34,7300$% 0.1
36,6149€% -0.4
2.931,14%-1,02
4.878,00%-0,68
19.514,00%-0,67
15 Haziran 1925 tarihinde, İzmir’in Menemen İlçesinde dünyaya gelen Attilâ İlhan, Muharrem Bedri Bey ve Emine Memnune Hanım’ın ilk çocuklarıdır. Cengiz ve Çolpan isimli iki kardeşi vardır. Kullanmadığı Hamdi ismini kadı olan dedesi Mehmet Hamdi Efendi’den almıştır. Baba tarafı, Sivas’ın Gürün ilçesinden göçerek İzmir’e yerleşmiştir. Babası, bir dönem İzmir vali muavinliğinde bulunmuş, savcılık, avukatlık ve kaymakamlık yapmıştır. Dedesi kadı, dedesinin babası müftü, onun babası da müderristir.
İlkokul üçüncü sınıfta yazdığı “İlkbahar” adlı şiiri için hayatının birinci dönüm noktası olarak söz eder. Hiç bir neden yokken şiir yazmasına anlam veremez ve büyük bir heyecanla şiirini babasına okur aldığı olumsuz tepkiye rağmen şiir yazmaya devam edecektir.
Babasının gazetecilik yönü ve eve sık sık giren dergiler nedeniyle erken dönemde İlhan’ın düz yazıya olan merakı artar. “Benim şiirle ilgilenmem de, romanla ilgilenmem de oradan geliyor. Çünkü evde babam mütemadiyen şiir okurdu, annem birçok şiiri ezbere bilirdi. Bu yüzden okula başlar başlamaz ben de şiirlerle ilgilendim.”
Attilâ İlhan’ın hayatına etki eden bir diğer kişi dadısı Emine Nine’dir. İlhan, babasının modern ve serbest yaşantısının yanı sıra Menemen’in Emirâlem Köyü’nden olan Emine Nine’den köylü dindarlığı öğrenir. “O ve ninem, ve bağ olmasa, Menemen olmasa, toprağı, toprak insanlarını, çalışan insanı, hakiki Türkü belki de tanıyamayacaktık…”
Babasının kaymakamlığı nedeniyle üç yıl kaldıkları Konya Ilgın’da ortaokul olmadığı için okuyamaz; ailesinden ayrılarak İzmir Karşıyaka’da bir okula kaydedilir. İlköğrenimini burada tamamlayan Attilâ İlhan, İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfındayken, kız arkadaşı Vecide’ye yazdığı mektupta, Nazım Hikmet’ in bir şiirine yer vermesi nedeniyle komünizm propagandası ve örgüt üyeliği suçlamalarıyla Vecide, arkadaşı Cemşit’le beraber tutuklanır.
1941 yılında, Bir aya yakın kaldığı İzmir Cezaevi’nden tahliyesini için avukatları, psikolojik bunalım geçirdiğini bildirirler. Serbest kalır ancak Manisa Akıl Hastanesi’nde üç hafta gözetim altında tutulur. Suçluluğu sabit görülür ancak yaşı küçük olduğundan dolayı cezası ertelenir. Bu karar ile “Türkiye’de Okuyamaz’” diye belgelenir.
Lise yılları, solda Attilâ İlhan
Bu üç yılı şöyle dile getirir: “Büyük Bir dışlanmışlık duygusu. Ben suç işlemedim, bana karşı suç işliyorlar hissi içindeyim ama, bu beni ideolojik olarak katılaştırıyordu. İçten içe bir sertlik içindeyim. Eskiye oranla daha fazla kitap okuyordum.” Bu dönemde, edebiyatla olan ilişkisini sürdürür. 1941’de Suat Derviş’in yönettiği Yeni Edebiyat dergisinde ilk şiiri “Balıkçı Türküsü”, daha sonra da gazetede bir düzyazısı yayımlanır.
İstanbul’daki amcasının girişimiyle Boğaziçi Lisesi’ne kaydolur ancak yalnızca 2 ay eğitim görebilir. Artık okuyamayacağını düşünüp, babasının görev yaptığı Adana-Bahçe’ye, roman yazma ve şiirlerini yayınlama kararı ile döner.
