DOLAR

40,0713$% 0.06

EURO

47,0187% 0.08

GRAM ALTIN

4.283,07%0,40

ÇEYREK ALTIN

6.973,00%0,04

TAM ALTIN

27.807,00%0,05

İmsak Vakti a 02:00
Şanlıurfa AÇIK 38°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Bir Huzurevinin Hikâyesi

“Hayat misafirhane, bizse geçici konuklarız.”

Almanya’ya ilk geldiğimde, dil bilmemek en büyük korkumdu. İnsanlara nasıl ulaşacağımı, nasıl anlatacağımı bilmiyordum. Birkaç haftalık bir dil kursunun ardından anladım ki, bir dili öğrenmenin en iyi yolu insanlara dokunmaktan geçiyor.

İş aradım, derken kendimi bir meslek okulunda buldum. Yaşlı bakımı üzerine eğitim aldım. İlaç nasıl verilir, beslenme nasıl sağlanır, fiziksel bakım nasıl yapılır… Bütün bunları öğrettiler. Ama kimse insan ruhunun nasıl taşınacağını, bir çift göze nasıl yoldaş olunacağını, elleri titreyen bir bedene nasıl huzur verileceğini anlatmamıştı.

İlk günümde huzurevinin kapısından içeri adımımı attığımda, burnuma tanımsız kokular doldu: ilaç, yıkanmış çarşaflar, naftalin ve zamanın tozlanmış hatıraları… En çok da “bekleyiş”in kokusu vardı içeride.

Başlangıçta işler zordu. Sabah kahvaltılarını hazırlıyor, ilaçları veriyor, odaları temizliyordum. Ama sonra fark ettim ki bu iş yalnızca bedenlere değil, geçmişe de dokunmayı gerektiriyordu. Çünkü bu insanlar yalnızca bir bardak su, bir sıcak tabak yemek beklemiyordu. Onlar, hikâyelerine tanıklık edecek bir çift göz, veda edecek bir yürek arıyorlardı.

Bir Askerin Aynı Hikâyesi

Odaların birinde, yaşlı bir asker kalıyordu. Doksan yedi yaşındaydı. Her öğle yemeğinde küçük bir şişe bira ister, içtikten sonra kahkahalar atardı. Her seferinde gülümseyerek bana seslenirdi:

“Genç hanım! Ben tam on yedi yaşındayken askere gittim. Tam yirmi yıl görev yaptım. İkinci dünya savaşını da gördüm. Sibiry’ya sürgün edildim ama şükür ki hiç kimseyi öldürmedim.”

Bu cümleyi her gün tekrar ederdi. Aynı sesle, aynı duruşla. Zaman sanki onun için durmuştu. Belki de geçmişte sıkışıp kalmak, bazı acıların bugüne taşmasını engelliyordu. Ya da kim bilir, insanın yaşadığı en büyük anılar, onun tek kalan kıymetli hazineleriydi.

Bacakları artık onu taşımıyordu ama ruhu hâlâ dik yürüyordu. Odasında duvarda asılı bir siyah beyaz fotoğraf vardı: Genç bir adam, üniformasıyla poz vermiş, başı dik, bakışı uzaklara.

Odalar Değişir, Hikâyeler Kalır

Huzurevinin koridorları sessizdi. Sessizlik, sadece yaşlılığın değil, geçmişin ve vedaların sesiydi. Her oda başka bir ömür demekti. Odanın biri boşalır, birkaç gün sonra temizlenir, yeni bir yatak örtüsü serilir ve ardından başka bir yaşlı yerleşirdi.

Bazen oturup düşünürdüm: Bu oda bir ay önce başkasınındı. Belki onun dolabında çocuklarının yazdığı kartlar vardı, komodinin çekmecesinde yıllar öncesine ait mektuplar. Şimdi o eşyalar gitmiş, bir başkası yerleşmişti. Tıpkı hayat gibi…

Ölüm Bir Misafirdir

Burada ölüm, bir yabancı değil, tanıdık bir misafir gibiydi. Sessizce gelir, usulca bir elin üzerine konar, gözleri kapatır. Bazen sabah vardiyasında sessiz yatan bir bedenle karşılaşırsın. Uykudaymış gibi… Ama daha derin bir uyku bu.

Beden artık bir yük haline gelmiştir. Eller titrer, ayaklar yürümeyi bırakır, gözler bulanıklaşır. Deri ince bir kâğıt gibi çatlamaya başlar. Ve bir zamanlar dans eden, koşan, seven, öpen o insanlar, sessizce göçer.

Onların gençliğini fotoğraflardan tanırsın:

Deniz kenarında gülümseyen âşıklar,

Kayak yapan cesur gençler,

Asker selamında dimdik duran çocuklar,

Paris’te poz veren zarif kadınlar…

Hepsi birer anı olur. Ama hepsi de bir ömürdür.

Huzurevinin Diğer Yüzü

Çalıştığım yer sadece yaşlıların kaldığı bir yer değildi. Evsizler, zihinsel engelliler, alkol bağımlıları da vardı. Kimi sokakta ölüme terk edilmişken, burada bir yatağa kavuşuyordu. Bazıları konuşamıyor, bazıları ağlamaktan başka şey yapamıyordu. Ama hepsi bir şekilde hayata tutunuyordu.

Ve ben burada gördüm ki, ne kadar kötü olursa olsun, insanın sevilmeye ihtiyacı hiç tükenmiyor. Bazen sadece bir saç taranışı, bazen bir battaniyenin omzuna örtülüşü bile sevgi olabiliyordu.

Hayat Devam Ediyor… Ama Biz Misafiriz

Zamanla öğrendim ki biz bu dünyada sadece geçiciyiz. Bu odalarda bizden önce başkaları vardı. Biz gidince de başkaları olacak. Herkes gelir, kalır ve gider. Bu, hayatın kendisi.

Ama önemli olan, birinin bizi hatırlaması değil. Bizim hatırladıklarımız, dokunduğumuz hayatlar…

Bir gün biz de o sandalyelere oturacağız. Bir gün bizim de ellerimiz titriyecek. Bir gün biz de bir gence, hiç bıkmadan aynı hikâyeyi anlatacağız. Ve bir sabah, bizim de son sabahımız olacak.

Ama belki, biri o gün bize çay uzatır, saçımızı okşar, yüzümüze gülümseyerek “Günaydın,” der. İşte o zaman, dünya biraz daha yaşanılır bir yer olur.

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

ÇORAK TOPRAKLARDA VİCDAN

HIZLI YORUM YAP

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.