34,7208$% 0.08
36,5127€% -0.66
2.937,74%-0,80
4.885,00%-0,54
19.539,00%-0,54
Kültürel Turizmde başkent olabilecek olan Şanlıurfa da gezilecek yerleri sizler için derledik. Resmi kaynaklardan yararlanılarak en doğru bilgiyi siz gezginler için rehber niteliğinde hazırladık.
Şanlıurfa deyince elbette ilk akla gelen yerlerden biri olan Balıklıgöl ile gezilecek yerler serimize başlıyoruz…
Balıklıgöl, 150 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğindedir. Derinliği 3-5 metre civarındadır. İçinde efsanelere konu olan sazan türü balıklar bulunmaktadır. Bu balıklara halk tarafından saygı gösterilir ve yenilmez. Rivayete göre Hz. İbrahim ateşe atıldıktan sonra, bir mucize gerçekleşir ve etraf güllük gülistanlık olur. Bu mucizenin gerçekleştiği mekânın Balıklıgöl ve çevresi olduğuna inanılır. Dini bayramlar da ile Mevlit ve Kandil gecelerinde en yüksek ziyaretçi sayısına ulaşır.
Balıklıgöl Platosu’nda Hz. İbrahim’in doğduğu mağara da bulunmaktadır. Üç semavi dinin atası olarak kabul edilen Hz.İbrahim’in doğduğu mağaranın ziyaretçisi de çok fazladır. Her dinden her ülkeden ve her şehirden yılın her mevsiminde bu mağaraya ziyaret vardır. Hz.İbrahim’in doğduğu mağaranın hemen yanında yaşadığı dönemin din âlimi olan Beddiüzaman Said Nursi‘nin vefat ettikten sonra ilk defnedildiği mezarı da bulunmaktadır.
Balıklıgöl Şanlıurfa turizminin çekim alanıdır. Halil-ür Rahman Gölü‘nün hemen güneyinde, Urfa Kalesi’nin önünde yer almakta olup, 150 metrekare alanı bulunan bir göldür. Rivayete göre; Hz İbrahim ateşe atıldıktan sonra, Nemrut’un kızı Zeliha da Hz. İbrahim’i çok sevdiğinden ve ona inandığından ateşe atılmasına dayanamaz, o da kendisini ateşe atar. Zeliha’nın düştüğü yer de bir göle dönüşür.
Harran Kümbet Evleri ören yerinden toplanan tuğlalarla 150-200 yıl önce inşa edilmiştir. Kare, ya da kareye yakın prizmatik bir temel üzerine bindirme tekniğinde tuğlalardan yapılmıştır.
Harcında gül yağı, saman, pişmiş toprak ve yumurta akı kullanılan, mimari yapısı ve malzemeleri sayesinde de yazları serin, kışları sıcak tutma özelliğine sahip evler, aşağıdan yukarıya doğru gittikçe daralmaktadır. Yüksekliği içeriden 5 metreye varan ve 30-40 tuğla dizisiyle örülerek inşa edilen evler, içeriden ve dışarıdan balçıkla sıvanması sayesinde varlıklarını bugüne kadar sürdürebilmişlerdir.
Harran Kümbet Evler 1979 yılında arkeolojik ve kentsel sit alanı olarak tescil edilmiştir.
Şanlıurfa’da bir müze açılması fikri oluşmaya 1948 yılında başlamış, mevcut eserlerin Atatürk İlkokulu’nda bir depoda toplanması sonucunda müzenin kuruluşu ile ilgili ilk adım atılmıştır. 1956 yılında müze için Şehit Nusret İlkokulu’nda bir yer ayrılarak eserler burada depolanmıştır. Müze için ayrılan bu yerin yeterli olmaması ve yörenin binlerce yıllık tarihini belgeleyen zengin kültürel ve arkeolojik varlıklarını sergileme ihtiyacı, yeni bir müze binasının yapımını gerektirmiştir.
