34,5467$% 0.18
36,0147€% -0.62
3.005,41%1,48
5.110,00%0,95
20.381,00%1,12
Sultan II. Mehmed’in doğum tarihi hususunda muhtelif kaynaklarda değişik bilgiler verilse de, büyük bir ihtimalle 30 Mart 1432 Pazar günü Edirne’de Sultan II. Murad’ın dördüncü oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Annesi Hümâ Hatun’dur. Annesinin Türk olmadığı konusunda özellikle yabancı tarihçiler tarafından birtakım iddialar olsa da, Bursa Şer‘iye Sicilleri ve yine Bursa’daki Muradiye Cami ve külliyesinde bulunan Hatuniye Türbesi’nin 1449 tarihli kitabesindeki kayıtlara göre Hatice Alime Hüma Hatun, Türk ve Müslüman olup, aslen Candaroğulları’na mensuptur. Annesi, 1449’da II. Mehmed 18 yaşında iken ölür. Oğlunun ilk tahta geçişini görse de, ikinci tahta geçişini göremeyecektir.
Süheyl Ünver hocanın araştırmaları sırasında bulduğu, Fatih’in çocukluğunda kullandığı not defteri ,Topkapı Sarayı’nda bulunuyor.
Şehzade Mehmed, 1443 yılında 11 yaşında, yetişip tecrübe kazanması için yanında lalaları Kasapzade Mahmud ve Nişancı İbrahim bin Abdullah ile Manisa’ya gönderilir. Aynı yıl sonlarında ya da 1444 yılı başlarında ağabeyi Amasya valisi Şehzade Alaeddin Ali Çelebi’nin vefatı üzerine tahtın tek varisi olur. Babası II. Murad en sevdiği, tahta uygun gördüğü evladı Şehzade Alaeddin Ali’nin vefatının üzüntüsüyle Ağustos 1444’te tahtı oğlu Şehzade Mehmed’e bıraktığını açıklayacaktır. Karakter olarak dünyaya ve hükümdarlığa rağbet göstermeyen, inziva ve sükûnu seven babası II. Murad’ın tahtından feragat edip Dimetokaya çekilmesi üzerine, 12 yaşında hükümdar olur.
Osmanlı tahtına küçük yaşta ve tecrübesiz bir hükümdarın geçmesi, Osmanlı Devleti’nin muhaliflerini yeniden hareketlendirecektir. Papa’nın da teşvikiyle bilhassa Balkanlar’da Osmanlı Devleti’ne karşı yeni bir haçlı ittifakı oluşturulmaya başlanır. Payitahtta da durum pek iyi değildir. Paşaların bir kısmı II. Murad’ın tahttan çekilmesine taraftar olmaz. Devlet işleri büyük oranda Halil Paşa’ya kalır. Bunun yanında Rumeli Beylerbeyi Şehabeddin Paşa, Lala Nişancı İbrahim Paşa ve Zağanos Paşa ise genç padişahı destekler. Tabii ki bu durum idarede bir ikilik meydana getirir.
Gentile Bellini, Sultan II. Mehmed, 1480
Tam bu sırada, birleşik bir haçlı ordusunun Eylül ayı ortalarında Tuna’yı geçtiğinin, haçlı donanmasının da boğazları tuttuğunun öğrenilmesi üzerine devlet ricali harekete geçerek, II: Murad’ı ordusunun başına davet ederler. Genç hükümdarın da babasına bu kötü durumu anlatan bir mektup göndermesi üzerine II. Murad, yalnız ordu komutanı sıfatıyla Osmanlı ordusunun başına geçmeyi kabul edecektir. Yaklaşık kırk bin kişilik bir orduyla birlikte hareket eden II. Murad, düşman birliklerini Varna’da karşılar ve Macarların ekseriyette olduğu haçlı ordusunu 10 Kasım 1444 tarihinde Varna Svaşı’nda ağır bir hezimet uğratır.
