34,7141$% 0.06
36,5524€% -0.56
2.941,04%-0,69
4.891,00%-0,94
19.563,00%-0,93
Nazım Hikmet’in başyapıtı kabul edilen 5 ciltten oluşan bu kitap, memleketimizi içten, lirik ve yalın bir dille anlatan ve her kütüphanede olması gereken bir eser.
Nazım Hikmet’in başyapıtı kabul edilen 5 ciltten oluşan bu kitap, memleketimizi içten, lirik ve yalın bir dille anlatan ve her kütüphanede olması gereken bir eser.
Nazım Hikmet, kitabın önsözünde şöyle diyor: “İnsan Manzaraları’nı 1939 yılında Bursa Hapishanesi’nde yazmaya başladım. İnsan Manzaraları’nda, şiirin birkaç sözle çok şey söyleyebilme olanaklarından yararlandım. Kimi zaman şiire çok yaklaştım. Kimi zamansa çıplak bir nesir olarak kaldı yazdıklarım. Tiyatro ve sinemanın olanaklarından yararlandım destanımı yazarken. İşte böyle sayın okurlarım. Son olarak bir şey daha söyleyeceğim: İnsan Manzaraları’nda kimi zaman beş dizede, kimi zaman bütün bu üç kitap boyunca anlatılan insanların hiç değilse yarısı, yaşamlarına kişisel olarak tanık olduğum kimseler; diğer yarısı benim imgelemimin kahramanlarıdır.”
Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları Piraye’ye yazılmış bir şiirle başlar:
“Hatice, Piraye, Pirayende
doğum yeri neresi
kaç yaşında sormadım
düşünmedim
bilmiyorum.
dünyanın en iyi kadını
dünyanın en guzel kadını
benim karım.
bu bahiste
realite umrumda değil
939 yılında istanbul’da tevkifanede başlanıp
…………………. biten bu kitap
ona ithaf edilmiştir”
Turgut Uyar, Kayayı Delen İncir kitabında ölüm ve yalnızlıkla kuşatılmışlık içinde süregelen yaşam içinde umuda da yer verir: “Yaşamı anlamsız bulduğum zamanlar oldu ama hiç solgun bulmadım. Ayrıca solgun ve anlamsız olan dirimin kendisi değil, yaşam içinde, yaşamı belirleyen yaşama parçalarıdır. Yaşamı anlamsız bulsaydım, Kayayı Delen İncir adını vermezdim kitabıma.”
Uyar’ın bu kitabında konu bütünlüğü ve yalınlık daha çok göze çarpmaktadır. 1982 yılında yaptığı bir konuşmada, o yıllarda şiirinde geldiği noktayı şöyle anlatır: “Gençlik şiirlerime bakınca iyice şairane olduğumu görüyorum. 1950’den sonra yeni bir şairaneliği geliştirdik. Uzun zamandan beri de yalın olmaya çalışıyorum. Mümkün olduğu kadar çok somut imgeler bulmaya çalışıyorum.”
“Hayatın kutlu olsun sevgilim
ki sana değişe değişe aktım
kimi zaman bir japon gibi uykusuz kaldım
uykusuz kalır mı onlar bilmem aslında
sevgilim sevgilim
bir orman gibi çoğal aramızda
şehirden bir çocuk olarak şurda burda
bir sabuntozu markasında köpürerek
çınarın tutsaklığını
ve menekşenin tutsaklığını
ve menekşenin sevincini yaşa
sevgilim sevgilim
hüzüne yer var hayatımızda” (Aramızdaki)
Attila İlhan, modern hayatın bizden aldığı değerleri sorgulayan, varoluş kaynaklarımıza dönmeyi anlatan ve büyüsü bozulan hayatta, yaşamı simgeleyen şiirleri ile Türk şiirinin ölümsüz şairlerindendir.
Böyle Bir Sevmek kitabı, 1977 yılının Nisan ayında yayımlanmıştır. Bu kitabında daha önce yayımlanan Yasak Sevişmek ve Tutuklunun Günlüğü kitaplarından farklı olarak Divan Şiiri’nin etkisini göremeyiz. Kitap 6 bölümden oluşur. Kitabın sonunda Attila İlhan’ın dergilerde yayımlanmış yazılarından derlemeler var.
