35,2068$% 0.3
36,7672€% 0.92
2.968,33%1,32
4.853,00%0,96
19.410,00%0,95
Peride Celal, kendisi için hazırlanan armağan kitapta, Selim İleri’ye verdiği mülakatta “Durmadan bir kenara itildim,” diyor. “Benim en büyük acım bu olmuştur. Ne yaparsanız yapın, itiyorlar.”[1]
Oysa külliyatına bakınca bunun böyle olmayabileceğini düşünüyor insan.
İlk öyküsü henüz yirmi yaşındayken, 1935 yılında dönemin en çok satan dergisi Yedi Gün’de yayımlanıyor. Hemen ardından teyzesinin kocası olan ünlü gazete patronu Ali Naci Karacan, Peride Celal’i yazdığı bir tomar öyküyle yine o yılların gözde yazarı Peyami Safa’ya yolluyor. Peyami Safa tüm öyküleri okuyor, tek tek üzerlerinden geçiyor. Peride Celal böylece, daha o sene Tan gazetesinin, öykülerini düzenli olarak yayımladığı yazarlardan biri hâline geliyor. Bir sene sonra yine tirajı yüksek bir akşam gazetesine, Son Posta’ya da öykü vermeye başlıyor. Son Posta’da sadece öykü yazarı olarak kalmıyor hem, “Çalışan Kadınlar Arasında” başlıklı bir röportaj dizisine de imza atıyor. Ardından ilk romanı geliyor: Sönen Alev. Roman aynı gazetede tefrika ediliyor.
1944’e kadar sekiz romanı daha tefrika ediliyor. Her biri İkdam, Bugün, Cumhuriyet, Tasvir-i Efkâr, Hakikat, Son Telgraf gibi dönemin önemli gazetelerinde kendilerine yer buluyorlar ve neredeyse tefrika biter bitmez İnkılap Kitabevi yahut Semih Lütfi Kitabevi tarafından basılıyorlar. (İçlerinden sadece biri, Peride Celal’in adını daha sonra hiç anmadığı Ölen ve Dirilen Adam tefrika olarak kalıyor.)
Bu yıllar arasında sırasıyla Tan, Son Posta ve Cumhuriyet’te üç yüz civarı öyküsü yayımlanıyor.
1945 yılında İstanbul’dan, Bern Ataşeliği’nde çalışmak için İsviçre’ye gidişini bile Cumhuriyet gazetesinde bir yazı dizisi olarak tefrika ettiriyor.
Üç senelik bir aradan sonra 1948 yazında İstanbul’a döndüğünde kaldığı yerden devam ediyor kariyerine. O tarihten sonra Her Hafta’da tefrika edilen Beyaz Ölüm’ü saymazsak sadece iki yayın organına, dönemin sözü geçen gazeteleri Milliyet ve Cumhuriyet’e eser veriyor. 1976’da tefrika edilen Üç Yirmi Dört Saat’le beraber toplam on beş romanı okuyucuyla buluşuyor. (Bu romanların yedi tanesi İnkılap, Çağlayan Yayınevi ve Milliyet Yayınları gibi bilindik yayınevleri tarafından basılıyor.)
Daha sonra üç öykü kitabı (Jaguar, Bir Hanımefendinin Ölümü, Pay Kavgası), otobiyografik romanı Kurtlar, ardından iki öykü kitabı (Mektup, Melahat Hanımın Düzenli Yaşamı) ve en çok satan romanı Deli Aşk. (13 baskı yapıyor bu roman.)
1935 yılında yazmaya başlayan Peride Celal, 2002 yılına kadar on yedisi kitaplaşan yirmi beş roman ve beş öykü kitabına imza atıyor. İki romanı ödül alıyor. (Üç Yirmi Dört Saat, Simavi Edebiyat Ödülü; Kurtlar, Orhan Kemal Roman Ödülü)
1996 yılında TÜYAP, Peride Celal’i “Onur Yazarı” seçiyor. Aynı sene, onur yazarı olmasının da teşvikiyle Alpay Kabacalı Çok Katmanlı Duyarlılıklar Yazarı: Peride Celal ve Selim İleri Peride Celal’e Armağan kitaplarını yayına hazırlıyorlar.
