Felsefeden edebiyata, sosyolojiden sanata uzanan geniş bir yelpazede adalet, tıp, psikiyatri ve cinsellik açısından yeni bir entelektüel kavrayış önererek, düşünce dünyasını kökten sarsan Michel Foucault, çağımızın en önemli düşünürlerinden biridir.
Paul-Michel Foucault 15 Ekim 1926’da Poitiers şehrinde, Katolik geleneklere göre yaşayan, hali vakti yerinde bir burjuva ailesinde dünyaya gelir. Ailede baba tarafından da anne tarafından da geriye doğru birkaç kuşak tıp doktorlarına rastlanır. Ana-baba Foucault’ların üç çocukları vardır: Francine, Paul-Michel ve Denys. Michel Foucault, 1930’dan 1940’a kadar Poitiers’deki Henri-IV Lisesi’nde okur. Zeki ve başarılı bir öğrenci olarak, o dönem, onun için Avusturya Şansölyesi Dollfuss’un katliyle öne çıkar (ölüm karşısında duyduğum ilk korku diyecektir). Yanı sıra küçük Foucault, cerrah değil tarihçi olacağını söyleyerek yakınlarını şaşırtır.
Michel Faucault, 1944
Paul-Michel, 1940 yılında, Alman işgali altında bulunan şehirde rahipler tarafından yönetilen Saint-Stanislas Koleji’ne girer; 1943’te mezun olur. Ardından Paris’teki Henri-IV Lisesi’nin hazırlık sınıfına girmeye hak kazanır; böylelikle ailesinden ayrılır. Okulda felsefe dersleri (Hegel çevirmeni ve yorumcusu) Jean Hyppolite tarafından verilmektedir. Dersleri göz kamaştırıcıdır ve bütün Hegel düşüncesi öğrencilerini çok etkileyecektir. Foucault, bir ithafında yazacağı gibi “her şeyi borçlu olduğu” bu hocasına karşı minnetini ifade etmeye her zaman özen gösterir.
Temmuz 1946’da Foucault, École Normale Supérieure’e kabul edilir. Okul arkadaşları, P. Bourdieu, P. Veyne, J.-C. Passeron, M. Pinguet vb. ile sağlam dostluklar kurmaya başlar. Okulda felsefe okutmanı yapısal Marksizm’in kurucusu L. Althusser’le dost olur; 1950 yılında onun etkisiyle Komünist Parti’ye girer; 1952’de ayrılır.
Okuldan 23 yaşında felsefe öğretmeni olarak mezun olduktan sonra psikopatolojiye yönelecektir.
Ancak Foucault için başlayan bu yeni hayat, manevi acılarla da doludur. Eşcinselliği acı verici iç çelişkilerin kaynağı olur. Savaş sonrası bağnaz, ahlakçı anlayış, Foucault’un saldırgan, hoşgörüsüz, asosyal biri olmasını sağlar. 1948 yılında intihara teşebbüs eder. Okulun revirinde kendisine özel bir oda ayrılır ve Sainte-Anne Akıl Hastanesi’nde tedavi olur; 1950’ye doğru, alkole aşırı düşkünlüğü yüzünden, kısa süren bir psikoterapiye de başlar.
Michel Foucault
Fakat bu yıllar aynı zamanda çalışma yılları olur. Savaş sonrasının iki büyük felsefi akımı olan ve varoluşçuluğun barıştırmaya çalıştığı fenomenoloji ile Marksizm arasında gidip gelir. Foucault, Husserl, Marx ve Heidegger’i yutarcasına okur, ama edebiyatı da (Sade, Kafka, Genet vb.) göz ardı etmez. 1947 yılında psikoloji lisans diplomasını alır. 1951 yılında felsefede profesörlük derecesini kazanır.
Foucault, 1952’den 1955’e kadar École Normale Supérieure’de okutmanlık yaparken, bir yandan da Lille Üniversitesi’nde psikoloji asistanıdır. O yıllar, Foucault için, Nietzsche’nin eserinin aydınlatıcı keşfi, Beckett, Bataille, Blanchot, Klossowski ve Char okumalarıyla öne çıkan yıllardır. Aynı anda Foucault gittikçe daha sık psikiyatri çevreleriyle görüşmeye başlar. 1952’de bir psikopatoloji, 1953’te de bir deneysel psikoloji diploması alır. Özellikle Profesör Delay’nin servisinde ve “nöroleptikler” devriminin ilk adımlarında hazır bulunur.
