35,2068$% 0.3
36,7672€% 0.92
2.968,33%1,32
4.853,00%0,96
19.410,00%0,95
Büyük bir devlet adamı, iyi bir diplomat ve usta bir kumandan olan Sultan I. Alâeddin Keykubad, ileri ve güçlü bir Selçuklu Devleti’nin kurucusu olmuş bu yüzden Türk Milleti’nin hafızasında “Uluğ Keykubad” olarak iz bırakmıştır. Yaklaşık on sekiz yıl hüküm sürdüğü saltanatı boyunca, izlediği istikrarlı politikalarla Anadolu Selçuklu Devletine ikbal devrini yaşatmıştır. Bu dönem Anadolu’nun hızla Türkleştiği, sınırların genişlediği, medeniyet ve kültürün en yüksek seviyeye ulaştığı bir dönemdir.
Büyük Selçuklu Devleti Sembolü
Orta Asya’da bulunan Türk boylarından bazıları, Uygur Devleti’nin 840 yılında yıkılmasıyla Orhun bölgesinde Kırgızların önderliğinde teşkilatlanmaya başlar. Fakat Hitaylar, 924 yılında Türk boylarına baskı yapınca, burada bulunan Türk boyları Yenisey civarına çekilirler. Bu Türk boylarının arasında bulunan Oğuzların önemli bir kısmı Selçuk ailesi önderliğinde Horasan bölgesine gelerek, burada hâkimiyet kurmaya başlarlar. Daha sonraki yıllarda, kazandıkları başarılarla bölgede önemli bir siyasi güç haline gelen Selçuklular, Dandanakan Savaşı’nda (1040) Gazneli’leri mağlup ederek, Selçuklu Devleti’nin temellerini atarlar.
Selçuklular, Sultan Alp Arslan’ın 1071 yılında Bizans İmparatorluğu’nu Malazgirt Meydan Muharebesi’nde ağır bir hezimete uğratmasıyla Anadolu’da hâkimiyet kurmaya başlarlar. Böylelikle Türkiye Selçuklu Devleti, 1071 Malazgirt Zaferi’nden sonra, boylar halinde Anadolu’ya akın eden Oğuzların Kınık boyuna mensup olan Kutalmışoğlu I. Rükneddin Süleyman Şah’ın liderliğinde teşkilatlanmaları neticesinde kurulur.
Büyük Selçuklu Sultanı I. Gıyâseddîn Keyhüsrev’in ortanca oğlu ve ağabeyi İzzeddin Keykâvus’un halefi olarak dünyaya gelen I. Alâeddin Keykubad’ın, çocukluk dönemine ait fazla bir bilgi olmadığı için tam olarak hangi tarihte dünyaya geldiği bilinmemektedir. Ancak tarihi olaylar değerlendirilerek, onun doğum tarihi hakkında bazı çıkarımlar yapılabilir. O dönem yazılan bazı olayların değerlendirilmesiyle, 1189 ya da 1190 yılında dünyaya geldiği kabul edilebilir. Çocukluk dönemiyle ilgili ise kaynaklarda hemen hemen hiçbir bilginin olmadığı görülse de; Alâeddin Keykubad’ın babasının ilk saltanat yıllarında, Konya’da ailesi ile yaşadığı ifade edilebilir. Annesinin kim olduğu hakkında ise kesin bir bilgi bulunmamaktadır.
İlk eğitiminin büyük bir kısmını Konya’da ve İstanbul’da alan ve bundan dolayı yüksek bir kültüre sahip olan I. Alâeddin Keykubad, siyasi kişiliğinin bir yansıması olarak, tarih bilimine çok ilgi göstermiştir. Özellikle eski devirlerde yaşamış olan padişah ve meliklerin hayatlarından bahseden kitapları merakla okumuş ve şiire büyük bir ilgi duymuştur. İyi düzeyde Farsça bildiği için şiirlerini de Farsça yazmıştır. Bunun yanında; müzik, mimarlık, kuyumculuk, bıçakçılık, bakırcılık, resim ve dericilik alanlarında büyük bir bilgi birikimine sahip olduğu da bilinmektedir. Alâeddin Keykubad’ın, Gazzâlî’nin Kimya-i Saadeti, Nizamül-Mülk’ün Siyâsetnâmesi ve Keykavus b. İskender’in Kâbusnâme’sini de büyük bir aşkla okuduğu bilinmektedir.
