34,5528$% 0.2
36,0658€% -0.47
2.996,21%1,17
5.097,00%0,35
20.327,00%0,50
Cend’den Mâverâünnehir’e, Hârizm’den Horasan’a, İran’dan Anadolu’ya hakimiyetlerini doğu ile batı arasında birleştirmiş ilk devlet. Bu coğrafyada bizleri kalıcı kılan fikirlerin kaynağı, Anadolu’nun Türkleşmesinden Cumhuriyetimizin kuruluşuna kadar gelen yolun başı: Selçuklular. Sadece 9 yıl tahtta kalmasına rağmen Türk tarihinde adı en fazla geçen hükümdar olan, babası Çağrı ve amcası Tuğrul Beylerle Anadolu’nun müslümanlaşmasını sağlayan, özgür bir hükümdar olarak Fırat’ın batısına ilk defa geçmeyi başaran, 1071’de Malazgirt’te destan yazan, Türk tarihinin efsanesi Sultan Alparslan. Gerçek adıyla Ebû Şücâ’ Muhammed b. Dâvûd Adudüddevle Burhânü Emîri’l-mü’minîn.
Adını kurucusu olan Selçuk Bey’den alan Selçuklu Devleti hiç şüphesiz ki, Türk milli tarihinin mihenk taşlarından biridir. Oğuzların Kınık boyuna mensup olan Selçuk Bey liderlik meziyetine, cenk yetisini de dahil ederek kısa vadede kendi beyliğine can verir. Ancak Selçuklulara asıl devlet hüviyeti kazandıranlar, Selçuk Bey’in oğlu Mikail’in varisleri Tuğrul ve Çağrı Beyler olur. Babaları Mikail’in erken ölümü üzerine dedeleri Selçuk Bey’in yanında yetişen iki kardeşten Çağrı Bey 1015/1016 senesinde ilk defa Anadolu’ya sefer düzenleyen Selçuklu komutanı olarak tarihe geçer. 20 Mayıs 1040 tarihinde Gazneliler’le yapılan Dandanakan Zaferi’nden sonra resmi olarak bir devlet hüviyetine kavuşan Selçukluların ilk hakanları da Tuğrul Bey olur.
Büyük Selçuklu Devleti Bayrağı
Alparslan’ın doğum tarihini XII ve XIII. yüzyıl tarihçileri 1032-33, daha sonraki kaynaklar ise 1030 olarak verirler. Ortaçağ İslam tarihçilerinin en güveniliri kabul edilen İbnü’l-Esîr ise 1029 yılı Muharrem ayında yapıldığı bilinen Selçuklu-Karahanlı savaşı başlamadan önce Çağrı Bey’e bir oğlu olduğu müjdesinin gelmesi olayını kaydederek, Alparslan’ın doğum tarihini 20 Ocak 1029 şeklinde verir.
Ağustos 1043 tarihinde, Selçuklu Devleti’nin doğu topraklarında Melik olarak görev alan Çağrı Bey hastalanınca bu durumu fırsat bilen Gazneli Sultanı Mevdûd, Belh ve Toharistan’ı geri almak için bölgeye ordular sevk eder. Çağrı Bey ise, oğlu Alparslan’ı kendisine veliaht tayin ederek Gazneliler’e karşı yürüyecek ordunun başına getirir. Bu, Alparslan’ın ilk ciddi kumandanlık sınavıdır; bu sıralarda henüz 14-15 yaşlarındadır. Selçuklu ordusunun başında süratle Belh’e gelen Alparslan hemen Gazneliler ordusuna hücum ederek rakibini büyük bir bozguna uğratır. Gazneli ordusundan 1000 kişiyi esir alır, çok sayıda at ve silah ganimet olarak Selçukluların eline geçer. Böylece Melik Alparslan, bu ilk önemli kumandanlık tecrübesini başarı ile sonuçlandırır.