Fotoğraf: Official Turkish Museums
1965 yılında Şanlıurfa Merkez Şehitlik mevkiinde, 1500 metrekarelik bir alan üzerinde müze binasının inşaatına başlanmıştır. Binanın yapımı, teşhir ve tanzim işlerinin tamamlanmasını takiben Şanlıurfa Müzesi, 1969 yılında ziyarete açılmıştır. Ancak söz konusu müze binası, bölgenin zengin arkeolojik ve kültürel değerlerini sergilemek konusunda yeterli kapasiteyi karşılayamamıştır. Bu nedenle, 2015 yılında, üç katlı ve 29 bin metrekarelik kapalı alan ile yeni Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi ziyarete açılmıştır.
Fotoğraf: Official Turkish Museums
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nde 14 adet ana sergi salonu ve 33 adet canlandırma alanı bulunmaktadır. İlaveten, arkeopark alanında, döneminin mimari özelliklerini yansıtan kronolojik olarak sıralanmış yapı örnekleri ve deneysel arkeolojik çalışmalara uygun kazı eğitim alanı bulunmaktadır.
Fotoğraf: Official Turkish Museums
Müze sergi salonları
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, Neolitik Dönem eserleri açısından dünya müzeleri arasında önemli bir yere sahiptir. Dünyanın en eski tapınağı Göbeklitepe’ye ait eserler ve heykeller burada sergilenmektedir.
Neolitik Dönem Salonu
Bu bölümü gezerken ayrıca tapınak yapılarındaki leopar, yaban domuzları, leylek, tilki, ceylan, akrep, yılan ve kafası olmayan insan kabartmaları sayesinde, dönem insanının inançlarına ilişkin önemli bilgiler edinebilir ve Göbeklitepe D tapınağının etkileyici bir replikasını da ayrı bir bölümde görebilirsiniz.
Neolitik Dönem Salonu
Sergi salonlarında bulunan eserler, dönemlere göre teşhir edilmektedir.
Paleolitik Dönem Salonu
Kalkolitik Dönem Salonu
Tunç Çağı Salonu
Demir Çağı Salonu
Helenistik-Roma-Doğu Roma Dönemi Salonu
İslami Dönem Salonu
Hz İbrahim Dönemi Canlandırması
Sikke Seksiyonu
Müzede sergilenen önemli eserler
İnsan ebatlarında yapılmış dünyanın bilinen en eski heykeli: Balıklıgöl Heykeli
Balıklıgöl Heykeli (Urfa Heykeli), insanlık tarihinin iyi korunagelmiş, doğal büyüklükteki en eski heykelidir. Balıklıgöl’ün hemen kuzeyinde, eski Urfa evlerinin altında, büyük su kaynaklarının yanında olduğu anlaşılan Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’e ait büyük bir yerleşimde, 1990’lı yıllarda ortaya çıkarılmıştır. Yerleşim yerinin varlığı terazzo türü tabanlar ve o döneme ait çakmaktaşı aletlerden anlaşılmaktadır. Kireçtaşından yapılmış olan heykel, 180 cm boyundadır ve derin göz çukurlarına siyah obsidyen parçalar yerleştirilmiştir.
‘V’ biçimli kolyeyi andıran çizgiler dışında heykel çıplak görünümdedir ve elleri önde kavuşturulmuştur. Heykelin alt kısmı bir yuvaya yerleştirilecek şekilde ‘U’ biçiminde yontulmuştur.
Eros ve Psykhe Kabartması
“Psykhe, Miletos kralının üç kızından en güzelidir. Güzelliği nedeniyle Aphrodite’nin öfkesini üzerine çekmiştir. Tanrıça, onun tek başına bir dağa bırakılmasını ve bir ejderle evlendirilmesini emreder. Oğlu Eros’tan bu dileği yerine getirmesini ister. Ama Eros, Psykhe’yi görür görmez ona âşık olur ve onu bir saraya yerleştirip geceleri gizlice yanına gelir.”
“Ancak Eros sevgilisine hiç görünmez ve ondan kendisini görmek için herhangi bir girişimde bulunmamasını ister. Ama Psykhe bu öğüdü dinlemez ve bir gece Eros kanatlarını yaymış uyurken kandili yakar ve yanına gelip ona bakar. Sevgilisinin tanrı olduğunu görünce, Psykhe’nin elleri titrer ve kandilin içindeki kızgın yağ, Eros’un omzuna damlar. Bunun üzerine Eros uyanır ve sevgilisini terk eder. Uzun bir süre sevgilisinden ayrı yaşamak zorunda kalan Psykhe, Eros’u bulmak için tanrılara yalvarır. Psykhe’nin bu durumuna üzülen Eros, onu yanına alır. Birlikte tanrılar katına yükselirler.”