Alâeddin Keykubad, Arapçayı anlar; Rumcayı ve Farsçayı da iyi bir şekilde konuşurdu. Rumcayı iyi bilip konuşmasında ise çocukluk yıllarındaki eğitiminin büyük bir kısmını İstanbul’da geçmesinin ve burada Rumcayı öğrenmesinin önemli bir etkisinin olduğu söylenebilir. Tavla ve satranç oyunlarında çok iyi Sultan Alâeddin Keykubad, çok iyi ok atar ve cirit oynardı.
1192 yılında çıktığı tahtı, dört yıl sonra Rükneddin Süleyman Şah’a bırakmak zorunda kalan I. Gıyâseddîn Keyhüsrev’in çocuklarıyla beraber geçirdiği sürgün yılları (1196-1205) oldukça meşakkatli ve zorlu geçer. I. Alâeddin Keykubad, babasının tahtı kardeşi Rükneddin Süleyman Şah’a bırakmasından sonra ağabeyi İzzeddin Keykâvus ile birlikte Konya’da kalır; sonrasında Ermeni kralı II. Leon’un ülkesi Kilikya’da bulunan babalarının yanına giderler. I. Alâeddin Keykubad, babası ve ağabeyi ile birlikte bir süreliğine Kozan’da kaldıktan sonra sırasıyla Malatya’daki amcası Muizeddin Kayserşah’ın, Elbistan’daki amcası Mugiseddin Tuğrulşah’ın yanına gider. I. Alâeddin Keykubad, İstanbul’un 1204 yılında Haçlılar tarafından yağmalanıp, ele geçirilmesi sonrasında babası Gıyâseddîn Keyhüsrev ve ağabeyi İzzeddin Keykâvus ile İstanbul’da bulunan babasının kayınpederi Mavrozomes’in yanına gider. Babasının 1205 yılında ikinci kez Konya’da tahta çıkmasına kadar İstanbul’da yaşar.
Sultan I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, tahta çıktıktan sonra en büyük oğlu İzzeddin Keykâvus’u Malatya’ya, ortanca oğlu Alâeddin Keykubad’ı Tokat merkez olmak üzere Danişmend iline, en küçük oğlu Celâleddin Keyferidun’u ise Koyluhisar’a melik olarak atar. Böylece Alâeddin Keykubad, babasının öldüğü 1211 yılına kadar yaklaşık altı yıl boyunca Tokat meliki olarak görev yapar. Ancak I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, özelikle babası II. Kılıç Arslan döneminde yaşanan acı tecrübelerin tekrar yaşanmaması için melik olarak atadığı oğullarına hutbe okutmalarını, para bastırmalarını ve kendi emri dışında komşu devletlerle savaş ve barış yapmalarını yasaklar. I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, Alâeddin’i Tokat’a atadıktan sonra ona yardımcı olmaları için komutanlar, âlimler ve devletin ileri gelenlerini tahsis eder.
Sultan I. Gıyâseddîn Keyhüsrev, 7 Haziran 1211’de Alaşehir’de İznik imparatoru Theodoros Laskaris’le yaptığı savaşta şehit edilince; Selçuklu devlet erkânı İzzeddin Keykâvus, Alâeddin Keykubad ve Celâleddin Keyferidun’dan hangisinin tahta çıkacağını belirlemek için bir istişare toplantısı yapar. Tercih ettikleri İzzeddin Keykâvus 21 Temmuz 1211’de Türkiye Selçuklu Devleti’nin tahtına çıkar. Alâeddin Keykubad, tahtı ele geçirmek için Erzurum meliki amcası Mugiseddin Tuğrulşah, Ermeni kralı II. Leon ve Danişmend’li Yağıbasan oğlu Pervane Zahireddin İli ile ittifak yapar. 1211 yılının yaz aylarında büyük bir orduyla kardeşi İzzeddin Keykavus’u Kayseri’de kuşatır. İzzeddin Keykavus, Kayseri Şıhne’sinin (valisi) akıllıca planı sayesinde canını, saltanatını zor kurtarır.