“Babam bazı günler keşfe gidiyor, köylere atla gidiliyor. Beni de götürmeye başladı, ilkbahara doğru. Sürekli Gâvur Dağları’nı gezmeye başladık. Babam keşif yaparken, ben köylülere sorardım: Savaşta burada neler oldu? Fransızlar nereye kadar geldiler? Çeteler var mıydı?.. Bunların sonucunda yavaş yavaş ortaya Gâvur Dağlarından Rivayet adını vereceğim şiirlerin doneleri gelmeye başladı.”
1944 yılında babasının uğraşları sonucunda okuma hakkını yeniden elde eder, öğrenimine Işık Lisesi’nde devam eder. Ülkede devam eden komünizmle mücadele siyaseti kapsamında birkaç kez gözaltına alınır. Adana’da yazdığı şiirler amcası tarafından 1946 yılında CHP şiir yarışmasına gönderilir. Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, Behçet Kemal Çağlar, Ahmet Kutsi Tecer gibi edebiyat büyüklerinin yer aldığı jüri tarafından ikinciliğe layık görülür. Yarışmada Cahit Sıtkı Tarancı birinci, Fazıl Hüsnü Dağlarca üçüncü olur. Gâvur Dağlarından Rivayet başlığı altında yer alan ödüllü Cebbar Oğlu Mehemmed şiiri, işgal altındaki Anadolu topraklarında kurtuluş mücadelesi veren bir Kuvâ-yi Milliye kahramanını anlatır.
cebbar oğlu mehemmed
burcu burcu çam kokan bir yaz akşamı
omuz vermiş bir ağaç gölgesine
usul usul türkü söylüyor
– hasret kuşun kanadında
deli kuşlar uçun gayrı
yazımız böyle yazılmış
bu diyardan göçün gayrı –
kirveleri durdu ve süleyman
on sekiz adım gerisinde
şahin gibi tünemişler kayaların üstüne
avuçları sıcak bakışları ok gibi
deliyor her dokunduğu yeri
biri doğuya bakıyor diğeri batıya
22 yaşında birincilik ile mezun olduğu lisenin ardından, astronomi/uzay bilimleri alanında eğitim görmek istese de, babasının istediği ile İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girer. Üniversite yıllarında (1948), içinde ödüllü şiirinin de olduğu Duvar adlı ilk şiir kitabını, annesinden aldığı parayla yayımlar. Duvar’a kadar dergilerde yayımladığı şiirlerini “A.İ Beteroğlu” mahlasıyla yazar. Gün Dergisi’nde düzenli olarak yazar.
Harp Kaldırımında Aşk (Duvar)
sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin
hiç görmediğim yıldızlar gözlerine doğmuş
bir büyüklük duygusu dağlar gibi yüreğinde
ah biz mutluluğu böyle aranıp duracak mıyız
yağmur hep böyle yağacak mı hatıralara
eksik olan bir şey var sana bana dair
belki bir rüzgar belki rüzgardan da hafif
ama kalbimiz yine uzak bir deniz gibi boş
heybetli gurupların belirdiği saatlerde
Attilâ İlhan, siyasi eğilimleri ve eylemleri nedeniyle okulu bitiremeyeceğini düşünür; sanata özellikle şiire duyduğu ilgi ile başka yerlerde olma isteği birleşince fakülteden ayrılmaya karar verir. 1949 yılında, hiç sevmediği Hukuk Fakültesi’ni yarıda bırakarak ilk Paris yolculuğuna karar verir. Paris’e giderek hem 1940’ların karanlığının boğuculuğundan uzaklaşmayı hem de Paris’teki harekete katılarak Nazım Hikmet’i haksız yere yattığı hapisten kurtarmayı hedeflemektedir.
Attilâ İlhan’ın Paris Yılları
Attilâ İlhan, bir yandan geliştirdiği Fransızcası ile Paris’te sol yayınları okur diğer yandan Fransız Komünist Partisine bağlı İşçi Üniversitesi’ne gider. Ülkesine ve bağlı olduğu ideolojiye yabancı olduğunu keşfettiği ilk Paris macerası, ikamet iznin sona ermesi ve yeniden izin alamaması nedeniyle sona erer. 1950 yılında, yurda dönünce TKP’nin yayın organı Gerçek gazetesinde, Asım Bezirci ile çalışır, gazetenin en sert yazılarını birlikte yazarlar. Dönemin politikalarını eleştiren bu yazılar nedeniyle ikisi hakkında soruşturmalar açılır. İlhan, takdir ettiği Yugoslavya tipi sosyalizmin lideri Mareşal Tito’nun bir söylevini çevirir. Yazının bazı çevrelerini rahatsız etmesi nedeniyle Gerçek gazetesi kapatılır.
