34,2717$% -0.01
37,4955€% -0.02
2.934,10%0,22
4.969,00%0,93
19.822,00%0,94
Dünya edebiyatının en önemli yapıtlarından olan İki Şehrin Hikâyesi, Paris ve Londra arasında gelişen olay kurgusuyla, tarihin en hareketli anlarından birinin, Fransız Devrimi’nin ekseni etrafında biçimlenir. Edebiyat dünyasının “Dickens’ın en büyük tarihî romanı”, yazarın kendisinin ise “yazdığım en iyi hikâye” diye tanımladıkları yapıt, Fransız Devrimi’nin Terör döneminde, Paris’in öfkeli, kana bulanmış sokaklarında, giyotinin gölgesinde yaşamak zorunda kalan bir grup insanın hayatına odaklanır.
On sekiz yıl yattığı Bastille Hapishanesi’nden çıkan Doktor Manette’ le, İngiltere’ye gönderdiği kızının Londra’da sürdürdükleri yaşamları, yollarının tekrar Paris’e düşmesiyle iradeleri dışında bir seyir kazanır. Sürükleyici gerilimi, güçlü lirizmiyle devrimi, toplumsal mücadeleyi, zalimliği, yoksulluğu ve aşkı çağının nabzını da tutarak olanca ihtişamıyla anlatan İki Şehrin Hikâyesi, bu nitelikleriyle hem klasik edebiyatın zirvelerinden hem de tarihin en güçlü hikâyelerinden biridir.
1960 yılında yayımlandığından bu yana bütün edebiyatseverlerin gönlünde özel bir yer edinen, Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek, Amerika’nın güneyinde yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği bir çocuk kahramanın, Scout Finch’in gözünden anlatıyor.
Harper Lee, kullandığı yalın ama çarpıcı dil aracılığıyla adalet, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılık gibi hâlâ güncel temaları, Scout’ın büyüyüş öyküsüyle birlikte dokuyarak, iyilik ve kötülüğü hem bireysel hem de toplumsal düzeyde mercek altına alıyor. Bir “zenci”nin haksız yere suçlanması üzerinden gelişen olaylar; önyargılar, riyakârlık, sınıf ve ırk çatışmalarıyla beslenen küçük Amerikan kasabasının sınırlarını aşıp, insanlar arası ilişkide adaletin ve dürüstlüğün önemini anlatan evrensel bir hikâyeye dönüşüyor. Etkileyici gerçekliği ile ürperten, “insani” vurgusuyla sarıp sarmalayan, çağdaş dünya edebiyatının en önemli örneklerinden biri olan bu klasik roman, Ülker İnce çevirisiyle tekrar Türkçede.
“İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır.”
Emir ve Hasan, Kabil’de monarşinin son yıllarında birlikte büyüyen iki çocuk… Aynı evde büyüyüp, aynı sütanneyi paylaşmalarına rağmen Emir’le Hasan’ın dünyaları arasında uçurumlar vardır: Emir, ünlü ve zengin bir işadamının, Hasan ise onun hizmetkârının oğludur. Üstelik Hasan, orada pek sevilmeyen bir etnik azınlığa, Hazaralara mensuptur.
Çocukların birbirleriyle kesişen yaşamları ve kaderleri, çevrelerindeki dünyanın trajedisini yansıtır. Sovyetler işgali sırasında Emir ve babası ülkeyi terk edip California’ya giderler. Emir böylece geçmişinden kaçtığını düşünür. Her şeye rağmen arkasında bıraktığı Hasan’ın hatırasından kopamaz.
Uçurtma Avcısı arkadaşlık, ihanet ve sadakatin bedeline ilişkin bir roman. Babalar ve oğullar, babaların oğullarına etkileri, sevgileri, fedakârlıkları ve yalanları… Daha önce hiçbir romanda anlatılmamış bir tarihin perde arkasını yansıtan Uçurtma Avcısı, zengin bir kültüre ve güzelliğe sahip toprakların yok edilişini aşama aşama gözler önüne seriyor.
Uçurtma Avcısı’nda anlatılan olağanüstü bir dostluk. Bir insanın diğerini ne kadar sevebileceğinin su gibi akıp giden öyküsü…
“Ne güzel bir şeker portakalı fidanıymış bu! Hem bak, dikeni de yok. Pek de kişilik sahibiymiş, şeker portakalı olduğu ta uzaktan belli. Ben senin boyunda olsaydım başka şey istemezdim.”
“Ama ben büyük bir ağaç istiyordum.”
“İyi düşün, Zezé. Henüz gencecik bir fidan bu. Bir gün koca bir ağaca dönüşecek. Seninle beraber büyüyecek. İki kardeş gibi iyi anlaşacaksınız. Dalını gördün mü? Bir tanecik dalı olsa da sanki özellikle senin binmen için hazırlanmış bir ata benziyor.”
