34,2667$% 0.04
37,4131€% 0.04
2.922,03%0,17
4.939,00%0,04
19.696,00%0,05
Miguel de Unamuno, İspanyol yazınına edebi ve felsefi boyutta damgasını vurmuş eğitimci, şair, denemeci, felsefeci ve romancıdır. İspanya’nın son sömürgelerini kaybettiği, ABD ile savaşa giriştikleri 1898 yılında İspanya’da oluşan ahlaksal, ekonomik, siyasi, sosyal yıkıntıya karşı ortaya çıkan ve Avrupalılaşmak-İspanyollaşmak tartışmasını ortaya atan 98 Kuşağı’nın önemli aydınlarındandır.
Miguel de Unamuno, 29 Eylül 1864’te Bilbao-Ronda’da 6 kardeşin 3.’sü olarak dünyaya gelir. Tüccar olan babasını altı yaşındayken kaybeder; sessiz ve içine kapanık bir çocuktur. Çocukluk döneminde yaşadığı pek çok şey, onda izler bırakacaktır. Unamuno, çocukluk dönemlerimizin ve o dönemdeki tecrübelerimizin gelecekteki hayatımızı renklendirdiğini düşünür: “Doğarken potansiyel olarak dünyaya getirdiğimiz fikirler, yaşamlarımız boyunca gelişen ve devamlılığı olan melodi gibidir.” Dramatik ve aykırı kişiliği çocukluğunda da onu yalnız bırakmaz. Gerçek iç özgürlüğü korumak için çocukluğu tüm hatıraları, etkileri ve duygularıyla saklamak gerektiğini düşünür. Tüm eserleri hatıralarının, şüphelerinin, hislerinin otobiyografik yorumu gibidir adeta.
Miguel de Unamuno, 1864
Unamuno, hastalıklı, hüzünlü ancak öğrenmeye hevesli bir gençtir. Ergenlik döneminin ilk dinî-inanç krizini on dört yaşındayken yaşar: “Kendimi bitmek bilmeyen sorunları aydınlatma korkusuyla yiyip bitiriyordum. Küçük bir defter aldım ve yeni bir felsefi yöntem geliştirmeye başladım.” Lise eğitimi bitince Madrid’e taşınırlar.
Madrid’de modern teologları okumaya başlar; Hegel okuyarak Almanca öğrenir. Danimarkalı filozof ve teolog Soren Kierkegaard’ı kendi dilinde okumak için Danimarka dilini öğrenir; 14 dil bildiği söylenir. Alman filozoflarını okuması ve inancına mantık kazandırma isteği daha önce eğitim aldığı dini alışkanlığından vazgeçmesine neden olur. Bu, onun Tanrı’yı anlama arzusundan dolayı, tüm eserlerinde ve tüm varlığında yer alacak olan dinsel uğraşını başlatır. Aynı zamanda ondaki büyük bir sorunu da temellendirir; hayatında bir saplantıya dönüşür: Ölümsüzlük arzusu ve her şeyin sonu olan ölüm korkusu.
Miguel de Unamuno, ı870
Unamono, 1883 yılında üniversite eğitimini tamamlar. Madrid Üniversitesi’nde felsefe alanında doktora yapar ve 1884 yılında “Crítica del problema sobre el origen y prehistoria de la raza basca” Köken Hakkında Eleştiri ve Bask Kökenlerinin Tarih Öncesi) teziyle de edebiyat okur. Felsefe ve edebiyat kariyerini tamamlar.
Bilbao’ya döndüğünde, evinde özel dersler verir ve Vizcaya Enstitüsü’nde geçici Latince öğretmeni olarak çalışır. 1885 yılında Colegio de San Antonio’da, Latince, psikoloji, mantık, etik, retorik hocası olarak çalışmaya başlar. 1886 yılında “Ver con los ojos (Gözlerle Görmek) adlı ilk öyküsünü yayımlar.
Miguel de Unamuno, 1880
İspanya’nın durumu Unamuno’nun yenilikçi bir üslupla makaleler yazmasına yol açar. 1894’ten itibaren Bilbao Sosyalist Grubu’na katılır; bu sebeple “Bilbao sınıflarının mücadelesi” adı altındaki makalelerini sıklıkla yazar. 1891 tarihinde Salamanca Üniversitesi Yunan Dili ve Edebiyatı profesörlüğüne getirilir. Aynı yıl çocukluğundan beri aşık olduğu Concepción (Concha) Lizárraga Ecenarro ile evlenir, 10 çocukları dünyaya gelir.