Mitolojide yer alan bu aşk hikâyesi, Antik Çağ’da pek çok anıtsal yapının ve lahit mezarın cephe süslemelerinde, Orta Çağ’da ise resim ikonografisinde kullanılmıştır.
Zafer Tanrıçası Nike
Yunan mitolojisinde “Nike”, Roma mitolojisinde “Victoria” olarak adlandırılan bu tanrıça, zaferi simgeler. Pallas ve Stks’in kızı Nike’nin askeri zaferlerdeki öneminin çok büyük olduğuna inanılır. Bu sebepten, Roma İmparatorluk Dönemi ikonografisinde Nike çok belirgin bir unsur olmuştur. Olympos Tanrıları’ndan önceki kuşakta olduğu halde, kimi mitograflar onu Athena’nın oyun arkadaşı olarak gösterirler.
Heykel ve resimlerde en çok tasvir edilen ölümsüzler arasında yer alan Nike, resim tasvirlerinde kanatlı, hızlı uçan ve göklerden süzülerek zaferi getiren bir genç kız olarak gösterilir.
Heykellerde ise kanatlı ve rüzgârın uçurduğu dökümlü giysiyle betimlenen Nike, sol omzundan inerek sağ göğsü, karın bölgesi ve diz kapağından ayak bileklerinin üzerine kadar olan kısmı açıkta bırakan dökümlü kıyafet ve sandaletleriyle görülmektedir.
Göz İdolleri
Göz idolleri için yaygın kabul gören görüş, bir dinsel inancın sembolik ifadeleri olduğu yönündedir.
İdollerin, adak eşyası ya da koruyucu olarak iyi kader getirecekleri, günlük yaşamdaki işlerin rast gitmesini ve mutlu bir yaşam sürmelerini sağlayacağı inancı ile tapınaklara sunulduğu bilinmektedir. Ayrıca salgın hastalıklardan korunmak için muska olarak kullanıldıkları da düşünülmektedir.
Göbeklitepe Totem Dikmesi
MÖ 8700 – MÖ 8200 tarihlenen ve yüzeye yakın bir seviyede bulunan Göbeklitepe Totemi’nin baş kısmında, yırtıcı bir hayvan betimlenmiş, yüz kısmı kırık olarak bulunmuştur. Kollar esere yandan, eller ise Göbeklitepe T biçimli dikilitaşları gibi ön kısımda birleştirilmiştir.
Ellerin altında yine ikinci bir figür bulunmaktadır. Elleri önde birleşen bu figürün yüz kısmı tahrip olmuştur. Bu figürün altındaki figür ise “libasyon kabı” ile tam olarak betimlenmiştir. Totemin her iki yanında “S” şeklinde hareketli iki yılan tasvir edilmiştir. Motiflerin tamamı esere yekpare bir şekilde yontulmuştur.
Yılanlı Kafa
Nevali Çori’de, MÖ 8500-7900 olarak tarihlenen Yılanlı Kafa, arkeoloji müzesinin önemli eserleri arasındadır. Kireçtaşından yapılmış büyük bir insan başı parçası, dik vaziyette kült yapısının erken devrine ait doğu duvarına gömülmüştür.
Kırık yüz bölümü duvar kenarında odaya doğru yönlendirilmiş biçimde bulunmuştur. Ancak duvardan çıkarıldığında insan başı olduğu anlaşılmıştır. Korunmuş arka tarafı ise saçsız, kepçe kulaklı bir baş şeklindedir. Üzerinde yüze doğru yönelmiş bir yılan kabartması yer alır.
Taş Kase Parçası
Nevali Çori’de bulunan bu parçanın dış yüzeyinde belki de en eski dans tasvirlerinden biri yer almaktadır. Dans eden, saçsız, ellerinin tasviri nedeniyle belirgin şekilde insan olarak tanımlanan iki kişi, daha küçük bir figürün etrafında dans etmektedir.