Brezilya edebiyatının klasiklerinden Şeker Portakalı, José Mauro de Vasconcelos’un başyapıtı kabul edilir. Yetişkinler dünyasının sınırlamalarına hayal gücüyle meydan okuyan Zezé’nin yoksulluk, acı ve ümit dolu hikâyesi yazarın çocukluğundan derin izler taşır.
Beş yaşındaki Zezé hemen her şeyi tek başına öğrenir: sadece bilye oynamayı ve arabalara asılmayı değil, okumayı ve sokak şarkıcılarının ezgilerini de. En yakın sırdaşıysa, anlattıklarına kulak veren ve Minguinho adını verdiği bir şeker portakalı fidanıdır…
Şeker Portakalı’nın başkahramanı Zezé’nin büyüdükçe yaşadığı serüvenleri, yazarın Güneşi Uyandıralım ve Delifişek romanlarında izleyebilirsiniz.
Simyacı, dünyaca ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho`nun üçüncü romanı. 1996 yılından bu yana Türkiye`de de çok okundu, çok sevildi, çok övüldü bu kitap.Bir büyük Doğu klasiği olan Mevlana`nın ünlü Mesnevi`sinde yer alan bir küçük öyküden yola çıkarak yazılan bu roman, yüreğinde çocukluğunun çırpınışlarını taşıyan okurlar için bir “klasik” yapıt haline geldi.
Simyacı, İspanya`dan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago`nun masalsı yaşamının öyküsü. Ama aynı zamanda bir “nasihatname”; “Yazgına nasıl egemen olacaksın? Mutluluğunu nasıl kuracaksın? Gibi sorulara yanıt arayan bir yaşam ve ahlak kılavuzu. Mistik bir peri masalına benzeyen bu romanın, dünyanın dört bir yanında bunca sevilmesinin gizi, kuşkusuz bu kılavuzluk niteliğinden kaynaklanıyor.
Simyacı`yı okumak, herkes daha uykudayken şafak vakti uyanıp, güneşin doğuşunu izlemeye benziyor.
Yetişkinlerin olmadığı ıssız bir adada bir avuç çocuk yaşamını nasıl devam ettirir? Çocukların hayatta kalma içgüdüleri iyi yönde mi yoksa kötü yönde mi gelişir? William Golding’in 1983 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanmasında önemli yere sahip olan Sineklerin Tanrısı adlı eser; dehşete kapılarak okuyacağınız, çocuklar üzerinden insanın vahşi doğasının ele alındığı alegorik bir roman. İnsan doğasına farklı bir açıdan bakmanızı sağlayan eser, Golding’in insanlık hakkındaki düşüncelerini ve tahlillerini içeriyor. Her yaştan insanın soluksuz okuyacağı romanda sizi neler beklediğinden kısaca bahsedelim.
“Sineklerin Tanrısı” adlı eseri neden okumalısınız?
İnsanın özden gelen iyiliğini ve kötülüğünü ele alan yazar; toplumda baskın olan insanın diğer insanları iyi veya kötü eylemler bakımından nasıl etkilediğini anlatıyor. Doğuştan liderlik özelliğine sahip Ralph ve Jack arasında geçen lider olma kavgasını anlatan roman, 262 sayfadan oluşuyor. Liderlik çekişmesinin yanında Golding, Sineklerin Tanrısı eserinde kişinin yaşadıklarından ve çevresinden dolayı iyi veya kötü özelliklerinin yer değiştirebileceğini vurguluyor. Derin karakter analizleri ve eylemleriyle yazar, eserinde çocukların bile istekleri uğruna nasıl çıkarcı ve vahşice davranabileceklerini gözler önüne seriyor.
Bunları biliyor muydunuz?
William Golding’in Sineklerin Tanrısı eserinin yayınevleri tarafından birçok kez reddedildiğini biliyor musunuz? Peki, en çok yasaklanan Amerikan edebiyat kitapları arasında olduğundan veya yasaklanmasına rağmen dünyanın dört bir yanındaki okullarda okutulduğundan haberiniz var mı? Orijinal dili İngilizce olan roman, Özay Süsoy’un yaptığı çeviriyle ilk defa 1969 yılında İşte Bizim Dünya ismiyle yayımlanır. Romanın sonraki yıllarda Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından gerçekleştirilen çevirisini ise İngiliz edebiyatı profesörü olan Mina Urgan üstlenir. Modern klasik bir yapıt olarak kabul edilen roman, Golding’in romanları arasında ilk ve en çok ses getiren eseri olarak yer alır. Stephen King gibi birçok ünlü yazarın da beğenisini kazanan roman, çeşitli müzik gruplarına da ilham kaynağı olur. Iron Maiden’ın “Lord of the Flies” şarkısı, Golding’in romanından izler taşır. Bu çarpıcı romanı okuduktan sonra dilerseniz 1990 yılında yönetmen Harry Hook tarafından “Lord of the Flies” (IMDb: 6.9) adıyla sinemaya uyarlanan filmi izleyerek esere farklı bir pencereden bakabilirsiniz.