“Yahu Türkiye’de ozan olsun, romancı olsun sanatçıların hemen hepsi bu iki kafaya yatmamış mı, birileri doğru bir devrimci düşünce adına, ağzına geleni yazıp söylemeyi has sanatçılık sayıyor, öbürleri estetik bir özüre sığınıp değişmez bir bireyselliğin savunmasını yapıyor. En güzeli, her ikisinin de yaptığı işi en doğrusu diye yapması, bir de sanatı halk yığınlarına götürecek yol diye tanımlaması. Ne dersiniz, geniş halk yığınlarına ulaşıyor mu sanat?”
“Sevim senden başka bir kızla çıkmadım
Sevim seni sevdim yeri geldi söylüyorum
Şöyle bir dokunman insanı dinlendiriyor
Kimde var bu soyulmuş muz güzelliği
Bu gece derini gözler içinden çıkamadığım
Belleğime işlenmiş bu başak inceliği
Biraz daha sokulsana galiba ölüyorum
İçimde ağır ağır bir çınar devriliyor
Yoksulum mutluluğum seninle yaşamaktı” (Galiba Ölüyorum)
Edip Cansever, 1957’de yayınlanan Yerçekimli Karanfil ile kendisine özgü bir şiir evreni kurdu. İkinci Yeni akımının özgün örneklerini verdi. Yerçekimli Karanfil’i kimileri bir geçiş, kimileri tipik bir İkinci Yeni ürünü, kimileri de İkinci Yeni’ye başlangıç saymıştır. Ahmet Oktay ise “Cansever, Yerçekimli Karanfil’de sözcüğün tam anlamıyla özcü bir şairdir” der. Cansever, şiirinde zamanla sevinç yerini bunalıma, toplumsal dengesizlikleri eleştirme kaygısı yerini, yıkıcı bir umutsuzluğa bıraktı.
“Sanki hiçbir şey uyaramaz
İçimizdeki sessizliği
Ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey
Gözleri getirin gözleri.
Başka değil, anlaşıyoruz böylece
Yaprağın daha bir yaprağa değdiği
O kadar yakın, o kadar uysal
Elleri getirin elleri
Diyorum, bir şeye karşı komaktır günümüzde aşk
Birleşip salıverelim iki tek gölgeyi.” (Gözleri)
İkinci Yeni şiirinin öncü simalarından biri olarak değerlendirilmesine rağmen Cemal Süreya şiirinde ikinci yeni şiiriyle ters düşen birçok unsur bulunmaktadır. O, şiir dilini yaşayan ve günlük hayatta kullanılan dil içinden hareketle oluşturmanın gayreti içinde olmuştur.
Üvercinka, şiir tarihimizde, hala öncülüğünü, değişikliğini, özgünlüğünü koruyan bir kitaptır. İkinci Yeni’nin doğuşunu sağlayan kitap olarak gösterilir. Cemal Süreya’nın ilk kitabı Üvercinka, yayımlandığı yıl Arif Damar’la beraber 1958 Yeditepe Şiir Armağanı’nı kazanır. Yakın çevresine göre Üvercinka başlıklı şiirinin esin kaynağı, şiirin yayınlanmasından kısa süre önce ayrıldığı sevgilisidir.
“Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı
İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların
dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik” (Aşk)
1925’te Örümcek Ağı, 1928’de Kaldırımlar, 1932’de Ben ve Ötesi, 1953’te Sonsuzluk Kervanı ve 1969’da Şiirlerim ismiyle yayınlanmış şiir kitaplarının birçok bakımdan kendini ifadelendiremediğini söyleyen Necip Fazıl Kısakürek’in, 1922’de Yeni Mecmua’da yayınlanmış ilk şiirinden başlayarak bizzat kendisi tarafından süzülen, ayıklanan, düzeltilen ve bir araya getirilen bütün şiirlerinin bulunduğu kitaptır Çile…
İçerisinde yer alan şiirlerin çoğu Türkiye’de 1922’den sonra görülen sosyal-ideolojik edebiyata bir reaksiyon gibidir. Dışa çevrili olan gözleri adeta insanın iç dünyasına çeviren bu şiirlerin yeni ve orijinal görünen bir psikolojik derinliği vardır. Çile’de yer alan şiirler fertten cemiyete kadar uzanan birçok meseleyi kapsamaktadır. Ancak esere hakim olan tavır, daha çok şairin kendi beni ile olan mücadelesi veya kaynağı meçhul bir korkudur.