Attilâ İlhan, Kemal Tahir vasıtasıyla Nazım Hikmet’le iletişim kurar. Ona Fransa’daki komünistlerin isteklerini iletir. Ancak Nazım Hikmet’in cevabı böyle bir görüşmenin Türkiye’de olamayacağı, görüşmenin Paris’te yapılması gerektiği yönündedir. Bu durum Attilâ İlhan’ın ikinci kez Paris’e gitmesine neden olur.
Attilâ İlhan, Paris’te bir yandan Marksizm üzerine akademik okumalar yapmakta bir yandan da edebî çalışmalarına devam etmektedir. Sokaktaki Adam romanını bitirir ve sanat çalışmaları üzerinde yoğunlaşır. Sorbonne Üniversitesi Filmoloji bölümünde misafir öğrenci olarak sinema öğrenir.
Türkiye’ye döndükten sonra sinema ve edebiyat alanına ağırlık verir, Sokaktaki Adam romanı (1953) ve Sisler Bulvarı (1954), Yağmur Kaçağı (1955) adını taşıyan şiir kitaplarını yayımlar. Sisler Bulvarı kitabında yer alan Kaptan şiirinin adı Attila İlhan’ın lakabı da olur. Şiirin adının neden Kaptan olduğunu şöyle açıklar: “Paris’te bir ara sakallıydım, eş dost bundan mı nedir, bana kaptan adını yakıştırdılar. Ad oradan geliyor…”
Sisler Bulvarı (Sisler Bulvarı)
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlayamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarı’ndan geçmediğim gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray’da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
Attilâ İlhan’ın ilk romanı olan Sokaktaki Adam hakkında çeşitli eleştiriler arasında, edebî hayatına etki edecek olanı Mavi dergisinde Ahmet Oktay imzalı olarak yayımlanan bir eleştiridir. Attila İlhan, yazdığı cevapla birlikte Mavi ile iletişime geçer; 1952 yılında dergide devamlı olarak yazmaya başlar. Garip akımına tepki olarak doğmuş bu akım, şairane bir sanat anlayışının temsilcisi olmuşlardır. Şiirin basit olmayacağını; zengin, benzetmeli, derin olması gerektiğini savunmuşlardır. Ahmet Oktay, Orhan Duru, Ferit Edgü gibi sanatçılar bu akıma dahil olmuştur.
Attilâ İlhan mavicilerle yapmaya çalıştıklarını toplumsal gerçekçilik diye tanımlar. Mavi dergisi komünizm propagandası yapmakla eleştirilir. Tepkilerin ardında dergiden ve hareketten ayrılanlar olsa da İlhan, toplumsal gerçekçilik üzerine yazılarını yalnız başına yazmayı sürdürür.
Çocukluğundan beri edebiyat sanatı dışında etkilendiği ve aynı tutkuyla bağlandığı sinema üzerine eleştirilerini Vatan Gazetesi’nde sürdürür. Türkiye’nin ilk sinema eleştirmenlerinden biri olur. Askerliğini Erzincan’da yedek subay olarak yapan Attila İlhan, bir yandan Ali Kaptanoğlu adıyla yazdığı senaryo çalışmalarını da sürdürmektedir. Bu imza ile ses getiren birçok senaryo yazar. 1958- 1962 yıllarında yazdığı senaryolar arasında Yalnızlar Rıhtımı, Şoför Nebahat, Ver Elini İstanbul gibi senaryolar bulunur. Attilâ İlhan, bu dönemde Ben Sana Mecburum ve Bela Çiçeği’ni yayımlar.
Attilâ İlhan, kızkardeşi Çolpan İlhan ve Sadri Alışık’ın nikah törenlerinde, 1959
Üçüncü Paris yolculuğu bu kez uzun sürer (1962-1965). Burada aynı zamanda siyasi ve toplumsal tarihimizi konu edinecek Aynanın İçindekiler roman serisini yazmaya başlar. Serinin ilk romanı Bıçağın Ucu’nu Paris’te Fransızca yazar.
Paris’de iken babası vefat edince Türkiye’ye döner; ancak İzmir’e yerleşir. Demokrat İzmir gazetesinde çalışmaya başlar ve gazetenin Genel Yayın Müdürü olur. İzmir’deyken bitirdiği 1963 yılında Kurtlar Sofrası romanını ve 1968’de Yasak Sevişmek adlı şiir kitabını yayımlar.