Bu kitabı sevenler için diğer önerilerimiz
1993 yılında hayata gözlerini yuman William Golding’in Sineklerin Tanrısı adlı romanıyla birlikte 18 adet eseri bulunuyor. Yazarın bu çarpıcı eserini okuduktan sonra dilerseniz Çatal Dil ve Görünür Karanlık adlı romanlarına göz atabilir, Golding’in dünyasında sürükleyici bir seyahate çıkabilirsiniz.
Gülün Adı
İtalyan bilim insanı ve tarihçi Umberto Eco’nun ilk romanı olan Gülün Adı, okurlarıyla buluştuğu 1980 yılından günümüze dünya çapında büyük ses getirmeye devam ediyor. Yazarının adını dünya edebiyatının unutulmazları arasına kazıyan roman, kurgusal düzleminin ötesinde devasa bir tarihe ışık tutuyor.
Orta Çağ’ın Hristiyan toplumunu ve çeşitli dini oluşumlarını konu edinen Gülün Adı, kurgusu ve sürükleyici anlatımıyla aynı zamanda polisiye ve gizem türlerinin özelliklerini de yansıtıyor. Bu kitap ile bir yandan macera dolu bir okuma deneyiminin tadına varırken, diğer yandan edebiyat ve tarih birikiminize büyük katkılar sağlayacaksınız.
Orta Çağ’da Nefes Kesici Bir Serüvene Hazır Mısınız?
Gülün Adı, tümüyle Orta Çağ zihniyetinin hakim olduğu 13’üncü yüzyılda geçiyor. Mekan olarak da Katolik Hristiyanlığın kalesi konumundaki İtalya’yı merkeze alan roman, genel bağlamda İmparatorluk ile Papalık arasındaki anlaşmazlıkları konu ediniyor. Romanın çekirdek olay örgüsünde ise büyük bir manastırda işlenen cinayet şüphesi yer alıyor.
Eserin ana kahramanı olarak okurları, aynı zamanda anlatıcı konumundaki Dom Adso adlı genç bir Hristiyan karşılıyor. Üstadı Baskerville’li Rahip William ile birlikte bir manastıra gitmekle görevlendirilen Adso, yaşadıklarını tüm detaylarıyla sayfalara aktarıyor. Adso’nun gözlemleri ile yedi günlük bir zaman dilimini kapsayan roman, etkileyici tasvirleri ve dönemi yansıtan dili ile okurlarını tam anlamıyla bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.
Geçmişin Ruhu, Modern Bir Yapıtla Yeniden Canlanıyor
Umberto Eco; tarihçi, filozof, semiolog (göstergebilimci) ve Orta Çağ uzmanı olmasının yanı sıra James Joyce hakkındaki kapsamlı çalışmalarıyla da biliniyor. Joyce’un dünyanın en güçlü modernist romanı olarak değerlendirilen Ulysses adlı yapıtı, etkisini Eco’nun romanında da güçlü bir şekilde hissettiriyor.
Gülün Adı’nı süslü bir dil ve bir o kadar da modern bir üslupla kaleme alan Eco, böylece dünya edebiyatına oldukça zengin bir yapıt sunuyor. Roman, bu yönüyle Fransa’nın en önemli gazetelerinden olan Le Monde’un hazırladığı “Yüz Yılın Yüz Kitabı” listesinde de yer almayı başarıyor.
En Sevilen Kitaplara Hemen Şimdi Sahip Olun!
Dünyanın en iyi romanları arasında gösterilen Gülün Adı’nı yoksa siz hala okumadınız mı? Bu değerli yapıtı hemen şimdi sipariş verin, sepete özel avantajlardan yararlanarak kütüphanenizi zenginleştirmenin ayrıcalığı yaşayın!
Büyülü bir gerçeklik dünyasında 100 yıllık serüvene ne dersiniz? Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’in başyapıtı niteliğinde olan “Yüzyıllık Yalnızlık” romanı, büyülü gerçeklik akımının en ihtişamlı örneklerinden biri olarak sizi 100 yıl süren olağanüstü bir gezintiye çıkarıyor. Bu eser; Marquez’in roman, öykü ve gezi gibi pek çok farklı türde kaleme aldığı eserler arasında her dönem popülerliğini koruyor. Fantastik kurgunun gerçekçi bir anlatım ile zenginleşmesiyle dünya edebiyatının kült eserleri arasında yer almayı başaran “Yüzyıllık Yalnızlık” romanını bu denli ihtişamlı kılanın ne olduğuna bir bakalım.