4 Eylül 1063 tarihinde Tuğrul Bey hayatını kaybeder. Çocuğu olmadığı için ölmeden önce yerine veliaht olarak Çağrı Bey’in oğlu Süleyman’ı atadığı için vezir Amidü’l-Mülk el-Kündüri Süleyman’ı tahta çıkarır. Ancak Süleyman’ı halk pek tutmadığı gibi, gerek amcası Arslan Yabgu’nun oğlu Kutalmış gerekse kardeşi Alparslan onun sultanlığına itiraz ederler. Alparslan’ın gün geçtikçe kuvvet kazandığını gören vezir Amidü’l-Mülk, hutbeyi önce Alparslan, daha sonra kardeşi Süleyman adına okutmaya başlar.
Kutalmış ise: “Saltanat bize ulaşacak. Bizim babamız Arslan Yabgu, Selçuk oğullarının en büyüğü idi; kavmin iyisi ve önde geleni olup bu nedenle öldürülmüştü. Bu yüzden saltanat bize düşer.” diyecektir. Kutalmış, Süleyman’ın zayıflığından istifade ederek çok sayıda Türkmen’le, 1063’de Hey şehre girerek sultanlığını ilan eder. Vezir Amidü’l-Mülk, bir birliği Kutalmış’a karşı gönderdiyse de bu birlik tamamen esir edilir. Mukavemet edemeyeceğini anlayan vezir, bir kısım askeri ile Alparslan’ın gelmesini beklemeye başlar.
Kutalmış, 15 Kasım 1063’te Damgan civarında, Alparslan ile gerçekleşen muharebede yenilgiye uğrar; böylelikle Alparslan kendinin tahta layık olduğunu kabul ettirir. Kutalmış esir düşmeden kurtulur ama 7 Aralık tarihinde attan düşerek vefat eder.
Süleyman Şah Türbesi
27 Nisan 1064 tarihinde Abbasi Halifesi Kaim Biemrillah tarafından adına hutbe okutularak hükümdarlığı onanmış olan Alparslan 36 yaşında Rey’de tahta çıkarak Selçuklu Sultanı olur. Tahta geçince Tuğrul Bey zamanında büyük yararlılık gösteren Kündürî’yi azlederek Süleyman ile giriştiği saltanat mücadelesinde kendisine çok yardımcı olan, aldığı tedbirler yanında siyaset ve idarî alandaki ileri görüşlülüğü ile de dikkatleri üzerine çeken Nizâm’ül-Mülk’ü vezir yapar.
Alparslan, Kutalmış’ın ölümünden sonra isyan hareketinde onu destekleyenlerin ve ona tâbi olanların hepsini öldürtmek istediyse de, veziri Nizamü’l-Mülk: “Akrabayı öldürmek doğru olmaz, uğursuzluk getirir. Devlet çabuk yıkılır” diyerek karşı çıkar. Bunun iç karışıklığa yol açıp devlete zarar vereceğini söyler. Alparslan, vezirinin tavsiyelerini uygun bulur. Fakat Kutalmış’ın oğullarının özellikle Süleyman Şah ile adamlarının yerlerinde bırakılmasının ileride fitne çıkmasına sebep olabileceğine dikkat çeker. Nizamü’l-Mülk onların sınırda yerleştirilip şahlık ve emirlik unvanlarının kaldırılmasının sıkıntıya düşmelerine ve isyan etmelerine yol açabileceğini hatırlatır. Bu nedenle Diyarbekir taraflarında Birecik ile Urfa arasında tespit edilecek bir yerde oturmalarını uygun olacağını belirtir. Vezirini haklı bulan Alparslan, Süleyman Şah’ı söz konusu bölgeye sürer. Ancak bu konuda çok farklı görüşler bulunur. Süleyman Şah’ı kendisine itaat edeceğine ve bağlı kalacağına dair yemin aldıktan sonra Anadolu’nun idaresine (Rum Gazasına) memur edildiği de yazılır.
Ne gariptir ki; 1075 yılında kurulan ve XIV. yüzyıla kadar devam eden Anadolu’daki ilk Türk devleti olan Anadolu Selçukluları’nı kurma şerefine sahip olacak olan Kutalmışoğlu Süleyman-Şah, Bizans’ın elinde bulunan Anadolu’yu fethedip, bugün üzerinde bağımsız bir devlet olarak yaşamakta olduğumuz toprakların Türkiye haline getirilmesinde eşsiz bir yeri vardır.
