39,5851$% -0.32
45,6681€% -0.99
4.322,05%1,03
7.024,00%2,53
28.013,00%2,53
Orhan Veli Kanık – Bir Şiirin İçinden Geçip Giden Adam
(Sepya Tonlarında Bir Portre)
“Ne atom bombası?
Ne keman sesi?
İkisi de fena.”
diyebilen bir adamdı o.
Dünyanın yükünü sırtında değil,
cebindeki bir şiirle taşıyan…
Kalabalıklara değil,
kaldırımdaki bir serçeye kulak veren…
Orhan Veli Kanık, 13 Nisan 1914’te İstanbul’da doğdu.
Babası Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın şefiydi.
Ama o, hayatın senfonisini konser salonlarında değil;
tramvay zillerinde,
sokak lambalarının titrek ışığında,
simitçilerin sabah seslerinde yazdı.
Onun defteri sokaktı.
Ankara Lisesi’nde okudu, Felsefe’ye başladı ama yarım bıraktı.
Çünkü en derin bilgeliği
bir otobüs kuyruğundaki sessizlikte,
bir sokak kedisinin sabrında,
bir vedada gözlerden süzülen yaşta buldu.
Garip Bir Devrimciydi
1941’de Oktay Rıfat ve Melih Cevdet’le birlikte çıkardıkları “Garip” kitabı,
Türk şiirinin ezberini bozdu.
Ölçüyü, kafiyeyi, süslü sözcükleri bir kenara attılar.
Çünkü hayat süslü değildi.
Ve şiir artık hayattan olmalıydı.
“Ben, Orhan Veli.
Yazık oldu Süleyman Efendi’ye.”
dediğinde;
şiir, artık elitlerin değil,
ay sonunu düşünen bir memurun,
çay demleyen bir kadının,
ayakkabısını tamire götüren çocuğun diline girdi.
Çünkü Orhan Veli,
cebinde beş kuruş yokken aşkı anlatabilen bir adamdı.
Yoksuldu belki ama,
ruhu bir imparatorluk kadar genişti.
Gülerken hayal kurar,
acı çekerken bile nazik kalırdı.
Aşklar… Sessiz, Derin ve Saklı
Evet, aşık oldu.
Ama içinden içe… sessizce.
En çok da Sabiha’ya.
Bu aşkın yüksek bir sesi yoktu;
ama izleri vardı:
mektuplarında,
dizelerinde,
suskunluklarında…
“Ağladım, ağlayamıyorum.
Güldüm, gülemiyorum.”
dediğinde;
onu anlayan kalpler, o dizenin içinde kendini buldu.
Çünkü onun aşkları,
bir vapur iskeleye yanaşırken yutulan cümlelerdi.
Bir sigaranın ucunda tükenen sabırdı.
Ve asla yazılmayan, ama hep hissedilen şiirlerdi.
Ve O Sessiz Gidiş…
Kasım 1950’de, Ankara’da bir belediye çukuruna düştü.
Basit bir kaza gibi görünse de,
bu düşüş bir beyin kanamasına neden oldu.
İstanbul’a döndü…
Bir akşam, rakı masasında dostlarıyla otururken aniden fenalaştı.
Hastaneye kaldırıldığında artık çok geçti.
Sadece 36 yaşındaydı…
Bir şiir gibi ansızın,
Bir yağmur gibi sessizce gitti.
Geride heykeller değil,
bir çiçekçinin sepetinde,
bir lise öğrencisinin defterinde,
bir balıkçının cebinde taşıdığı dizeler kaldı.
Çünkü Orhan Veli,
şiiri duvarlara değil,
insanların kalbine yazmıştı.
Ve bu yüzden hiçbir zaman gerçekten ölmedi.
Sadece başka bir şiire geçti.
“Beni bu güzel havalar mahvetti…”
diyen bir adamdı o.
Ama biz biliyoruz ki:
onu mahveden şey,
sığamadığı kalbiydi.
Kudüs Şairi Mehmet Akif İnan
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.