“Yüzyıllık Yalnızlık” adlı romanı neden okumalısınız?
Nobel Ödüllü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez, 464 sayfalık ünlü romanı “Yüzyıllık Yalnızlık”ı yazarken kendi kişisel tarihinden etkilendiğini belirtiyor. Özellikle romanda öne çıkan özgün anlatım biçiminin, babaannesinin karakteriyle yakından ilgili olduğunu söylüyor. Gabriel Garcia Marquez, “Yüzyıllık Yalnızlık” romanını 1967 senesinde Meksika’ya ilk gidişinde kaleme alıyor ve ortaya başyapıt diyebileceğimiz bu eser çıkıyor. Marquez; eserini, çocukluğunu geçirdiği Aracataca kasabasının adını “Macondo” ile değiştirerek fantastik bir anlatım üzerinden şekillendiriyor. “Çocukluk günlerini sanatsal bir dille arkada bırakmak” isteyen yazar, bu fantastik anlatım tekniği ile büyülü gerçeklik akımının da en önemli temsilcisi olmayı başarıyor. Marquez, kitabı yazarken yaşadığı çocukluğu ve onu etkilemiş her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceği bir yol olarak gördüğünü dile getiriyor. Roman, Buendia ailesinin bir büyü neticesinde 100 yıl süren bir lanetle yaşamak zorunda kalmalarını konu ediniyor. Kitabın anlatımı; ailenin son üyesi olan Aureliano’nun, Melquides adlı olağan dışı güçlere sahip bir çingenenin el yazmalarını okuması üzerinden şekilleniyor.
Bunları biliyor muydunuz?
Gabriel Garcia Marquez’in iki yıldan kısa sürede tamamladığı “Yüzyıllık Yalnızlık” romanı ile 1982 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığını duymuş muydunuz? Eserin yazım aşaması kısa sürse de “Yüzyıllık Yalnızlık”, 15-16 yıllık düşünsel birikim ile oluşur. Bu durum da romanın kurgu ve anlatım açısından bu denli zengin olmasının en önemli nedenlerinden biri. Çevirisi Seçkin Selvi tarafından yapılan ve Can Yayınları’nın Çağdaş Dünya Yazarları Dizisi’nin en önemli eserlerinden biri olan roman, Latin edebiyatının en güçlü eserleri arasında yer alır. Kolombiyalı Cumhurbaşkanı Juan Manuel Santos’un “bugüne kadar yaşamış en büyük Kolombiyalı” olarak değerlendirdiği yazar, 2014 yılında 87 yaşında hayata veda eder.
Bu kitabı sevenler için diğer önerilerimiz
Gabriel Garcia Marquez’in “Yüzyıllık Yalnızlık” isimli romanını okuduktan sonra dilerseniz “Kırmızı Pazartesi”, “Aşk ve Öbür Cinler”, “Benim Hüzünlü Orospularım”, “Kolera Günlerinde Aşk” ve “Şer Saati” adlı eserlerine de göz atabilirsiniz.
Ütopya ülkesinden uzak, hayal gücünüzün sınırlarını zorlayacak bir felakete tanık olmaya ne dersiniz? Öyleyse distopik dünyalarla tanıştıralım! İlk defa İngiliz filozof John Stuart Mill tarafından, “kötü bir yer” anlamında kullanılan “distopya” sözcüğü pek çok edebî türün de ayrılmaz bir parçası. Modern toplumun olası sorunlarını post apokaliptik bir zamanda tüm çıplaklığıyla kaleme alan Jose Saramago’nun “Körlük” adlı kitabı ise distopik roman kültürünü zirveye taşıyan, her yaş grubuna hitap eden kült bir yapıt. Sürükleyiciliğiyle soluksuz okuyabileceğiniz bu kitabı, baştan sona aynı merak ve heyecan içinde okuyacağınızdan eminiz! Gelin, çok beğeneceğinizi düşündüğümüz bu romanın içeriğinden kısaca bahsedelim.
“Körlük” adlı kitabı neden okumalısınız?
Roman, gerek üslup gerek konu bakımından oldukça dikkat çekici. Diğer distopik roman türlerine kıyasla adı bilinmeyen bir ülkede geçmesi ve olayların yine adı bilinmeyen karakterler etrafında gelişmesiyle ayrışıyor. Toplam 336 sayfadan oluşan kitap; alegori, bilim kurgu ve psikolojik ögeleri barındırıyor. Biri çocuk olmak üzere yedi kişi üzerine odaklanan roman; insanlığın bir anda karanlık yerine beyaz bir körlüğe bürünmesine, karantinaya alınmasına ve kaotik bir toplum düzeni içinde yaşamaya zorlanmasını konu ediyor. Yazar, kitapta özellikle insanların zor koşullarla karşılaştığında ortaya çıkan karanlık yüzünü, bencilliğini ve akıl almaz davranışlarını çarpıcı bir gerçeklikle okurlarına aktarıyor.
