34,5499$% 0.2
36,0701€% -0.46
3.128,20%1,01
5.097,00%0,41
20.308,00%0,44
Sınırları zorlamak, kırk yıllık bir yaşamı sığdırdığı dönemin sınırlarını… Yalnızca zorlamakla kalmayıp aynı zamanda da aşmak, hem de uçsuz bucaksız bir şekilde. Edgar Allan Poe olunca, onun dehası yalnızca sınırlarını aşmakla kalmaz, Baudelaire’den Benjamin’e kadar birçok yazar ve düşünür için birer tartışma ve esin kaynağı olmasının sebebi kuşkusuz çağının çok ötesinde bir düş gücüne sahip olmasında yatmaktadır.
Edgar Allan Poe, 19 Ocak 1809 tarihinde Boston Massachusetts’te birer tiyatro oyuncusu olan Elizabeth Arnold Hopkins ve David Poe’nun oğlu olarak dünyaya geldi. Annesini ve babasını henüz üç yaşına basmadan kaybetmesi üzerine, Richmond’ta zengin bir tacir olan Frances ve John Allan tarafından büyütüldü.
1815’te yeni ailesiyle İngiltere’ye giden genç Edgar, Chelsea’de okula devam etti. 1820’de Richmond’a döndü ve Virginia Üniversitesi’nde Latince ve şiir üzerine eğitim almaya başladı. Ancak, öğrenimini yarıda bırakan Poe, West-Point Askeri Okulu’na kaydoldu, ancak bir sene sonra atıldı. Kötü alışkanlıkları, okuldan çıkarılması baba John Allan’la Poe’nun arasında sorun yaratıyordu. Ama onu gerçek bir anne gibi seven Frances Allan’ın da ölümüyle babayla oğul arasındaki sorun büyüyünce Poe bir daha dönmemek üzere evi terk etti.
Bir süredir şiir yazan Poe’nun ilk kitabı Tamerlane and Other Poems (Timurlenk ve Diğer Şiirler) 1827 yılında Bir Bostonlı takma adıyla yayımlandı. Kitaba ismini veren ve başlıkta yer alan karakterinin Timur’un ölüm döşeğindeki sayıklamalarını anlatan şiir Tamerlane:
Onunla beraber, aşk içinde yaşlandık,
Yabanı da ormanı da dolaştık;
Kış havasında göğsüm ona kalkan olur
Güneş ışığı cana yakın güldüğü vakit
O dilber açılmakta olan gökleri nişanlardı,
Ben onun gözlerinden başka bir cennet görmedim
(Çeviri: Tacettin Fidan)
1829 yılında yayımladığı ikinci kitabı Al Aaraaf, Tamerlane and Minor Poems (Al Aaraaf, Timurlenk ve Kısa Şiirler)‘i de doğunun gizemi ile yazdı. Poe, Kuran’ın yedinci suresi Araf’tan esinlenerek Al Aaraaf’ı yazar.
Ve orası
Ah! Belki benim bezgin ruhum orada hayat sürecek
Cennet’in Sonsuzluğu’ndan ayrı
Ve fakat Cehennem’den de ne kadar uzak!
Şişedeki El Yazması adlı öyküsüyle 1933’te The Baltimore Saturday Visitor’ın açmış olduğu yarışmada birinci olduktan sonra Southern Literary Messenger’da editör yardımcılığı işine girdi. 3 yıl sonra 27 yaşındayken, 13 yaşındaki kuzeni Virginia Clemm ile evlenir.
“Tahmin ettiğim gibi, gemi bir akıntıya kapılmıştı; tabii beyaz buzların yanından uğuldayıp gümbürdeyerek geçen, bir çağlayanın savrulma hızıyla, güneye doğru gürleyerek inen bir akıntıya bu isim verilebilirse. Duyduğum dehşeti hayal etmek sanırım olanaksız, yine de bu korkunç yerlerin gizlerini çözme merakı çaresizliğime ağır basıyor ve ölümün en çirkin şekline razı edecek beni. Heyecan verici bir bilgiye asla açıklanmayacak, ona ulaşmanın yok olmak anlamına geldiği bir sırra doğru koştuğumuz kesin. Belki de bu akıntı bizi güney kutbuna götürüyor. Bu kadar çılgın görünen bir varsayımda her türlü olasılığın bulunduğunu itiraf etmek gerek.” (Şişedeki El Yazması)
Edgar Allan Poe bilim-kurgu türünde de bir öncüdür. 1835 tarihli Hans Pfaall’ın Duyulmadık Serüveni adlı öyküsünde Jules Verne’den yıllar önce Ay’a yolculuğu bilimsel açıklamalarla yazmıştır.