Unamuno başından beri düşüncesini Hegelci diyalektik temelinde ifade etmeye çalışır ve daha sonra din konusundaki krizlerini Spencer, Sören Kierkegaard, W. James ve H. Bergson’un farklı felsefi sezgilerinde aramaya başlar. Ancak düşüncesinde ortaya çıkan kişisel çelişkiler ve paradokslar, tutarlı bir sistemin gelişmesini engellediği için edebiyata başvurmak zorunda kalır.
Unamuno, 33 yaşlarında çok dokunaklı bir bunalım yaşar. İnancını yitirdiği ve çocukluk dünyasının duygularını arayışı nedeniyle çoğu zaman ağlar ve umutsuzluğun kıyısında bulur kendini. Evliliğinde büyük bir kaygıyla alt üst olduğu, uyuyamadığı günler geçirir; aniden onu kimsenin avutamadığı ağlamaları gelir. Karısı onu kucaklar ve şöyle der: “Neyin var oğlum?”. Ertesi gün, Unamuno inancını yeniden kazanabilmek için manastıra kapanır. “Ani ve şiddetli bir bunalım geçirdim. Yaşadığım hayatı karım ben ağlarken “oğlum” deyip beni kurtardığı an anladım. Oğlum demesi bana çocukluk günlerimi hatırlattı.”
Miguel de Unamuno ve karısı Concepción Lizárraga Ecenarro
O yıllarda (1898) İspanya’nın politik ve sosyal yapılanması gibi en önemli meselelerin sorumluluğunu alan yazar ve entelektüeller “98 Kuşağı” olarak adlandırılmıştır. 98 yazarları, toplumu yenilikçi ve eleştirel yönden geliştirmeye çalışarak, tamamen İspanya’nın sorunlarına odaklanmışlardır. Tüm yazarlar İspanya’nın ve İspanyolluğun tarihi olarak özünü ve ne ifade ettiğini bulmaya çalışırlar.
Tarihsel roman ya da romanlaştırılmış tarih diye nitelediği ve konusu, çocukluk yıllarına rastlayan Carlista Savaşları olan Paz en la guerra (Savaşta Barış) adlı ilk romanı 1897 yılında yayımlanır.
1902 yılında yayımlanan Amor y Pedagogia (Aşk ve Pedagoji) romanı ironik olmasının yanında trajedik öğelerde barındıran, çocuğunu tamamen bilimsel yöntemlerle yetiştirmek isteyen garip baba Don Avito’nun ve sonrasında doğan çocuğu merkeze aldığı romanıdır.
“Diyordum ki evladım, sağduyulu kişilerle fazla temas etme çünkü hiç saçmalamayan birisi, yemin olsun sana aptalın önde gidenidir. Özel bir şırıngayla herkesin şakaklarından kanına dört paradoks, üç kaos ve bir ütopyadan oluşan bir serum zerk edebilsek kurtulurduk. Cehalet mutluluğundan kaç. İhtiyarların tecrübe dedikleri şeye inanma, günde yüz kere dua eden bir mübarek, yıllarca dua etmeyenden, dua ettiği için daha iyi biliyor değildir.“ (Aşk ve Pedagoji)
1912 yılında yayımladığı eseri Sentimiento Trágico de la Vida’da (Yaşamın Trajik Duygusu) akıl ve kalp arasında paradoksal olarak görüneni bir trajedi olarak tanımlayan Unamuno, kendi iç hesaplaşmasını bir sohbet üslubuyla okuyucuya da açarak sonunda ışık olan yola işaret eder.