Bunları biliyor muydunuz?
Jose Saramago’nun romanlarının yanı sıra aynı zamanda deneme, oyun, günlük, öykü ve şiir yazdığını da biliyor muydunuz? Bilhassa romanlarıyla pek çok ödüle layık görülen Saramago, edebî eserlerinin asıl meyvesini 1998 yılında sahip olduğu Nobel Edebiyat Ödülü’yle alır. Kitapta nokta ve virgül dışında herhangi bir noktalama işareti kullanmayan yazar, bütün eserlerinde olduğu gibi bu romanında da kendine has düz yazı biçimine bağlı kalır. Dahası romanda olayların yaşandığı yerin ve karakterlerin adının belirtilmemesinin en önemli nedeni, yazarın tamamen evrensel bir eser ortaya koymak istemesinden kaynaklanır. Orijinal dili Portekizce olan kitabın asıl adı, “Ensaio sobre a cegueira”. Özgün dilinde ilk defa 1995 yılında Brezilya’da yayımlanan kitabın, Türkiye’deki okurlarıyla ilk buluşması 2008 yılında gerçekleşir. Belirli bir dönem boyunca Aykut Derman tarafından çevrilen kitabın, 2017 yılında yayımlanan çevirisi ise Işık Ergüden’e ait. Roman, Brezilyalı yönetmen Fernando Meirelles tarafından 2008 yılında sinemaya uyarlanarak pek çok okura aynı atmosferi yeniden yaşatır. Dilerseniz siz de bu kitabı okuduktan sonra “Körlük” (IMDb: 6.6) filmini izleyip kitapla karşılaştırabilir, kurguyu ve karakterleri farklı bir pencereden değerlendirebilirsiniz.
Bu kitabı sevenler için diğer önerilerimiz
2010 yılında hayata gözlerini kapatan yazarın, 17 adet romanı daha bulunuyor. Dilerseniz “Körlük” adlı kitabını okuduktan sonra yazarın, bu kitabın devamı niteliğinde kaleme aldığı “Görmek” isimli romanına göz atabilir, seriye kaldığınız yerden aynı heyecanla devam edebilirsiniz.
Tarihsel olaylara dayanan romanlar okumayı sever misiniz? Öyleyse Rus yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy’un kaleme aldığı Savaş ve Barış adlı tarihî romanı ilgiyle okuyacaksınız! Gelin, Fransız ve Rus tarihinden pek çok detayın yer aldığı romanın içeriğine biraz değinelim.
“Savaş ve Barış” adlı kitabı neden okumalısınız?
Tolstoy’un yazdığı Savaş ve Barış adlı roman, 2 ciltten ve 1808 sayfadan oluşuyor. Roman, Napolyon döneminde gerçekleşen Rusya-Fransa arasındaki savaşı konu alıyor. Ancak yazar, eserinde sıcak savaştan ziyade savaşın bireyler ve toplumlar üzerindeki etkisini ele alıyor. Yüzlerce karakterin yer aldığı hikâye, 5 aristokrat ailenin etrafında dönüyor. Özgün dili Rusça olan eser, dönemin aristokratlarının yaşam tarzını yansıttığı için oldukça fazla Fransızca kelime ve cümle içeriyor. Fransızca kelime ve cümleler, eserin orijinalinde olduğu gibi Türkçe çevirisinde de aynen yer alıyor ve ilgili kısımların Türkçe tercümeleri dipnot şeklinde okura sunuluyor. Siz de Tolstoy’un bu kült romanını okuyarak Rusya ve Fransa tarihi hakkında bilgi edinebilir, insanlık var oldukça varlığını sürdürecek olan savaş ve barış kavramları hakkında farklı bakış açıları kazanabilirsiniz.
Bunları biliyor muydunuz?