I. Alâeddin Keykubad, İzzeddin Keykâvus’un, ittifak yaptığı kişileri kendi tarafına çektiğini yanında sadece Zahireddin İli’nin kaldığını öğrenir. Ankara’ya gelen Alâeddin Keykubad, İzzeddin Keykâvus’un büyük bir orduyla Ankara Kalesi’ne geldiğini duyunca; Ankara’nın beyleriyle kendisini destekleyeceklerine dair önceden imzaladıkları anlaşmaları tazeler ve ardından şehrin savunmasını kuvvetlendirmek için hazırlıklara başlar. Yaklaşık bir yıl devam eden kuşatmadan dolayı ümitleri tükenen ve zor durumda kalan Ankara halkı ve Alâeddin Keykubad direnmekten vazgeçer. Kale halkına bir zarar verilmeyeceğine ve Alâeddin Keykubad’ın ailesiyle birlikte güvenli bir kalede yaşayabileceğine dair bir ahitname imzalanır. Ardından Alâeddin Keykubad, Malatya’da bulunan Minşar Kalesi’ne, oradan da yine Malatya’da bulunan Güzerpirt (Kezirpirt) Kalesi’ne hapsedilir.
Sultan İzzeddin Keykâvus, 1220 yılında vefat edince, Selçuklu tahtına Güzerpirt Kalesi’nde tutuklu bulunan Alâeddin Keykubad geçer. I. Alâeddin Keykubad’ın tahta çıkışı hakkında ise kaynaklarda iki rivayet vardır. Birinci rivayete göre; İzzeddin Keykâvus, hastalığının ilerlediğini görünce kardeşi Alâeddin Keykubad’ı hapisten çıkartıp, yanına getirtmiş ve onu kendisinden sonra tahta çıkarmaları için devlet erkanından söz almıştır. Diğer rivayete göre; İzzeddin Keykâvus’un erkek çocuğunun olmadığını, çocuğu varsa da tahta çıkmak için henüz çok küçük olduğunu gören Selçuklu devlet erkânı, Alâeddin Keykubad’ı tutuklu bulunduğu hapishaneden çıkartıp, Türkiye Selçuklu tahtına oturtur. Selçuklu tarihi üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Salim Koca ise Türkiye Selçuklu Devleti’nde bir hükümdarın tahta çıkmasında rol oynayan faktörleri yedi madde üzerinden değerlendirerek, Alâeddin Keykubad’ın vasiyetle değil, komutanların ve devlet erkanının seçimiyle tahta çıktığını ifade eder.
I. Alâeddin Keykubad’ın tahta çıktığı sıralarda Türkiye Selçuklu Devleti Ortadoğu’nun en güçlü devleti konumundaydı. Devletin bu duruma gelmesinde şüphesiz babası I. Gıyâseddin Keyhüsrev ile ağabeyi I. İzzeddin Keykâvus’un büyük katkıları olmuştur. Alâeddin Keykubad tahta çıktıktan sonra babası ve abisinin takip etmiş olduğu politikayı aynen takip etmiştir. 1220-1237 yılları arasında yaklaşık on sekiz yıl boyunca Selçuklu tahtında hüküm süren Sultan Alâeddin Keykubad, Türkiye Selçuklu Devleti’ne siyasi, askeri, ticari ve kültürel olarak en azametli dönemlerini yaşatmıştır.