Alparslan, 1066 yılında bir kurultay düzenleyerek oğlu Melikşah’ı veliaht tayin eder. Böyle bir uygulama, her ne kadar Türk devletçilik geleneğine uygun olmasa da, Alparslan kendinden sonra taht kavgalarını önlemek amacıyla böyle bir yönteme başvurur.
Bundan sonra Alparslan devlet sınırlarını genişletmek amacıyla seferler düzenlemeye başlar. Önce doğu sınırlarının güvenliğini sağlar; özellikle Gaznelileri Afganistan’ın dağlık bölgelerine kadar sürer. Karahanlı devletiyle bir antlaşma yaparak Amuderya’yı (Afganistan’dan doğan Amuderya Irmağı, Tacikistan ve Afganistan sınırını oluşturur) sınır olarak belirler. Batıda ise önce Kafkasya’da, Gürcistan ve Bizans’a tabi olan Ermenistan topraklarını hakimiyeti altına alır. Gürcistan, Selçuklu Devleti’ne cizye ödeme koşuluyla özerkliğini korur. Ermeni devleti ise tamamen ortadan kaldırılır, Ermenilerin yaşadığı Ani şehri yerle bir edilir.
Sultan-ı Âlem, Adüdü’d-Devle ve Ebü’l-feth lakaplı Sultan Alparslan döneminde öncelikle ülkenin sınırları emniyet altına alınmak ister ve bu anlayış gereğince Karahanlılar ve Gaznelilerle siyasi evlilikler yapar. Bu doğrultuda oğlu Melikşah’ı, Karahan Hükümdarı Tamgaç Han’ın kızı Terken Hatun’la, diğer oğlu Arslan Şah’ı Gazne hükümdarının kızıyla ve kendi kızını da Gazne hükümdarı ile evlendirir. Böylelikle ülkesinin doğu kısmını emniyet altına alır.
Alparslan, Irak ve Suriye’deki Şii Fâtımî iktidarını yıkmayı hedefler. 1071 tarihinde Selçuklu ordusu Suriye’de Halep’e doğru sefere giderken Alparslan Bizans imparatoru Romen Diyojen’in kalabalık bir orduyla Erzurum’a doğru ilerlediği haberini alınca ; Alparslan, Bizans ordusunun karşısına çıkmak üzere kuzeye doğru yön değiştirerek hareket eder.
Sultan Alparslan’ın Suriye seferinden sonra, durumun daha da kötüye gittiğini gören Bizans imparatoru Romanos Diogenes, 1070-1071 yılı kışında Türkleri imparatorluk topraklarından tamamen atmak üzere büyük bir ordu vücuda getirir. Bu ordu Balkan vilayetleri ile Bitinya, Kapadokya, Kilikya ve Trabzon gibi bölgelerden temin edilir; Bulgar, Slav, Alman, Frank, Gürcü, Ermeni, Hazar, Peçenek, Uz ve Kıpçak asıllı askerlerden oluşur. Kaynaklarda bu ordudaki asker sayısı çok mübalağalı verilmekle beraber, yüz bin civarında olduğu tahmin edilmektedir.
Alp Arslan, Tuğrul Bey zamanından beri Selçuklu ordusunda hizmet veren yaşlı ve yorgun Irak-ı Acem kıtalarından müteşekkil olan ordusunu dağıtır, yerine genç ve dinamik bir ordu kurar. Ancak bu ordunun mevcudu, Bizans ordusunun mevcuduna nazaran çok azdı. Kaynaklarda, sayısı onüç bin ile yirmi bin arasında verilen bu ordu içinde Süleymanşah, Mansur, Gevherayin, Porsuk, Bozan ve Savtekin gibi mahir komutanlar olup süvariler de bozkır muharebelerinde pişmiş, seri manevra kabiliyetine sahip seçkin askerlerden müteşekkildi. Ayrıca bu ordunun Artuk Bey ve Tutak gibi Türkmen beyleri tarafından da desteklendiği kuvvetle muhtemeldir.
