34,8988$% 0
36,7076€% 0.1
3.046,27%0,06
4.967,00%0,06
19.868,00%0,06
Önceleri hâlinden şikâyet ederdi. Peki şimdi ne olmuştu da susmuştu? Mütemadiyen kandırılmaktan, hor görülmekten, sövülmekten, dövülmekten… Yeşil kirli bir duvarın dibine atılan berbat kokulu bir döşeğin içinde ancak bu kadar büyümüştü. Önünden şehirler, hayatlar geçip giderken o hep geriye gitmişti. Üç beş gün okula gittiğini hatırlıyordu. Sonraki günlerde yiyecek ekmek bulamayınca pazarda çalışmaya başladı. Zaten okulda da horlanmıştı. Sırtındaki kambur mu daha acı vericiydi, ruhundaki kambur mu? Bu yaradılış defosu onun başka bir insanla göz göze gelmesini bile engelliyordu. Onu gören her kimse ilk başta kusuruna odaklanıyordu. Sonrası malumdu… Ya müstehzi bir gülümseme ya da iğrenç bir merhamet. Oysa onun ruhu ve bedeni yalnızca bu kamburdan ibaret değildi. Başka bir sokağı da vardı kalbinin. Ah bir karnını doyurabilseydi, biraz kenara para koyabilseydi? Kendisini tanımak için elinden geleni yapmaz mıydı? Yapamazdı…
Kaldığı harabeye yakın olan pazar yerine koşarak gitti. Ona sahip çıkınca hor görme hakkına sahip olan birkaç esnaf onu görür görmez dalga geçmeye başladı. Her hafta birisi onu tezgâha oturtup ona soytarılık görevi veriyorlardı. O ne zaman tezgâhlarına gelse işler iki katına çıkıyordu. Ancak gün bitiminde elinde kalan; çürümüş sebzeler, meyveler ve birkaç liralık bozuk paraydı. Kaldığı ev yıkılmak üzereydi. Ev sahibi seneler önce evi terk ederken ona acımış, bekçilik yapsın diye evini ona bırakmıştı. Çocuklarının yanına taşınan ev sahibi birkaç yıl önce ölmüştü. Evde kamburun yaşadığından haberdar olan mirasçılar o yokmuş gibi yaşantılarına devam ettiler. Evin elektriği kesikti. Döşeğinin yakınındaki pencereye sokak lambasının sarı ışığı vuruyordu. Bu kadar ışık onun hayatına fazlaydı bile. Sular da kesilmişti. Günlük ihtiyacını sokağın arkasındaki bir camiye gidip gideriyordu.
Mahallelinin ondan bir şikâyeti yoktu. Zaten uzun zamandır gerekli olmadıkça kimseyle de konuşmuyordu. Pazar yerinde soytarılık görevini yaparken acı çekiyordu. Bu vazifeyi kendisi seçmemişti. Sokağın başındaki berberin çıraklığını yapabilirdi. Garson da olabilirdi. Ama en çok insanların akın akın doluştuğu amatör tiyatronun önünden geçerken kalbi delicesine çarpıyordu. Birkaç kez kalabalıktan yararlanıp içerideki oyunlardan bazılarını seyretmişti. O zamandan beri aklından çıkaramadığı tek şey sahneye çıkmaktı. Ama o, kendi yaşamının berbat bir oyuncusuydu. Bazı geceler üzerine sokak lambası vuran pencerenin yanına geçip rol yapmaya çalışırdı. Kimi zaman babacan bir esnaf kimi zaman ise gaddar bir iş adamı olurdu. Sonra da döşeğine geçer, içli içli ağlardı.
Bir bahar akşamında pazardaki soytarılık vazifesi biterken içinde çürük meyvelerin olduğu poşeti elinden düşürdü. Sağa sola dağılan meyveler umurunda değildi. Tiyatronun kapısında “Amatör oyuncular arıyoruz!” yazısı aklını başından almıştı. Ağır aksak adımlarla eve gitti. Cesaretini toplayıp seçmelere giderse kendisinden her rolü yapması istenebilirdi. Bu yüzden sabaha kadar gözüne uyku girmedi. Tüm gece sokak lambasının ışığında rol yaptı. Ertesi gün kendisini tiyatronun önünde buldu. Sabahın ilk ışıkları yeryüzüne düşmüştü. Yolun karşısına geçip bir kaldırıma oturdu. Tüm varlığıyla tiyatronun kapısına odaklanmıştı. Birkaç saat sonra birkaç kişi geldi kapıya. Sonrasında ise içeri giren çıkan artmaya başladı. Çoğu şık giyimli, entelektüel tiplerdi. Hayatın hoyrat tarafındaki insanlar kadar kaba olamazlardı. Belki birisi kendisinde bir yetenek görüp onu sahneye çıkarırdı. İçinden bildiği tüm duaları ederek tiyatro kapısından içeri girdi. İçeride yirmiden fazla insan jürinin karşısına çıktı. Jüriler not alıyor, arada bir içeridekilere temel tiyatro kurallarını hatırlatıyordu. Güler yüzlü bir kadın onu fark ettiğinde kendisini sahnede buluverdi. Ancak bir terslik vardı. Jüridekiler ona bir performans konusu vermemişti. Aralarında fısıldaşarak bir karara varmışlardı. “Bak arkadaş! Biz seni pazar yerinde de gördük. İnsanların sevdiği birisin. Oyunumuzda cüce ya da kambura ihtiyacımız yok. Ancak istersen oyun başlamadan seyircileri güldürmen için sana ufak bir rol verebiliriz.”
Cevap vermeden kendini dışarı attı. Sırtındaki kambur mu daha acı vericiydi, ruhundaki kambur mu bilemedi. Soytarıydı işte. Sahnede, pazarda, hayatta soytarıydı. Bu yaradılış defosu onun karanlık yüzüydü. Sonraki günler onu evinde bulamadılar. Pazar yerine de gelmemişti. Esnaflardan bazıları vicdanlarını rahatlatmak için polise haber verdi. Polis birkaç gün sağa sola sordu. Kimse onun nereye gittiğini görmemişti. Kimse onu görmemişti…
Tolga Alver
KÖRLER DÜELLOSU