34,2452$% 0.28
37,6376€% -0.37
2.921,73%0,22
4.978,00%0,00
19.847,00%-0,02
Aşk şiirleri denince yeri açık ara önde olan Cemal Süreya, ikinci yeni akımının en önemli temsilcilerinden biridir. Annesini küçük yaşta kaybeden Süreya, kız kardeşleriyle birlikte üvey anne elinde büyümüştü. Pek iyi biri olmayan üvey annesi, onu bir keresinde zehirlemeye kalkmış. Üstelik çoğu zaman da yemeğine cam kırıntıları karıştıracak kadar acımasız bir kadınmış. Cemal Süreya’nın sayılarla arası hiç iyi olmadığından, saati ilkokul 5. sınıfta öğrenmiş. Yazı yazmaya çok küçük yaşlarda başlayan Süreya’nın asıl ilginç özelliği ise gürültü olmadan yazamamasıdır. Okul yıllarında gürültülü ortamda başladığı yazı yazma alışkanlığı, sonraki yıllarda da devam etmiş. Öyle ki evinde sessiz yazamadığını fark edince, radyo ve televizyonun sesini açarak odaklanabiliyormuş. Cemal Süreya hakkında herkesin bildiği bir bilgiyi de hatırlatmadan geçmeyelim. Süreyya olan soyadını arkadaşı Süreyya Evren ile girdiği bir iddia sonucu, Süreya olarak değiştirmiştir. Buradan alınan “y” harfi ise arkadaşının adına eklenerek Süreyyya Evren olmuştur.
Türk edebiyatının en ünlü şairlerinden biri olan Nazım Hikmet‘in yazmadığı şiir türü yok sanırım. En güzel aşk şiirleri de onda, en iyi vatan şiirleri de… Ama en çok da sevdiği kadınlara yazdığı büyülü sözlerini biliriz. Mavi gözlü devimiz genellikle beyaz pantolon giyermiş. İlham geldiğinde ve aklında o muhteşem sözler belirdiğinde ise bunları hemen o beyaz pantolonuna not alırmış. Demek dünyaya açılan bir şair olmak için böyle garip özellikleri olması gerekiyor insanın. Nazım’la ilgili şu anekdotu vermeden geçmek istemiyorum. Bir gün Pablo Neruda’ya sormuşlar:
– Önde gelen şairlere yer vereceğiniz bir antoloji oluştursanız Nazım Hikmet de yer alır mıydı?
Neruda’nın verdiği cevap ise tam gurur okşayan cinsten:
– Tek bir şairden oluşan bir antoloji hazırlasaydım, bu şair Nazım Hikmet olurdu!
Türk edebiyatının köşe taşlarından biri olan Sabahattin Ali, hem kaleme aldığı eserleriyle hem de katledilişiyle asla unutulmayacak bir isimdir. Kısacık ömründe hep gülen, şaka yapan ve hayata pozitif bakan biriydi. Onu tanıyanlar asık suratlı halini neredeyse hiç görmediklerini söylüyorlar. Sabahattin Ali’nin diksiyon takıntısı varmış. Kelimeleri birisi yanlış şekilde kullanınca, hemen düzeltme isteği duyarmış. Bu huyu üzerine eşi Aliye Hanım’ın şikayetlerini de arkadaşlarına: “Bu yüzden Aliye Hanım bana fena içerliyor. Karı koca ağız tadıyla kavga edemiyoruz. Kavganın en can alacak yerinde tutup diksiyon yanlışlarını düzeltiyorum” sözleriyle anlatmış.
O hepimizin çok sevdiği, ünlü Otuz Beş Yaş şiirinin şairi Cahit Sıtkı Tarancı kendini hiç beğenmezmiş. Tarancı’nın kendini çirkin bulma özelliği onu yalnızlığa ve karamsarlığa itmiş. Bu da elbette satırlarına fazlasıyla yansımış. Galatasaray Lisesinde okuduğu dönemlerde de fazlasıyla yalnız bir gençlik geçirmiş. Öyle ki tüm arkadaşlarına mektup gelir, bir tek ona gelmezmiş. Cahit Sıtkı da kendi kendine mektup yazar, sonra da postadan alınca, birinden gelmiş gibi sevinirmiş.
Hani Kemal Sunal, Adile Naşit gibi isimlerin oynadığı Süt Kardeşler filmi vardı ya, oradaki gulyabaniyi eminim hatırlıyorsunuzdur. İşte o film, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanı Gulyabani’den uyarlanmıştır. Türk yazar ve romancı olan Hüseyin Rahmi Gürpınar tam bir temizlik hastasıymış. Hiç evlenmeyen, kendini toplumdan soyutlayan Gürpınar, hastalık kaparım korkusuyla çok titiz davranırmış ve yılın 12 ayı eldiven takarmış. Peki bir dönem TBMM’de milletvekilliği yapan Gürpınar’ın boş zamanlarında örgü ördüğünü söylesem? Evet yanlış duymadınız, yazı yazmaktan sıkıldığı zamanlarda örgü örermiş. Hatta bu hobisi için Avrupa’dan örgü modelleri getirttiği bile biliniyor.