Alâeddin Keykubad, tahta çıkar çıkmaz ilk olarak Moğol tehdidine karşı, ülkesinin dört bir tarafındaki kaleleri onartmış, yeni kaleler inşa ettirmiş ve Moğollarla barış yapmak istemiştir. Ardından da Türkiye Selçukluları için en mühim konuların başında gelen ticaret konusuna ağırlık vermiş ve bu konuda hem yolların güvenliği hem de tüccarların rahat ticaret yapabilmesi için faaliyetlerde bulunmuştur. Türkiye Selçuklu Devleti anlaşma ile teminat altına aldığı tüccarların güvenliği için sahil güvenliğini sağlamak zorundaydı. Bu sebepten dolayı Akdeniz sahilinde yer alan limanları almak zorundaydı. Akdeniz sahil güvenliğini de sağlamlaştırmak için 1221 yılında ilk seferini Kalanoros (Alaiyye) kalesinin alınması bir nevi zorunluluk haline gelmişti. Fetih tamamlandıktan sonra bölge, Manavgat’tan Silifke ve Anamur’a kadar uzanan sahil çizgisi Türk boylarının iskân alanı oldu. Sultan Kalonoros kalesinin adını Alaiyye olarak değiştirdi.
Hunat Hatun Külliyesi, Kayseri
Kalenin fethi sonrası Sultan Alâeddin Keykubad’a, kalenin önceki sahibi Kyr Vart, sultanın nezdinde şefaatte bulunmasını ve hayatını korumasını ister. Alâeddin Keykubad kaleyi teslim almanın yanı sıra, Kyr Vart’ın kızı Huand Hatunla evlenir. Kaynaklarda ismi Hunat ya da Huand, sonraki ismi ile Mahperi Hatun olarak geçer. Bu evlilikten, ileride ölümüne sebep olan kişilerin arasında adı geçecek olan II. Gıyâseddin Keyhüsrev dünyaya gelir. Alâeddin Keykubad’ın iki eşi, üç erkek ve iki kız çocuğu bulunduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Eşleri, Kalonoros tekfuru Kyr Vart’ın kızı olan Mahperi Huand Hatun ile Eyyubi Hükümdarı Melik Adil’in kızı olan ve Melike-i Adile olarak bilinen Gaziye Hatun’dur. İkinci evliliğini, ülkesini Harezmîlilere ve Moğol tehlikesine karşı Eyyübilerle akrabalık ilişkilerini geliştirmeyi amaçlayarak yapmıştır.
Alanya Alâeddin Keykubad Heykeli
Alâeddin Keykubad, yine ticari nedenlerden dolayı Suğdak ve Ermeniler üzerine seferler düzenleyerek, Türkiye Selçuklu Devleti’ni bölgede önemli bir ticaret merkezi konumuna getirmiştir. Ayrıca, başarıyla neticelenen bu seferler sonucunda Ruslar, Kıpçaklar ve Ermeniler Alâeddin Keykubad’ın hâkimiyetini kabul etmişlerdi.
Sultan Alâeddin Keykubad’ın üzerinde yoğunlaştığı diğer bir konu da, Türkiye Selçuklu Devleti’nin tabiiyetinde olan ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde hâkimiyetlerini devam ettiren Türk beylikleri olmuştur. Anadolu’daki Türk birliğinin tesis edilmesinin büyük bir önemi olduğunu düşünen Sultan Alâeddin Keykubad, kendisine tabi olan ancak siyasi çıkarlarına göre bazen Melik Kâmil veya Melik Eşref, bazen de Celâleddin Harezmşah adına hutbe okutan ve dolayısıyla Türkiye Selçuklu Devleti’nin otoritesini sarsan bu Türk beyliklerini ortadan kaldırarak, Anadolu Türk birliğini sağlamıştır.
Ülkesi üzerinde emelleri olan Celâleddin Harezmşah’ı diplomatik yollarla birkaç kez uyarır, ancak Celâleddin Harezmşah bu uyarıları göz ardı edince, onunla diplomatik yolları kapatıp, 1230 yılında Yassıçemen Savaşı’nda büyük bir hezimete uğratarak, Harezmşahlar Devleti’ni ortadan kaldırır.