“Bir gündü, hava ılık
Ve cadde kalabalık…
Bir kadın sapı verdi önümden dönemece;
Yalnız bir endam gördüm, arkasından, ipince.
Ve görmeden sevdiğim, işte bu kadın dedim,
Çarpıldım, sendeledim.
Bir gündü mevsim bayat
Ve esnemekte hayat…
Dönemeçten bir tabut çıktı ve üç beş adam;
Yalnız bir ahenk sezdim, çerçevede bir endam.
Ve tabutta, incecik, o kadın var, anladım;
Bir köşede ağladım…” (Dönemeç)
Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat ile birlikte yenilikçi Garip akımının kurucusu olarak Garip’i yayınladılar. Orhan Veli, Türk şiirindeki eski yapıyı temelinden değiştirmeyi amaçlayarak sokaktaki adamın söyleyişini şiir diline taşıdı. Yalın bir anlatımı benimseyerek şiir dilini konuşma diline yaklaştırdı.
Bütün Şiirleri, ilk kez 1951 yılında yayımlanan şairin şiir külliyatıdır. Kitap, Şairin biyografisiyle başlar. Kitapta, Garip’in 1942 basımında yer alan önsöz metni Garip başlığı altında yer almaktadır. Burada şiirin ne olduğundan çok, ne olmadığı üzerinde durulur. Şiirler, Netice, Vazgeçemediğim, Destan Gibi, Yenisi ve Karşı başlıkları altında toplanmıştır. Bunun yanı sıra, sağlığında yayımlanan kitaplarına girmeyen son şiirleri ile ölümünden sonra yayımlanan ve yine kitaplarına girmeyen son şiirleri de alt başlıklar altında toplanmıştır.
“Gel benim canımın içi, gel yanıma;
İpek çoraplar alayım sana;
Taksilere bindireyim,
Çalgılara götüreyim seni.
Gel,
Gel benim altın dişlim;
Sürmelim, ondüle saçlım, yosmam:
Mantar topuklum, bopsitilim, gel.” (Altın Dişlim)
Yahya Kemal Beyatlı, modern Türk şiirinin kurucu şairlerinden biridir. Yahya Kemal, divan şiirinden pek çok malzemeyi modern şiire taşıyan bir şairdir. Divan şairlerinin kelime hazinesini o daha da zenginleştirmiştir. Onu bu yüzden modern bir divan şairi olarak kabul etmemiz mümkündür. Kitapta Yahya Kemal’in tüm şiirleri yer alır.
“Kandilli’de, eski bahçelerde,
Akşam kapanınca perde perde,
Bir hatıra zevki var kederde.
Artık ne gelen, ne beklenen var;
Tenhâ yolun ortasında rüzgâr
Teşrin yapraklarıyle oynar.
Gittikçe derinleşir saatler,
Rikkatle, yavaş yavaş ve yer yer
Sessizlik dâima ilerler.
Ürperme verir hayâle sık sık,
Hep bir kapıdan giren karanlık,
Çok belli ayak sesinden artık.