İki tarafın ordusu, 26 Ağustos, cuma günü Van Gölü’nün kuzeyinde Malazgirt ovasında karşı karşıya gelir.
“Şehit düşersem, vurulduğum yere gömün. Geri kalanlar da oğlum Melikşah’a tabi olsun. Bugün burada, bir hükümdar/sultan gibi değil, bir er gibi din ve devlet uğrunda savaşacağım. Savaştan korkanlar çekip gitmekte serbesttir. Şehit olanlar cennete girecekler, kalanlar da dünya nimetine gark olacaklardır. Savaştan kaçanları ise öteki dünyada ateş, bu dünyada da alçaklık beklemektedir.“
Pusu kurarak, pusu kurulan yere düşman ordusunu çekmek suretiyle düşmanı kuşatmak ve imha etmek eski Türk meydan savaşlarında sıklıkla başvurulan bir yöntemdir. Sultan Alparslan bu yöntemi Malazgirt Savaşında başarılı bir şekilde uygular. Alparslan’ın başında bulunduğu küçük birlikler, bir taraftan uzaktan savaşla Bizans ordusunu yıpratırken diğer taraftan da yavaş yavaş geri çekilerek, bu orduyu pusunun kurulduğu yere çekerler. Bizans ordusu, pusunun kurulduğu yere gelince de, Alparslan’ın daha önce tepelerin arkasına yerleştirdiği ve ileri gönderdiği kuvvetler tarafından dört bir yandan kuşatılır. İmparator, hatasını anladığında iş işten geçmiştir, Bizans ordusu birkaç saat içinde tamamen yok edilir.
Bunun yanında Kıpçaklar’ın saf değiştirerek Selçukluların tarafına geçmesi ile moral gücünü daha çok kaybeden Bizans ordusu muharebede bozguna uğrar. Esir düşen Bizans imparatoruna Alp Arslan: “Eğer ben senin önüne esir olarak getirilseydim ne yapardın?” diye sorar. Romen Diyojen: “Seni öldürür, cesedini Konstantinopolis kapılarına asardım” diye cevaplayınca, Alparslan: “Benim vereceğim ceza daha çok ağır. Seni affediyorum ve serbest bırakıyorum” der. Alp Arslan yenik Bizans İmparatoru Romen Diyojen’e bir savaş esiri değil, bir misafir hükümdar muamelesi yapar ve ona özel bir çadır kurdurur; yanına korumalar vererek ülkesine gönderir. Malazgirt Savaşı, Bizans İmparatorluğu’nun çöküşünü başlatan ve Türklere Anadolu kapılarını açan bir zafer olarak değerlendirilir.
Bizans İmparatoru VII. Mikhail Doukas’ın Hocası ve danışmanı olup aynı zamanda Bizans tarihinin önemli kaynaklarından birinin de yazarı olan Mikhail Psellos, Khronografya adlı eserinde Malazgirt Savaşı hakkında verdiği bilgiler arasında Alp Arslan’ın liderlik özelliklerine dikkat çeker. Psellos: “İmparator (Romanos Diogenes) farkında değildi ama ben Selçukluların hükümdarı Alp Arslan bizzat ordusunun başında bulunduğundan haberdardım ve zaferlerinin çoğu, onun liderlik vasıflarından kaynaklanıyordu. Romanos, bu başarılarda, Sultan’ın etkili olduğunu söyleyen kimselere inanmak istemiyordu” diyerek kazandığı zaferlerde, Sultan Alp Arslan’ın taşıdığı liderlik özelliklerinin ağır bastığını vurgular.
Tarihçi Sıbt İbnü’l-Cevzî, Sultan Alparslan’ın yaptığı evlilikleri yazar. Alparslan, Kadir Han’ın kızı ve Mesud b. Sebüktekin’in eski eşi ile Merv’de, Sultan Tuğrul’un eşi Akke ya da Ukke Hatun ile de Rey şehrinde ve Nişabur’da da Ümmü Hıfçak (Ümmü Kıpçak) Hatun ile evlenir. Ayrıca Abhaz meliki Bagrat’ın kız kardeşinin kızıyla Hemedan’da evlenir ancak bu evlilik bir süre sonra boşanma ile sonuçlanır.
