terazinin bir kefesine ağır basabilir. Bu cümlem büyük bir tecrübenin neticesidir. Eh canım münakaşa pek karışık konular üzerindeydi ve pek şiddetliydi. Münakaşa öyle bir raddeye vardı ki benim üzerime ateş etti. Ben rastgele oradaki bir tabancayı alarak, amma onun eli tabancaya giderken yüzünden okudum, ona doğru nişan almadan ateş ettim. İlkin onunki, sonra, hemen sonra benimki. Aynı zamanda gibi bir şey. Bu münakaşa götürmez, yoksa ölen ben olurdum. Ben de ölümden beter mahvoldum. O kurtuldu. Korkunç bir acı duydum. Amma vicdan azabı duymadım. Ondan daha korkunç bir şey oldu. Kendi kendime olan güvenimi mahvettim. Yani kendimi o gün bugün yalan sanıyorum. Beni methettikleri zaman kızarım.” (Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı)
Cevat Şakir’in yakın dostu olan Sedat Simavi, onu Zekeriye Sertel ile tanıştırır. Bu tanışmadan sonra basın hayatına girer. Bu dönemde, geçimini çeşitli dergilerde karikatürler, kapak resimleri, süslemeler yaparak sağlar. Cevat Şakir, 13 Nisan 1925 tarihinde yine Hüseyin Kenan müstearıyla Resimli Hafta Dergisi’nde “Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler?” adlı makalesi yayınlanır.
“Umumi harbin sonlarına doğru bütün memleket asker kaçaklarıyla dolmuştur. Bu hale engel olmak isteyen evliya-i umur, sert tedbirlere başvururlardı. Epeyce zamandan beri hiçbir tarafta kaçakların idamları vaki değilken birdenbire Türkiye’nin birçok şehirlerinde sairlerine ibret-i müessire olsun diye birçok kaçaklar asılırdı. Kaçaklar iş olsun diye muhakeme edilirlerdi. Fakat, müteessir olmasınlar diye olacak, harp divanları kendilerine kararı bildirmezdi. Bunun için bu zavallılar, duruşmanın gelecek celsesini beklerken asılmaya götürülürlerdi.”
Başyazarlığını Zekeriya Sertel’in yaptığı derginin yayınlarından rahatsız olan dönemin iktidarı, hem yazarı, hem yayıncıyı İstiklal Mahkemesi’ne sevkeder. Cevat Şakir’i, babasını öldürdüğü gün sorgulayan Ali Çetinkaya (Kel Ali) mahkeme başkanıdır. Asılma korkusuyla geçen mahkeme sürecinin ardından üç yıllık kalebent cezasına çarptırılarak, o zamanlar adı sanı pek bilinmeyen Bodrum’a sürülür. Bir buçuk yıl sonra, sürgünün geri kalanını İstanbul’da geçireceği bildirilir, bu süre dolunca tekrar Bodrum’a döner.
Bodrum’un antik çağdaki adı olan Halikarnas’ı mahlas olarak benimseyen Cevat Şakir, Bodrum’da balıkçılık dahil çeşitli işlerde çalışır. 1926’dan sonra hikayeleriyle tanınmaya başlayan Cevat Şakir, gerek öyküleri gerekse romanlarında denizi ve deniz insanlarını konu edinmesiyle Türk Edebiyatı’nda önemli bir yere sahiptir. Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek kitabı, Halikarnas Balıkçısı’nın Ege Kıyılarından, Ege’nin Dibi, Gülen Ada, Merhaba Akdeniz, Yaşasın Deniz kitaplarındaki ve kitaplarına girmemiş öykülerini içerir.
“Anadolu’yu bir yere bakar varsaysak, onun ancak denize baktığını düşünebiliriz. Anadolu’nun bütün kolları Ege Denizi’ne açılmıştır. Bu kollardan en güneydeki Datça Yarımadası’dır. Sanki Anadolu, denize sevgisinden, Ege köpüklerine atılmış ve kırk beş mil uzanan Datça Yarımadası’nı yaratırken, Kriyo Burnu’nda, “İşte Arşipel, bak senin koynuna geldim! Çünkü ben, senin Knidos’unum!” diye bağırmıştır. Bundan dolayı Datça Yarımadası, Anadolu’nun Knidos’ta şakıyan dilidir.” (Ege Kıyılarından, Knidos Afroditi)
Azra Erhat ile olan aşkları hakkında ikisi de konuşmaz. Ancak, anılarından ve Azra Erhat’ın yayınladığı mektuplardan ikili arasında bir gönül bağının yanında düşünsel birliğin de olduğunu görürüz. Bu düşünsel bağ, Mavi Anadoluculuk/Mavi Hümanizma olarak adlandırılır. Bu akıma Sabahattin Eyüboğlu da katılır. Türk kültür ve kimliğinin tanımlanmasında Akdeniz Uygarlığını temel alan bu düşünsel yönelim, Batı medeniyetini var eden bütün değerlerin gerçek kaynağının Anadolu olduğunu ve bu kültürel mirasın doğal sahipleri olduğumuzu ileri sürer. Bu akım, mitolojinin esas kaynağının Anadolu olduğunu ve Türklüğün Anadolu kavimlerinden evrimleştiğini savunur ki, Orta Asya Türklüğü tezinin tam karşısındadır. Bu sebeple, değişik çevrelerden yoğun eleştiriler alırlar.