Zaferin ardından, Çandarlı’nın genç hükümdarı bu denli dışlayarak, II. Murad taraftarı olması ve yeni hükümdarı sahiplenmemesi, II. Mehmed ile Halil Paşa arasında adı konmamış bir gizli çekişme ve mücadeleye sebep olur. O dönemde pek kendini hissettirmese de, II. Mehmed’in ikinci kez saltanatı devraldığı dönemde ve bilhassa İstanbul’un fethi sırasında görünür bir hal alacaktır.
II. Murad, tahta geçmeye taraftar olmadığı için, birkaç gün Edirne’de kaldıktan sonra, yeniden Manisa’ya dönecektir. Sultan Mehmed’in bu ikinci hükümdarlığı da kısa sürer. Edirne’de bir büyük yangın çıkar ve bundan sonra Yeniçeriler, Edirne dışındaki adada bir tepede toplanarak isyana başlar. Veziriâzam Halil Paşa ve devlet erkanı gizlice görüşerek Sultan Murad’ı yine hükümdarlığa getirmeye karar verirler; Sultan Murad, Edirne’ye gelerek hükümdar olur ve Sultan Mehmed de yine eski sancağı olan Manisa’ya gönderilir.
Manisa, Sultan Mehmed Çelebi’ye çok faydalı olacaktır. Daha sonra ilerleteceği tarih bilgisinin esaslarını bu devrede öğrenir. Yine bu yıllarda kitap ve kütüphane konusu ilgi alanındadır ve Manisa’daki özel kütüphanesini oluşturur. Bu kütüphane 1451’de Edirne Sarayı’na taşınır, fetihten sonra da İstanbul’da önce Eski Saray’a (Beyazıt) sonra Yeni Saray’a (Topkapı Sarayı) yerleştirilir. İkinci defa tahta geçince babasının kitaplarıyla ve sonra saraylarında tesis ettiği nakışhanede yeniden istinsah (aslından kopya) ettirdiği kitaplarla zenginleştirmiştir ki; bunun hemen dörtte üçü elimizden geçmiştir.
1448’de II. Kosova Muharebesi’nde Haçlılara karşı başarısından sonra, felç rahatsızlığı iyice nükseden Sultan Murad, 1451’de 48 yaşında vefat eder. Son kez hükümdarlığı devralmak üzere 17 Şubat günü Edirne’ye gelen 19 yaşındaki Sultan Mehmed, ertesi gün devlet erkanının hazır bulunduğu bir merasimle, Osmanlı tahtına yedinci hükümdar olarak oturur.
Trabzonlu Papaz Gennadios’a ait 13. yüzyıla tarihlenen Homeros’un 260 sayfalık İlyada Destanı, Topkapı Sarayı’ndaki Fatih Sultan Mehmet’in kütüphanesinde muhafaza ediliyor.
Bizans imparatorlarınca zaman zaman tanınan bazı haklar ve ayrıcalıklarla başkent İstanbul’un çeşitli bölgelerine yabancılar yerleşmiştir. Bunların başında, Cenevizliler ile Venedikliler yer alır ki; Bizans İmparatorluğu çökmeden evvel, İstanbul’u adeta kendi aralarında pay edip, Boğaziçi’ne Bizanslılar’dan çok daha kuvvetli yerleşirler.
Sultan, ilk sefer olarak Karaman seferine çıkar ancak Bizans İmparatoru’nun bir olay çıkarmaması ve İstanbul’daki Şehzade Orhan’ı serbest bırakmaması için İmparator’a Çorlu ve yörelerini bırakır ve Şehzade Orhan’a yılda 300 bin akçe tahsisat bağlar.
Ancak Bizans İmparatoru Konstantin Dragezes, Fatih’in tahta çıkışından beri tehlikeyi göz önünde tutarak, Avrupa’daki Hıristiyan hükümdarlara mektuplar ve hey’etler gönderip yardımlarını ister. Papa ise bu fırsattan istifade ile Bizans’daki Ortodoks Hıristiyanları Katolik yapmak ve iki kiliseyi birleştirmek için bütün kuvvetiyle uğraşır.
“Emir: Türk İmparatoru Mehmet’in Hayatı ve Fetihleri” (Amyris, de vita et gestis Mahometi Turcorum imperatoris) adını taşıyan, şair ve tarihçi Gian Mario Filelfo tarafından 1475’te yazılan eser.