“Bu konuda en fazla, şimdiye dek indirgenemez kabul edilen azotun bileşenlerinden biri olduğunu ve yoğunluğunun hidrojeninkinden yaklaşık 37.4 kat daha az olduğunu söyleyebilirim. Tatsız, ama kokusuz değil. Saf haldeyken yeşil bir alevle yanıyor ve insanı hemen öldürüyor. Bana kalsa sırrının tamamını açıklamaktan çekinmezdim, ama patenti (daha önce de ima ettiğim gibi) Nantes’de yaşayan bir Fransız’a ait ve bana bu bilgiyi koşullu olarak verdi. Aynı kişi bana, benim niyetimin farkında olmadan, bir hayvanın zarından, gazın kaçmasını olanaksız kılacak balonlar yapmanın yöntemini de gösterdi. Ancak, bunu çok pahalı buldum ve sonuçta reçine verniğiyle kaplı ince müslinin de aynı işi görebileceğini düşündüm.” (Hans Pfaall’ın Duyulmadık Serüveni)
İlk ve tek romanı olan Arthur Gordon Pym’in Öyküsü ise 1837 yılında yayımlanmıştır. Poe bu romanında, Grampus adlı gemiye kaçak olarak binen Nantucketli Pym’in başından geçen şiddet dolu, inanması zor bir deniz serüvenini anlatır.
“Binlerce kişi ağzımdan çıkacak tek bir heceye ya da kolumu oynatışıma karşı tetikte bekliyor olsaydı bile, yine ne kıpırdayabilir ne de konuşabilirdim. Ben çaresizce yatarken, canavar ya da her neyse, hiçbir şiddete başvurmaya kalkışmadan öylece duruyordu ve onun altında ölüp gideceğimi düşünüyordum. Bedensel ve zihinsel güçlerimin beni terk etmekte olduğunu hissediyordum, tek kelimeyle ölüyordum; sırf korkudan ölüyordum. Başım dönüyordu, ölüm derecesinde hastaydım, görme yeteneğim zayıflamıştı, üzerimde parıldayan göz küreleri bile donuklaşmıştı. Son bir çabayla, Tanrı’ya fısıldadım ve ölüme razı oldum.”
Edgar Allan Poe’nun 1839 tarihli Usher Konağı’nın Çöküşü başlı başına bir psikolojik öyküdür. Başlangıçta aklı başında olan anlatıcının, deli Roderick Usher’ın etkisiyle öykünün sonunda sanrılar görmeye başladığına tanık oluruz. Bu yönüyle de aklın iflasını ve rasyonel zihnin kaotik bir evreni anlamlandırmadaki yetersizliğini anlatan psikolojik bir öyküdür. Edgar Allan Poe hemen hemen öykülerinin tamamında kendi ruhunu, psikolojisini anlatır gibi. Usher Konağı’nın Çöküşü’nde ise sanki kendi yaşamını anlatır.
Fransız yazar ve psikanalist Marie Bonaparte şöyle diyor: “Poe’nun garip, dengesiz ve saplantılarla dolu yapısının kendini cinayete ya da deliliğe sürüklemesini önlemek için elinin altında bir başka zehir vardı. Herkesin aynı rahatlıkla kullanamayacağı bir zehir: Güzel ve özenli yazısıyla, arada bir derin üzüntüsünden ayrılmasını sağlayan, ürkünç, kasvetli ama avutucu imgeleri kağıda döktüğü mürekkepten söz ediyorum.”
“Bir ölünün ki gibi solgun bir cilt, iri, saydam ve hiçbir şeyle karşılaştırılmayacak derecede ışıltılı gözler, oldukça ince ve solgun, fakat çok hoş bir kıvrıma sahip dudaklar, göze çarpmak isteyen ve ruhsal bir gücün eksikliğini duyumsatan güzel yapılı bir çene, pamuklu bir dokumadan daha yumuşak ve ince saçlar, şakakların üstünde aşırı bir genişlemeye neden olan tüm bu yüz hatlarının hepsi, kolayca unutulmayacak bir çehre oluşturuyordu.” (Usher Konağı’nın Çöküşü)
Yaşamının kısalığına karşın, kısa öykünün bugünkü şeklini almasında önemli bir kilometre taşı niteliği taşıyan Poe, polisiye roman türünün de kurucusu kabul edilir. Morgue Sokağı Cinayeti ilk polisiye ve modern dedektif öyküsüdür. Poe’nun muhakeme öyküleri olarak adlandırdığı üç öyküsü Morgue Sokağı Cinayeti (1841) , Çalınan Mektup (1842) ve Marie Roget’in Esrarı (1843) art arda yayımlanır.