Küçük figür, baklava biçimli başı, ellerin belirtilmediği kütük şeklinde kolları ve bacakları ve şişman bedeniyle, bir kaplumbağayı hatırlatır. Kırık yan kenarlarda, diğer figürlerin başlangıçları görülmektedir. Bu da büyük olasılıkla, tüm çanak etrafında dolaşan bir dans sahnesinin tasvir edildiği izlenimi yaratmaktadır.
Müzeyi sanal olarak ziyaret etmek için tıklayınız
Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne nasıl gidilir?
Şehir merkezinde bulunan otobüs duraklarından 63 no’lu otobüse binerek müzeye ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi
Mevlid-i Halil Camii, Dergâh Platosu içerisinde, Balıklıgöl civarında yer alır. Mevlid, “kutlu doğum” demektir. Hz. İbrahim Peygamberin yanı başındaki mağarada doğduğuna inanıldığından, camiye Mevlid-i Halil Camii adı verilmiştir. Mevcut kaynaklara göre yapı beş büyük evre geçirmiştir. İlk olarak Seleukoslar Dönemi’nde alana bir tapınak yapılır. Yahudilik döneminde aynı alanda bir havranın varlığından bahsedilir. Hristiyanlığın ilk dönemlerinde, MS 150 yılında, aynı alana Hıristiyanlar Kilisesi adında bir kilise inşa edilir. Bizans Dönemi’nde bu alana Urfa Ayasofyası yapılır. Son olarak; Osmanlı döneminde 1523 yılında Muhammed Salih Paşa tarafından aynı alana cami inşa edilmiştir.
Dikdörtgen bir plana sahip olan Mevlid-i Halil Camii, mağara ile arasındaki duvar üzerine camiye dönüştürülürken küçük bir minare yapılmıştır. Ayrıca caminin güneydoğusuna ve kuzeybatı köşesine de iki minare daha eklenmiştir. Kitabelerine göre cami; Muhammed Mes’ud (1816) ve Mahmut oğlu Mahmut (1852) tarafından onarılmış; cami avlusuna Urfalı Ahmet Bican Paşa (1855) ve Derviş Musa tarafından (1887) odalar eklenmiştir. Mevlid-i Halil Camii son olarak Urfalı Mutasavvuf Şeyh Müslüm Hafız başkanlığında halkın desteğiyle 1951 yılında restore edilmiştir. Halk tarafından Mevlid-i Halil Mağarası’ndan çıkan suyun zemzemden sonra en şifalı su olduğu kabul edilmektedir.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Cami, Halil ür-Rahman Gölü’nün (Balıklıgöl) yanında yer almaktadır. Cami halk arasında “Döşeme Camisi” olarak da isimlendirilmektedir. 504 tarihinde Rahip Urbisyus tarafından Hz. İsa Peygamber’in annesi Hz. Meryem adına bir kilise inşa ettirilmiştir. Meryem Ana Kilisesi olarak kayıtlara geçen bu kilise, Abbasi Halifesi Me’mun döneminde (813-833), camiye dönüştürülmüştür. Minare, Selahattin Eyyubi’nin yeğeni El Melik’ül Eşref Muzafferüddin Musa tarafından 1211–1212 yıllarında onarılmıştır. Yapı, Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde restore edilmiştir. 1810 yılında yapı kapsamlı bir onarım görmüştür. Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde bu camiden “İbrahim Halil Tekkesi” olarak bahsetmektedir.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Tarihte yeni sayfalar açılmasına neden olan ve yüzlerce yıldır kabul edilen bazı bilgilerin değiştirilmesini gerekli kılan Göbeklitepe’nin keşif tarihi 1963 yılına gitse de ilk kazılar 1995 yılında başlamıştır.
Fotoğraf: Official Turkish Museums
Bir yerleşim alanı olarak kullanılmayan yalnızca dinsel amaçlara hizmet eden bu yerde birden çok tapınak bulunur. Bu yönüyle de yalnızca dünyanın en eski değil, aynı zamanda en büyük tapınma merkezi olarak kabul edilir.