“İnsan sevilmeyi veya buna eşdeğer olan şefkat görmeyi arzular insan acılarını ve kederlerinin hissedilmesini ve paylaşılmasını ister. Yol kenarında gelip geçenlere iltihaplarını veya kesik, kangrenli uzvunu gösteren dilencinin bu yaptığında bir sadaka toplama numarasından öte bir şey vardır. Sadaka, yaşamın güçlüklerine hafifletici bir yardımdan ziyade şefkattir.” (Yaşamın Trajik Duygusu)
1914 yılında, Kamu Eğitimi ve Güzel Sanatlar Bakanı Francisco Bergamín, kendisini müttefiklerin destekçisi ilan ettiği, üniversite senatörünün pozisyonuyla ilgili siyasi sorulara boyun eğmediği ve savaş müttefiklerinin lehinde tutumundan dolayı Unamuno’yu üniversite rektörlüğünden alır. 1917 yılında, İspanya kralı XIII. Alfonso’yu eleştiren yazısından dolayı hakkında yasal işlem yapılır ve hüküm giyse de; af getirilir. 1924 yılında Unamuno ve tüm muhalif aydınları görevlerinden uzaklaştırır; İspanya Krallığı Bakanlar Kurulu Konsey Başkanı general Miguel Primo de Rivero y Orbaneja ile karşı karşıya gelmesi, onun Kanarya Adaları’ndaki Fuerteventura adasına sürgün edilmesine sebep olur. Oradan Primo de Rivera rejiminin sona erdiği 1930 yılına kadar sürgün yeri olarak yaşadığı Fransa’ya kaçar.
Miguel de Unamuno
1914’te, Unamuno’nun “Nivola” adıyla karakterize ettiği kilit eseri olan Niebla (Sis) romanını yayımlar. Unamuno bu eserinde insanın varoluş amacını, duygularını, sonsuzluk isteğini sorgulamaktadır. Roman, işsiz, güçsüz baş karakter Agusto Perez’in bir gün sadece gözlerini görerek aşık olduğu Eugenia ile tuhaf ve karışık hikayesini anlatır. Agusto’nun aşık olmasıyla hayatında oluşan sisi, yani duyguları ve yaşadıklarında ki aldanışları ve bunları sorgulayışını betimler.
Düşüncelerini ifade etmek için Unamuno adını nivola olarak koyduğu kendi anlatım şeklini yaratır. Nivola, gelenekçi anlatımı reddeden romanlardır. Unamuno’ya göre esas olan (düşünce, ızdırabını gösterme, yaşamsal acı gibi) bireyin içsel analizidir ve bu yüzden onun nivolaları bir insanın analizinde toplanır. Özetlemek gerekirse, Unamuno eserlerinde mecaz yoktur, fikir vardır, ölümün kesin olan varlığına rağmen hayata dair bir mücadele söz konusudur. Erotizme her zaman karşıdır, olayları kurgular, yaşamı doğal halinden çıkararak hayal kurar.
“Günler gelip geçiyor ve aşk kalıyor. Orada nesnelerin içerilerinde, çok derinlerinde bu dünyanın akıntısı, öteki dünyanın ters akıntısı ile karşılaşıp çarpışıyor ve bu karşılama ile çarpışmadan acıların en büyüğü ve en tatlısı oluşuyor: Yaşamak acısı.” (Sis)
Miguel de Unamuno, eşi ve çocuklarıyla
Unamuno, İncil’deki Habil ile Kabil’in kavgasının modern çağa uyarlanışı olarak yorumlanan ünlü kısa romanı, Abel Sanchez’i (Habil Kabil) 1917 yılında yayımlar.
“Ve her insan, içinde temel yedi erdemi ve karşıtı yedi erdemsizliği taşır: Kendini beğenmiştir ve alçakgönüllüdür, obur ve kanaatkardır, kösnül ve edeplidir, kıskanç ve iyilikseverdir, cimri ve eli açıktır, tembel ve çalışkandır, öfkeli ve acı çekendir. Ve kendisinden diktatör de köle de, katil de aziz de, Kabil ve Habil de yaratır.“(Habil Kabil)
Miguel de Unamuno, 1924
1930 yılında tekrar, Salamanca Üniversitesi Rektörü ve Yüksek Ulusal Kültür Şûrası Başkanı olur. Al Servicio de la República adlı küçük bir entelektüel partiden aday olur; 1931-1933 yılları arasında milletvekili seçilir. Ancak bu olumlu değişim General Francisco Franco tarafından yok edilir ve İspanyol Sivil Savaşı patlak verir.