İlk küçük eseri 1954 yılında çıkar: Maladie Mentale et Personnalité (Akıl Sağlığı Ve Kişilik) adlı kitabı Marksizmin izlerini taşımaktadır. Bu kitapta Marksist düşünce çerçevesinde varoluşçu bir fenomoloji geliştirme arayışına girmişti
Foucault, Mayıs 1953’te müzisyen J. Barraqué ile bir gönül ilişkisine girişse de, bu ilişki İsveç’e gitmesiyle sona erer.
“Akıl da kendisini ikiye bölünmüş ve kendisinden koparılmış olarak tanır: Kendini bilge sanırken, deliye dönüşür; bilgi sahibi olduğunu düşünürken, bilmediği ortaya çıkar, doğru yolda olduğunu zannederken, aklını yitirir. Bizi sonsuz aydınlığa götürdüğünü düşündüğümüz bilgi, karanlıklara karışıp yasak dünyaya girer.” (Akıl Sağlığı Ve Kişilik)
Soldan Sağa: Jean Barraqué, Marie-Claire-Piganeau, Claudette Fano, Michel Fano, Michel Foucault
1955 yılında Foucault çok geçmeden üniversitede Fransızca okutmanı olarak İsveç-Uppsala’ya yerleşir. Hayatı boyunca bağlı kalacağı G. Dumézil ile orada karşılaşır. Uppsala Kütüphanesi’nin tıbbi eserler bölümünü keşfeder; bu da klasik çağda delilik konusunda belgelere dayalı uzun bir çalışmaya girişmesini sağlar. Foucault’nun Jaguar marka otomobili ve giyim kuşamıyla özenli göründüğü bir dönemdir. Fransız edebiyatı üstüne çok beğenilen bir dizi konferans verir. Resmi görevi aynı zamanda Fransız entelektüel dünyasından önemli kişileri davet etmesine de imkan vermektedir; Albert Camus, Jean Hyppolite gibi isimlere de orada ev sahipliği yapar. Fakat Foucault birçok kez Paris’e dönüş de yapar.
Mayıs 1958’de Paris’te siyasal olaylara tanık olur. Bütün bu geliş gidişler, uzun çalışma ve yazma dönemlerinin ara duraklarını teşkil eder. Klasik Çağda Deliliğin Tarihi adlı kitabını okutmanlık görevi nedeniyle bulunduğu Polonya’da tamamlar. İnsanların hapsedilmesi konusundaki bu içerik sonunda polisi kaygılandırır ve onun Polonya’dan sınır dışı edilmesine sebep olur. 1960’da devlet doktorası kazandıran bu kitabını 1961 yılında yayımlar. Kitabında, deliliğin fantastik dünyasında dolaşırken Foucault, aslında “deli”nin bize onun deli olduğuna karar veren, onu öyle konumlandıran genel toplumsal harita üzerinde işgal ettiği yer itibariyle yansıdığını gösteriyor.
“Hiçbir güçlü akıl yoktur ki, eserini tamamına erdirebilmek için delilik tehlikesiyle karşılaşmasın; “Bilgeler ve en iyi şairler delice davranmayı ve bazen kantarın topunu kaçırmayı bu yüzden onaylamışlardı.” (Deliliğin Tarihi)
Michel Foucault, Uppsala, 1957
1960 ilkbaharında, ikinci tezini tamamlamak üzere Hamburg’a gider ve orada Almanya’nın yavaş yavaş yeniden inşa edilişine tanık olur. Fransa’ya dönünce, Clermont-Ferrand’da psikoloji dersleri verir. Ekim ayında arkadaşı Daniel Defert’le tanışır. 1963’te basılacak olan Kliniğin Doğuşu’nu da yazar, ama asıl ilgisi, günden güne daha çok edebiyata yoğunlaşır gibidir. Bu, Bataille, Klossowski, Laporte, Hölderlin, Blanchot üstüne birçok makale yazdığı dönemdir. Tel Quel dergisi ekibiyle tartışmalara katılır. Raymond Roussel adlı eserini yazar, Critique dergisinin yayın kuruluna girer, resim sanatıyla tutku derecesinde ilgilenir, Nietzsche’yi yeniden çalışmaya koyulur ve bu vesileyle G. Deleuze’le tanışıp dost olur.