Tüm bu bölgenin Neolitik Çağ’ın inanç ve hac merkezi olduğunu akla getiren ve günümüze kadar 6 tanesi gün yüzüne çıkarılsa da toplam sayılarının 20’yi bulduğu jeomanyetik ölçümlerle belirlenen anıtsal yapıların biçimleri birbirine benzemektedir. Boyları 6 metreyi bulan T biçimli sütunlar üzerinde işlenmiş Neolitik Çağ’da taşa kazınan en eski resimler olan ve bazıları üç boyutlu olarak yapılmış hayvan tasvirleri atalarımızın sanatsal yeteneğini de gözler önüne sermektedir.
Fotoğraf: Official Turkish Museums
20 yıl boyunca burada kazı çalışmalarını gerçekleştiren Prof. Dr. Klaus Schmidt, T biçimli ve bazılarında el ve parmakların da görüldüğü bu sütunların insan figürlerini temsil ettiğini kesin bir biçimde dile getirmektedir. Kazılarda elde edilen buluntuların bir kısmını Şanlıurfa Müzesi‘nde görmek mümkündür.
Göbeklitepe pek çok yeni bilginin açığa çıkmasını sağlasa da buluntularla ilgili hala çözülemeyen sorular bilim adamlarının kafasını kurcalamaya devam ediyor. Bu tapınakları yapanların kimler olduğu, Ağırlıkları 60 tonu bulan sütunların buraya nasıl taşındığı ve dikildiği, üstlerinin tonlarca toprak ve taş ile örtülerek neden gömüldükleri, tapınakların amacının tam olarak ne olduğu, cevaplanmayı bekleyen ve muhtemelen yıllarca sürecek araştırmaları gerektirecek gizemler.
Fotoğraf: Official Turkish Museums
Kesin olan tek şey tüm bu araştırmaların insanlık tarihine katkı yapmaya ve şimdiye kadar yazılanları tamamen değiştirmeye devam edeceği…
Kaynak: Tanıtma Genel Müdürlüğü
Göbeklitepe Örenyerini sanal olarak ziyaret etmek için tıklayınız.
Nasıl Gidilir: Göbeklitepe arkeolojik alanı Türkiye’nin en mistik şehirlerinden olan ve “Peygamberler Kenti” olarak adlandırılan Şanlıurfa il merkezinin 15 kilometre kuzeydoğusundaki Örencik Köyü civarında bulunuyor. Ankara, İstanbul ve İzmir’den Şanlıurfa Havaalanı’na düzenli seferler mevcut. Kazı alanında elde edilen buluntuların bazılarını ise Şanlıurfa Müzesi’nde görmeniz mümkün.
Vali Fuat Bey Caddesi’nde (Büyükyol) bulunan ve kilise olarak inşa edilen yapı, Oniki Havari Kilisesi olarak da kayıtlara geçmiştir. Osmanlı Döneminde yapı üzerinde rüzgârgülü benzeri materyaller olduğundan halk arasında “Fırfırlı Kilise” olarak isimlendirilmiştir. Kaynaklara göre Hristiyanlık açısından büyük önem taşıyan ve Van bölgesindeki Varak Manastırı’nda bulunan “Varak Haçı” 1092 yılında Urfa’ya getirilerek bu kiliseye konulmuştur. Caminin mihrabı üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre 1956 yılında kiliseden camiye çevrilmiştir.
Camiye çevrilirken özel bir isim kullanılmamış üzerine konulan rüzgârgülünden dolayı Urfa ağzı ile “Fırfırlı Cami” ismi kullanılmıştır. Yapı kesme taştan, üç nefli bazilika plan düzeninde yapılmıştır. Yapının batı cephesi ile köşe kulelerinde son derece güzel bir taş işçiliği görülmektedir. Naosun(ana ibadet mekânın) orta nefi(bölümü) kubbe ile yan nefleri ise tonozla örtülmüştür.