Gözlerden uzaklaşınca dünyâ
Bin bir geceden birinde gûyâ
Başlar rü’yâ içinde rü’yâ.” (Akşam Musikisi)
Türk edebiyatının önemli şairlerinden biri olan Fazıl Hüsnü Dağlarca, ilk örneklerini Havaya Çizilen Dünya’da gördüğümüz bu özgün şiir dünyası, Çocuk ve Allah’ta büyük bir yoğunluktadır. Bu kitapta, varlığın gizlerinin araştırılışı, çocukluk dünyası, insan yaşamının nice ince ayrıntıları, genellikle klasik kıta biçimlerinde ve uyaklı şiirlerle, o güne kadar şiirimizde örneği bulunmayan yeni ve eşsiz güzellikte imgelerle, kişisel yaşamın en uzak anılarından, çağrışımlarından kaynaklanan derin ve içten bir lirizmle, az rastlanır bir gözlem ve anlatım gücüyle yansıtılmıştır.
“Senin saçların varsa altın gibi,
Benim de vardı eskiden.
Çocuğum uyuma geceleri
Saçlarındır karanlıklarda giden.
Senin ellerin varsa nur dolu,
Benim de vardı uzaklarda.
Seyret geceleri çocuğum
Ki nur dolu başaklarda.
Senin kirpiklerin varsa rüyadan,
Benim de vardı uyku gibi.
Yum gözlerini geceleri çocuğum
Ki rüyalar bırakmaktadır kalbi.
Ve senin duaların varsa,
Benim de vardı,
Çocuğum geceleri dua et
İnsan uzaklaşabilir Allah’tan.” (Nasihat)
Memet Fuat, Necati Cumalı’nın “Kasaba yaşamının şiirini yakalayışı, yapmacıksız dili, tüyden hafif söyleyişiyle okuru hemen kavrayan, içtenliğine inandıran bir şair olarak, 1940’larda kolayca benimsendiğini” söylüyor.
Asım Bezirci, Cumalı’nın “İlk döneminde Garip akımından etkilendiğini, sonra kendine özgü bir şiire ulaştığını” belirtiyor ve “toplumsal gerçeklere, özellikle küçük insanların yaşamlarına ilgi gösterdiğini” vurguluyor.
Behçet Necatigil de, “Yalın bir duyarlığın şairi olduğunu; şiirimize kalın, aydınlık bir Cumalı çizgisi çizdiğini” belirtiyor.
Necati Cumalı’nın Bütün Şiirleri kitabının birinci cildi, Kızılçullu Yolu, Harbe Gidenin Şarkıları, Mayıs Ayı Notları, Güzel Aydınlık, İmbatla Gelen ve Güneş Çizgisi adlı ilk altı kitabında yer alan şiirlerini kapsamaktadır.
“Seni o sabah saat beşte gördüm İstanbul
Haliç’in üstündeki evlerde
Tek tük ışıklar yanmaya başlıyordu
Motorlar açılıyordu denize
Trenlerin hazırlandığını işitiyordum.
Rıhtımdan bir adam geçti
Adımlarının sesini duydum
Sonra biri bir kayığa atladı
Demir gürültüsü, bir hışırtı denizin üstünde
Bütün bu sesler öyle güzeldiler ki” (Saat 5’te İstanbul)
Özdemir Asaf, şiirlerinin özü ve sesiyle, dönemlerin ve akımların ötesinde, çağdaş Türk şiirinin en özgün isimlerinden biridir. Özdemir Asaf’ın şiirinin geniş topluluklara ulaşmasının nedenlerinden biri, sık sık sevgiden üstelik açık yalın bir biçimde söz etmesidir. Ama asıl kolayca akılda kalan, kısa şiirleriyle ün kazanmıştır. Çiçek Senfonisi – Toplu Şiirler kitabı Asaf’ın sağlığında yayınladığı 7 şiir kitabını bir araya getiriyor.
“Seni bulmaktan önce aramak isterim.
Seni sevmekten önce anlamak isterim.
Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de,
Sana hep, hep yeniden başlamak isterim.” (Akıl Gözü)
Yazdığı şiirlerin geniş okur kitlelerine ulaştığı, edebiyat tarihlerinde, antolojilerde, ders kitaplarında kendisinden sıklıkla “Saf Şiirin Temsilcisi”, “Akşam Şairi”, “Hüzün Şairi”, “Empresyonist Şair” ya da “Sembolizmin Öncüsü” gibi adlandırmalarla söz edilen Ahmet Haşim hem şiir hem düzyazı türünde değerli eserler kaleme almış, Modern Türk Edebiyatı’nın önemli şair ve yazarlarındandır. Şairin şiir dünyasını oluşturan duygular, konular, deneyimler, şairin kişisel yapısı, dünya görüşü ve hayatı algılayışı ile bağlantılıdır. Bütün Şiirleri kitabı Haşim’in şiirleri yeniden gözden geçirilerek hazırlanmıştır. 6 kitabından şiirler, çeşitli şiirleri ve kitaplarının dışında kalan şiirlerinden oluşmuştur.
“Kalbim
Benim bir ormandı,
İsimsiz, asude,
Bir büyük orman;
Ve gölgelerinde revan
Olan hafi suların aks-i şevk-i müttaridi
Dağıtırken sükutu bihude,
Düşünürdüm ki, hangi gün, ne zaman,
Ne zaman
Girecektin o kalb-i mes’ude?” (Gelmeden Evvel)
Nazım Hikmet’in açtığı yoldan yürümeyi tercih eden Arif, ondan aldığı şiirselliği, bir Anadolu özlemiyle geliştirdi. Birbirini izleyen kısa, vurucu dizeler, yinelemeler, bölümlemeler şiirine hem özü yansıtan bir ritim kazandırdı hem de imgelerini güçlendirdi. Ama onda ritim sese değil söze dayandığından daha derinlere inerek büyük bir lirizmin kaynağı oldu. 1968 yılında çıkan tek şiir kitabı Hasretinden Prangalar Eskittim, Türkiye’de en çok basılan ve okunan şiir kitaplarından oldu ve şaire haklı bir ün kazandırdı. Yurdum Benim Şahdamarım adlı kitabı ölümünden sonra yayımlandı.
“Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.” (Yalnız Değiliz)
Şiirlerine seçtiği temalarda toplumsal bir kaygı taşımayan, günlük aşklar, gençlik, insanlık tasaları, mutlulukları kısa süreli dertler, yaşama sevinci gibi konuları işleyen sanatçı birçok şiirinde kendisini anlatmış; ölüm korkusunu açığa vuran, karamsar bir ruh hali ile yaşama sevgisi arasında gel-gitler yaşadığı şiirler kaleme almıştır. Yaş 35 yolun yarısı eder diyen şair 46 yaşında yaşama veda etmiştir.
“Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini.
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını.
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgarlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen
Rüzgarların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini.
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür,
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.” (Desem Ki)
Yaşayan en önemli şairlerimizden olan Ataol Behramoğlu, toplumsal şiirleriyle tanınıyor. Behramoğlu, “Şair sadece hayal kurup şiir yazan adam değildir, şair dünyadaki her şeyle alakadar olmalıdır” diyor. Bu duyarlılığını şiirlerine de yansıtıyor. Kendini eylemci bir şair olarak tanımlayan Behramoğlu, Aşk İki Kişiliktir adlı kitabı hakkında 22 Mart 1999 tarihli söyleşide şunları söylüyor: “İnsanlar bir aradayken bile yalnızlar. İki insanın birbirine kendini tam anlamıyla vermesi neredeyse olanaksız hale gelmiş. İnsanın kendini dinlemesi bile mümkün değil. Bir an derin bir düşünceye dalmak isterseniz, yaşanılan hayatın hır gürü buna olanak vermez. Bu sistemin yarattığı bir sonuç ve bütün insan ilişkilerinde kendini gösterecektir..”
“Rüyalar bile geceleri bekler
Gizlice görünmek için
Yüreğimdesin, saklısında içimin
Gizlice sevgilim
Kimse bilmesin üzgünlüğümü
Taşırım ölümüm gibi bu duyguyu
En gizli kuytularında ömrümün
Bir yer var gizlice sevgilimin uyuduğu
Gizlice sevgilim, yaşam kadar acı
Canımı tutuşturan özlm gibi
Özlüyorum derin yokoluşta
Gizlice sevgilimi” (Gizlice)
Cumhuriyet Devri Türk şiirinin özellikle 1950’lerden sonra gelişen evresinde sadece şiirleriyle değil, kendinden sonraki birçok şaire etkisiyle de farklı bir yer tutan Sezai Karakoç, mütefekkir bir şair olarak öne çıkar. Bu yönüyle, Türk şiirinde edebi meselelerin dışında toplumsal siyasal birçok konuya ilişkin fikir ortaya koyan, hatta bu çerçevede bir medeniyet tasavvuru geliştiren nadir isimlerden biridir.