“Hastalığın doğal yeri yaşamın doğal yeridir-ailedir: Şefkatli, içten gelen bakımın yumuşaklığı, sevgi ifadesi, iyileşme için duyulan ortak arzu, tümü birden maraza karşı mücadele eden doğaya yardım etmek ve marazın kendi gerçeği içinde ortaya çıkmasına imkan tanımak için bir araya gelirler.” (Kliniğin Doğuşu)
Daniel Defert, Michel Foucault
1966 yılında yayımlanan, “insanın ölümünü” haber veren kitabı Kelimeler ve Şeyler, çıkar çıkmaz yaptığı sükse Foucault’yu yapısalcıların lideri konumuna taşır. Kelimeler ve Şeyler kitabını insanın ölümünü ilan ederek bitirir ve Nietzsche’nin “Tanrı’nın ölümü” ile kastettiği şeyin, insanın ölümü olduğunu ifade eder. Foucault’ya göre Nietzsche’nin düşüncesinde “Tanrı’nın ölümü”, metafiziğin sonu anlamına gelmektedir. Nietzsche, Tanrı’nın değil, modern bilimin epistemolojik öznesi olan insanın ölümünü ilan etmiştir; ki, bu insan, modern episteme içinde ortaya çıkmıştır. Batı düşüncesinde bilginin teolojiden kopuşu da Nietzsche ile başlamıştır. Metafiziğin sonu ile Batı bilgisinin temeli oluşturan özne ve bilinç özdeşleşmesi ortadan kalkmış, böylece antropolojik karakterli düşünce son bulmuş ve kendisini Tanrı’nın yerine koyan hümanist özne de yok olmuştur. Tanrı’nın ve insanın ölümü düşüncesi postmodern düşüncenin en önemli yapı taşlarındandır.
Bu kitabından sonra polemik başlar; çok geçmeden solcu Hıristiyanlar, Marksistler ve varoluşçular Foucault’ya karşı safları sıklaştırırlar. Hepsi de onda gerici bir anti-hümanizm ve nihilist bir siyasal vazgeçiş görmekte ve onu kınamaktadırlar.
“Hayat, her varoluşun köküdür, ve canlı olmayan, cansız doğa hayatın döküntüsünden başka bir şey değildir; düpedüz varlık, hayatın varlık olmayanıdır. Çünkü hayat, aynı anda hem varlığın hem de varlık olmayanın çekirdeğidir: hayat olduğu için varlık vardır ve dağınık bir ân için sabit varlıklar onları ölüme tabi kılan bu temel hareketin içinde oluşmakta, duraksamakta, hayatı durdurmakta ~ve bir bakıma onu öldürmektedirler~, ama kendi hesaplarına, bu tükenmez güç tarafından yok edilmektedirler.” (Kelimeler Ve Şeyler)
Foucault, uyandırılan aşırı coşkudan ürkerek, ilk kez felsefe dersleri vermek üzere Tunus’a yerleşmeye karar verir. Orada iki yıl (Eylül 1966-Eylül 1968 arası) kalacaktır. Bundan yararlanarak, teorik katılığıyla düş kırıklığı yaratacak olan Bilginin Arkeolojisi’ni yazar.
Haziran 1967’de Tunus’ta, Filistin’deki Altı Gün Savaşı vesilesiyle, Yahudi esnafa yöneltilen saldırıları da içeren şiddetli gösteriler yapılır. Tunus Üniversitesi gittikçe artan bir gerginliğin odağı olur. Foucault, mücadele içindeki öğrencileri destekler.
