34,7190$% 0.07
36,5205€% -0.64
2.936,16%-0,85
4.898,00%-0,64
19.593,00%-0,62
“Onda bitiş yok, başlangıç yok. Onda yalnızca yaşamın sonsuz tutkusu var.”
Federico Fellini
Sinema, farklı türde bir tutku hali ve şenlik biçimi. Görsel-işitsel yönleriyle öne çıkan ve çok boyutlu bir sanat dalı olan sinemanın günümüz toplumları üzerindeki etkisi de oldukça kuvvetli.
Çağımızın sanatı olarak kabul edebileceğimiz sinema hem çok büyük bir endüstriye hem de modadan müziğe kadar dönüştürücü bir etki alanına sahip. Hepimizin hayatını baştan sona kadar değiştirmiş, dünya görüşümüzü etkilemiş farklı farklı filmler var.
Bu yazımızda çağımızın en önemli ve en görkemli anlatım biçimlerinden biri olan sinema filmleri doğrultusunda Fransa’yı ziyaret edeceğiz, Paris’te çekilen filmlere göz atacağız. Listemizde bir sürü klasik, bir sürü efsane var. Hazırsan başlayalım ve seyahatine ilham kaynağı olalım.
Paris; tarihi, neoklasik yapıları ve yetiştirdiği dünya çapındaki sanatçıları ile bir kültür başkenti. Modaya, sanata, edebiyata ve felsefeye yön veren bu şehir, fotoğrafik manzaraları, bohem kafeleri ve ihtişamlı yapılarıyla da doğal bir film seti.
Şehrin ruhunu yansıtan filmleri hatırlamaya hazır mısın? Haydi o halde, bu kültür başkentinde çekilmiş bolca film seyret ki sanat ve aşk ile olan bağın gelişsin, seyahat isteğin körüklensin. İşte, Paris’in ruhunu yansıtan en iyi filmler:
2018 yılı içerisinde kaybettiğimiz İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci, sinemaya damga vuran isimlerin başında geliyor. Orijinal adı Ultimo tango a Parigi (Paris’te Son Tango) olan yapım ise yönetmenin akla gelen ilk eserlerinden.
Gösterime girdiği yıllarda ciddi tepkilere yol açan ve günümüzde de tepkilerin devam ettiği yapım, Bertolucci’nin en sansasyonel filmlerinden. Başrolünde tüm zamanların en efsanevi aktörlerinden Marlon Brando le Fransız aktris Maria Schneider’in yer aldığı Last Tango in Paris, aşka ve tutkuya dair bir eser.
Evlilik hazırlıklarını sürdüren ve bir yandan da ev arayışları içinde olan Jeanne’ın çok beğendiği bir evde karşılaştığı Paul ile aralarında gelişen tutkulu ilişki sürecine ve aşkın karanlık tarafına odaklanan film; unutulmaz Paris filmleri arasında yer alıyor.
Jean-Luc Godard, Fransız sineması denildiğinde akıllara gelen ilk yönetmenlerden. À bout de Souffle (Serseri Aşıklar) filmi ise “Fransız Yeni Dalgası” akımını yaratan ve sinema tarihinde özel bir yere sahip olan Godard’ın başyapıtlarından.
Godard’ın ilk uzun metraj filmi olan À bout de Souffle; doğaçlama, serbest stil ve “jump-cut” kurgusu ile kült yapımlardan biri olarak kabul edilir. Senaryosu bir başka sinema efsanesi François Truffaut tarafından kaleme alınan yapım, Patricia ve Michel adlı 2 karakterin hikayesini anlatıyor.
Başrollerinde bir dönemin dünyaca ünlü oyuncuları Jean Seberg ve Jean-Paul Belmondo’nun yer aldığı À bout de Souffle, her yönüyle sıra dışı ve öncü bir film.
“Denize açılmak gerekli, yaşamak gerekli değil.”
François Truffaut da tıpkı Jean-Luc Godard gibi Fransa’nın eşsiz yönetmenlerinden. Usta yönetmenin ilk uzun metrajı niteliğindeki Les quatre cents coups (400 Darbe), insan üzerinden zamana ve mekana dair sınırlar çiziyor.
Sert bir realizme sahip olan film, insanların içine doğdukları topluma, konuşmak zorunda oldukları dile, eğitim sistemine ve ebeveynliğe dair derin sorgulamalar içeriyor. Dünya sinemasına yeni bir soluk getiren film, François Truffaut’ya da 1959 yılında Cannes Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ödülü kazandırmıştı. Bu zamansız klasiği henüz izlemediysen daha fazla vakit kaybetme.
Luis Bunuel, sinema tarihinin en avangart yönetmenlerinden. Bunuel’in, Joseph Kessel’in aynı adlı romanından uyarladığı Belle de jour (Gündüz Güzeli), ünlü ve başarılı bir cerrahla evli olan genç ve güzel bir kadının hikayesini anlatıyor.
