34,4980$% 0.08
36,5098€% 0.4
2.945,45%0,37
5.059,00%0,33
20.159,00%0,49
İki göz odalı evde etliye sütlüye dokunmadan en önemlisi de kimseye muhtaç olmadan ama binbir zorlukla yaşamlarını sürdüren üç kişilik bir aileydi Eylül’ün ailesi. Annesi ev hanımı babası ne iş olursa yapanlardandı. Haftanın bir kaç günü, günlük iş bulduğunda çalışır geriye kalan günlerde de o kazandığını yerlerdi. Eylül on iki yaşında. Eylül’ün Siyah saçları, koyu kahverengi gözleri küçücük burnu vardı.
O gün her haftasonu gibi yine sabah erkenden uyanmış kahvaltılarını yapmış ve Eylül evin önüne çıkmıştı. Babası ve annesi içerideydi o gün, dışarı çıkmamışlardı. Halbuki Eylül’ü asla yalnız dışarı bırakmazlardı. Ama o gün ne olduysa ikisi de dışarı çıkmamış küçük kızları tek başına dışarıda çıkmıştı.
Bir anda yer yarılmış gibi bir gürültü duyuldu dışarıdan. Ne olduklarını anlamadılar ama Eylül’ün annesinin yüreğine dokunmuştu sanki o gürültü. Hemen dışarı çıktılar. Çıkar çıkmaz Eylül’ü öylece yere kapanmış görünce annesi çığlıklar atarak bayıldı. Babası ne olduğunu anlamadan sağa sola koşturuyordu. Eylül yerde ve kanlar içindeydi. Başında insanlar toplanmıştı.
Herkes bir şeyler söylüyordu ama ne olduğunu kimse tam görmemişti. Söylenilene göre bir motorsiklet hızla giderken Eylül’e çarpmış ve kaçmıştı. Kimse tam olarak görememişti. Feryat figanlar içinde Eylül’ün yaşayıp yaşamadığını kontrol ettiler. Eylül yaşıyordu. Ambulans gelip hızlıca hastaneye götürdü.
Eylül yaklaşık üç ay hastanede kaldı ve üçüncü ayın sonunda evine döndü. Ona çarpıp kaçan kişiden de bir iz bulunamadı. Zaten hep böyle olmuştur. Garibanın faili hep meçhul olurdu. Eylül şimdi yürüyemiyor. Kapının önüne dahi çıkmak istemiyordu ve sürekli evin içindeydi. Hatta çoğu zaman yatağından bile çıkmıyordu. Babasının hiçbir zaman doğru düzgün bir işi olmamıştı. Dolayısıyla Eylül’e tekerlekli sandalye de alınmamıştı. Ama Eylül’ün bir tekerlekli sandalyeye ihtiyacı vardı. Daha doğrusu anne ve babası böyle bir ihtiyacın olduğunu düşünüyordu.
Ama Eylül için böyle bir ihtiyaç yoktu; dışarı çıkmak istemiyor, yatağında uzanıp evin tavanını izlemek, yaşadığı acıyı daha da derinden hissetmek istiyor gibiydi. Gün ışığı görmek, yaşamaya dair bir umut beslemek içinden gelmiyordu. Yürüyemedikten sonra başka hiçbir şeyin önemi yok gibydi onun için.
Eylül’ün bu halleri gün geçtikçe anne babası için dayanılamaz bir hale dönüşüyordu. Ellerinden bir şey gelmeyince üzüntüleri daha da artıyordu. Günlerden bir gün babası Eylül için bütün evi kırmızıya boyasam bir nebze de olsa kızım mutlu olur diye düşündü; çünkü kırmızı Eylül’ün en sevdiği renkti. Ancak bütün evi boyamaya yetecek kadar parasının olmadığını görünce bu fikrinden vazgeçmişti.
Fukaralıığın, yoksulluğun içine tüküreyim diyerek pencerenin dibine oturdu. Cebinden biraz tütün çıkarıp ince sigara kağıdının içine yerleştirdi. Sonra kağıdı tükürükleyip ustalıkla sardı ve yakıp sigarasını içti. Sigara dumanı ciğerlerine inerken gözlerinden de bir kaç damla yaş süzüldü. Sigarayı birkaç defa daha tüttürdükten sonra birden aklına bir fikir geldi. Evi boyayamam ama hiç olmazsa şu pencereyi boyayabilirim diye düşündü.
Ertesi gün ilk iş olarak mahalledeki nalbura gidip en ucuzundan kırmızı bir boya alıp gelmişti. Özenle çalışarak büyük odadaki pencereyi kırmızıya boyadı ve yine pencerenin dibine oturarak tütününü sarıp sigarasını yaktı.
Büyük bir gururla karısı ve kızının yanın giderek “beğendiniz mi?” diye sordu. Karısı “çok güzel oldu” dedi ama Eylül hiçbir şey demedi. Sadece baktı, gözleriyle evet işaret yaparak o da beğendiğini ima etmişti.
O gün Eylül pencereye hiç yanaşmadı. Anne ve babası da ısrar etmedi bu konuda .Ertesi gün güneş de pencereye vurunca kırmızı rengi daha da belirgin oldu ve Eylül tüm vücudunu kaldıramazsa da başını kaldırıp pencereye doğru baktı. Yeniden doğmuş gibi hissetti bir anda kendini. Kırmızı rengi ne de yakışmıştı pencereye. Keşke daha önce yapsaydı babam diye düşündü.
Kırmızı pencere o günden sonra Eylül için umut oldu, hayata tutunma nedeni oldu, ışık oldu. Neredeyse her sabah uyanır uyanmaz annesi veya babasından onu kırmızı pencerenin kenarına götürmesini istiyordu. Pencere kenarında oturup dışarda olup biteni izliyor, bazen kendi kendine gülüyor eğleniyordu.
Pencere kırmızıya boyandığı günden beri çok şey değişmişti. Eylül’ün mutluluğu tüm aile bireylerine sirayet etmiş hatta aileye biraz da şans getirmişti. Babası hiç olmayacak bir şekilde güzel bir işe girmiş oldukça da iyi kazanmaya başlamıştı. Bir süre sonra tekerlekli sandalye de almıştı kızına.
Havaların da güzel olmasıyla birlikte Eylül artık evin içinde değil sandalyesinin de yardımıyla babasının tütün sigarasını sardığı pencere dibine de gelip oturuyordu. Mutluydu. Umut doluydu. bir gün yürüyeceğine de inanıyordu artık. Yaşamak varsa umut da vardı. Ve buna vesile olan şey ikiz göz odalı evin kırmızıya boyanan penceresiydi.
NAENİA VİRTUS-GERMAKOÇİ