Fransa’da, iktidarı gittikçe daha fazla sıkıştıran hak arama mücadelelerini tatmin etmek ve fazlaca hararetli ortamı yatıştırmak için, Vincennes’de (Fransa) yeni bir deneysel üniversite kurulur. Foucault oraya felsefe profesörü olarak atanır; bu da ilk kez solcu diye ün kazanmasına sebep olur. 1969 yılının Ocak ayından itibaren üniversite, Mayıs 1968 Olayları üstüne filmler gösterilmesi konusunda patlak veren bir gösteriyi engellemek isteyen kolluk kuvvetlerine karşı koyar. Hükümet bunun üzerine Ocak 1970’te, Vincennes Üniversitesi’nin felsefe lisans diplomasına ulusal ölçekte denklik tanımayı reddeder. Foucault, bütün bu durumdan bıktığı için Collège de France’a geçer.
Jean-Paul Sartre, Michel Foucault, 1968
1970 yıllar Foucault’nun ünü arttıkça artar, tez danışmanlığı yaptığı alanlar gittikçe çeşitlenir; yolculuklar, sunumlar ve her tür etkinlikler gittikçe çoğalır. 1975’te suçluluk tarihine ışık tutan Hapishanenin Doğuşu’nu, bir yıl sonra da Cinselliğin Tarihi başlıklı ve altı cilt olmasını planladığı dizinin ilk kitabı olan “Bilme İstencini” yayınlar. Bu kitapta cinselliğin bastırılmadığını modern biyo-iktidar tarafından üretilip bedene nüfuz etmesi için bireylere dayatıldığını belirtir. Foucault’ya göre, iktidarların en önemli uğraşlarından biri nüfustur. Toplumsal sistemin düzenliliği için nüfusun kontrol edilmesi gerekir. Bu nedenle cinsellikte iktidarın uğraş alanıdır. Altı yıl sonra yayınlanan Cinselliğin Tarihi’nin ikinci ve üçüncü ciltlerine kadar geçen sürede Foucault, Fransız entelektüelleriyle birlikte İspanya’dan, Polonya’ya çeşitli baskıcı rejimlere karşı yürütülen uluslararası çeşitli baskıcı rejimlere karşı yürütülen uluslararası kampanyalara destek vererek birçok kitap, makale ve söyleşi yayımlamıştır.
“Cinsellik terimi bile, oldukça geç bir dönemde, XIX. yüzyıl başında ortaya çıktı. Bu da, ne küçümsenecek ne de abartılacak bir olgudur. Söz dağarcığında yapılan bir değişiklikten başka şeylere işaret eder, ancak elbette ki ilgili olduğu şeyin birdenbire ortaya çıktığı anlamına da gelmez. Sözcüğün kullanımı başka olaylarla bağlantılı olarak yerleşti: Bunlar, üremenin biyolojik mekanizmalarını olduğu gibi davranışın kişisel ya da toplumsal değişkenlerini de kapsayan çeşitli bilgi alanlarının gelişmesi; dinsel, hukuksal, eğitbilimsel (pedagojik), tıbbi kurumlardan destek alan, kısmen geleneksel, kısmen de yeni bir kural ve normlar bütününün yerleştirilmesi; bir de kişilerin giderek tutumlarına, ödevlerine, hazlarına, duygu ve duyumlarına, düşlerine anlam ve değer verme biçimlerinde değişikliklerin ortaya çıkmasıydı.” (Cinselliğin Tarihi)
“Çevrede halka halinde bir bina, merkezde bir kule; bu kulenin halkanın iç cephesine bakan geniş pencereleri vardır; çevre bina hücrelere bölünmüştür, bunlardan her biri binanın tüm kalınlığını kat etmektedir; bunların biri içeri bakan ve kuleninkilere karşı gelen, diğeri de dışarı bakan ve ışığın hücreye girmesine olanak veren ikişer pencereleri vardır. Bu durumda merkezi kuleye tek bir gözetmen ve her bir hücreye tek bir deli, bir hasta, bir mahkum, bir işçi veya bir okul çocuğu kapatmak yeterlidir. Geriden gelen ışık sayesinde, çevre binalardaki hücrelerin içine kapatılmış küçük siluetleri olduğu gibi kavramak mümkündür. “ (Hapishanenin Doğuşu)
Foucault’un çalışmaları üç farklı biçimde değerlendirilmektedir. Çalışmalarının ilk aşamasını, Şeylerin Düzeni, Kliniğin Doğuşu ve Bilimin Arkeolojisi adlı eserleri oluşturur. Bu çalışmalarında disiplin olgusu üzerinde durarak, insanlığın disiplini nasıl keşfettiği ve geliştirdiğine odaklanır. İkinci aşamadaki çalışmaları bölünmüş grafikler üzerinedir. Bu kapsamda akıllı/deli, iyi/hasta, masum/suçlu gibi ayrımlar dikkate alınmıştır. Üçüncü aşama
çalışmalara Cinselliğin Tarihi örnek verilmektedir. Bu çalışmada yaşama yönelik tahakküm yöntemlerinin ve araçlarının toplum tarafından nasıl içselleştirildiği açıklanmaktadır. İdeolojik çözümleme Foucault’nun çalışmalarında takip ettiği tarihsel ve deneysel nitelikleri ifade eden bir yöntemdir. Arkeoloji, yalnızca bir tarih araştırması değil, olguların nasıl ve hangi koşullarda ortaya çıktığını da anlatan bir kavramdı.