Halikarnas Balıkçısı, 1946 yılında yayımlanan Aganta Burina Burinata romanında, deniz tutkusunun birey üzerindeki etkilerini anlatır. Aganta Burina Burinata, bir denizcilik tabiridir. Kaptanın denizcilere tüm yelkenler rüzgârla dolduğunda, açık denize doğru yol almalarına yönlendiren bir komuttur. Eser, Bodrum-Milas civarında yaşayan bir ailenin küçük oğlu olan Mahmut’un ağzından anlatılır. Mahmut’un öyküsü, bir yandan tekinsiz, diğer yandan insanı cezbeden deniz ile güvenli, ancak kasvetli toprak arasında bir tercihi anlatır.
Halikarnas Balıkçısı, Aganta Burina Burinata başlıklı romanında, diğer pek çok eserinde olduğu gibi, ekosistemi, bitki örtüsünü, hayvanları, insanları, meteorolojiyi, coğrafi yapıları, doğal güzellikleri, hepsinin kendilerine özgü, birbirlerini şekillendiren ve etkileyen kültürlerini, ekonomik ve toplumsal sorunları bir bütün olarak aktarır. Halikarnas Balıkçısı bu romanı adeta insanın doğanın tüm güzelliklerinin ve zenginliklerinin farkına varması ve dolayısıyla doğa bilincini geliştirmesi için yazmıştır. Aganta Burina Burinata’da kahramanların başlarına gelen çok çeşitli felaketlere rağmen, yazarın iyimser bir dili olduğu söylenebilir.
“Hallaç pamuğu gibi savurmuş olduğum bahçenin ortasına bağdaş kurarak çevreme bakındım. Yamaç, küçük küçük toprak parçalarını çeviren derme çatma kuru duvarlarla kıyım kıyım kıyılmıştı. İşte hep, ‘Malımız, malımız, malımız!’ diye uğrunda yaşadıkları uyuz topraklar bunlardı. Bunların sahipleri, artık oralardan hiç kımıldamayacaktı. Köpeklerin boğazlarından tasma ile bir yere bağlı kaldıkları gibi, bunlar da barsaklarıyla boğazlarından topraklarına bağlı kalacak, hep yanlarındaki komşuların mallarına göz dikerek hırlayacak, hep malıma göz diktin diye komşularına havlayacak, malım var diye ölünceye kadar mallarının kulu kölesi olarak, evim var diye dört kuru duvarın içine mezara gömülmüş gibi gömülerek yaşayacaklardı. Buna yaşamak mı denir, uzun ölüm mü? Hey gidi deniz hey!”
1961’de yayımlanan Mavi Sürgün otobiyografik kitap olarak değerlendirilse de, hayatının bir parçasını Bodrum’a kavuşmasının ve oraya geri dönüşünün hikayesini anlattığı için bir anı kitabı olarak değerlendirmek daha doğrudur. 1993 yılında Erden Kıral tarafından sinemaya uyarlanır ve en iyi film dalında Altın Portakal Ödülü’nü kazanır.
“Bu ıssız yerlerin havasıyla toprağıyla uzakta görünen denizleriyle birdim. Etim gövdem onlardandı. Kanımdaki sıcaklık, günlük güneşliğin sıcaklığı kasırga hızına varan rüzgar ihtiraslarımdı. Ben yabancısıydım İstanbul’un şehrimsi ticaret ve nakit kültürünün ve eğlence yerlerinin. Onlarla kat kat kılıflanmamız gerekiyordu. Bu kılıf gönlüme bir türlü yapışmıyordu. İstanbul’un yabancılığı karşısında açık gök, esmer toprak, otlar, ağaçlar, rüzgar, yağmur, şimşek, yıldızlar bana yabancı gelmiyorlardı. Yaradılışın yarattığı ota, ağaca, insana yani yavrularına verdiği bir sevinç ve mutluluk vardır onu özlüyordum.”