Yapının dikkat çeken yönlerinden birisi de yarım sütunlar ile dış cephelerdeki taş duvarda bulunan bezemelerdir.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Cami, şehir merkezinde Divanyolu Caddesi’nde yer alır. Yapım tarihi belirlenemeyen, “Kızıl Kilise” olarak adlandırılan eski bir kilisenin yerine inşa edilmiştir. Eski yapıya ait avlu duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve çan kulesi halen mevcuttur. Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadır. Bu yüzden kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 1170-1175 yıllarında Zengiler tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Kitabelere göre Ulu Camii; 1684, 1779, 1780 ve 1870 yıllarında onarım görmüştür. İslam fetihlerinden sonra, sütunlarda kullanılan kırmızı mermerler ve kilise ile ilişkisinden dolayı “Mescid ül- Hamra (Kırmızı Mescit)” olarak isimlendirilmiştir. Payeler üzerine oturan ve her biri çapraz tonozlarla örülü on dört sivri kemerle avluya açılan son cemaat yeri Anadolu’da ilk kez Urfa Ulu Camii’nde bulunmaktadır.
Caminin harim kısmında bir kuyu yer alır. Halk arasındaki bir inanışa göre Hz. İsa’nın, Kral Abgar’a, Havarisi Thomas’la gönderdiği mendil bu kuyuya bırakılmıştır. Bu nedenle camiinin içindeki kuyunun suyu, şifalı olarak kabul edilir. Minareye, Cumhuriyet döneminde bir saat eklenerek saat kulesine dönüştürülmüştür. Minare, aynı zamanda şehrin ilk ve tek saat kulesi görevini de görmektedir. Kızıl Kilise’ye ait kalın duvarlarla çevrili camii avlusunun kuzeybatı kesimi mezarlıktır. Bu mezarlıktaki türbede, 1823 yılında vefat eden, Halidi Tarikatı’nın kurucusu Mevlana Halid Ziyâeddin Hazretleri’nin küçük oğlu Şehabeddin Ahmet’in mezarı bulunmaktadır. Türbe, Şanlıurfa ili Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı (ŞURKAV) tarafından restore edilmiştir. Cami, 2010-2011 yılında, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Balıklıgöl’ün kuzey kenarında bulunan cami, 1736 (Hicri.1149) yılında Rakka Valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mihraba paralel ve üç kubbeli olarak inşa edilmiştir. Caminin doğusunda tek şerefeli bir minare yer alır. Harim giriş kapısı iki renkli malzeme kullanılarak yapılmıştır. Harim kısmı (ana ibadet mekânı) her yönden açılan pencereleri ile oldukça aydınlıktır. Süsleme olarak yapının en ilginç kısmı, giriş kapısıdır. Ahşap kapı, çivi kullanılmadan geçme ve kakma tekniğiyle yapılmıştır. Kapı üzerinde zengin bitkisel ve geometrik desenler bulunmaktadır. Medrese cami avlusunun kuzeyinde yer almaktadır.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Yapı, Vali Fuat Bey Caddesi’nde (Büyükyol) bulunmaktadır. 457 yılında Piskopos Nona tarafından yaptırılan Vaftizci Yahya Kilisesi’nin üzerine 19’uncu yüzyıl başlarında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Dönemi ve bölgedeki en büyük kilise olması dolayısıyla katedral olarak da adlandırılmıştır. Yapı, uzun yıllar harap durumda kalmış ve bir ara elektrik santrali olarak kullanılmıştır. 28 Mayıs 1993’te onarımı yapılıp cami olarak ibadete açılmıştır. Caminin girişi batı yönünde olup son cemaat yeri de daha önceki kilisenin narteksinden (giriş bölümü) yararlanılarak yapılmıştır. İbadet mekânı oldukça geniş ölçüde pencerelerle aydınlatılmıştır.