Ağustos Mızıkacıları (Yasak Sevişmek)
bitmeyecek bu benim alıp başımı gittiğim
senin için kaç istanbul değişerek
yeniden başlamak halinde sevdiğim
gökyüzünü en güzel yüzünle düşünmek
bitmeyecek delilikler biriktirdiğim
her akşam uyanıp bir başkasında
12 Mart Muhtırası olarak bilinen askerî müdahale karşıtı yazıları nedeniyle Demokrat İzmir bu tutumundan dolayı birkaç kez kapatılır.
Muhtıra döneminin ardından siyasetten tekrar uzaklaşır; 1973 yılında Bilgi Yayınevi’nden gelen teklifi kabul eder ve Ankara’ya yerleşir. Attilâ İlhan, Aynanın İçindekiler serisinin ilk 2 kitabını: (Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Desaadet’te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah’ın Süngüleri, Gazi Paşa Ankara’da) tamamlayarak yayımlar.
1974 yılında Tutuklunun Günlüğü adlı yedinci şiir kitabı ile TDK Şiir Ödülünü, Sırtlan Payı adlı romanı ile 1975 Yunus Nadi Roman Armağanı’nı kazanır. Ankara’dayken TRT, İlhan’a Türkiye’de daha önce yapılmamış “talk show” formatında bir program teklifinde bulunur. İlhan bu teklifi söyleyeceği şeylerin TRT için sorun yaratabileceğini bildirerek kabul eder. Çalar Saat programıyla Türk televizyonlarında izleyiciyle buluşmaya başlar. Program büyük bir etki yaratmasına rağmen, programın içeriğine müdahale edilmekte, zaman zaman konular reddedilmektedir. Bu nedenle programı bırakır.
Zincirleme Rubai 13 (Eski Begonyalar da), (Tutuklunun Günlüğü)
eski begonyalar da ağlamaktadır güneş de batar
tutmuş ellerinden yalnızlıklarını henüz doğmamış çocuklar
bir çığ düşer kuş cıvıltılarından bütün haziran
başladım sandığın şarkı biter ansızın
bitirdim sandığın başlar
1977 yılında Böyle Bir Sevmek adlı şiir kitabını yayımlar. 12 Eylül Darbesi sonrası tekrar İstanbul’a taşınma kararı alır. Henüz İstanbul’a taşınmadan Fena Halde Leman kitabını çıkarır. Fena Halde Leman, Attilâ İlhan’ın yazmayı planladığı bir başka serinin ilk kitabıdır. Bu romanında cinselliği doğallığı ile konu ediniyor olması kitabın bazı kesimlerden tepki görmesine neden olur. Serinin diğer kitabı Haco Hanım Vay da aynı tepkileri alır. Ancak serinin son kitabı İclâl’iyse yazmaya fırsat bulamaz.
1982 yılında Elde Var Hüzün şiir kitabını yayımlar.
An Gelir (Elde Var Hüzün)
görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
Attilâ İlhan’ın şiir serüveninin temelde üç ana eksen üzerine inşa edilmiştir.
-Toplumcu gerçekçi evre (1941-1955): Toplumcu gerçekçi evrede ses yapısı, içerik ve imge düzeni bakımından Attilâ İlhan şiirinin en önemli kaynaklarından biri Nazım Hikmet’in şiiridir. Eserlerini 1941 yılından itibaren toplumcu gerçekçi sanat anlayışı içinde ortaya koymaya başlayan Attilâ İlhan, aynı zamanda halk şiirinden de büyük oranda beslenmiştir. Savaşlar, özgürlük sorunları, toplumlardaki sömürü düzenleri ve insan sevgisi, bu dönem şiirlerinin ana izleklerini oluşturmaktadır. Attilâ İlhan toplumcu gerçekçiliği, “doğru bir tarih şuuru içinde, toplumca batılı,
gerçekçi, aydınlık bir estetik üzerine oturtulmuş, milli bir sanat kurma çabası taşıyan bir yöntem, bir görüş açısı olarak tanımlar.”