Edebiyat kariyerine enternasyonalist olarak başlayan Miguel de Unamuno artık nasyonalisttir. İspanya’nın fazlasıyla dış güçlerin etkisine girdiğini düşünür; bu kaygılarla çok kısa bir süre Franco’ya karşı hoşgörülü olsa da; Franco ’nun muhaliflere yaptığı uygulamalar, onu karşıt yapmakta gecikmez. Direniş cephesinde yer alınca 1936’da üniversiteden ikinci kez uzaklaştırılır.
Mıguel de Unamuno
Unamuno, İspanya’nın tarihsel ve metafizik bunalımlarını yaşamış, ülkesinin 1936’ya kadar gerçekleşen çöküntüsüne tanıklık etmiş bir düşünürdür. Bu olumsuzluklar onun bireyi ön plana çıkararak ulusal bunalımın insan yazgısını hangi boyutlara taşıdığını göstermesi anlamında önemli bir çıkış noktasını oluşturmuştur. Bu arada Kilise’nin politikaya karışması ve ileri atılan her adıma direnmesi dindar bir aile ortamında yetişen Unamuno’nun yaşamının bir döneminde ateist olmasına ve Tanrı’nın varlığı konusunda ikilemlere düşmesine yol açar. Kilise’nin iktidar yanlısı olması Unamuno’nun büyük sarsıntılar geçirmesine neden olur.
Bireyin sorununu irdeleyen Unamuno etkili bir anlatım gücüyle ülkesinin yaşadığı acıları yüreğinin derinliklerinde hissederek bunu ince bir üslupla kaleme alır. Toplumsal ve bireysel yaşamın doğal sonucu olarak ortaya çıkan sorunlara akıl ve duyguları ile düşünüp hangisinin bu sorunlara çözüm bulacağını sorgularken aklıyla yanıtlayamadığı sorunlara duygularıyla daha doyurucu yanıtlar bulduğunun farkına varır.
Miguel de Unamuno, 1924
Unamuno, diğer varoluşçularda olduğu gibi insanın önceden belirlenmiş bir plana göre yaşamadığını ve belirli bir çerçeve içerisine hapsedilemeyeceğini savunmaktadır. O, insanın başka bir insan tarafından yönlendirilmesinin, bir kalıba sokulmasının, bilimsel bir bakış açısıyla herhangi bir nesneyi inceler gibi incelenmesinin de olanaksız olduğunu düşünür. Eserlerini çoğunlukla roman ya da hikaye tarzlarında kaleme alan Unamuno felsefesini, bu tarz eserlerdeki karakterler aracılığıyla gözler önüne serer.
Sistematik olmasa da birçok sistemle barışık olan Unamuno’nun felsefesinde, insanın varoluşunu anlamlandırması ya da bir başka deyişle yaşamını anlamlı bir hale getirmesi, oldukça sancılı, zorlu ve bunalımlı bir yol olarak dikkat çekmektedir. Unamuno, akılcı davranmanın ve nesnelci bir bakış açısına sahip olmanın bu yolda işe yaramayacağını eserlerindeki karakterlerin hüsranla biten yaşamları ile gösterir. Çünkü ona göre, bir sis misali puslu, belirsiz ve trajik olan yaşam, akılcı bir bakışla değil ancak yaşayarak anlamlı hale getirilebilir. Yani Unamuno’da yaşamın anlamı, aslında insanın kendi özgür seçimleri ve kararlarıyla kısacası, kendi deneyimleri ile elde edilebilir. Ancak tabi ki, yaşamın bir gün sonlanacak olması, insanın en önemli varoluşsal durumlarından birisi olan ölümle yüz yüze gelmesine ve ölüm karşısında duyduğu tedirginlik ve ıstırap gibi duygularla baş başa kalmasına yol açmaktadır. Öyleyse yaşamın bir gün sona ereceğinin ve onu her şeyden koparacağının farkına varan insanın, yaşamını sonlandırmak yerine, yaşamını olabildiğince anlamı hale getirmeye çabalaması da önemli hale gelmektedir. Çünkü ölüm de aslında yaşamın anlamlı hale gelmesinde rol oynayan bir olanak ya da yaşamsal durum olarak nitelendirilebilir.