Morgue Sokağı Cinayeti, Rue Morgue’da yaşayan Madame L’Espanaye ve kızının kafaları karıştıran bir şekilde ölmelerini konu alır. C. Auguste Dupin, bu vahşice cinayetin sırrını çözer. Dupin karakteri Marie Roget’in Sırrı ve Çalınan Mektup’ta da yer alır. Polisiye türünün ilk kitabı Morgue Sokağı’nda Cinayeti, muamma romanın ilk örneği, dedektifi Dupin de kendi türünün ilkidir, hatta Sherlock Holmes karakteri bile Dupin’den etkilenilerek yazılmıştır.
“İlk karşılaşmamız Montmartre Sokağı’ndaki karanlık bir kitaplıkta oldu. İkimiz de aynı kitabı arıyorduk, ender bulunan, pek önemli bir kitaptı. Bu olay bizi birbirimize yakınlaştırmaya yetti. Tekrar tekrar buluştuk. Bir Fransız’ın kendisinden söz ederken takınacağı tam bir açık yüreklilikle anlattığı aile öyküsü, beni pek ilgilendirmişti. Okuduğu kitapların çokluğuna da şaşıp şaşıp kalıyordum, ama asıl ruhumu bir ateş gibi saran yaratıcı hayallerinin sıcaklığı, canlılığı, tazeliğiydi. Paris’te o zaman aramakta olduğum şeyleri ararken, böyle bir adamın dostluğu, benim için değeri ölçülmez bir hazineydi, bu düşüncemi açıkça ona söyledim. Sonunda kentte kaldığım sürece beraber oturmaya karar verdik, ben onun kadar darlık içinde olmadığımdan, bir ev tutup ruhlarımızın karanlık havasına uyacak bir biçimde döşemeyi üzerime aldığım ev, St Germain’in dış mahallelerinde ıssız bir yerdeydi, zamanın aşındırdığı çirkin, neredeyse yıkılacak eski bir yapıydı, ne olduğunu sorup öğrenmediğimiz bazı boş insanlar yüzünden yıllarca boş kalmıştı.” (Morgue Sokağı Cinayeti)
Poe’nin özgün el yazısı ile Morgue Sokağı Cinayetleri
1942 yılında yayımlanan Kızıl Ölümün Maskesi öyküsünü özetlersek Prens Prospero, kızıl ölüm hastalığından korunmak için kendini bir manastıra kapatır. Prens, birçok soyluyla birlikte, manastırın yedi farklı renkteki odasında maskeli balo düzenler. Partide gizemli biri ortaya çıkar, tüm odaları dolaşır. Prospero bu yabancıyla yüzleştiğinde düşüp ölür, bu yabancı Kızıl Ölüm’dür.
“Kızıl Ölüm, çoktandır ülkeyi kırıp geçiriyordu. Hiçbir salgın bu kadar ölümcül, bu kadar korkunç olmamıştı. Avatarı ve mührü kandı, kanın kızıllığı ve dehşetiydi. Keskin sancılar, ani baş dönmeleri ve sonra gözeneklerden boşanan kanla geliyordu ölüm. Kurbanının bedeninde, özellikle de yüzünde beliren kızıl lekeler, hastalığın onu diğer insanların yardım ve sevgisinden yoksun bırakan belirtileriydi. Hastalığa yakalanma, hastalığın ilerlemesi ve sonun gelmesi topu topu yarım saatlik bir işti. Ama Prens Prospero mutluydu, yürekliydi, akıllıydı. Ülkesindeki halkın yarısı hastalıktan yok olup gidince, saraydaki şövalyelerle leydiler arasından sağlığı ve neşesi yerinde olan bin kişi çağırttı huzuruna, onlarla birlikte kale gibi bir manastıra, uzaklara çekildi.” (Kızıl Ölümün Maskesi)
Poe’nin polisiyeye getirdiği yenilikleri sıralayalım: Bir entelektüel olan çözümleyici dedektif C. Auguste Dupin sayesinde neredeyse görünmez ipuçlarını yakalamasını ve onları bir araya getirerek sonuca ulaşmasını bilen bir dahidir. Öykülerinde entrikanın karmaşıklığı ve dedektifin hareket tarzı karşısında kafası karışan, gizemin ve gerilimin sürmesini sağlayan bir anlatıcı vardır. Poe öykülerindeki kurguda, okuyucunun bütün dikkatini gizem üzerine değil de dedektif öyküsü üzerine, bir gizemin çözülmesi için atılan çözümleyici adımlar üzerine odaklar. Dikkat, düğümün kendisinden çok düğümün açılması üzerine yoğunlaştırılır. Poe dedektif öyküsünü serüven öyküleri sınıfından çıkarıp, karakter portresi sınıfına sokarak onu edebi bir düzeye yükseltmiştir.