-Bireyin kendi varlığını ve evrendeki yerini sorguladığı evre (1959-1968): Attilâ İlhan’ın poetikasındaki ikinci evre olan bireyin kendi varlığını ve evrendeki yerini sorguladığı evrede, kent olgusunun modernleşme bağlamında doğurduğu çoğulcu ve paradoksal yaşam tarzının en karmaşık yapılarını görmek mümkündür. Burada modern dünya karşısında yalnız kalan ve varlığı tehdit altında olan insanın şiirini yazar. Kent yaşamının biçimlendirdiği argo, küfür, bıçkınca konuşmalar, tarihsel dönem sapmaları gibi modernist dilsel ürünler, daha çok bu evrede görülen özelliklerdir.
-Neoklasik dönem (son dönemi): Bu döneminde, özellikle 1965’ten sonra İlhan’ın şiirinde tarihin yeniden yorumlanması, ben’in kendi kendisiyle hesaplaşması, tabiat ve kâinatla ilgili düşünceleri gibi hususlar gözlemlenmektedir. Bunun bir sonucu olarak şairin Divan şiiri ile tanışarak onun ses ve imge dünyasından beslenmesi, Attilâ İlhan şiirinin çok boyutlu bir özellik kazanmasını sağlar. Daha önceki poetik deneyimlerini kendi şiir kimliğini tamamen değiştirmeden içselleştiren şair, gelenekle gelecek arasında örnek bir köprü görevi üstlenir.
Attilâ İlhan, Biket İlhan’la 1968 yılında evlenir; evlilikleri 15 yıl sürer.
Attila İlhan, şiirini besleyen kaynaklardan biri olarak Klasik Türk Şiirini seçmiştir. Bu etki ilk şiirlerinden başlayarak son şiir kitabına kadar hep artarak sürmüştür. Eserlerinde halk edebiyatı ve divan edebiyatından alınmış unsurlar da bulunur. Daha ilk şiirlerinden itibaren geçmiş kültürümüzün önemine vurgu yapan şair, yeni Türk şiirinin bu kültür mirasından olabildiğince yararlanması gerektiğini birçok yazısında, konuşmasında defalarca vurgulamıştır.
Geçerdi Hep
Geçerdi hep
Pırıltılı kanunlar
Neves gecelerden
İhtimal buhranlı gecelerdi hep
Yüreğinde yalnızlığın tortusu
Vazoda yaseminler
Ufukta yağmur kuşları
Çözülmez bilmecelerdi hep
Ansızın dalar
Bir yorgunluğa uyanırdın
Güneş çekilmiştir bahçelerden
Lambalar çok erken yanmış
Aldatılmak korkusu
Sık sık bozulan yeminler
Enfarktüs kuşkuları
Sinsi bir kederdi hep
Zaman zaman düşündüğün
Aklına geldikçe güldüğün
Şan şeref ve ün
Beyhude şeylerdi hep
1993 yılında Ayrılık da Sevdaya Dahil, 2002 yılında Kimi Sevsem Sensin adlı şiir kitaplarını yayımlar.
Mevsimidir (Kimi Sevsem Sensin)
mevsimidir
müphem bir meltem yoklar dal uçlarını
gizlice ürperir yaseminler
körfezde deniz dalgın
bilinmez hangi aşktan arta kalmış
vahim bir yalnızlığı dinler
mevsimidir
artık erken kararır sular
her biri bir bulut ardına sinmiş yıldızların
korular terk edilmiş
ağaçlar duman duman
yalılar tenha
kanlıca ilk yağmurla serinler
Attilâ İlhan Fransa’dayken M’Ba adında Afrikalı bir kızla tanışır; kurtuluş mücadelelerinde Mustafa Kemal Atatürk’ü benimsemeleri onu çok etkiler. Bu durum Üçüncü Dünya devriminin lideri Sultan Galiyev’in siyasal düşüncesini Mustafa Kemal devrimine eklemesine ve bunlar arasındaki bağlantı kurmasına yardımcı olur. 1965 yılında Türkiye’ye döndüğünde ideoloji yönünden tamamlanmış ve bunları ifade etmeye hazırlanan bir yazar hüviyetine kavuşur.
Attilâ İlhan, yazın hayatı boyunca Sovyet Devrimi, Galiyev, Türkçülük, Mustafa Kemal Devrimi, Kemalizm, ulusalcılık, sendikal hareket gibi konularda ileriye sürdüğü özgün görüş ve fikirleriyle dönemine öncülük eder. Ancak İlhan, tüm bunlara rağmen sürekli aşk şairi, romancı, deneme yazarı olarak anılmasının sıkıntısını çeker. Oysa onun aşk şiirlerinde bile toplumcu bir duyuş, görüş yer alır.