Yazarlık hayatına Çukurova’da başlayan ve yaşadığı süre boyunca onlarca roman kaleme alan Yaşar Kemal, çocukken talihsiz bir olay geçirmiş. Babası Van’dan göçüp gelirken, Yusuf adında bir çocuğu da yanına almış ve diğer çocuklarıyla birlikte büyütmüş. Bir gün Yusuf camide namaz kılarken kalbinden bıçaklanarak öldürülmüş. Buna tanık olan Yaşar Kemal, 12 yaşına kadar düzgün konuşamamış ve kekeme olmuş. Herkesin merak ettiği, doğuştan mı yoksa bir kaza sonucu mu o hale geldiği sağ gözünü ise yine çocukken yaşadığı bir olay sonucu kaybetmiş. Henüz 3,5 yaşındayken, bahçede koyun kesen halasının eşini izliyormuş. Adamın elindeki bıçak bir anda fırlamış ve Yaşar Kemal’in gözüne gelerek kör olmasına sebep olmuş.
Arapça, Zazaca ve Kürtçe gibi dillere hakim olan Ahmed Arif, yetiştiği koşullar gereği birçok yeteneğe sahipti. Çok küçük yaşlarda at binmeyi öğrendi. At binmeyi çok seven ünlü şair, şahlanmayan ata binmeyeceğini söylermiş. Hayatının büyük bölümünde çok fazla sigara içen Arif, daha sonra birden bire bırakmış ve sigaranın dumanına bile tahammül edemez olmuş. “Günde dört paket Bafra içiyordum” demesine rağmen, Ramazan aylarında oruç tutan kişilerin yanında, sigara içmeyecek kadar da iradeli biriymiş.
1977 yılında aramızdan ayrılan, Tutunamayanlar’ın yazarı Oğuz Atay da değeri öldükten sonra anlaşılan isimlerden biri. Yaşadığı dönemde oldukça ilgisiz kalsa da günümüzde tüm eserlerinin, büyük bir hayran kitlesi bulunuyor. Yazarın en ünlü romanı olan Tutunamayanlar’daki karakterler aslında Atay’ın kendi hayatındaki kişiler. İçine kapanık bir çocukluk dönemi geçiren Atay’ın en sevdiği yazarlar Kafka ve Dostoyevski’ymiş. Gençlik yıllarında karikatür çizen ve mizah yönü oldukça güçlü olan Oğuz Atay, ölümün onu banyoda yakaladığı gün, dışarıdan ona seslenenlere; “Sevinmeyin daha ölmedim” demiş. Bu sözleri orada bulunanlara tebessüm ettirse de yazarın son sözleri olmuştu.
Garip akımının öncülerinden Orhan Veli, İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Kapalı şiiriyle hafızalarımızda yer etmiştir. Şiire çok farklı bir boyut getiren ve çok erken yaşta hayata veda eden Orhan Veli Kanık bir uçurtma meraklısıymış. Boş zamanlarını uçurtma yaparak değerlendirirmiş. Koyu Galatasaraylı olan şairimizin en sevdiği hobiler arasında balık tutmak da varmış. Normalde insanlar ilham geldiğinde, aklında beliren satırları hemen kaleme alırlar. Orhan Veli böyle yapmazmış. Yazacaklarını önce düşünür, kafasında tasarlar, daha sonraki bir zaman da oturur kaleme alırmış. Sakin mizaca sahip olduğu düşünülse de oldukça eğlenceli biri olan Orhan Veli, kız kardeşinin arkadaşları geldiğinde, onları eğlendirmek için Karagöz – Hacivat oynatırmış. Orhan Veli de tıpkı Balzac gibi bir kahve bağımlısıymış. Hatta fincanla içmek kesmediğinden bira bardaklarına doldurarak içermiş.
1916 ve 1978 yıllarında yaşamış olan Cemil Meriç, yazarlık kimliğinin yanında çevirmen ve düşünürdür. Cemil Meriç’in en ünlü sözleri kitap ve okumak üzerinedir. Kitaba olan tutkusunu her fırsatta dile getirir. Hayatı boyunca okuyan Meriç, bu tutkusundan görme yeteneğini kaybedene kadar vazgeçmemiş. Gençlik yıllarında iki gözünde de oluşan bir mikroptan dolayı askerlikten muaf tutulmuş. İlerleyen yıllarda bu sorun artarak devam etmiş. Ama Cemil Meriç okumaktan hiçbir zaman vazgeçmemiş. Artık yazılanları seçemeyecek duruma geldiği dönemlerde, ışığa yakın olmak için, sandalyesini masanın üstüne çıkarır, yine de okurmuş. Yazmaya ve okumaya olan aşkı, gözlerini tamamen yitirdiğinde bile bitmemiş. Gözleri görmez hale gelince, çevresindekilerin yardımıyla yazmaya devam etmiş. Hatta yazarın en üretken çağının bu olaydan sonra başladığı biliniyor.