Şehzadeliğinden beri İstanbul’un fethini tasarlayan II. Mehmed, 1451 senesi yazı sonunda başlayıp 1452’de bitirilecek olan ve Yıldırım Bayezid’ın yaptırdığı Anadoluhisarı’nın karşısına benzeri bir hisar yapılmasına karar verir, hatta hisarın planını bile tasarlar. İki yandan boğaz kapanacak; böylece Karadeniz’den gelebilecek yardım ve özellikle İstanbul’u besleyen ve bu yolla gelen buğdayın İstanbul’a ulaşması önlenecekti.
II. Mehmed, İstanbul’un kuşatılması sırasında kullanılmak üzere Rumların “Eppolin (şehirler alan)” ismini verdikleri büyük kuleler yaptırır. Bu gezici kuşatma kuleleri, birçok tekerler üzerinde yürümekteydi. İstanbul’un Fethi’ne gelinceye dek, top teknolojisi İstanbul’un o güçlü surlarını yıkabilecek güçlü toplar yapabilecek kadar gelişmiş değildi. Bu dönemde hakkında muhtelif rivayetler bulunan Macar asıllı Urban adında bir top döküm ustası karşımıza çıkar.
Urban, büyük bir ihtimalle, Bizans’ın hizmetinde çalışıyordu. Rumeli Hisarı’nın yapımı devam ettiği sırada, maaşının arttırılmasını isteyip olumsuz cevap alınca, Osmanlılara iltica eder. İstanbul’un fethini kolaylaştıran Şahi Topları’nı döken usta olarak adını tarihe geçirir. Ocak 1453’de Karadeniz kıyılarındaki Ahyolu, Misivri ve Vize ile İstanbul yakınlarında Bizans’ın elindeki yerleri ele geçirilir. Böylece İstanbul’un karadan ablukası tamamlanır.
Şahi Topu
Çoğunlukla tarihçiler, muhasaraya başlama tarihinin 6 Nisan 1453 olduğu konusunda birleşmektedirler. Ordunun kuşatma düzeni alması 6 Nisan’da başlamış, küçük toplar 7 Nisan’dan itibaren surları dövmeye başlamış; ancak topçuların tam mevziini alması 11 Nisan’ı bulmuştu. Osmanlı kara ordusunun sayısı hakkında da farklı görüşler vardır. Ancak, kapıkulu askeri, Rumeli ve Anadolu’dan kuşatmaya katılan askerler ve daha önceden İstanbul önlerine gönderilen askerlerle birlikte sayının 125.000 kadar olduğu sanılmaktadır.
12-17 Nisan günleri Osmanlı ordusunun bilhassa piyadelerin surlara yaklaşma gayretleri netice vermez. İstanbul’un savunması ve ikmâlini için Papa tarafından gönderilen üç Ceneviz gemisi ile bir Bizans gemisi 20 Nisan günü Marmara’da görünür görünmez, Kapdân-ı deryâ Baltaoğlu Süleyman Paşa on sekiz parçalık bir filo ile Yeşilköy-Bakırköy açıklarında karşılar. Düşman gemilerine nazaran küçük olan Osmanlı donanması başarılı olmaz. Bu muhârebede Venedik ve Bizans gemileri, Osmanlı kuvvetlerinin elinden kurtularak, o sırada çıkan uygun rüzgar ile Haliç önlerine kadar gelip gerili bulunan zincirin açılması ile içeri alınırlar.
