38,8589$% 0.14
43,7634€% 0.11
4.042,38%0,32
6.699,00%-0,35
26.713,00%-0,50
Biz Ankara’da doğduk, Ankara’da yaşadık… Ama bir yanımız hep köydeydi.
Babam bazen sitem ederdi: Ne şehirli olabildik, ne köylü olabildik”
Köydeki tarlalar hiç boş kalmazdı. Büyükannem hep derdi ki:
“Ele güne karşı boş durmaz oğul. Kimsemiz yok sanmasınlar, ek tarlaları.…”
Getirisi harcadığın emekten azdı bilirdik.
Ekin para kazandırmazdı belki ama babam, her yıl işini bırakır köye giderdi.
İlkbaharda tohumu ekerdi, sonra gübreleme, ardından sulama için tekrar dönerdi.
Ağustos gelince patoz, biçer döver… Her seferinde “Toprak beklemez,” der, düşerdi köy yoluna.
Yaz tatilleri bizim için bir şenlikti ama.
Okullar kapanır kapanmaz köy yolculuğu başlardı.
Köyde sıvasız, yarım kalmış bir evimiz vardı. Sadece bir odası, toprak zemini, çatlak duvarı…
Samsun asfaltında inince köy yoluna sapardık. O yürüyüş…
Güvem çalılıklarının arasında, ağustos böceklerinin uğultusunda ilerlerdik.
Evde eski bir sandık, cızırtılı bir radyo, tahta tabureler, soba ve mutfakta bucaklık…
Her şey yarım ama sıcacıktı çocukların gözüyle.
Köye varır varmaz başlardı işler.
Ertesi sabah torbamıza yufka ekmek, kavun koyar, tarlaya düşerdik.
Yokuş yukarı, yokuş aşağı nohutları desteler, yeşil dalları ayırır, ağzımıza birkaç tane atardık yeşil nohutlardan.
Sonra gelirdi ekin zamanı…
Eskiden babam tek başına tırpanla biçerdi başakları.
Alnından damla damla akan ter toprağa karışırdı.
Kavurucu ağustos sıcağında kendini tarlanın yanındaki buz gibi dereye atardı.
Sonraları makineler geldi.
Patoz geldi mi herkes koşardı,sıra almak için.
Yağmur yağmadan iş bitmeli… Ekin makinaya girer, sap bir yana, başak bir yana ayrılırdı.
Babam, tırmıkla bacadan ekin atar, makinayla yarışırdı adeta.
Bir ses yükselirdi bazen: “Kayış attı!”
Nemli dallar zorlar, kayış kopar… Traktör çalışır, motor yeniden bağlanırdı.
Zaman geçmesi demek daha fazla benzin harcamak demekti.
Bazılarımız da makinenin önünde durup; musluk gibi akan buğdayı çuvallara doldururduk.
Ortalık boşalınca yere saçılan taneleri tane tane toplardık. Hiçbirini bırakmazdık.
9–10 çuval buğday…
“İyi çıktı bu sene maşallah,” derdi babam.
Hasat biterdi. Eve döner, sobada çay içer, yorgunluktan hemen uyurduk.
Sonra başka bir hazırlık başlardı.
Köylülerden bakır kazanlar toplanır , ocaklar yakılırdı.
Köy meydanında kazanlar kaynar, ekinler haşlanırdı.
Harman yerine serilir, çulların üstüne yayılırdı.
Kuruması günler sürerdi.
Başında hep biri olurdu; çocuklar genelde…
Annesi arada şekerli yoğurt, bazen helvalı ekmek getirirdi.
“Hayvanlar basmasın, kuş gelmesin yavrum,” derdi annem.
“Kısmetine gelen kuşlar sergiye basar,alır kaçar pıtı pıtı.”
Güneş kavururdu taneleri. Kuruyan ekin yeniden çuvallara doldurulur, değirmene gönderilirdi.
Bir gün yoldan geçen sebzeci, büyük bir karpuz bıraktı.
Biz de ona bir çerik taze buğday verdik.
Para konuşmazdı bizde, emeğin dili konuşurdu.
Değirmenden dönen ekin un olurdu, bulgur olurdu, yarma olurdu.
Satılmazdı. Kışlık yiyeceğimizdi.
Tandır ekmeği, yoğurt çorbası, pilavıydı soframızın…
Yani sevgili okuyucu toprağa bir kez dokunan el, artık dünyanın kalabalığında kaybolmaz.
Çünkü o el, üretmeyi öğrenmiştir.
Toprak insana sadece ekin vermez;
Bir yer duygusu verir, kök verir, kimlik ,güven verir.
Toprağa değen insan artık ait hisseder.
Güvende olduğunu, hayatta bir yeri olduğunu bilir.
O yüzden bir kez toprakla bağ kuran,
Bir daha kolay kolay kopamaz.
Çünkü toprak, aynı zamanda bizi doyuran doğayla kurduğumuz bağdır.
Bir Bez Bebek, Bir Karpuz, Bir Veda
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.