DOLAR

40,2607$% 0.13

EURO

46,7252% 0.08

GRAM ALTIN

4.320,96%0,56

ÇEYREK ALTIN

7.017,00%0,27

TAM ALTIN

27.981,00%0,27

İmsak Vakti a 02:00
Şanlıurfa AÇIK 33°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

BİR AYRILIK HİKAYESİ

O yanacak, eriyecek, etrafına ışık değil, sadece boğucu bir duman salacak. ​Tıpkı annemin evindeki huzur gibi, Zafer'den kaçışım da sadece bir mum aleviydi. Üflemeye bile gerek kalmadan, kendi kendine sönen bir umut. ​Yorgundum. Bu hayatta bir oyuncak değil, Zafer'in kendi karanlığını yansıttığı bir aynaydım. O an anladım: Benim tek görevim, bu evde yaşarken sessiz kalmaktı. ​Kızım Esra, masadaki pastaya, babası Zafer’e değil; yere düşen, yuvarlanıp tozlanan küçük, beyaz bir tüy parçasına bakıyordu.

​ Bir Ayrılık Hikayesi

​Otobüse bineli birkaç saat olmuştu. Önümüzde hâlâ dört uzun saat vardı. Ankara’ya gidiyorduk.

​Kızım yanımda, uykunun en tatlı yerindeydi. Ayaklarını bana uzatmış, başını pencerenin önündeki ceketimin üzerine koymuştu. Küçücük bedeni, bütün dünyanın yorgunluğunu üzerimden alıyordu. Onun bu huzurlu hâli, içimde bir yerleri yaktı; acı bir sevinçti bu.

​Yapayalnızdı o. Ne ananesi, ne babası… sadece kendi karanlığının içinde kaybolmuş yetişkinler. Evin içinde hep kavga, hep gürültü. Zavallı çocuğum… Oysa hak ettiği tek şey, kimseden dilenmek zorunda kalmayacağı sessiz bir huzurdu.

​Biz yoksulduk ama kalabalıktık. Annem, babam, dedem, ninem… Hep birlikte, yoksulluğun içinde sıcak bir aileydik. Şimdiki yoksulluğum ise, bu sıcaklığın artık çok uzakta olmasıydı.

​Saatler ağır ilerliyordu. Biraz korku, biraz endişe… Gözlerimi kapadım. Kafamda Zafer’in omuzumdaki parmak izleri sızlıyordu. Beni dün sabah eve kilitlemişti. Ama ben artık her şeyi duyan, anlayan bir çocuğa sahip olmanın ağırlığını taşıyordum. O karanlıkta daha fazla kalamazdım.

​Bir Ankara sabahında vardık.

​Bagajdan zar zor küçük bavulumuzu aldım. Metro, minibüs, sonra ananemin o cumbalı penceresi… Kapıyı açtığında önce şaşırdı, sonra gülümsedi. “Kızım…” dedi, boynuma sarılırken. Onun kokusu, çocukluğumun paslı anahtarıydı.

​Kızım Esra hemen evi keşfe koyuldu. Mutfakta dolanıyor, televizyonu açıyor, tozlu raflardaki biblolarla konuşuyordu. Gözlerinin içindeki korku kırıntıları ilk kez yok olmuştu.

​Annem çay koydu. Elimi tuttu.

“Anne,” dedim, “Zafer evde yokken kızımı alıp kaçtım.”

Annem bir şey demedi. Sadece uzun uzun baktı, sonra yavaşça sordu:

“Ne zaman başladı bu, kızım? Ne zaman sustun?”

​Kahvaltı sofrası, sıcak ekmek kokusu ve annemin yaptığı o meşhur böğürtlen reçeliyle doldu. Kızım o kadar mutluydu ki… Sanki sessiz, içine kapanık çocuk gitmiş; yerine kahkahasıyla odayı dolduran, evin her köşesine neşe yayan küçük bir fırtına gelmişti.

​Balkona çıktım. Kızımın amcasını arayıp boşanacağımızı söyledim. Telefonu kapattığımda, annemin sesi hâlâ kulaklarımdaydı: “Şerefsiz, haysiyetsiz adam… seni böyle olasın diye yetiştirmedik kızım!”