Michel Foucault ve Jean Genet, 1972’de Mohamed Diab’ın polis tarafından öldürülmesinin ardından Paris’teki bir gösteride.
Foucault’nun Panoptikon kuramının kökleri de deliliğin tarihi incelemesi temelinde, XVII. yüzyıla, modern anlamda insanların kapatıldığı kurumlarının başlangıcına dayanır. Bentham’ın Panoptikon hapishane modelinden esinlenerek oluşturduğu Panoptikon kuramında Foucault, gözetim sistemleri aracılığıyla iktidarın bizi nasıl gözetlediği konusunda derin çalışmalar yapmıştır. Panoptikon sistemi, öncelikle gözetim ve denetimle, bireyin kontrol altında tutulması ve suç önleyici bir amaç taşısa da zamanla insanın her türlü davranışının yönetilmesi noktasına kadar varmıştır.
Gözetim yapmanın, disiplinci iktidarı nasıl oluşturduğunu, gözetlenmenin insan hayatında nasıl yönlendirici etkisi olduğunu detaylarıyla anlatan Foucault, iktidarın, bu denetlenmenin güvenlik ve konfor gerekçeleriyle topluma meşru kurumlar aracılığıyla kabul ettirilmesini ele almıştır. Okul, kilise, dernek, ordu, fabrika gibi kurumlarla, birey doğumundan itibaren resmi bir idare çarkının içinde, iktidarın istediği biçimde hareket etmekten başka şansa sahip değildir. Özellikle teknolojinin gelişmesiyle, gözetlenme alanı çok genişlemiş, birey attığı her adım kontrol altına alınmıştır. Siyasiden çok ekonomik anlama bürünen iktidar, artık askeri değil ekonomik gücü elinde bulunduranındır. Öyle ki bireyin boş zamanı bile yönetilmekte, eğlence ve tüketim davranışları sürekli kontrol altında tutulmaktadır.
Felsefe tarihinde iktidar ve özne kavramları söz konusu olduğunda şüphesiz akla gelen ilk isim olan Foucault için bu iki kavram birbirinden ayrılamaz iki başat alanı temsil eder. Özne, bir takım iktidar ilişkileriyle birlikte oluşturulan, meydana getirilen şeydir.
Foucault’da insan tarihsel bir varlık olarak ortaya çıkar. Ancak bu ortaya çıkış yakın dönemde gerçekleşir. Bu nedenle insan kendini varoluşunda arayan ve bu varoluşta sorgulayan bir varlıktır. İktidar ise düzenleyici ve pratikte belli tipte beden ve zihinler üretmeye çalışan, direnmeye olasılık bırakan, düzenlenmiş ve disiplin altına alınmış sosyal ilişkilerin ve kimliklerin yaratmasıyla üretkendir. İktidar ilişkileri, bireyler arasında, aile ve eğitim kurumlarında, siyasi yapılarda vb. olmak üzere, insan ve insanın içinde olduğu tüm ilişkilerde son derece geniş bir alana yayılarak vardır.