Karakoç 2012’de yaptığı bir röportajda Monna Rosa şiiri için şöyle diyor: “O dönemde şiirlere yabancı isim verme geleneği vardı. Bir de bu serbestiler gül ile dalga geçince bende ”Monna Rosa” koydum şiirin adını. Tek gül anlamında bir şey. Akrostiş şiir yazma modası vardı birde.. Ben de gencim tabi, hem hece ölçüsüyle olsun hem de akrostiş olsun diye bir şiir de ben kaleme aldım. Okuldan bir arkadaşımın ismiyle yazdım. Bir gün mülkiyede o zaman ikinci sınıftayım Ankara Söğütözü’ne kır gezisine gittik. Yazdığım şiiri oku diye tutturdular. Tabii beğendiler. Kır gezisine katılan 3.sınıflardan bir arkadaş vardı. “Sezai o şiiri rica edebilir miyim” dedi. Verdim ben de.. Şiirin yayınlanması konusunda hiçbir şey konuşmadık ki ben şiirimin yayınlanmasını asla istemiyordum. Ama 1952 Haziran’ında Hisar Dergisi’nde şiiri yayınladılar. Çok beğenildi şiir. Ama kimse 30 sene boyunca akrostiş olduğunu fark etmedi. Sonra da herkes bir rivayet uydurdu. İşte böyle bir daha bu şiirle ilgili hiçbir şey söylemeyeceğim, ilk ve son…”
Not: Sezai Karakoç ne Muazzez Akkaya’nın ismini anar ne de bir aşktan bahseder ama anlattıkları röportajı yapan kişinin de aklına yatmamış, soru sormak istemiş ama şair izin vermemiş.
“Ben geldim geleli açmadı gökler
Ya ben bulutları anlamıyorum
Ya bulutlar benden bir şey bekler
Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum
Ben geldim geleli açmadı gökler
Bir yağmur bilirim bir de kaldırım
Biri damla damla alnıma düşer
Diğerinde durup göğe bakarım
Ne şehir ne deniz kokan gemiler
Bir yağmur bilirim bir de kaldırım” (Yağmur Duası)
Şiiri öfkedir, sevgidir, mizahtır Can Yücel’in. Dille, yaşamla, gerçeklikle bir oyun. Yaşayan şiirlerdir, bir çırpıda yazılmış gibi görünseler de, artlarındaki derin dünya görüşünü, sıra dışı birikimi taşırlar. Şiirlerinde Yücel’in öfkesi, isyanı, heyecanı, coşkusu güldür güldür akar. 1973 yılında yayınlanan ikinci şiir kitabı Sevgi Duvarı’nda imge-sözcük-anlam üçlüsünün birbiriyle dengelendiği insan-doğa ilişkilerini konu alan şiirleri dikkat çekti. Sevgi Duvarı kitabı şairin kitleler tarafından yaygın bir şekilde tanınmasını sağlamıştır.
“Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi” (Sevgi Duvarı)
Sabahattin Ali edebiyata şiirle girmiştir. Hece vezniyle yazdığı ilk şiirlerinde, halk şiirinin açık izleri görülür. Halk şiirinden esinlenerek yazılmış şiirlerini içeren Dağlar ve Rüzgâr (1934) adlı kitabı edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırır. Bu kitaptan sonra şiiri ikinci plana alarak, öykü ve roman yazmaya başlar. Sabahattin Ali, bütün yaşamı boyunca düşüncenin özgürleşmesi için dergi ve gazetelerde yazılar yazmıştır. Eserlerinde haksızlığa uğrayan insanların mücadelelerini ve toplumdaki güçler savaşını dile getirmiştir. Ancak şiirlerinde, bir yerlere sığamamanın, düşüncelerine ses veren birilerini bulamamanın hüznünü taşımıştır. Bu hüzünle, şiirlerinde âdeta yokluğu ve ölümü çağırmıştır. Bütün Şiirleri kitabında Dağlar ve Rüzgar, Kurbağanın Serenadı şiir kitapları ve öteki şiirleri bir araya getirilmiştir.