Tüm bu verilerin ışığında Peride Celal’in ne kadar kenara itildiğini, hattâ itilip itilmediğini tartışabiliriz. Bana kalırsa Peride Celal kendisini, kalem emeğini büyük oranda var edebilmiş bir yazardır. Yıllardır kütüphanelerde, gazete ve dergi arşivlerinde bugüne kalamamış, handiyse silinip gitmiş öyle çok isimle karşılaştım ki en iyi gazete ve dergilerde, sonra da en iyi yayınevlerinde kendisine yer bulmuş Peride Celal’in “kenara itildim” deyişi bana gerçekçi gelmiyor.
Ancak şunu da göz ardı edemeyeceğim. Peride Celal tuhaf bir şekilde kırkların başından ellilerin ortalarına kadar yapılmış anketlerde yer almıyor. Yedi Gün’de Mehmet Behçet Yazar’ın “Edebiyatçılarımızı Tanıyalım”, Yarımay’da Enver Naci Gökşen’in “Kadın Romancılarımız” başlıklı yazı dizileri, Son Posta’da İbrahim Hoyi’nin “Kadın Romancılarımızla Mülakatlar” ve Yeni İstanbul’da Neriman Malkoç’un “Kadın Ediplerimiz” röportaj serilerinin hiçbirinde Peride Celal’in adına rastlanmıyor. Eserleri bu kadar ana akıma dahil olmuş, dolaşıma sokulmuş bir yazarın tüm bu seri ve dizilerde unutulmuş olması sizce de garip değil mi? Hele ki Peride Celal’in sadece yazar olarak değil, gazeteci olarak da matbuatın içinde olduğu düşünüldüğünde. (Türkiye’ye döndükten sonra Yeni İstanbul’da çalışmaya başlıyor.)
Peride Celal kenara itildim derken var olamadığını değil de, yeterince değer görmediğini söylüyor muhtemelen. Ama değer görme görmeme, hakkında yeteri miktarda tanıtım yazısının, eleştirinin çıkıp çıkmaması da karışık meseleler. Neye göre, kime göre diye sormak gerek. Ya da şunu sormalı hepsinden önce: Edebiyat eleştirmenleri, yayıncılar yahut okuyucular kaç yazarın kıymetini bildi, kaçını hak ettiği şekilde var edebildi ki?
Üstüne üstlük Peride Celal şanslı bir yazar.
Yukarıda değindiğim gibi ölmeden önce TÜYAP tarafından “Onur Yazarı” seçilmiş, hazırlanan armağan kitapta tüm külliyatı özenli bir çalışmayla büyük oranda ortaya çıkarılmış. Ömrünün son yirmi yılında Remzi, Can ve Oğlak Yayınları tarafından eserleri basılmış, yeniden basılmış.
*
Peride Celal’in eserleri ölümünden sonra yeni baskı yapmamıştı. Bugün pek çoğu kolay erişilemez bir hâlde. Ne mutlu ki, H2O Yayınları yazarın yayın haklarını kızı Prof. Dr. Zeynep Ergun’dan aldı. Bir Hanımefendinin Ölümü geçen yaz sonu yayınlandı. Sırada Dar Yol ve Mektup var. Umarım bu atılımın ardı kesilmez, Peride Celal’in ismi ve eserleri layık oldukları gibi gündeme gelir, haklarında araştırma, eleştiri kitapları yayınlanır, tezler yazılır.
Başlıkta da belirttiğim gibi bu yazıyla külliyatının kitaplaşmamış, unutulan ve gölgede kalan eserlerinden bahsetmek, en azından izlerini sürecek okurları, araştırmacı, akademisyen ve yayıncıları bu metinlerden haberdar etmek istiyorum.
Kısa öyküden romana giden yolda Peride Celal’in hiçbir kaynakta adı geçmeyen bir novellasıyla başlayayım. 4 Temmuz-22 Ağustos 1936 tarihleri arasında Yeni Hayat dergisinde tefrika edilmiş “Bir Gönül Hikâyesi.” Belki 40 sayfalık bir kitapçık olabilecek bu eserden Peride Celal hiçbir yerde bahsetmemiş.