Parrhesia, Michel Foucault’nun yaşamının son birkaç yılında yaptığı çalışmalarda sıkça karşılaştığımız bir sözcüktür. Euripides’in tragedyalarından başlayarak tüm Antikçağ boyunca bu sözcüğün anlam bakımından karşıladığı tematik farklılıklarını irdeleyen Foucault’nun parrhesia çalışmaları, “Bilme İradesi” eseri ile “Hazların Kullanımı ve Kendilik Kaygısı” eserlerinin arasında bir geçiş soruşturması olarak karşımıza çıkmaktadır.
Foucault için artık kendini kuran öznedir ve parrhesia çalışmaları, Foucault için bu odak değişimini gösteren önemli çalışmalarından biridir. Çünkü parrhesia, öznenin kendini etik olarak kurmasının sözel bir pratiği olarak karşımıza çıkmaktadır. Foucault’nun arkeoloji ve soybilim dönemlerinin ardından Antikçağa ve Antikçağın etik anlayışına yönelişinin sebebi, cinselliğin hangi gerekçelerle ahlaki bir sorun olarak ortaya çıktığı problemiydi. Modern dönem ve Ortaçağdaki itiraf pratiği arasındaki tematik süreklilik, Foucault için cinsellik ile ahlak arasındaki ilişkinin çözümünün önemli ipuçlarından biriydi. Foucault, Yunan ahlakında hem cinsellik ile ahlakın kesiştiği etik tözü ve Yunanların yaşama sanatlarını keşfetmiş, hem de kişinin kendisine ait olan hakikatleri deşifre ettiği itiraf pratiğinin köklerini parrhesia’da bulmuştu. Bu bağlamda Foucault’nun parrhesia çalışmaları, iktidar ilişkilerine yoğunlaştığı soy bilimsel çalışmalarıyla süreklilikler taşıyan Bilme İradesi adlı eseri ile yaklaşık sekiz yıl sonra yayımlanan Hazların Kullanımı ve Kendilik Kaygısı adlı eserleri arasında bir geçiş soruşturması olarak karşımıza çıkmaktadır.
Michel Foucault, 1985
Foucault’nun yapısalcı veya post yapısalcı olduğunu ileri sürenler vardır. Yapısalcılık anlamın ortaya çıkışını biçimsel koşullar sorunuyla ele almaktadır. Buna göre dil, karmaşık ve analiz etmeyi gerektiren zengin bir nesnedir, ancak Foucault ne anlamla ne de anlamın koşullarıyla ilgilenmektedir. Üzerinde durduğu anlamın değişim veya kesintiye uğrama koşullarıdır. Post yapısalcılık hakkında ise Foucault “Şu anda yapısalcılık olarak bilinen şeyin yeni bir tanımını yapmaya kalkışmanın ne kadar ilginç olacağından emin değilim” demiştir.
Michel Foucault’nun 20.yüzyıl düşüncesini kökten sarsan en büyük filozoflardan biri olduğunun kabul edilmesinin temel nedeni, onun geleneksel kavramsallaştırmalar açısından görünmez ve bilinmez olan konu, tema ve alanları görünür ve eleştirilebilir bir çerçeve içerisinde felsefe dünyasına sunmasıdır denilebilir.
Michel Foucault, 25 Haziran 1984’deki vefatına kadar College de France’da kendisi için kurulan Düşünce Sistemleri Tarihi kürsüsündeki derslerini sürdürmüştür.
Kaynak
Michel Foucault, Fikir Mimarları Dizisi Faucault, Çifte Cinayet: “Tanrı’nın Ölümü”nden “İnsanın Ölümü”ne, Frederic Gros, Michel Foucault , Michel Foucault Felsefesinde Sanat Eseri Olarak Öznelliğin Oluşumu, Michel Foucault: Özne Ve İktidar, Michel Foucault’un Biyopolitika Kavramının Teorik Çerçevesi, Foucault’nun Felsefesinde Bir “Sözel İlişki Etiği”: Parrhesia, Michel Foucault Düşüncesinde Söylem, Düzen Ve Hakikat, Michel Foucault’un Panoptikon Kavramı Bağlamında Sanat Ve İktidar
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
İlgili