“Ey yar, bu mektubu aldığın demde
Kara topraklara verdim kendimi…
Herşey bana engel oldu alemde,
Bir çoşkun nehirdim, yıktım bendimi.
Benim gönlüm doğusundan deliydi;
Başka dünyaların saşkın seliydi…
Bunun böyle olacağı belliydi…
Her şey biter sel yerine döndü mü…
Dünya …” (Son Mektup)
Behçet Necatigil’in deyimiyle “şiirimizin korkunç çocuğu” ve “uç beyi” olan İlhan Berk için her şiir ve kitap yeni bir başlangıç anlamına gelir ve buna bağlı olarak kullandığı dil, biçim gibi teknik malzemeyi sürekli değiştirir. Berk’in şiirlerindeki değişmeyen konuların başında aşk ve erotizm gelir. İlhan Berk, her ne kadar II. Yeni’nin soyut, halktan uzak ve imgeci anlayışını temsil eden aydın tipi şair olarak anılsa da özellikle ilk dönem şiirlerinde toplumsal temaları da yoğun olarak kullanır. Kül, şairin artık kendine has ve sınırlara doğru uzanan şiir ve imge evrenini, şiir dilini oluşturduğu sembolik yapıtlarından biridir. Bu kitapla 1979 yılı Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü aldı.
“Yavaş yavaş geçtim kalabalıkların arasından
bir deniz çarpması gibi çoğalta çoğalta geçen
geçtiği yeri
yavaş yavaş çıktım içimden. Dokundum
yavaş yavaş acıya, kuvarsa, şiire
yavaş yavaş tarttım suyu, anladım nedir ağırlık
kokular
coğrafya.
Eğildim sonra gövdeyi tanıdım ve düzenini
gördüm sessizliğin dümdüzlüğünü
gördüm yinelemedi gördüğüm hiçbir şey
böyle yavaş yavaş geçtim insandan insana
insanlaştırdım yavaş yavaş dışımı
böyle karıştım kalabalıklara
kalabalıklaştım böylece.” (Yavaş Yavaş Geçtim Kalabalıkların Arasından)
Sıradan insanı, sokağı şiire sokan Melih Cevdet, büyük bir sadelik içinde müthiş bir sanat ortaya çıkarmıştır. Şiiri öncelikle konu kalıplarından çıkararak şiirin şairin tamamen içinden olması gerektiğini savunan Melih Cevdet, süslü anlatımların, ses uyumlarının şiiri baltalayarak kelimelerin özgürlüğüne el koyduğunu söylemektedir. Bu anlayış ile kaleme aldığı gerek şiirleri edebiyat dünyasında tartışmalara yol açmıştır.
Lise arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rifat’la birlikte ortaya çıkardıkları Garip Akımı ile Türk şiirindeki yenilenmeyi başlatmıştır. 3 arkadaşın birlikte yayımladığı Garip’ten 5 yıl sonra Rahatı Kaçan Ağaç’ta ise toplumumuzdaki yoksulluk, haksızlık gibi olgulara ince bir yergiyle karşı çıkarken, bir yandan da geleneksel Türk şiiriyle uzak bağlar kurmaktan çekinmedi. 1946’da basılan kitapta Abidin Dino ve Bedri Rahmi’nin resimleri vardır. Bu kitabı da Garip akımının etkisindedir, ama daha sonraki yıllarda Kolları Bağlı Odysseus ile kendine özgü felsefi şiir akımını başlatmış, Garip Akımı’ndan uzaklaşmıştır.
“Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın.
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgarı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı.
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin.” (Rahatı Kaçan Ağaç)
Çocukların hayal dünyası Genişleyecek
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.