21 Nisan günü Kabataş’a gelen Sultan Mehmed Han, hazırlıkların daha önce başlamış olduğu hakkında kuvvetli deliller bulunan karadan donanma yürütme işine hız verdirdi. O zaman bağ, bahçe ve çalılık yerlerden geçen bu yolu temizletip, gerekli tesviyelerini süratle yaptırdı. Yollar yapılıp, iri taşlar üzerine kalaslar döşenerek, iç yağı, sade yağ ve zeytinyağı ile yağlanarak, yolun iniş ve çıkışlı yerleri ile virajlarına işin özelliğine uygun palanga, bucurgat ve sair tespit malzemeleri yerleştirildi. Bu nakil sırasında arazinin durumuna göre gemiler bazen kaydırılarak, bazen de tekerlekler üzerinde yürütülmüş olabilir. Donanmanın karadan katettiği yolun güzergahı hakkında kaynaklarda muhtelif bilgiler olmakla birlikte, büyük bir ihtimalle Tophâne-Kumbaracı yokuşu-Tepebaşı-Asmalımescid-Kasımpaşa güzergâhı kullanılmıştır. 21-22 Nisan Pazar günü gecesi 72 Türk gemisi karadan çekilerek Haliç’e indirildi.
Fausto Zanaro, İstanbul’un Fethi (Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a Girişi), 1903
18 Mayıs’a kadar kara ve denizde devam eden muharebeler, yeni bir kuşatma aracının surların kenarında kullanılması ile tekrar kızıştı. 26 Mayıs’tan itibaren Osmanlı ordugahında büyük hazırlıklar başladı. 28 Mayıs günü gün batması ile birlikte bütün Osmanlı birlik ve gemileri mum donanması yaptılar. Bizans bir ışık çemberi ile çevrilmişti. Osmanlı kuvvetleri muhtelif bölgelerden İstanbul’a girmeye başlamışlardı. Bizans halkı Ayasofya kilisesine sığınmaya çalışıyordu. Dalga dalga gelen Osmanlı askerleri kısa zamanda İstanbul’un her yerine hakim oldu. Kiliseye sığınan ahaliye dokunmadılar.
29 Mayıs Salı günü öğleye doğru beraberinde hocaları ve ordu kumandanları olduğu halde muhteşem bir alayla Top Kapısı’ndan (veya diğer bir ihtimalle Edirne Kapısı’ndan) İstanbul’a giren Ayasofya önüne geldi. Genç Sultan, yerlere kapanan ahali, rahip ve eski Ortodoks patriğine karşı “Kalkınız!.. Ben Sultan Mehmed, size ve bütün ahaliye söylüyorum ki, bu günden itibaren hayatınız ve hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız” dedi.
Fatih Sultan Mehmed’in yetişmesinde babasının katkısının yanında, çocukluğundan itibaren yanında bulunan hocalarını da unutmamak gerekir. Bunlar arasında en önemlileri olan; İstanbul’un fethinde Sultan’ın yanında durarak ona destek olan hocaları Molla Gürani, Molla Hüsrev ve Akşemseddin’in adlarını anmak gerekir.
Fausto Zanaro, Tekneler Haliç’e İndirilirken, 1908
Fatih Sultan Mehmet’in hükümdarlık süresinin 1453 – 1467 yılları arasını kapsayan tarih kitabını yazan Kritovulos, Osmanlı askerlerinin İstanbul’a girişini şöyle anlatır:
“Sonra, orada bulunan birçok insan kılıçtan geçirildi…karşı koymaya çalışanlarla dua etmek üzere kiliselere sığınanların tümü, erkek, kadın ya da çocuk olduklarına bakılmaksızın acımasızca öldürüldü…Kıyım konusunda doyuma ulaştıktan ve şehri ele geçirdikten sonra, askerlerden bazıları birliklerine göre dizilmiş halde asillerin konaklarını yağmalayıp talan ettiler, diğerleri kiliseleri yağmaladılar. Kimileri yağmalamak, çalmak, ganimet toplamak, yaş ve sınıf farkı gözetmeksizin erkek, kadın, çocuk, genç, yaşlı, din adamı ve keşişleri öldürmek, kirletmek ve esir almak üzere evlere dağıldılar.”