Tolstoy’un yazdığı Savaş ve Barış adlı romanın 2009 yılında Newsweek tarafından hazırlanan “Top 100 Kitaplar” listesinde 1. sırada yer aldığını biliyor muydunuz? Tolstoy’un farklı sonlarla pek çok kez yayımlattığı eserinin ilk hâli, 1865-1867 yılları arasında Rus Habercisi gazetesinde “1805 Yılı” adıyla yayımlanır. Eserin son hâli ise özgün dili Rusçada orijinal adı “Война и миръ (Voyná i Mir)” olarak 1869 yılında yayımlanır. Eserin Latin harfli ilk Türkçe baskısı, Ali Kâmi Akyüz çevirisiyle 1938 yılında Hilmi Kitabevi aracılığıyla Türkiye’deki okurlarla buluşturulur. Yıllar boyunca pek çok çevirmen tarafından çevrilip çeşitli yayınevleri tarafından yayımlanan roman, 1943 yılında da Nazım Hikmet ve Zeki Baştımar ortak çevirisiyle MEB Yayınları tarafından basılır. 2016 yılında ise Hasan Ali Yücel Klasikleri dizisinde yer almak üzere Tansu Akgün çevirisiyle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanır. Yayımlandığı ilk yıllardan itibaren dünyanın dört bir yanındaki okurların ilgisini üzerine toplayan eser, pek çok kez beyaz perdeye de aktarılır. Bu etkileyici eseri, izleyici olarak da değerlendirmek isterseniz orijinal adı “Voyná i Mir” olan ve Sergey Bondarçuk yönetmenliğinde çekilen, Yabancı Dilde En İyi Film Oscarı’na sahip 1965 Sovyetler Birliği yapımı “War and Peace” (IMDb: 8.3) filmini izleyebilirsiniz.
Bu kitabı sevenler için diğer önerilerimiz
Savaş ve Barış adlı romanı beğendiyseniz Tolstoy’un Anna Karenina, İnsan Neyle Yaşar?, İvan İlyiç’in Ölümü, Diriliş, Sivastopol, İtiraflarım, Kazaklar, Aile Mutluluğu, Üç Ölüm, Sanat Nedir?, Efendi ile Uşağı ve Kreutzer Sonat adlı diğer eserlerine de göz atabilirsiniz.
Tanrı’yı öldüren filozof Nietzsche’nin iç dünyasına farklı bir perspektiften bakmak ister misiniz? Irvin D. Yalom, Nietzsche Ağladığında romanında karakterler aracılığı ile insanı hayata dair ümitsizlikleri ve çaresizlikleriyle yüzleştiriyor. Kendinizi bir anda hayatı sorgularken; ölüm, yaşam ve varoluş kavramları arasında gidip gelirken buluyorsunuz. Psikoloji, felsefe ve edebiyatın iç içe olduğu bu romana daha yakından bakalım.
“Nietzsche Ağladığında” adlı kitabı neden okumalısınız?
19. yüzyıl Viyana’sında geçen roman, bizlere tarihte iz bırakmış isimlerle dantel gibi incelikle işlenen bir kurgu sunuyor. Baş döndüren bir kadın olan Salomé, psikanalizin kurucularından ünlü doktor Breuer ve henüz kimsenin tanımadığı, yalnızlığı dost edinmiş Nietzsche. Yazar Irvin D. Yalom, bizleri iç dünyasının karmaşasında boğulmuş Nietzsche’yi kurtarmaya çalışan Dr. Breuer’in seanslarına götürüyor. Nietzsche’nin hastalığını kabul etmemesi, Dr. Breuer’in onu iyileştirmeye çalışırken aslında kendine ışık tutmasıyla okuyucu; birbirini aydınlatan iki insanla baş başa kalıyor. Aydınlık ve karanlık arasında gelgitler yaşayan karakterlere sayfaları çevirdikçe okuyucu da eşlik ediyor. Romanı okurken hayata dair önemli sorularla karşılaşıyor ve kendinizi bu sorulara cevap ararken buluyorsunuz. Eser, her sayfasıyla sizi daha da içine çekerek asıl hastanın kim olduğunu sorgulatıyor. Kurgu ile gerçeği harmanlayan ve 432 sayfadan oluşan roman, hayata dair aforizmaları ile baş ucu kitabı olmayı başarıyor.
Bunları biliyor muydunuz?
Psikoloji, felsefe ve edebiyatın bir araya gelebileceğini bizlere gösteren ve 1992 yılında kaleme alınan Nietzsche Ağladığında adlı kitabın Türkçe’ye çevirisi Aysun Babacan tarafından yapılır. Psikiyatri literatürüne “varoluşçu psikoterapi” kavramını kazandıran psikiyatr ve yazar Irvin D. Yalom’un psikoloji alanında birçok eseri bulunur. Yazar, mesleği nedeniyle insan ve insanın iç dünyasına duyduğu ilgiyi edebiyatla birleştirerek bilinçaltına yaptığı yolculukları okuyucularla buluşturur. Bodrum ve İstanbul’a yaptığı ziyaretlerde Türk psikiyatristlerle bir araya gelip alanında edindiği tecrübeleri aktararak Türk psikiyatristlere ışık tutan yazar, Nietzsche Ağladığında eseriyle dünya çapında büyük bir beğeni kazanır. 2007 yılında roman, “When Nietzsche Wept/Nietzsche Ağladığında” (IMDb: 6.6) ismiyle yönetmen Pinchas Perry tarafından beyaz perdeye aktarılır.