1843 yılında yayımlanan kısa öyküsü Kara Kedi anlatıcısının akıl sağlığının yerindeliğinden, yumuşak başlı, insancıl ve yufka yürekli oluşundan dem vurarak başlar, ama daha sonra şeytani yanının ortaya çıkışı ile devam eder. Bu ortaya çıkışın tetikleyicisi ise bir kara kedidir. Öykünün en belirgin yanı öykünün anlatıcısının güvenilemezliğidir. Çünkü anlatıcı kendi akıl sağlığından şüphe etmekte ve bunu tekrar tekrar dile getirmektedir.
“Hayvanı görmek bile istemiyordum. Ama Pluto’ya yaptıklarımı düşününce bayağı utanıyor, bu yüzden kediye kötü davranmaktan çekiniyordum. Bir süre hayvana vurmadım, ama zamanla ona karşı büyük bir kin duymaya ve ondan vebadan kaçar gibi kaçmaya başladım. Bu kinimin nedeni, kediyi eve getirdiğimin ertesi günü, tıpkı Pluto gibi, bir gözünün oyuk olduğunu görmemdi. Gelgelelim bu durum, karımın kediye karşı daha acıyıcı, koruyucu davranmasına yol açtı. Çünkü daha önce söylediğim gibi, karımda acıma duygusu son kerte aşırıydı. Kediye olan tiksintim arttıkça, hayvan tersine, bana daha çok sokuluyordu. Evde nereye gitsem adım adım arkamdan geliyor, oturduğum iskemlenin yanına uzanıyor ya da kucağıma çıkarak yaltaklanıp duruyordu. Ayağa kalkıp yürüsem ayaklarımın arasına dolanıyor ya da tırnaklarını pantolonuma geçirerek üstüme doğru tırmanmaya çalışıyordu. Böyle anlarda kediyi bir vuruşta yok etmek istiyordum; ama biraz, daha önceki kötü anının yılgısı ve evet, buna inanın, daha çok da hayvandan korkum dolayısıyla böyle bir şey yapamıyordum. Bu korkuyu tanımlayacak sözcük bulamıyorum.” (Kara Kedi)
Poe’nin 1843 yılında yayımlanan Gammaz Yürek öyküsü takıntılı ruh haliyle işlediği cinayette bir anlamda haklılığına bizi ikna etmeye çalışan, öte yandan vicdanıyla çatışmak zorunda kalan caninin anlatısıdır.
“Ardından, hafif bir inilti duydum ve onun ölümcül korkunun iniltisi olduğunu biliyordum. Acı ya da keder inlemesi değildi o, ah, hayır! Korkuyla dolduğunda ruhun derinliklerinden gelen alçak, boğuk sesti. Sesi iyi tanıyordum. Pek çok gece, tam geceyarısı, bütün dünya uyurken, o ses, beni delirten korkuları şiddetlendirerek göğsümden taşardı. Söyledim ya, sesi iyi tanıyordum. Yaşlı adamın ne hissettiğini biliyordum ve içten içe gülmeme rağmen ona acıdım. Yatağında sıçradığında duyduğu ilk sesten beri uyanık olduğunu biliyordum. O andan itibaren korkuları giderek arttı. Korkularını nedensiz bularak hoş göstermeye çabaladı ama başaramadı. Kendi kendine, “Hiçbir şey değil canım olsa olsa bacadaki rüzgardır, sadece yerde yürüyen bir faredir” ya da “Sadece bir cırcırböceği cıvıltısıdır” deyip durdu. Kendini bu varsayımlarla rahatlatmaya çalışıyordu, ama hepsinin boşuna olduğunu anladı. Her şey boşunaydı, çünkü ölüm, yaklaşırken kara gölgesiyle, kurbanı sinsice çevrelemiş ve ağına düşürmüştü. Beni görmemesine ve duymamasına rağmen, kafamın odadaki varlığını hissettiren, algılayamadığı gölgenin sarsıcı etkisiydi.” (Geveze Yürek)
Öykülerinde şiirsel ve dolayısıyla ahenkli bir anlatımın bulunması, şairliğini yazarlığına da yansıtmış olmasından kaynaklanır. Nitekim Poe, Kompozisyon Felsefesi adlı makalesinde, duyguları daha ziyade bir efekt olarak gördüğünden bahseder. Burada, Kuzgun adlı şiirini, seçtiği bir efekt etrafına ördüğünü belirtir. Poe’nin 1845 tarihli Kuzgun şiirinde, dizelerdeki kuş imgesi, adeta yalnızlığı ve kederi artıran bir unsur, siyah renkli ve gizemli kuzgun, hep süren yası simgeler. Kuzgun, Poe’nin dizelerinde acının evrensel simgesine dönüşür.