3 Ekim-17 Aralık 1938 arasında Bugün’de 68 tefrika hâlinde yayınlanan Ölen ve Dirilen Adam da yazarın unuttuğu ya da unutturmak istediği romanlarından biri.
Evet, yazarın adını anmadığı başka romanları da var. Bunlar 1950-51 yıllarında Milliyet’te ‘Bayburtluoğlu’ takma adıyla tefrika edilen romanlar. ‘Bayburtluoğlu’ değil ama ‘Bayburtlu’, Peride Celal’in 1937’de Son Posta’da çıkan bazı öykülerinde ‘Peride Celal Bayburtlu’ şeklinde kullandığı bir soyadı.[2]
Bayburtluoğlu takma adıyla yayınlanan romanlardan Güzel Cadı bir uyarlama. (21 Haziran-27 Eylül 1950, 82 tefrika) Yani yabancı dilde bir eserin yerlileştirilmiş versiyonu. Adapte romanlarda kaynak eser bilgisi genellikle verilmediği için Güzel Cadı’nın hangi romanın Türkiyelileştirilmiş hâli olduğunu bilemiyoruz.
Son Şarkı’ysa bir ses sanatkârının hayatını anlatan telif bir roman. (1 Nisan-21 Haziran 1951, 80 tefrika.) Peride Celal’in aynı yıl Cumhuriyet’te tefrika edilen Rüyalar Evi adlı henüz kitaplaşmamış romanı da bir tiyatrocuyu merkezine yerleştirir. Demek ki o sene sahne sanatçılarını mercek altına almıştır yazar.
Aynı yıl yayımlanan “Karanlıktaki Kadın”, “Bir Gönül Hikâyesi” gibi novella addedilecek bir cesamettedir. (24 Eylül – 13 Ekim, 19 tefrika)
1951 yılında Milliyet’te bir de çevirisi tefrika edilir Peride Celal’in. Peter Cheyney’in Uneasy Terms başlıklı, 1946 tarihli romanını Üç Güzel Kız adıyla Türkçeye kazandırmıştır.[3]
Mülakatlarında isimlerini anmadığı bu eserler dışında, isimlerini andığı ama yeri saptanamayan iki eseri vardır. Bunlar Tan’da yayınlanan Sahildeki Ceset (12 Şubat-21 Mayıs 1949, 99 tefrika) adlı Büyükada’da geçen sürükleyici polisiyesi ve Milliyet’te çıkan Dişi’dir. (25 Eylül 1955-6 Ocak 1956, 100 tefrika) Dişi, babasının ölümü ardından hayata atılmak zorunda kalan bir genç kızın psikolojisini anlatmaktadır. Ancak romanın merkezindeki bu genç kız kadar kendisiyle yaşıt olan evin beslemesi de öne çıkar öykü ilerledikçe. İki genç kızın hayatın eşiğinde, ölen bir ‘baba’ figürüyle yüzleşmesini oldukça başarılı bir şekilde anlatır Dişi. Peride Celal’in sonraki yıllarda romancılığı açısından bir tür milat kabul ettiği Üç Kadının Romanı’ndan sonra yazılmış ve tefrika edilmiş olduğu için ayrıca dikkate değerdir.
Peride Celal bu romanlarından neden hiç bahsetmemiş yahut bahsetmiş ama yerlerini hatırlayamamıştır?
Suat Derviş’in ve daha pek çok yazarın külliyatlarının peşine düştüğümde de benzer sorunlarla karşılaştım. Yazarlarımız arasında -Nahid Sırrı gibi birkaç nevi şahsına münhasır isim dışında- eserlerinin çetelesini tutan, nereye ne verdiğini, nerede hangi eserinin tefrika edildiğini hatırlayan yok. Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür, tamam, “Bari bir köşeye yazsaydınız, listesini tutsaydınız be mübarekler!” demeden edemiyor insan.