“Özgürlük, özgürlük, özgürlük. Tanrı beni çağırdı: Onu dinlemeliyim. Diğerlerinin bu çağrıyı anlamamasının ne önemi var? Onların kölesi gibi mi yaşamam gerekiyor? İnsan, diğerlerinin kendi hakkında edindiği izlenimle değil, kendi gerçekliğinde yaşamalı. Kendi zihnimizde; başkasının fikrinde değil.” (Günlükler)
Miguel de Unamuno
Unamuno felsefesini şiir, roman ya da dinsel türdeki eserleri yoluyla sembolik bir anlatımla dile getirmekte ve bu felsefenin özünü de bireysel yaşam oluşturmaktadır. O, felsefesinde her türlü soyutlamaya karşı somutluğu ön plana çıkartma eğilimindedir. Çünkü insanın hiçbir soyut kavram içine hapsedilemeyeceğini savunmaktadır. O, insanın ne olduğundan ya da ne olması gerektiğinden ziyade, ne olacağını ve ne olmayı istediğine odaklanmaktadır.
Unamuno’nun düşüncesinin bazı ana hatlarını eleştirmen Wayne Koestenbaum şu şekilde ifade eder: “Birincisi, onun felsefesi açık bir şekilde zaman ve mekân içindeki kendi insani durumundan beslenmektedir. İkincisi, yazıları düşünsellikten ziyade duygulu olma eğilimindedir. O, kesin fikirleri değil duyguları/hisleri ifade etmek istemektedir ve hisler sıklıkla mantıksal yorumdan daha doğru bir şekilde Unamuno’nun abartılı ve yarı-duygusal dilinde ifade edilmektedir. Üçüncüsü, onun ilgi konusu varoluşsaldır-ölüm ve kaygı, şüphe ve iman, suç ve ölümsüzlük gibi. Dördüncüsü, o Blaise Pascal ve Søren Kierkegaard gibi düşüncesine kaynaklık eden öncü varoluşçuların izini takip eder ve insan yaşamı ile dünya görüşünün inşasında öznelliği ve sezgiyi vurgulayan Arthur Schopenhauer, Friedrich Nietzsche ve William James gibi filozoflarla da yakınlık bulur. Son olarak, Unamuno’nun felsefesi, Kierkegaard’ınki gibi düşünüp tasarlanmış bir şekilde sistematik olmayan, onun varoluşla boğuşmasının bir ifadesidir…”
Miguel de Unamuno
Dili Baskça olmasına rağmen eserlerini İspanyolca yazan Miguel de Unamuno, gerek Yaşamın Trajik Duygusu’na, gerek Günlükler’e ve başta Sis olmak üzere diğer edebi eserlerine baktığımızda, ölüm ve hiçliğin Unamuno’da adeta bir takıntı haline geldiğini görürüz. Nitekim Unamuno kendi içindeki savaşı çok şiddetli bir biçimde yaşamıştır. İnancıyla olan hesaplaşmasında, inanmakla inanmamak arsındaki gidip gelmelerinde, önce inancına kesin olarak yüz çevirip sonra ona tekrar geri dönmesinde hep aynı huzursuzluğun, hiçlik karşısında duyulan huzursuzluğunun rolü vardır.
Unamuno için sanat, ruhun kaygılarını ifade etmenin bir yoluydu. Bu nedenle şiirinde ve romanında, denemelerinde geliştirdiği aynı temaları işler: Manevi ıstırap, tanrının sessizliğinin neden olduğu acı, zaman ve ölüm.
Miguel de Unamuno
Miguel de Unamuno roman dışında farklı türlerde de eserler verir. 1880’lerde deneme yazmaya başlar; bir dizi denemesinde İspanya’nın kolektif psikolojisini ve ruhunu aktarmaya gayret eder.
Kaynak
Miguel de Unamuno Yaman Adam, Hale Toledo, Unamuno Tiyatrosu, Miguel de unamuno’nun Sfenks Ve Günlükler Adlı Yapıtlarındaki Benzer Kavramlar, Antonıo Buerro Vallejo’nun Tiyatro Eserlerinde Varoluşçuluk, Miguel de Unamuno’da Varoluş ve Yaşamın Anlamı Sorunu, Unamuno Ve Scheler’de Trajik Kavramı, Miguel de Unamuno’nun Eserlerinde Kıskançlık Motifi Ve Abel Sânchez, 48. Mıguel de Unamuno
Simone Signoret’in Filmleri ve Hayatı
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.