Elinde teber (küçük ve hafif balta) tutan bir süvari ve Ermeni alfabesi ile”Hetum Takavur Hayut” yazıyor. Arka yüzde ise “Es-Sultan Ül-Muazzam Alâeddin Keykubâd bin Keyhüsrev” yazar. Hakimiyetini tanımış Ermeni Hetum’un, Sultan I. Alâeddin Keykubad adına bastırdığı düşünülüyor.
Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın tek gerçekçi portresi, Alanya Müzesi. İrlandalı sanat tarihçisi Mikail Duggan ”Mühürdeki portre, bir Türk sultanının, doğal görüntüsünün resmedilmesinin elimizdeki en eski örneğidir. Portre, Batı dünyasındaki önyargıların tersine, İslam Sanatı’nda natüralistik tasvirin ve bir sultanın portresinin yapılmasının yasak olmadığını ortaya koyuyor. 13. yüzyıla ait olan bu portre, İslam sanat tarihini, Anadolu’daki sanat ve kültür tarihini, portre ressamlığı sanatını, Selçukluların, İtalyan Rönesansı’nın erken dönemine etkisini anlamamız bakımından çok büyük bir öneme sahiptir.”
Alaaddin Keykubad tarafından 1229 yılında yaptırılan Aksaray’daki Sultanhanı Kervansarayı
I. Alâeddin Keykubad’ın saltanat yıllarında Türkiye Selçuklu Devleti hemen hemen her alanda olduğu gibi ekonomik yönden de Anadolu’nun “darü’l huzur” haline geldiği bir dönem yaşamıştır. Bu dönemde yapılan siyasi ve askeri harekâtlar genellikle ticari amaçlı olmuştur. Devletin ekonomisi açısından hayat kaynağı olarak kabul gören İpek Yolu ticaretini geliştirmek için güvenlik tedbirleri alınmış, kervanlara mal ve can güvenliği garantisi verilerek gümrük vergileri azaltılmıştır. Bilhassa konaklama merkezlerinde her türlü konforun sunulduğu kervansaraylar fonksiyon ve yapı itibarıyla abidevi eserler olarak yükseltilerek bizzat devlet eliyle desteklenmiştir. I. Alâeddin Keykubad tahta çıktıktan sonra ticareti geliştirmek için Venediklilerle ticaret anlaşması yapmıştır. Bu anlaşmaya göre Selçuklu Devleti, Anadolu’da ticareti güvenli yapmaları için Venediklilere bir nevi güvence vermiş oluyordu. Hatta kendi sahillerine gelen ticaret gemilerinin, korsanların saldırısı karşısında zarar gören mallarını karşılama sözünü vermişti.
Konya Beyşehir yakınlarındaki Kubâdâbad Sarayı’ndan, Sultan’ın II. Alaaddin Keykubat’ı tasvir ettiği söylenen bir çini.
Sultan Alâeddin Keykubad, saltanatı boyunca İslam dünyasının dini lideri konumunda olan Abbasî halifelerine saygı göstermiş ve gerektiğinde onlara askeri yardım yapmaktan geri durmamıştır. 1211 yılında babası I. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında yapılan anlaşmayı esas alarak, İznik Rum İmparatorluğu’yla iyi ilişkiler içerisinde olmuştur. Yine İtalyan şehir devletleri ile olan münasebetleri de olumlu yönde olmuştur. Zira Sultan, tahtta çıktıktan hemen sonra ülke ticaretini geliştirmek ve Selçuklu tüccarlarının açık denizlerde daha rahat ticaret yapabilmeleri için Venediklilerle iki yıl geçerliliği olan bir ticaret anlaşması imzalamıştır. Alâeddin Keykubad’ın Kıbrıs Latinleri ve Antakya Haçlı Prinkepsliği ile olan ilişkileri de genel olarak iyi yönde ilerlemiştir. Hatta Sultan, 1225 yılında Ermeniler üzerine düzenlediği seferde, Antakya Haçlı Prinkepsi VI. Bohemond ile ittifak bile yapmıştır.