Fethin çok uzaması Fatih’in askeri gayrete getirmek için onlara “üç günlük yağma” sözü vermesine karşın, girişilen yağmanın şehri yakıp yıkmaya vardığını öğrenince yağmayı durdurduğu söylenir. Kritovulos, Fatih’in kente girişini şöyle anlatır:
“Bunlardan sonra sultan, Polis’e (İstanbul’a) girerek, büyüklük, konum, parlaklık ve güzelliğini, çok sayıdaki kiliseleriyle kamu binalarının ihtişamını, sıradan halkla seçkinlerin evlerinin hoşluğunu ve limanla tersanelerinin konumunu büyük bir dikkatle teftiş etti…Ölenlerin çokluğunu, evlerin boşaldığını, şehrin tümüyle uğradığı yıkımı, felaket ve tahribatı da gördü. Yapılan bu yıkım ve talan için birden acıma ve pişmanlık duygularına kapılarak gözleri yaşlarla doldu, derin derin iç geçirerek, üzüntüyle: “Nasıl bir şehri talan ve yıkıma terk ettik?” dedi.”
Sultan, şehrin imarı kadar, toplumsal dokusuna, iktisadî yapısına, dinî hayatına, payitahtının her açıdan temsili ve merkezi konuma yükselmesine büyük önem verdi. İstanbul, Fatih döneminde, saraylar, hanlar, kervansaraylar, çarşılar, pazarlar, hamamlar, kütüphaneler ve medreselerle donatılmış, mamur ve canlı bir Türk şehri hâline geldi. Fatih Sultan Mehmed gerek yaptırdığı eserlerle, gerekse devletin ileri gelenlerini teşvik ederek şehrin her tarafını vakıf eserleriyle donatmıştır. Bu dönemde 6 büyük külliye, sur içinde 163, Kasımpaşa’da 5, Galata’da 5, Boğaziçi’nde 6 ve Üsküdar’da 5 cami yapıldı. Medrese sayısı ise 21’dir. Ayrıca 32 hamam, 2 büyük saray, 7 aşhane, 10 han ve kervansaray, 28 çarşı yapılmıştır. Bu yapılar dışında İstanbul, konutlarında da yeni sahiplerinin ve iskan edilenlenlerin tercih ve birikimlerini yansıtan büyük bir değişim yaşamış, kamu binaları yanında sivil mimari de yeni dokusunu oluşmuştur. İstanbul, Fatih Sultan Mehmed ve haleflerinin elinde yeni bir medeniyet ve devletin merkezi olarak yükselirken geçmişin mirasına da kayıtsız kalınmamış, Roma/Bizans dönemin abidevi eserleri, dikilitaşları tarihi meydanları ve diğer yapılar fonksiyonel bir anlayışla muhafaza edilmiştir.
Fatih Camii
Fatih Sultan Mehmed, Bizanslılar elinde harabeye dönüşen şehrin her açıdan imarına gayret etti. İstanbul’u fethi ve imarıyla, Osmanlı İstanbul’unun kurucusu kimliğini kazanan Fatih Sultan Mehmed’i, Konstantin’den sonra, İstanbul’un ikinci kurucusu kabul etmek de mümkündür. Devasa boyutlarıyla Eski Saray ve Topkapı Sarayı; Rumelihisarı ve Yedikule; Okmeydanı, Tersane-i Âmire, Has Ahırlar ve yeniçerilerin kışlası Eski Odalar; Darphane (Simkeşhane) ve Tophane; bedesten çevresinde kapalı ve açık sokaklarıyla bir çarşı bölgesi, Saraçlar Çarşısı ve Atpazarı, deniz ve kara gümrükleri ile Un, Yemiş ve Yağ kapanları; çok sayıda büyük ölçekli hamam; bir ulucami olarak Ayasofya’nın yanında o dönemde Yeni Cami olarak adlandırılan Fatih Camii ile çevresinde sekiz adet medrese, tabhane, dârüşşifâ ve kervansaray; yine sultan vakfı olan Eyüp Camii ve imareti; Mahmud Paşa’nın bir sultan külliyesi boyutlarındaki imareti; Rum Mehmed Paşa ve Has Murad Paşa imaretleri gibi çevrelerinde mahallelerin oluştuğu külliyeler yanında, işlevi dönüştürülen çok sayıda Bizans dinî ve sivil yapısı sıralanabilir.