Attilâ İlhan, şair kimliğinin yanı sıra roman, deneme, inceleme, söyleşi gibi nesir türlerinde de eserler vererek geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmayı başarır. Düşünce adamı ve aydın kimliği ile topluma karşı sorumluluğunu yerine getirmek için var gücüyle çalışır. Toplumcu gerçekçi anlayışı benimseyerek toplumsal konuları merkeze aldığı eserler yazar. Toplum diyalektiğini yansıtan romanları, yaşamı boyunca edindiği büyük bir bilgi birikiminin ve titiz bir çalışmanın ürünüdür. Paris’te öğrendikleri ve yaptığı uzun tarihsel araştırmalar çerçevesinde romanlarını yazar.
Deneme, anı, söyleşi ve incelemelerinde de toplumu ilgilendiren konular üzerinde durmuş, “Hangi” serisi ile siyaset, sanat, kültür, edebiyat gibi toplumu ilgilendiren birçok konuyu eleştirel bir yaklaşımla değerlendirmiştir. Edebiyatta bireyselleşme ve toplumculuk, sol düşüncenin, sağ düşüncenin ve laikliğin temelleri, Atatürkçülük konuları üzerine yoğunlaşmıştır.
Çeşitli gazete ve dergilerde “Tila Han, Ali Kaptanoğlu, Nevin Yıldız, Ömer Haybo, Beteroğlu, Abbas Yolcu” gibi takma isimler kullanan Attilâ İlhan, özellikle Gün, Hizmet, Gerçek, Yön ve bir dönem yayın yönetmenliğini yaptığı Demokrat İzmir gazetesinde yazdığı yazılarında güncel konular üzerine görüşleriyle okurla buluşur. 1980 yılından sonra çeşitli gazetelerde yazın hayatını sürdüren Attila İlhan, o yıllarda sorgulayıcı bir içeriğe sahip Bakış dergisini beş sayı kadar çıkarır. 1990’ların başında yazmaya başladığı Cumhuriyet gazetesinde ise ölümüne değin yazmaya devam eder. Cumhuriyet’teki yazıları “ulusal sol” veya “ulusalcı” olarak adlandırılan siyasal düşünce hareketi mensuplarınca karşılık bulur.
Sinema ve televizyonculuğa da ilgi duyan Attilâ İlhan, TRT 2’de, “Çalar Saat” ve 2000’li yılların başında yayımlanan, birçoğumuzun hatırladığı “Attilâ İlhan ile Zaman İçinde Yolculuk” adlı kültür-sanat programları ile izleyiciyle buluşur. Kartallar Yüksek Uçar, Yalnızlar Rıhtımı, Ver Elini İstanbul, Paranın Kiri gibi çok izlenen ve sevilen yapımların senaryolarını yazar. Ancak sinemanın fazla teferruatlı olması ve edebî çalışmalarını aksatması üzerine sinemacılıktan bir süre sonra uzaklaşır.
12 Ekim 2005’te İstanbul-Kanlıca’da kardeşi Çolpan’ın evinde geçirdiği kalp krizi sonucu 80 yaşında vefat eder. Ölmeden önce tamamlamak üzere olduğu son kitabı Gazi Paşa ölümünden sonra yayınlanır ve en çok satılan kitabı olur.
Kaynak
Attilâ İlhan’ın Eserlerinde Milli Mücadele Ve Cumhuriyet, Attilâ İlhan’ın Hayataı Ve Mavicilik, Attilâ İlhan’ın Şiirlerinde Klasik Türk Edebiyatının Etkileri, Attilâ İlhan’ın Şiirinde Poetik Bir “Geçiş” Örneği Olarak “İş Başı” Şiiri, Attilâ İlhan’ın Şiirinde Toplumcu Romantizm: Hürriyet, Kahraman, Memleket, Attilâ İlhan’ın Sisler Bulvarı Şiiri Üzerine Bir Tahlil Denemesi, Attilâ İlhan’ın Şiir Kadınlarında, Annelik Biçimleri: Sığınma, Doğurgan, Sevgili, Attilâ İlhan’ın Şiirinde Poetik Bir “Geçiş” Örneği Olarak “İş Başı” Şiiri, Sosyal Düşünce Tarihimizde Attilâ İlhan ve Ulusal Bileşim Düşüncesi
Dünyaca Ünlü Ressamların Resimleri ve Analizleri
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.