Yapı üzerindeki pencerelerin kenarlarında kiliseden kalan yarım sütunlar ve birbirlerine dolanmış ejder kabartmaları bulunmaktadır. İlk kilisenin Selahaddin Eyyubi tarafından bir dönem cami olarak kullanılmasından dolayı yapı camiye dönüştürüldüğünde aynı isimle anılmıştır. Cami, 2010-2011 yılında, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Devrinin büyük âlim, evliyası ve hafızıdır. Nakşibendî halifesidir. Nakşibendî tarikatının Halıdiye koluna mensuptur. Kendisi Kerküklü Şeyh Abdurrahman Efendi’nin halifesidir. Türbesi Harrankapı Kabristanı’ndadır. 1958 yılında vefat etmiştir. 9-10 yaşlarında Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş ve Hasan Padişah Camii’nde mukabele okumuştur.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Devrinin en büyük Kadiri Şeyhi, Şeyh Dede Osman Avni (K.S) Hazretleri İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s)’in soyundandır. Türbenin üzerindeki kitabede şunlar yazılıdır: “Burası bütün evliyanın sultanı Ğavsül-a’zam hazreti Abdulkadir Geylani hazretlerinin pak dergâhlarıdır”. Şeyh Efendi, sürekli Mevlidi Halil Camii’nde oturmuş ve orada hizmetini yapmıştır. Bu şekilde 70 sene şeyhlik yapmış ve 1883 senesinde vefat etmiştir. Kendisinden sonra tarikatın hizmetini yapan Hafız Halil Efendi’nin yazdığına göre Şeyh Efendi, 100 yıl kadar yaşamıştır. Dede Osman’ın tespihi, cübbesi ve bazı eşyaları hala caminin ziyaret girişinde sergilenmektedir.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Şanlıurfadaki türbelerin en eski tarihlisi olan bu yapı, aslında dört eyvanlı kapalı Selçuklu medreseleri tarzında inşa edilmiş bir medrese yapısıdır. Doğudaki eyvanın alt kısmındaki odada Şeyh Mesut’un mezarı, eyvan içerisinde de sandukası bulunmaktadır. Şeyh Mesut, Anadolu’nun İslamlaşmasını sağlayan ve halkın mezheplerle tanışmasını sağlayan Hoca Ahmet Yesevi’nin halifelerinden biridir. Şeyh Mes’ud, Nişabur’dan Anadolu’ya gelerek halka İslamiyeti öğretmekle görevlendirilmiştir. Uzun yıllar Urfa’da Müslümanlığa hizmet etmiş evliyadandır. Yapının 100 metre kadar batısında bulunan bir sarnıcın yanındaki kaya üzerine yazılmış Arapça kitabede: “Bu sarnıc, Nişaburlu Said Hengel’in oğlu Mes‘ud tarafından 10 Receb 579 (m. 30 Ekim 1183) tarihinde oyulmuştur. Kim Allah’ı yardıma çağırırsa, Allah ona ve bütün Müslümanlara yardım ve merhamet etsin” yazılıdır.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Şazeli Ali Dede 17’nci yüzyılda Urfa’da yaşamış Kadiri tarikatına bağlı Şazeli kolundan bir tarikat şeyhidir. Ali Dede Afrika’dan İstanbul’a gitmiş ve Erenköy’e yerleşmiştir. Daha sonra Urfa’ya gelip Halil ür-Rahman civarına yerleşmiş ve tekke açmıştır. Osmanlı Padişahlarından IV. Murat, 1639 Bağdat Seferine giderken, Şazeli Ali Dede’ye misafir olur. Padişahın verdiği beraata göre Afrika’da yaşayan Şazeli Tarikatı kurucusu Şazeli Hasan Dede’nin evlatlarındandır. Padişah IV. Murat, Ali Dede’nin müracaatı üzerine Karaköprü Köyü’nü Ali Dede’ye bağışlamıştır.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Şanlıurfa Harran’a 53 km mesafede bulunan Soğmatar Antik Kenti MS 2. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Bölge, Abgar Krallığı Döneminde Harranlıların Tektek Dağları bölgesinde; ay ve gezegen tanrıları için tapındıkları bir kült merkezi olduğu bilimsel olarak tespit edilmiştir.
Soğmatar kelimesi, Arapça yağmur anlamında ki “Matar” sözcüğünden gelmektedir. Tektek Dağları’nın kışın bol yağmur alan bu bölgesinde bulunan çok sayıdaki sarnıç ve kuyuda biriktirilen sular, dağlarda otlatılan koyun ve keçi sürülerinin yaz aylarındaki su ihtiyacını karşılamaktaydı. Bu özelliğinden dolayı köy günümüzde de “Yağmurlu” adıyla anılmaktadır.