Bu kitabı sevenler için diğer önerilerimiz
91 yaşındaki yazar Irvin D. Yalom’un ruhsal dünyaya yolculuğu bu romanla sınırlı kalmıyor. Nietzsche Ağladığında kitabında olduğu gibi terapi koltuğuna misafir olmak isterseniz yazarın Divan ve Aşkın Celladı ve Diğer Psikoterapi Öyküleri adlı eserleri sizleri bekliyor. Ayrıca Çift Terapisi, Cinsel Terapi, Çocuk Terapisi ve Ergen Terapisi gibi herkesin mutlaka okuması gereken eserleri de bulunuyor.
Yaşlı Adam ve Deniz, HEMINGWAY’in en ölümsüz eserlerinden biridir. Yaşlı bir Kübalı balıkçının açık denizde Gulf Stream’e kapılmış olarak dev bir kılıçbalığıyla olan can yakıcı mücadelesini son derece sade ve kuvvetli kelimelerle anlatır. Bu hikâyesiyle Hemingway, yenilgiye karşı cesaret, kayba karşı şahsi başarı temasını kendine has modern üslubuyla yeni baştan heykelleştirmiştir.
Uğultulu Tepeler
Genç yaşta hayatını kaybeden Emily Jane Brontё’nin tek romanı olan Uğultulu Tepeler, okuyucu üzerinde büyük etki bırakıyor. Aynı zamanda bir şair olan yazar, şiirsel anlatım yeteneğini bu eserde de göstererek keyifli bir okuma sunuyor. İngiliz edebiyatının klasikleri arasında yer alan başarılı roman, oldukça farklı kurgusu ile okuyucuda merak uyandırıyor.
Aşk romanı olarak nitelendirilen bu eser, barındırdığı psikolojik ögelerle zenginleşerek beklentinin çok daha ötesine geçiyor. Victoria Dönemi’ni başarılı şekilde yansıtan kitabın, ayrıca yazarın hayatından da gerçek izler taşıdığı düşünülüyor.
Saplantılı Bir Aşkın Peşinden Sürüklenen Hayatlar
Uğultulu Tepeler, Heathcliff ve Catherine’in, kendi hayatlarının yanı sıra pek çok insanın da hayatına etki eden aşkını konu ediniyor. Catherine’in babası, çıktığı bir iş seyahatinden yanında bir erkek çocukla birlikte dönüyor. Evlat edindiği bu çocuğa Heathcliff adını veriyor.
Heathcliff’in yeni ailesi içerisinde en iyi anlaştığı kişi Catherine oluyor ve bu sayede başlayan dostlukları giderek aşka dönüşüyor. Fakat aralarındaki bu aşk, yıllar geçtikçe masumiyetini kaybetmeye başlıyor. Aşk ile saplantıyı ayıran ince çizginin sınırlarında dolaşan karakterler, bu şiddetli duygunun girdabında kendileriyle birlikte başka hayatların da boğulmasına sebep oluyor.
Victoria Dönemi’nin Soğuk Rüzgarlarını Hissedeceksiniz
Uğultulu Tepeler, okuyucuya alışıldığı gibi romantik bir aşk hikayesi sunmuyor. Eser, Victoria Dönemi’nin donuk ilişkilerini ve bastırılmışlığın olumsuz dışa vurumunu gotik üslubu ile fazlasıyla yansıtıyor. Kitabı zaman zaman psikolojik gerilim türüne yaklaştıran olağanüstü kurgu, okuyucuya sürükleyici bir hikaye sunuyor.
Kitap, birbirinin tamamen zıttı duygular olarak bilinse de, aşkın nefrete, sadakatin ihanete ne kadar kolay dönüşebildiğini ortaya koyuyor. Bununla birlikte, nefretin beraberinde getirdiği intikam duygusunun insanı körleştiren ve acımasızlaştıran yanını gözler önüne seriyor.
En Sevilen Kitaplara Hemen Şimdi Sahip Olun!
Bu romanın etkisinden çıkamayacaksınız! Yazarın Uğultulu Tepeler’deki başarısı, yazdığı ilk ve tek roman olduğu da göz önünde bulundurulduğunda şaşkınlık uyandırıyor. Brontё’nin 30 yaşında hayatını kaybetmesi ve yazmak için daha çok zamanının olmaması, İngiliz edebiyatı adına büyük kayıp olarak gösteriliyor. Siz de bu etkileyici yazarla tanışmak ve Heathcliff ile Catherine’in sürükleyici hikayesine tanıklık etmek için bu kitabı hemen sepete ekleyin!
İnsan olmak, gerçek insan, etiyle kemiğiyle insan olmak bile ağır gelir bize. Utanırız bundan, insan olmayı yüz karası sayarız, benzeri olmayan toplumsal birtakım insanlar olmak için çabalarız. Ölü doğmuş insanlarız biz ve uzun zamandır canlı babaların çocukları değiliz, giderek daha çok hoşlanıyoruz böyle doğmuş olmaktan. Zevk duyuyoruz bundan. Çok yakın bir gelecekte bir şekilde düşüncelerden doğmanın yolunu bulacağız.