Diyarbakır kökenli olan Sezai Karakoç; daha çok şiir, deneme, inceleme ve hikaye türünde eserler vermiş yazar ve şairimizdir. En ünlü şiiri Mona Rosa olan Sezai Karakoç’un bilinen en ilginç özelliği fotoğraf çektirmeyi sevmemesi. Günümüz koşullarına baktığımızda, bu özellik bize çok tuhaf gelse de eski zamanlara göre belki de olağan bir seçimdi. Fotoğraf çektirmeyi hiçbir zaman istemeyen Karakoç’un, şu an var olan fotoğrafları ise ondan habersiz çekilmiş.
Üstad diye nitelendirilen, şair ve yazarımız Necip Fazıl Kısakürek, yaşam öyküsü ile herkesi şaşırtmış ve de kendine hayran bırakmıştır. 30’lu yaşlarına kadar hayattan zevk almayan, arayış içerisinde olan ve boş geçirilmiş bir ömür yaşadı. Daha sonra ise Abdülhakim Arvasi ile tanıştı ve hayatı tamamen değişti. O saatten sonra kendini Allah yoluna adayan Necip Fazıl, Nakşibendi tarikatına geçti ve bundan sonraki hayatını bu şekilde devam ettirdi. Üstad, hayatındaki bu kırılma noktasını O ve Ben isimli kitabında detaylıca anlatmıştır.
Kurtuluş Savaşı sürecinde gösterdiği çalışmalarla kahraman Türk kadınının simgesi olan Halide Edip Adıvar, ilk kadın romancılarımızdan biridir. İlk eşi Salih Bey öğretmen olduğu için, Halide Edip de vaktinin çoğunu okulda geçiriyor ve sürekli okuma fırsatı buluyordu. Yazın hayatına daha sonra başlayan Halide Edip’in eserlerinin çoğunun konusu ise kadın ve kadınların yaşadığı sorunlardan oluşuyor. Feminist bir kişiliğe sahip olan Adıvar, 2 oğluna da çok iyi bir annelik yapamamış. Çünkü okuldaki öğretmenlik görevi ve Milli Mücadele için cephedeki çalışmaları annelik vazifesinden önce geliyormuş. Torununun ağzından dinlediğimiz bir röportajda; Halide Edip’in genellikle asık suratlı ama özünde çok duygusal bir insan olduğunu öğreniyoruz.
Bizim Halikarnas Balıkçısı olarak bildiğimiz roman yazarımızın asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı‘dır. Bodrum’a olan tutkusu ile tanıdığımız ünlü yazar sanılanın aksine Bodrum’a kendi isteğiyle yerleşmemiştir. İstanbul’da yaşadığı dönemde gazete ve dergilerde yazıları yayınlanmaya başlayan Cevat Şakir, bir gün yazıları yüzünden tutuklanmış. İstiklal Mahkemesine sevk edilen yazara ceza olarak sürgün edilmesi kararı verildi. Sürgün yeri ise Bodrum’du. O tarihten sonra Bodrum, yazarımızın vazgeçilmez tutkusu oldu. Cezası bittikten sonra bile Bodrum’dan ayrılamadı, ailesini de yanına aldırdı ve orada yaşamaya devam etti. Halikarnas Balıkçısı yaşadığı bu süreci, Mavi Sürgün kitabında anlatmaktadır.
Türk edebiyatının nevi şahsına münhasır şairlerimizden biri olan Özdemir Asaf kelimeleri kullanma ve duyguları dizelere aktarma şekliyle, yazdığı her şiirle yüreklerimize dokunmayı başarmıştır. Asıl adı Halit Özdemir Arun olan ünlü isim, yazın hayatına ilk başladığı yıllarda, dergilerde Özdemir Özden ismini kullanıyormuş. Bunun sebebi ise “r” harfini söyleyememesiymiş. Ancak daha sonra Oktay Akbal ona babasının adını kullanmayı önermiş ve o günden sonra, Özdemir Asaf ismini kullanmaya başlamış. Sempatik tavırlarıyla insanlar üzerinde hep olumlu izlenim bırakan Özdemir Asaf’ın bilinmeyen bir başka özelliği ise gençlik yıllarında Güneşspor adlı bir futbol kulübünde oynamasıdır.
Sizlere dünyanın en ünlü yazarları hakkında, muhtemelen daha önce hiç duymadığınız, ilginç bilgileri paylaştım. Bizim Türkler neyse de yabancı yazarların gerçekten de çok garip alışkanlıkları varmış. Mesela Charles Dickens’in boş zamanlarında kimsesizler morgunda durması bana çok garip geldi. Kitaplarını büyük zevkle okuduğumuz yazarların, ne kadar değişik huyları varmış öyle değil mi? Peki ya bu saydıklarımızdan size en garip gelen özellik hangisiydi?
Dünyaca Ünlü Yabancı Yazarların Bilinmeyen Yönleri
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.