Şadan Gökovalı tarafından Halikarnas Balıkçısı’nın TRT İzmir Radyo programı bantlarının deşifre edilerek yayıma hazırlandığı İmbat Serinliği, onun en öğretici kitaplarından biridir. Azra Erhat’ın “Bir konuşmacıydı Balıkçı” sözünden de anlaşılacağı üzere bu kitap okunduğunda onun berrak ve sistemli zihni insanı hemen kavrayıvermekte, derin bilgisi ve kültürü kendine hayran bırakmaktadır.
“Şimdi gözler Bafa Gölü’ne açılır. Masmavi gölde küçük küçük peri adaları, yüzer gibi hafiftir. Oradan Milas’a, oradan da Roma İmparatorlarının ve Büyük İskender’in işlediği yollardan Bodrum’a varırız. Orada tepeden deniz ve yüzlerce millik Arşipel, denizin kıyısında görünür. Bodrum’da yan yana beyaz evlerin kıyıladığı iki liman vardır. Bu iki hilalin bitiştikleri yerde, Sen Jan haçlılarının kalesi yükselir. Haçlılar bu iki kaleyi hemen hemen yüz yılda yapmışlardır. Yüz yılda yaptıklarını bir dakika bile savunamadan; Rodos’un alındığını duyunca pılıpırtılarını toplayıp defolmuşlardır. Oysa duvarlar onca yüksekliktedir ki; onu insan bir torba leblebi ile bile müdafaa edebilirdi.”
Arşipel, Halikarnas Balıkçısı okumalarında işlevsel bir kavram olarak karşımıza çıkar. Arşipel, Antik Çağlar’da Eski Deniz anlamına gelen bu sözcük, Balıkçının bütün külliyatına yayılan bu kavram, Akdeniz doğasının, estetiğinin ve havza uygarlığının bir bakıma özüdür. Balıkçı için Arşipel, estetize edilmiş, içselleştirilmiş bir mekândır.
Cevat Şakir, Bodrum’da Yatağan adlı motorsuz kayığı ile gezdiği girintili çıkıntılı binbir koyda, yöresel deyimle büklerde durmadan tek başına dolaşıyor ve daha adı konmamış olmakla birlikte ilk mavi yolculukları gerçekleştiriyordu. Öykülerinde anlatmakla bitiremediği deniz ve kıyı güzelliklerini dostlarıyla yaşamanın, paylaşmanın özlemi Balıkçı’nın benliğini iyiden iyiye sarar. 1957 yazında önce bir grup arkadaşı, yazar ve sanatçılarından birkaç kişi ile birlikte tekne kiralayarak Gökova’ya çıkarlar. Mavinin binlerce tonuna doygun denizlerinde, koylarında yaşanan bu tatlı serüvene grupta bulunan Sabahattin Eyüboğlu bir de ad koyar: Mavi Yolculuk.
İkinci evliliğini dayısının kızı Hamdiye, üçüncü evliliğini Hatice Hanım’la yapan Cevat Şakir’in üç evliliğinden beş çocuğu olur. Çocuklarının ortaöğrenim çağında o yıllarda bu kasabada ortaokul bulunmaması sebebiyle İzmir’e yerleşir. Yaşamını yazarlık ve turist rehberliği ile sürdürür. 13 Ekim 1973’te İzmir’de kemik kanserinden yaşama veda eder.
Kaynak
Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı, HALİKARNAS BALIKÇISI’NIN DOĞA-İNSAN İKİLEMİ FELAKETLER ROMANI: AGANTA BURİNA BURİNATA, HALİKARNAS BALIKÇISI’NIN HİKAYELERİNE PSİKANALİTİK YAKLAŞIM, Halikarnas Balıkçısı’nda Doğa, Estetik ve Akdeniz Uygarlığı’nın Kaynağı: Arşipel, HALİKARNAS BALIKÇISI’NIN AGANTA BURİNA BURİNATA ROMANINI EKOELEŞTİREL BAKIŞLA OKUMAK, AGANTA BURİNA BURİNATA ROMANINA DEĞERLER AKTARIMI BAĞLAMINDA BİR BAKIŞ, Gülen Ada(m) Üzerine
Türk Edebiyatının usta kalemlerinin hayatlarına dair ilginç anılar
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.