Dostoyevski’nin Gogol etkisinden kurtularak kendi sesiyle verdiği ilk büyük yapıt olan Yeraltından Notlar, Avrupa’daki büyük varoluşçu edebiyatı müjdeleyen bir roman. Kitap, okuruna yeraltı diye adlandırdığı bir ruh halinden seslenen karakterin uzun, çılgınca söyleviyle başlıyor. Ardından, bu ahlakçı, uyumsuz, dürüst kişinin yaşadığı bir aşağılanma olayı anlatılıyor. Yüz elli yıldır okunan gerçek bir başyapıt.
Bir taşa bakarken tiksinti hissiyle kendi varlığının saçmalığına yönelen bir adamın peşine takılmaya ne dersiniz? Varoluşçu felsefenin manifestosu sayılabilecek “Bulantı” romanı, yetişkin yaş grubuna hitap ediyor. Jean-Paul Sartre’ın kült eserlerinden biri olan roman, başkahramanın dünya ve kendisinin dünyadaki yerini anbean sorgulayarak sizi de bu sorguya ortak ediyor. Felsefi bir roman olan eserin felsefe öğelerini barındırmasına rağmen sürükleyici anlatımıyla merakınızı cezbedeceğinden eminiz! Gelin, bir solukta okuyacağınızı düşündüğümüz romanın içeriğinden kısaca bahsedelim.
“Bulantı” adlı kitabı neden okumalısınız?
“Bulantı”, Fransa’nın Bouville adlı kentine yerleşen 30 yaşındaki araştırmacı Antoine Roquentin’ın yaşadıklarını konu ediyor. Günlük biçiminde yazılmış olan roman boyunca Roquentin, tüm gündelik aktiviteleri içerisindeki yerini sorguluyor. Kendi varlığının saçmalığı, bu dünyaya neden ve nasıl geldiğinin anlamsız karmaşası ve kendi varlığından asla kaçamayacak olmasının can sıkan ağırlığını okuyucuya da yaşatıyor. Toplam 264 sayfadan oluşan roman; üslubu ve içeriğinin eşsizliği sayesinde edebiyat ve felsefe arasındaki ayrımı neredeyse tamamen ortadan kaldırıyor. II. Dünya Savaşı’nın yaratmış olduğu korku, baskı, tiksinti, saçmalık ve bunalım hissi; romanın her sayfasına iç karartıcı bir şekilde yansıyor.
Bunları biliyor muydunuz?
Varoluşçuluk felsefesinin en önemli temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Fransız yazar Jean Paul Sartre’ın varoluşçuluk felsefesine dair gelişmekte olan tüm düşüncelerini ilk olarak “Bulantı” adlı romanında kapsamlı olarak ele aldığını biliyor muydunuz? Peki, yazarın 1964 yılında kendisine verilmek istenen Nobel Edebiyat Ödülü’nü reddettiğini duymuş muydunuz? Felsefi bir roman olarak nitelendirilebilecek “Bulantı”, yazarın sonraki felsefe eseri olan “Varlık ve Hiçlik” için bir ön hazırlık niteliği taşır. Yazar, romanı ilk olarak Melancholia ismiyle yayınlamak ister ancak hazırladığı taslak Gallimard Yayınevi tarafından beğenilmez ve reddedilir ancak aynı yayınevi eseri 1938 yılında yayımlar. Özgün dili Fransızca olan romanın orijinal adı, “La Nausée”. Eserin Türkiye’deki okurlarla ilk buluşması ise 1994 yılında gerçekleşir. Can Yayınları imzası taşıyan ve Selahattin Hilav tarafından tercüme edilen romanın 2016 yılında yayımlanan çevirisi ise Metin Celal’e ait. Felsefi bir roman olmasına rağmen yönetmenlerin de dikkatini çeken eser, Amerikalı yönetmen Wes Malvini tarafından 2009 yılında serbest biçimde sinemaya uyarlanır. Dilerseniz siz de bu romanı okuduktan sonra “Nausea” (IMDb: 8.0) isimli filmi izleyip romanla karşılaştırabilir, eserin okurken uyandırdığı bulantı hissini bir de beyaz perdenin büyülü atmosferinde deneyimleyebilirsiniz.
Bu kitabı sevenler için diğer önerilerimiz
Dilerseniz 1980 yılında hayata gözlerini kapatan yazarın “Bulantı” adlı romanını okuduktan sonra öz yaşam öyküsünü kaleme aldığı ve aynı zamanda ona Nobel Ödülü’nü kazandıran “Sözcükler” adlı eserini okuyabilirsiniz.
Okumanız Gereken Sürükleyici Tarihi Romanlar
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.