Sultan Alâeddin Keykubad, Moğolları Anadolu’ya sevk eden Gürcüler üzerine de sefer düzenlemiş ve kırka yakın kalesini alarak, Gürcülere hâkimiyetini kabul ettirmiştir. Trabzon Rum İmparatorluğu üzerine seferler düzenlemiş ve bunun sonucunda da Trabzon Rum İmparatorluğu’na 1214 yılında yapılan anlaşmadan daha ağır bir anlaşma imzalatmıştır. Eyyubiler arasındaki ilişkiler ise, Alâeddin Keykubad’ın Eyyubi hanedanından Gaziye Hatun’la evlenmesiyle olumlu bir seviyeye ulaşmıştır. Ancak iki devletin zaman zaman Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde hâkimiyet kurmaya çalışması, ilişkileri gerginleştirmiştir. Bununla birlikte, uzlaşmacı ve ileri görüşlü bir devlet adamı olan Alâeddin Keykubad, Moğol tehlikesine ve Celâleddin Harezmşah’a karşı Eyyubi hanedanını yanına çekmeyi başarmıştır. Ancak Yassıçemen Savaşı’ndan sonra, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki hâkimiyet mücadeleleri, iki devleti zayıflatmış ve bunun neticesinde Moğollar, Alâeddin Keykubad’ın ölümünden sonra önemli bir direnişle karşılaşmadan Anadolu’yu istila etmişlerdir.
Kayseri’de bulunan Keykubadiye Sarayı kalıntısı
Sultan Alâeddin Keykubad, 1 Haziran 1237 günü de Kayseri’de bulunan Şam, Fars, Kirman, Yemen, Taif, Rus, Bulgar, Rum ve Frenk elçileri ile devlet ümerasını akşam yemeğine davet eder. Çaşnigir Nasireddin Ali, kızarmış bir tavuğu Sultan’ın tabağına bırakır. Alâeddin Keykubad, kendisine ikram edilen tavuktan birkaç lokma yedikten sonra aniden rahatsızlanır. Daha sonra saray muhafızları, I. Alâeddin Keykubad’ı atına bindirip, hızlıca Keykubadiye Sarayı’na götürürler. Burada durmadan kusan Sultan Alâeddin Keykubad, iyileşeceğinden ümidini kesince Emir Celâleddin Karatay’a: “Benim işim bitti. İyileşmekten ümidimi kestim. Kemaleddin Kamyar’ı çağır da vasiyetlerimi söyleyeyim.” der. Bunun üzerine Celâleddin Karatay, hassa kölelerinden birini Kemaleddin Kamyar’ın yanına gönderse de; Kemaleddin Kamyar gelene kadar Alâeddin Keykubad konuşma yetisini kaybeder. Sultan işaret yoluyla bir şeyler anlatmak istediyse de, Kemaleddin Kamyar onun hareketlerinden hiçbir şey anlamaz. Daha sonra durumu daha da kötüleşen Sultan I. Alâeddin Keykubad, 1 Haziran 1237 Pazartesi günü Keykubadiye Sarayı’nda vefat eder.
Alâeddin Keykubad’ın zehirlenmesinde oğlu II. Gıyâseddin Keyhüsrev ile birlikte hareket eden Şemseddin Altunaba, Taceddin Pervane, Üstâdüddâr Lala Cemâleddîn Ferruh, Sadeddin Köpek ve Gürcüoğlu Zahireddin gibi İran kökenli devlet adamlarının parmağı olabileceğini ifade ederken; Türk Orta Çağ tarihçisi Prof.Dr. Faruk Sümer, Alâeddin Keykubad’ın zehirlenerek öldürüldüğünü ancak, Alâeddin Keykubad’ı oğlu Gıyâseddin Keyhüsrev’in zehirlemediğini belirtir. Nitekim, hadisenin yaşandığı sırada, Gıyâseddin Keyhüsrev’in on beş yaşında olduğu için tek başına böyle bir işe kalkışamayacağı ve zehirlenme hadisesine başta Sadeddin Köpek ve diğer İran kökenli ümera ile Gıyâseddin Keyhüsrev’in annesi Mahperi Huand Hatun’un da karışmış olabileceği söylenebilir.