Peride Celal, pek çok kadın gibi “pembe roman yazarı” olarak yaftalanmış ve uzun yıllar bunun acısını yaşamış. (Otobiyografik romanı Kurtlar’da bu psikolojiyi de anlatır.) Ona ve eserlerinde bakınca üstüne yapışan bu etiketi görmüş herkes, ondan ve eserlerinden bahsederken de hep bunu yazmış durmuş. Oysa değişmiş Peride Celal. Bambaşka ufuklara açmış yelkenleri. Dahası pembe roman diye küçümsenen tüm o eserler de, sadece Peride Celal’inkiler de değil, pek çok başka yazarın işleri, üstüne konuşulacak, yazılacak, çalışılacak ne değerlere sahiplermiş.
Peride Celal belki bu yüzden, yaratımına küstürüldüğü için adlarını anmak istememiş, bile isteye anmamış olabilir. Muhtemelen de öyledir. Zira adını andıklarının da yeniden basılmasını istememiştir yıllarca.
Keşke Peride Celal ve tüm meslektaşları, yaşarken, tüm bu hercümerç, bu geçim kaygusu içinde yarattıkları mucizenin farkına varabilseydi. Keşke birileri ona, onlara bunu söyleseydi. (Peride Celal özelinde konuşacak olursak şükürler olsun ki Selim İleri yapıyor bunu.) Keşke Peride Celal ve pek çokları yazdıklarıyla barışabilseydi. Tüm evlatlarını, eksik, fazla, farklı doğanları, hayırsızları, başına buyrukları da kucaklayabilseydi can u gönülden.
*
Bitirmeden önce Peride Celal külliyatının önemsediğim birkaç yönünden daha bahsedeyim.
Peride Celal’in köyü, köy hayatını anlatan çok sayıda öyküsüne rastladım gazete ve dergi ciltleri arasında. Savcı olan üvey babasının peşinden sürüklendikleri Anadolu kasabalarında edindiği intibalardan yola çıkarak yazdığı bu öyküler çok hoş bir derleme olarak duruyor. Peride Celal’in Köyü başlıklı bu cildi hazırladım, sırasının gelmesini bekliyorum.
1939’da İkdam’da çıkan “Ankara Röportajları”, yukarıda adını andığım “Çalışan Kadınlar Arasında” ve diğer röportajlarla bir araya getirilebilir.
1948-49 yıllarında Tan’da “Haftadan Haftaya: Fatma ile Ahmet’in Köşesi” başlığında mizahi yazılar yazmış ve gündemi kendince ele almış Peride Celal. (“P. C.” kısaltmasıyla yayınlanmış hepsi.) Bu yazılar da çok hoş bir cildini oluşturabilir külliyatının.
Tüm bu unutulmuş yahut bizzat yazarı tarafından unutulmak, unutturulmak istenmiş, yaratıcısıyla arası açılmış metinler gün yüzüne çıksa… Pek çoğu halen güncel, bugüne de ses verebilen, zevkle okunacak bu eserler elden ele gezdikçe, haklarında yazılıp çizildikçe, hepsinin, 1935’ten 2002’ye değin hepsinin Peride Celal’in yazarlık serüvenini ortaya koyuşundan sonra, ismi, isimleri yad olunduğunda, belki ruhu da şad olacaktır diye umuyor, bunu tüm yüreğimle diliyorum.
Peride Celal[4]
ADALET CİMCOZ
Peride Celal henüz çok genç olmasına rağmen 16 roman ve sayısını unuttuğu bir sürü hikâye yazmış velut bir muharrirdir. Kendi kendisini yetiştirmiş, zeki, spritüel, Avrupai düşünceleri olan, çok okuyan, çok gezen ve çok neşeli bir insandır. “Gülmesini iyi bilen bir kadın daima genç kalır,” diyen bir yabancı atasözü vardır. Hoş Peride Celal henüz genç görünmek endişesinde de değil zaten. Mamafih onda bu neşe varken kırkına da gelse yine genç kalmasını bilecektir.