Sultan Alparslan’ın evliliklerinden, Melikşah haricinde Ayaz, Nekşer, Arslan, Argu, Böribars adında oğulları ile Sara, Aişe ve adı bilinmeyen bir kızı dünyaya gelir.
Sultan Alp Arslan’ın 1072 yılındaki ölümü, kaynaklarda oldukça farklı şekilde anlatılır. XI.-XII. yüzyılların tanınmış Ermeni tarihçisi Urfalı Mateos şöyle yazar; “Sultan Alp Arslan bütün İran askerlerini toplayıp, Büyük Cahun (Ceyhun) Nehri’ni geçti ve Semerkant memleketini ele geçirmek üzere oraya girdi. O, büyük bir ordunun başında olduğu halde müstahkem ve meşhur bir kale olan Hana (Berzem) üzerine yürüdü ve kuşattı. Bu kalenin sahibi cesur ve aynı zamanda azgın ve merhametsiz bir adamdı. Sultan kaleyi günlerce muhasara altında tutup çok sıkıştırdı. O, aynı zamanda kalenin reisini, atalarının topraklarının daimî sahibi kılmak şartıyla kendisine itaata davet etti. Kale reisi hayli sıkıntılara göğüs gerdikten sonra sultana arz-ı ta’zîmat etmeye karar verdi. O, korkunç bir plan düşündü. O, gün karısı ve çocuklarıyla beraber şenlik ve ziyafet yaptı. Davullar çaldırarak ve şarkılar söyleterek onlarla beraber büyük neşe içinde yedi ve içti. Fakat geceleyin karısını ve üç oğlunu, sultanın eline düşüp ona köle olmamaları için vahşiyane bir surette kendi eliyle kesti. O, ertesi sabah erkenden oğullarını kesmiş olduğu iki keskin bıçağı yanına aldı ve sultanın huzuruna gitmek üzere kaleden çıktı. Sultan onun geldiğini haber alınca huzuruna getirilmesini emretti. Reis huzura çıkınca eğildi, fakat ona yaklaştığı sırada aniden sultanın üzerine atıldı ve çizmeleri içinde saklamış olduğu iki bıçağı çekti. Onu sultanın huzuruna getirmiş olanlar bu sırada kaçtılar. Vahşi bir hayvan gibi sultanın üzerine atılan adam, iki bıçağını da onun vücuduna sapladı. Sultanın adamları ileri atılıp onu olduğu yerde öldürdüler. Sultan üç yerinden yaralanmıştı ve çok tehlikeli bir halde bulunuyordu ve şiddetli acılardan kıvranıyordu. Beş gün sonra ölünce hissedip başlıca kumandanlarını ve vezir Nizâmü’l-Mülk’ü yanına çağırdı. Sultan henüz bir çocuk olan oğlu Melikşah’ı onlara takdim edip: İşte ben yaralarımın tesiriyle ölüyorum, oğlum sizin hükümdarınız olsun ve tahtıma otursun dedi.”
XIII. yüzyıl Süryani tarihçisi Ebu’l-Ferec ise, muhtemelen İbnü’l-Esîr’den aldığı bilgilere dayanarak Sultan Alp Arslan’ın, aynı zamanda damadı olan Karahanlı Hükümdarı Tabgaçoğlu Şemsülmülk üzerine sefere çıkmış olduğunu ve Ceyhun Nehri’ni geçtikten sonra bir kale önünde çadırlarını kurarak kaleyi kuşattığını, Hârezm yerlilerinden olan kale hakiminin Selçuklulara karşı koyduğunu, sultanın Hârezm ahalisini birtakım vaadlerle kazanmak suretiyle kale hakimini ele geçirdiğini ve ok atılarak öldürülmek üzere elleriyle ayaklarının dört kazığa bağlanmasını emrettiğini söyler. Adam sultanın huzuruna getirilince Alp Arslan’a hakaret eder “benim gibi adamlar bu şekilde mi öldürülür?” diyerek sultanı kızdırarak tahrik edince Sultan Alp Arslan, “bu adamın ellerini ve ayaklarını çözün! Ben de onu serbest olduğu halde öldüreceğim” diyerek adamın üzerine bir ok atar fakat isabet ettiremeyince bunu fırsat bilen Hârezmli adam sultanın üzerine atlayarak, bıçağını sultanın sırtına saplar. Hârezmli başından vurarak öldürülür ancak Sultan bu hâdiseden birkaç gün sonra, aldığı yara yüzünden ölür.