Alâeddin Keykubad’ın Erzurum’un Pasinler ilçesinde bir kümbette bulunan sandukası
Sultanın resmi eşi pozisyonuna Melik Adil’in kızı oturtulmakta ve adeta Huand Hatun’a cariye muamelesi yapılmaktadır. I. Alâeddin Keykubad’ın, Melike-i Adiliye’den olma oğlu olan ve o zamanlar henüz yeni doğmuş İzzeddin’i kendisine veliaht seçmesi, Huand Hatun tarafından hoş karşılanmaz. Ancak sonraki yıllarda Huand Hatun II. Gıyâseddin Keyhüsrev’in annesi olarak Selçuklu tarihini çok etkileyen bir sima olacaktır. Emir Sadettin Köpek, başka isimler ve Huand Hatun’un işbirliği sonucunda Sultan zehirlenerek öldürülecek ve Huand Hatun’dan doğma II. Gıyâseddin Keyhüsrev tahta oturacaktır. II. Gıyâseddin Keyhüsrev zamanında Türkiye Selçuklu devleti ihtişamını kaybederek yıkılma sürecine girecek. Ayrıca devlet içindeki çekişmeler, Sadettin Köpek’in faaliyetleri, Moğol İstilası, Türkmenlerin ayaklanması bu süreci hızlandıracaktır.
Huand Hatun, Alâeddin Keykubad ölene kadar Hıristiyanlığını muhafaza etmiştir ki; Gıyaseddin’in İstanbul Latin İmparatoru Baudouin’e gönderdiği mektup bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Ancak yaptırdığı Huand Hatun Camii’nin bitim tarihi 1238 yılıdır; oysa o yıllarda Huand Hatun hala Hıristiyan inancına sahiptir. Huand Hatun kocası öldükten sonra onun başlattığı birçok imar işini üzerine almış ve halk arasında saygın bir yer edinme amacıyla bunların bitirilmesini sağlamıştır. Huand Hatun oğlunun meşru varis olmaması, kocasının zehirlenme olayında parmağının olma ihtimali ve Hıristiyan olması sebebiyle oluşan muhtemel dedikoduların böylece önüne geçmeyi planlamıştır. Birçok cami, medrese, han, ve zaviye ona mal edilir ki bunlar Alâeddin zamanında yapımına başlanılan ve Huand Hatun ile alakası olamayan binalardı. Huand Hatun, oğlunun kifayetsizliği sebebiyle bu binaların tamamamını üzerine almıştır. Huand Hatun, kocasının ölümünü müteakip oğlunun iktidarına halel getirmemek amacıyla Müslüman olmuş zamanla İslamiyeti tüm kalbiyle benimsemiştir.
Beyşehir’de bulunan Kubâdâbad Sarayı kalıntıları
Sultanü’l Muazzam ve Sultanü’l- Alem unvanlarıyla da anılan Sultan Alâeddin Keykubad aynı zamanda iyi bir şair idi. Mesela Ömer Hayyam’a ait sanılan şu dizeler aslında ona aittir.
Ayık olduğum sürece aklım ceza çeker.
Sarhoş oldum mu akıl benden gizlenir
Şarap iç, çünkü sarhoşlukla ayıklık arasında
Bir an vardır ki hayatın aslı odur işte
Şarap iç! Çünkü sarhoşluk ve ayıklık arasındaki vakit hayatın ta kendisidir.
On sekiz sene seferde ve barışta, gece-gündüz Alâeddin Keykubad’ın yanından ayrılmayan Celâleddin Karatay sultan için şöyle der; “Gerek ayık gerekse mestlik zamanlarında gecenin üçte ikisinden fazla yatakta kaldığını bilmiyorum. Her ne kadar İmam-ı Azam Ebu Hanife mezhebine mensup olsa da, sabah namazlarını Şafii mezhebine göre kılardı. Gece-gündüz memleket işleri ile meşgul olan sultanın meclisinde şaka ve mizaha yer verilmezdi. Dostlarından veya maiyetinden herhangi birisi vazife ve mertebesinin dışında bir söz ya da davranışta bulunursa onu, bir daha meclisine çağırmazdı.”