Soğmatar kült yerinde; Ay tanrısı Sin’e tapınılan bir mağara (Pognon Mağarası), yamaçlarında yer yer tanrı kabartmalarının ve zemine kazılmış yazıtların olduğu bir tepe (Kutsal Tepe), 6 adet kare ve yuvarlak planlı mozole (Anıt Mezar), iç kale ve ana kayaya oyulmuş çok sayıda kaya mezarı bulunmaktadır.
Soğmatar özellikle MS 165 yıllarında Partların (İranlılar) Urfa bölgesine yaptıkları yoğun saldırılardan dolayı bölgeden kaçan halk tarafından kurulmuş ve İslam Dönemi’ne kadar kült merkezi özelliğini korumuştur.
Nasıl Gidilir: Şanlıurfa Harran İlçesine 50 km mesafededir.
Yusuf Paşa Camii, Sarayönü Caddesi’ndedir. Camiyi yaptıran Urfa-Rakka Valisi Yusuf Paşa’dır. Yusuf Paşa’nın bu cami için düzenlediği vakfiye 1710 (hicri 1122) tarihlidir. Üç kitabesi bulunan yapının mihrap kitabesinde 1850 (Hicri 1267) tarihinde Hacı Es’ad adında bir hayırsever tarafından yapının bazı bölümlerinin onarıldığı belirtilmektedir. Caminin avlusunda bir oda kitabesi bulunmaktadır. Kitabede, hayırseverlerin 1872 (hicri 1289) yılında avludaki odayı onardıkları yazılıdır. Yapıdaki son kitabe imam odasının üzerinde yer alır. Buradaki kitabede; Abdulvahab Efendi adlı bir kişinin avludaki odaların hepsini baştanbaşa yeniden yaptırdığı yazılıdır. Tamirat 1879 (hicri 1296) da yapılmıştır.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Hartavizade Hafız Muhammed Selim Türbesi Dabakhane Camisi’nin batı kapısı bitişiğindedir. Şeyh Muhammed Selim Efendi 1785 yılında Urfa’da doğmuştur. Tasavvuf dünyasının büyüklerinden 1826’da vefat eden Nakşibendi Şeyhi Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretlerinin mürididir. Muhammed Selim Efendi, şeyhi ölünce Urfa’da Halid Bağdadî’nin halifeliğini devam ettirmiştir. Muhammed Selim 1860 da Urfa’da vefat edince Mevlid-i Halil Kabristanı’na defnedilir. 1874’te yol çalışmaları nedeniyle Şeyhin kabri Dabakhane Camii’ndeki bugünkü yerine nakledilir. Türbe, Hafız Muhammed Selim Efendi’nin oğlu Ferideddin tarafından 1880’de yaptırılmıştır. Urfa salnamesi de Hartavi Hafız Muhammed Selim Efendi’nin Türkçe, Farsça ve Arapça şiirler söylemiş büyük bir âlim ve şeyh olduğunu kaydetmektedir.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Balıklıgöl civarında, Akarbaşı mevkiinde bulunmaktadır. Urfa Salnamesine göre; Hasan Padişah Camii, 15. yüzyılın ikinci yarısında, Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan tarafından yaptırılmıştır. Aynı salnameye göre yapı, 14. yüzyıla tarihlenen Tok Temur Mescidi’ne bitişik olarak inşa edilmiştir. Hasan Padişah Camii, kitabelere göre; 1574’te Osmanlı Sultanı Selim Han döneminde, Şeyh Abdulkadir oğlu Hacı Yakub tarafından onartılmıştır. Yapı daha sonra; 1575, 1585, 1796, 1859 yıllarında tekrar onarım görmüştür. Avlunun kuzeyinde tek şerefeli bir minaresi mevcuttur. Halil ür-Rahman Gölü’nden gelen su, bu caminin avlusundan geçmektedir.
Kaynak: “Kültür ve İnançlar Diyarı Şanlıurfa” Şanlıurfa Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları Şehir Kitaplığı Dizisi:26
Çorum’da Orta Paleolitik Dönem’den izler bulundu
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.