Kalkıp haykırdım: “Getirsin ayrılışı bu sözlerin!
Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!
Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan! “
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
(Çeviri: Ülkü Tamer)
1847’de eşi Virginia’yı kaybeder, Poe’nin ölümünden sonra yayımlanan o çok bilinen şiiri Annabel Lee şiirini karısı için yazdığı düşünülüyor.
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,
Evet! Bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.
Sevdadan yana, kim olursa olsun,
Yaşça başça ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökteki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.
(Çeviri: Melih Cevdet Anday)
Edgar Allan Poe’nin öykü yazarlığının yanı sıra edebiyat eleştirmenliği de çok önemlidir. Antik çağların üç birlik kuralı temelinde modern edebiyat kuramı oluşturması, onun daha sonra Fransız simgeci şairleri tarafından öncü sayılmasını sağladı. Geliştirdiği edebiyat kuramını kendi öykülerinde geliştirerek kullanıyordu.
Poe, yazdığı özgün metinlerle birçok yazarı, sanatçıyı derinden etkiledi. Vladimir Nabokov, Poe’nin Annabel Lee şiirini Lolitası’nda Humbert’in ilk aşkının adı olarak kullandı. Yine aynı romanda yazarın şiirlerinden bazı deyimler ödünç almayı da ihmal etmedi. Claude Debussy, Usher Konağı’nın Çöküşü’nü bir opera, Sergey Rahmaninov ise Edgar Allan’ın Çanlar şiirini koro için yazılmış bir senfoni olarak besteledi. Alan Parson’s Project grubunun 1976’taki çıkış albümü Tales of Mystery and Imagination (Gizem ve Hayalgücü Öyküleri) Poe’nin aynı adlı öykü kitabı üstüne kuruludur. Şarkıların adları öykü adlarıyla bire bir aynıdır. Joan Baez’in söylediği Annabel Lee ile Iron Maiden’ın Murders In The Rue Morgue şarkıları da bilinen Poe etkilerinden.
Genç yaşta kaybettiği karısının ardından, alkolik olan ve dengesiz bir hayat süren Poe, 1849’da sokakta üstü başı yırtık ve kendinden geçmiş bir halde bulunduktan dört gün sonra 40 yaşında ölür. Ölümüyle ilgili olarak birçok spekülasyon yapılır, bunlardan biri de o dönemde adam kaçırıp zorla içki içirerek sarhoş edip farklı yerlerde sahte oylar kullandırmasıyla tanınan bir çetenin eline düşerek alkolden zehirlenip öldüğü idi. Poe ile aynı yerde yaşamış, onunla şahsen de tanışmış Susan Archer Weiss, Poe’nin ölümünden bir süre sonra kaleme aldığı ve 1907 yılında yayınladığı inandırıcılık, içerik, hem de anlatım açısından zaman zaman yetersiz kalan Edgar Allan Poe’nin Ev Yaşamı kitabında şöyle diyor:
“Başka bir erkeği etkilemeyecek olan içki Edgar’ı çarpardı… Başka birine birkaç bardağın yaptığı etkiyi Poe bir bardakta yaşıyordu… Aynı özellik kız kardeşinde de vardı. Alkole karşı dayanıksızlıkları genetik olarak geçmiş diyebiliriz ve herkesin bildiği aşırılıklarının sebebini alkole bağlayabiliriz.”
Kaynak
Edgar Allan Poe ve Öyküleri Üzerine, Türkiye’de Polisiye Roman, Modern Toplumun Edebi Ürünü Polisiye Romanlar ve Polisiye Romanlarda Cinsiyetçilik, Edgar Allan Poe Bütün Hikayeleri Toplu Cilt, Amerika’nın İlk Kur’ân’ı: İslam’ın Kutsal Kitabı ve Amerikan Edebiyatı
Nazım Hikmet’ten 6 Özel İnsana 6 Özel Şiir