Uzun seneler İsviçre’de yaşamış, Paris’i, İtalya’yı görmüş, meşhur müzisyenleri dinlemiş, ünlü sahne sanatkârlarını seyretmiş bahtlı bir kadın. Belki onun için “Bizde en beğendiğiniz sahne artistimiz kimdir?” sualime şaşırdı ve sustu. Sonra “Bakın,” dedi, “bu sualinizi duyar duymaz en beğendiğim artist ismi aklıma gelmeliydi. Gelmedi. Böyle olduğuna göre bizde yok demektir. Fakat Küçük Sahne’deki gençler arasında büyük kabiliyetler gördüğümü de ilave etmeliyim.”
Şu bizim Küçük Sahne, şaka maka kendini saydıracak galiba.
Peride Celal güzel bir kadın mı? Bilmiyorum. Mesela çok kıvırcık, inatçı saçları var. Alaycı bir ağzı, zeki bakışlı gözleri… Belki teker teker bunları tarife kalkışsam güzel bulmayabilirsiniz. İnce biçimi, manalı elleri, çok sade fakat şık giyinişi sayesinde gayet zarif ve heyeti umumiyesi ile muhakkak ki enteresan bir kadın. Hem sonra o kafası ile kendisini öyle bir kabul ettirmiş ki ne mutlu ona.
“İnsanda güzellik mi zekâ mı?” sualime şöyle cevap verdi.
“Erkekte zekâ hafif kalıyor, evvela akıl. Fakat zeki bir kadın güzelleşmesini de bildiğine göre kadına her ikisi de lazım!” demez mi?
Peride Celal aynı zamanda çok ‘franş’ bir kadındır, fakat yüzüme karşı bunu söylemesi hani gücüme gitmedi değil.
Sıcak, cana yakın bir evi var. Kocası da kendisi gibi lisan bilen, güzel sanatlardan hoşlanan bir insan. Hukukçuların, hususi hayatlarında bile her şeyi kanun ölçülerine vuran kuru tiplerinden değil. Çalışma odasının duvarları kitap dolu tabii, ekserisi Fransızca! Rahat bir çalışma masası, rahat koltuklar, duvarlarda sevdiğimiz tanıdığımız ressamların tabloları… Bir de ayak altında dolaşan şipşirin, uzun kulaklı asil bir Cooker İspanyol köpeği… İsmi Kıtmir. Yanılmıyorsam Peride Celal’in romanlarının birinde onun da ismi geçer. Şu romancılarla konuşmak bir hayli zormuş meğer. Nereden başlayacağımı pek kestiremiyorum. Fakat dünyanın her tarafında okuyucular, romancıların kullandıkları tipleri nereden bulduklarını ve nasıl çalıştıklarını merak ederler. Ben de kendisine nasıl çalıştığını ve roman tiplerini yaşayanlar arasından mı yoksa hayalinden mi seçtiğini soruyorum.
“Romanlarımdaki eşhası yaşayanlar arasından seçerim. Sonra hayalimi işleterek onları kabil olduğu kadar değiştirmeye, tekrar yaratmaya çalışırım. Çalışma tarzıma gelince, çalışmaya güç başlarım. Bir çeyrek, yarım saat kadar kalem bir türlü yürümez. Hiç yazamayacağımı sanıp sinirlenirim ve farkına varmadığım bir anda yazmaya başlarım. Ondan sonrası kolaydır artık. Fakat şunu da söyleyeyim ki, henüz hiçbir romanımı beğenmiş değilim.”
Onun son senelerde çıkmış birkaç romanını hatırlıyorum. Dar Yol, Karanlık Oda, Rüyalar Evi. Tertemiz bir Türkçe ile yazılmış, içinde bir hayli merak dozu bulunan, ruh tahlillerine giren, tekniği sağlam kitaplar. Hemen hepsinden gayet güzel film senaryosu yapılabilir. Peride Celal bu filmlerde oynayacak artistleri galiba kendi seçmek ister.
“Hangi devirde yaşamak isterdiniz Peride Hanım?” diyorum.
“Medeniyeti ve daima ileriye, yeniye doğru gitmeyi sevenler bu devri ve bundan sonrasını tercih edeceklerdir sanıyorum. Dünyamızın bütün karışıklıklarına, fenalıklarına rağmen geçmişte değil, gelecekte yaşamak isterdim. Hem birçok işlerin sonu neye varacak merak ediyorum.”