Sultanın dindarlığı konusunda ise Cenâbî, “Allah rahmet etsin, abdestsiz hüküm ve menşurları imzalamadı” derken; İbn Bîbî de buna benzer örnekler verir. Örneğin, Malatya’da tutuklu bulunduğu sıra saltanat müjdesi için gelenleri uzaktan gördüğünde yanlış anlayıp öldürmeye geliyorlar sanarak abdest alıp iki rekât namaz kıldığını kaydeder. Ayrıca Sultan Alâeddin Keykubad, sefere çıkmadan önce dualar edip evliya türbelerini ziyarete gider, savaşlarda da dua etmeye devam ederdi.
Sultan, Kubâdâbad sarayının duvarlarını çini üzerinde yapılmış insan resimleri ile süslettirmişti. Bu da onun dindarlığı yanında sanata olan sevgisini ve özgür düşüncesini ortaya koyar. Bu resimlerin Rum etkisinden uzak, tamamen Türkistan ve Uygur tarzında yapılmış olmaları da, Türk sanat tarihi bakımından oldukça önemlidir.
Antalya Serik’te Sultan Alâeddin Keykubad Köprüsü
Alâeddin Keykubad, Anadolu’nun Romalılardan kalan yollarını tamir ettirmiş ve ticaret yollarının güzergahlarına hanlar, hamamlar ve kervansaraylar inşa ettirmiştir. Nehirlere köprüler yaptırmış; şehirlerde camiler, medreseler, tekkeler, hastaneler ve tersaneler inşa ettirmiş ve bunları yaptırmak için de birçok değerli araziyi vakfetmiştir. Bundan başka, şehirlerin surlarını onartmış; özellikle Sivas, Konya, Kayseri ve Malatya şehirlerine yeni surlar yaptırmış ve birçok yeni şehir ile kasaba kurmuştur. (Alâiye ve Kubadiye şehirleri) Ayrıca, Beyşehir tarafında Kubâdâbad, Kayseri’de de Keykubâdiye saraylarını yaptırmıştır. Her şehirde eskiden saray diye isimlendirilen hükümet konakları yaptırmıştır. Sultan Alâeddin Keykubad, memleketin imarı konusunda o kadar çok çaba harcamıştır ki, bu çabası tarih boyunca hiçbir zaman unutulmamış ve Anadolu’da yapılan bütün eserler ona isnat edilmiştir.
Antalya’da Alaeddin Keykubat tarafından yaptırılan Yivli Minare Camii
I. Alaeddin Keykubad, İlim ve kültür ile uğraşanları himaye etmiş, Moğollar önünden kaçan Türkistanlı ve İranlı alim, şair ve sanatkarlara kucak açmıştır. Sultan’ın, Türkiye’yi bir emniyet ve medeniyet ülkesi haline getirmesi, Horasan’dan kalkıp birçok memlekete seyahat eden Mevlana Celaleddin’in ve ailesinin de Konya’ya yerleşmesine ve bu sayede Mevleviliğin Türk kültür ve sanatında asırlar boyu süren büyük hizmetler görmesini sağlamış, onların zaviyeleri Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde birer kültür, medeniyet ocağı olmuştur. Alaeddin Keykubad tarafından Nişabur’dan Konya’ya davet edilen ünlü bir gökbilimcisi de El Bibi elMüneccime’dir.
Kaynak
I. Alâeddin Keykubad Dönemi Bilim Ve Düşünce Hayatı, I. Alaeddin Keykubad ve Dönemi, Muammer Ulutürk, Türkiye Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad’ın Harezmşâhlar Devleti İle İlişkileri Ve Harezmlilerin Sonu, Sultan I. Alâeddin Keykubad Adına Metbü Meliklerce Bastırılan Müşterek Sikkeler, Türkiye Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad`ın Kolonoros Kalesini Fethi ve Siyasi Evlilikleri, Sultan I. Alâeddin Keykubad Döneminde Komşu Devletlerle Olan Siyasi İlişkiler
Göktürk Kitabeleri-Orhun Yazıtları