Bir diğer XII. yüzyıl Suriye bölgesi tarihçisi İbnü’l-Kalânisî, çok daha farklı bir bilgi ile karşımıza çıkar. “Bu yılda (1072/1073) sultanın Ceyhun Irmağı yöresinde, mutasavvıf zâhid elbisesi giymiş bir Bâtınî’nin giriştiği suikast sonucunda şehit edildiği haberi geldi.”
XIII. yüzyıl Moğol tarihçisi Reşîdüddîn Fazlullah, aynı olayı bazı ufak tefek farklılıklarla birlikte anlatır: “Selçuklu Ordusu’ndan birkaç gulâm, kendi gayretleriyle bu kaleyi kuşatıp Yusuf adındaki kale kutvalini sultanın huzuruna getirdiler. Sultan ona vilâyetin durumunu ve bazı sorular sordu Yusuf ise doğru cevaplar vermedi. Sultan da onun idam edilmesini emretti. Kutval canından ümidi kesince, çizmesinde saklı bulunan bir hançeri çıkarıp sultana seslenir. Silahdarlar ve gulâmlar onu yakalamak istediler. Sultanın elinde yay bulunuyordu ve attığını vurmakta kendine güveni tamdı. Adamlarına, Yusuf’u bırakmaları için bağırdı ve ona bir ok attı ancak isabet ettiremedi. Sultan nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu anlayamadı. Yusuf, sultana yaklaşarak bir bıçak vurup onu yaraladı. Sultanın yakın adamlarından biri kendini sultanın üzerine attı. Yusuf onu da hançerledi, ancak o, ölmedi. Sultan hayata ve tahta veda etti.”
Sultan Alp Arslan’ın ölümü üzerine Şâir Hakîm Senâ’î-i Gaznevî yazdığı kasidesinde:
“Alp Arslan’ın başı, görmüştün, yükseklikte gök üstüne çıkmıştı.
Merv’e gel de toprak içinde Alp Arslan’ın vücudunu göresin!
Ecel gelince mühlet biter, başına gelecek gelir; kaza gelince gözler kör olur” derken Sultan Alparslan’ın mezarının Merv şehrinde bulunduğuna dikkat çeker.
Sultan Alparslan’ın mezarının bulunduğu yer için çok farklı yerler yazılsa da; dönemin birçok tarihçisi, Sultan Alparslan’ın bugünkü Türkmenistan sınırları içinde yer alan Merv şehrinde, babası Çağrı Bey’in yanına defnedildiğini yazar.
Kaynak
Kronikkitap-2017,2018, Stratejik Bir Lider: Sultan Alparslan, Nizâmü’l- Mülk Ve Selçuklu Müesseselerinin Oluşumundaki Yeri, Sultan Alparslan’ın Anadolu Fetih Güzergâhı Üzerinden Bir Kültür Rotası Önerisi, Büyük Selçuklu-Türkiye Selçuklu İlişkileri, Sultan Alp Arslan’ın Liderlik Vasıfları, Turkıc Weekly, 2021/241, Büyük Selçuklularda Evlilik Merasimleri, Büyük Selçuklu Devleti İle Abbasi Devleti Arasında Gerçekleşen Siyasi Evlilikler, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Sultan Alparslan Nasıl Öldürüldü
Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un Hayatı Felsefesi