Başrolünde efsanevi Fransız aktris Catherine Deneuve’ün oynadığı film, karakter analizleriyle dikkat çekiyor. Catherine Deneuve’ün oyunculuğuyla parladığı film, Bunuel sinemasının önemli yapımları arasında yer alıyor. 1960’lar atmosferini içine çektikten sonra Paris’e gitmek isteyebilirsin.
Polonya’nın tüm dünyaya armağan ettiği usta yönetmen Krzysztof Kieslowski imzalı Bleu (Mavi), renk üçlemesinin ilk bölümü niteliğinde. Sinemanın şairi olarak anılan Kieslowski bu filminde, kocasını ve çocuğunu kaybeden bir kadının bu gerçekle ne şekilde mücadele ettiğini irdeliyor.
Kieslowski’nin uluslararası alanda da tanınmasına yol açan eser, uzaklaşmanın ve tam anlamıyla özgürleşmenin mümkün olmadığına vurgu yapıyor. Başrolünde ünlü oyuncu Juliette Binoche’un yer aldığı film, modern dönem klasiklerinden kabul ediliyor.
Mathieu Kassovitz imzalı La haine (Protesto), Paris’in gettolarında geçen öfke dolu ve son derece gerçekçi bir hikaye. Vinz, Said ve Hubert adlı 3 karakterin dünyaya geldikleri günden itibaren yaşadığı dışlanmışlığı ve ezilmişliği anlatan film, toplumsal ve sınıfsal eleştirileriyle akıllara kazınmış durumda.
Başrollerinde Vincent Cassel, Hubert Kounde ve Said Taghmaoui’nin yer aldığı film, Mathieu Kassovitz’e 1995 yılında Cannes Film Festivali’nde “En İyi Yönetmen” ödülünü kazandırmıştı.
Jean-Pierre Jeunet, Delicattesen (Şarküteri) ve La cité des enfants perdus (Kayıp Çocuklar Şehri) gibi filmleriyle tanınmış ve kendine ait bir sinema dili yaratmayı başarmış ünlü bir yönetmen.
Özgün adı Le fabuleux destin d’Amélie Poulain olan, ancak tüm dünyada Amelie olarak tanınan yapımı ise birçok sinemasever açısından yönetmenin en iyi filmi olarak görülüyor. Audrey Tautou ismini dünyaya armağan eden Amelie, aşkın peşinden sonuna kadar gitmeyi öğütleyen ve özgün sinema diliyle parlayan bir eser. Özellikle filmin renk paleti ve keyif veren mizah anlayışı unutulmaz.
“Geçmişle baş etmek zorunda değilsen bellek harika bir şey.”
Amerikalı yönetmen Richard Linklater; hayal gücü, hayatı sorgulayan diyalogları ve zaman kavramını işleyen filmleri ile tanınıyor. Yönetmenin “Before” üçlemesi ise en bilindik eserleri arasında yer alıyor.
Before serisinin ikinci filmi olan Before Sunset, bizleri Paris sokaklarında gezdiriyor ve Celine ile Jesse’nin koyu sohbetine ortak ediyor. Viyana’da geçen ilk filmden 9 yıl sonrasına gittiğimiz Before Sunset’te felsefe, aşk, siyaset, çevre sorunu ve evlilik gibi konulara dair derin bir sorgulama seni bekliyor.
Paris, je t’aime (Paris, Seni Seviyorum); Joel-Ethan Coen, Olivier Assayas, Alfonso Cuaron, Gus Van Sant gibi sinemanın dev yönetmenlerinin yer aldığı antolojik bir çalışma. Farklı kısa filmlerden oluşan, teması ise Paris ve romantizm olan yapım izleyenleri çeşitli sosyal sınıflara, kuşaklara, kültürlere götürüyor.
Her yönetmenin Paris’in çeşitli yerlerinde geçen ve farklı yaşam kesitleri sunduğu yapım, aşka dair keyifli bir çalışma.
Yönetmenliğini Woody Allen’ın yaptığı Midnight in Paris (Paris’te Gece Yarısı), nişanlısı ve onun ailesiyle birlikte Paris’e gelen, yazar olmak isteyen bir karakterin gece yarısından sonra başına gelen fantastik ve gizemli olayları merkezine alan romantik bir komedi.
Başrolünde Owen Wilson’ın yer aldığı film, seyircileri 1920’lerin Paris’ine götürüyor ve Scott Fiztzgerald, Ernest Hemingway, Pablo Picasso, Salvador Dali gibi isimlerle buluşturuyor. Woody Allen’ın kendine has mizahının yer aldığı film keyifli bir seyirlik sunuyor.
Netflix’e Küçük Ama Oldukça Etkili Bir Özellik Geliyor
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.