Genç hikâyecilerimizin hepsini seviyor ve hepsini okumuş. Fakat hemen aklına gelenlerin başında Orhan Kemal, İlhan Tarus ve Sait Faik var. Saadet tarifini uzun uzun yapacak sanmıştım, aldanmışım, çok kestirmeden gitti ve “Bence saadet, hayatın akışı içinde kendini unutmaktır,” dedi.
Dur, diyorum, gelelim aşka… Onu da bu kadar kısa bir cevapla savuşturursa ne yaparız? Kısa değildi cevabı ama kaçamaklıydı.
“Aşkta realite mi yoksa romantizmi mi tercih edersiniz?” sualime şöyle diyor.
“Bu sual kısa bir cevapla geçiştirilir gibi değil. Başlı başına münakaşaya değer. Hem sonra galiba aşkta şunu veya bunu isterim demek biraz güç. Nasıl olsa herkes kendi yaradılışına göre sever. Böylece de iki insanın tabiatına göre, bazen romantik, bazen realist, bazen iyi, bazen fena türlü türlü tezahürler aşkı yaratır.”
Yazları küçük adalardan birinde ve denizde geçirir. Hemen bütün yaz mevsimi şehre inmediği vakidir. Arabasız, otomobilsiz bir dünyaya kavuştuğu için Kıtmir de o zamanlar hayatından pek memnundur. Peride Celal çok sistematik çalışır. Yeni bir esere başladığı zaman günde sekiz dokuz saat yazı yazar. Çalışma sırasında misafir kabul etmez ve bu çalışma saatlerinde hiç şakaya gelemez. O, işini ciddiye almasını bilen namuslu bir işçidir. Kitapları evvela tefrika halinde büyük gazetelerden birinde neşredilir. Okuyucusu çok olan ve para getiren bir müelliftir. Ona rağmen dehşetli mütevazıdır ve kendisini katiyen dev aynasında görmez.
Batı müziğini sever ve hiçbir konser kaçırmaz. Ecnebi tiyatro truplarının temsillerini ve Küçük Sahne’nin programlarını ilgi ile takip eder. Onu hemen her resim sergisinde görmek kabildir. Modern resmi, yeni şiiri elbette ki alkışlayanlardandır. Karı koca kaşla göz arasında on beş günlüğüne filan Avrupa’ya gidip gelirler. Ekseri kadınlar Avrupa’dan döndükten sonra kendilerine en azından şapka almışlardır hiç olmazsa. Fakat Peride Celal şapkaya vereceği para ile tiyatroya yahut bir konsere gitmiştir. En büyük bedbahtlığı ümit bağladığı şeylerin yıkıldığını görmekte bulur.
“Siz siz olmasaydınız ne olmak isterdiniz?”
“Dünyada insanın gıpta ettiği harikulade insanlar az değil ama ben onları değil, en iyi kendimi tanıdığım için yine kendim olmak isterdim,” diyor.
“Hayat düsturunuz?” diye soruyorum.
“Her şeyden evvel insanın parazit olmaktan kaçınması, çalışmayı, bir şeyler başarmayı kendisine gaye edinmesi lazımdır,” diyor.
Notlar:
[1] Peride Celal’e Armağan (haz. Selim İleri) İstanbul: Oğlak Yayınları, 1996, s. 49
[2] Bayburtluoğlu yazarın üvey babasının soyadıdır.
[3] Peride Celal’in bir diğer roman çevirisi de 1944 yılında Haber Akşam Postası’nda yayınlanır. A. J. Cronin’in Grand Canary adlı romanını Kanarya Adalarında başlığıyla tercüme etmiştir.
[4] Hafta, sayı: 170, 26 Aralık 1952. (Adalet Cimcoz bu röportajı “İstanbul’un 10 Enteresan Kadını” başlıklı dizi kapsamında yapmıştır.)
https://t24.com.tr/k24/yazi/peride-celal-kulliyati,2499
İstanbul’da Edebiyatçıların Uğrak Mekanı Kahvehaneler