​Günler geçiyordu. O kadar huzurluyduk ki, sanki eski hayatımız kâbusmuş gibi silinmişti. Ben evin camlarını siliyor, yerleri yıkıyor, ananemin yanında yeniden nefes almayı öğreniyordum. Anneme elimden geldigince yardım etmek ıstıyordum.Ama ister istemez içimi kemiren bır başka şey de işsizliğimdi.Nasıl geçinecek,kızımı yapayalnız nasıl büyütecektim?

Annem her akşam ballı sütümüzü getiriyor, “Ayaklarına patik giy!” diye söyleniyordu.

​Ta ki bir gün…

​Zafer’in babası ve kardeşleri, ellerinde çikolatalar, oyuncaklar ve Zafer’in yıpranmış bir özür notuyla çıkageldi. Kızım babasına koştu. Annem taş kesilmişti.

​Zafer, kapının eşiğinde diz çöktü. Gözyaşları samimi miydi, bilmiyordum, ama o an tekrar yalnız kalma korkum kalbime bir demir gibi saplandı.

“Kurban olayım cahilliğime ver. Evime dön karım. Bir daha asla yapmayacağım. Kızın bensiz büyüyemez.”

​O annemin evinde, o güvenli limanda bile kendi gücümü bulamadım. Gözlerim ananemi aradı; o ise başını çevirmişti. Onu bir kez daha hayal kırıklığına uğratmanın acısıyla, sadece fısıldayabildim: “Tamam.”

​Eve döndüm. Ama o nefes alamadığım, tartışmaların hiç bitmediği ev aynıydı. Sanki huzur, bavulumuzdan içeri girmeye izin vermemişti.

​Kızımın doğum günü yaklaşıyordu. Zafer, “Kutlayalım, her şeyi unutalım,” dedi. Ev süslendi.

​Ama o gece yine aynı karanlık…

​Kızımın doğum gününde bile, mutluluk bize uğramadı.

​Kızım yorgunluktan ağlarken Zafer masadan bağırdı:

“Evde misafirler varken ne uykusu? Bugün senin doğum günün, otur orada!”

“Zafer, o daha çocuk, uyusun,” dedim.

​Gözleri karardı. Misafirlerin ortasında, herkesin önünde kolumu tuttu, vurdu. Bardaklar sustu. Yemek kokusu ağırlaştı.

​Bir misafir tereddütle araya girmeye çalıştı: “Yapmayın çocuklar, olur mu böyle şey…”

Ama Zafer’in bakışları herkesi yerine çiviledi. O an, misafirlerin bakışlarında kendi acınası yalnızlığımı gördüm. Herkes biliyordu, herkes susuyordu.

​Artık ağlamıyordum. Gözyaşlarım tükenmişti.

​Bakışlarım, masanın üzerindeki doğum günü pastasına takıldı. Parlak renkli kremaların üzerinde, Zafer’in aldığı o büyük, gürültülü mum yanıyordu.

​Zafer, bu mumu söndürmeyecek.

​Ben de söndüremeyeceğim.

​O yanacak, eriyecek, etrafına ışık değil, sadece boğucu bir duman salacak.

​Tıpkı annemin evindeki huzur gibi, Zafer’den kaçışım da sadece bir mum aleviydi. Üflemeye bile gerek kalmadan, kendi kendine sönen bir umut.

​Yorgundum. Bu hayatta bir oyuncak değil, Zafer’in kendi karanlığını yansıttığı bir aynaydım. O an anladım: Benim tek görevim, bu evde yaşarken sessiz kalmaktı.

​Kızım Esra, masadaki pastaya, babası Zafer’e değil; yere düşen, yuvarlanıp tozlanan küçük, beyaz bir tüy parçasına bakıyordu.

​İşte o an, kendi ruhumun o tüy kadar hafifçe yere düştüğünü hissettim.

Meltem Yalçın

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Sıradaki haber:

YALNIZ ADAM

HIZLI YORUM YAP

istanbul eşya depolama

casino siteleri