Topkapı Sarayı ise şehrin en güzel köşelerinden birisine inşa (1465-1478) edilecektir. İlk sarayın yapımından sonra İmparatorluğunun yönetim merkezi ve kendisine ikametgah olacak yeni bir yapı inşasını isteyen Sultan bunun için denizden bakıldığında kentin merkezi bir yerini, yarımadanın ucunu; buradan bakıldığında da Boğaz’a hakim olan bir konumu Sarayburnu’nu seçti.
Naci Kalmukoğlu, İstanbul’un Fethi
İstanbul’un fethinden sonraki seferlerini özetlersek: Ege Denizinde Venediklilerle mücadele ederek; 1456 yılında Enez, Enez, İmroz, Taşoz ve Limni Adalarını ele geçirir.
1459’da Sırbistan’ı ele geçirir. Burası Belgrat’ın fethine kadar Macaristan’a yapılacak akınlar ve kuzeyden gelebilecek tehlikelere karşı iyi bir üs durumuna getirildi.
1460 yılında Karadeniz’de Candaroğulları Beyliği’ni egemenliği altına alır, 1461 yılında ise Trabzon Rum İmparatorluğu’na son verir.
Yıldırım Bayezid döneminden beri Osmanlı Devleti’ne vergi vermeyi kabul etmiş olan Eflâk Prensliği, her fırsatta bağımsız olmak istemiş, bu hususta, özellikle Macarlara güvenmişti. Fatih’in 1462 seferinden sonra Eflâk, artık Osmanlı Devleti’ne bağlı özel statülü bir eyalet haline getirilir.
1463 yılında Mora’yı Osmanlı topraklarına dahil eder. Fatih Sultan Mehmed Balkan fetihlerini tamamlamaya karar verir. Bu sırada Bosna Kralı Stephan Tomaşeviç’in Osmanlılara verdiği vergiyi kesip, bu maksatla gönderilen elçileri de hapsettirmesi üzerine Bosna’nın fethi bir zaruret halini alır. Nihayet, 1463 yılında açılan sefere Fâtih Sultan Mehmed bizzat komuta eder, Bosna’yı Osmanlı topraklarına dahil eder.
Fatih Sultan Minyatürü, Portre Sinan Bey veya Bursalı Şiblizade Ahmed’e atfedilmiştir. Fatih Sultan Mehmet elinde gül koklarken betimlenmiştir, 1480’ler
Osmanlı Devleti’nin Venedik, Napoli, Macar, Arnavutluk ve Papalık kuvvetleri ile değişik bölge ve cephelerde mücadele ve savaş halinde bulunmasından istifade etmek isteyen Karamanoğlu Pir Ahmed Bey, daha önce Fatih’in hükümdar olduktan sonra giriştiği ilk Karaman Seferi sırasında Osmanlılara terk edilen yerleri geri almak ister. Ancak, Osmanlı Devleti’ne karşı tek başına karşı koyamayacağını anlayınca Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’dan yardım ister. 1466 yılında Karamanoğulları’nı egemenliği altına alarak, devletin doğusunu kısmen de olsa, emniyet altına alır.
Boğdan prensi Stefan Çel Mare, Osmanlılar’ın Venedik, Napoli, Papalık ile denizde, Arnavutluk ve Macarlarla da karada savaştıkları karışık bir dönemden faydalanıp bağımsızlığını ilan eder. 1476 ilkbaharında, İki taraf arasında yapılan savaşta, Sultan II. Mehmed, Belgrat kuşatmasında yaptığı gibi, atıyla ileri atılır; on saat süren bir muharebe neticesinde, ağır kayıplar verdirilen Boğdan birlikleri mağlup olur. Daha sonra Boğdan’ın merkezi Suçova şehri yakılsa da kalesi fethedilemez. Yeniçeriler arasında veba salgınının görülmesi ve Macarların da savaşa hazırlanmaları sebepleriyle ordu, geriye döner.
Fatih Sultan Mehmed, Minyatür, Saray Albümlerinden, 15. yüzyıl
XV. yüzyılda güçlü bir Türk Devleti olarak karşımıza çıkan Akkoyunlu Devleti, bu dönemde doğuda Osmanlı’nın en büyük rakibi konumuna gelmiştir.Uzun Hasan Bey, ordusunu teçhiz ile özellikle Osmanlılarla savaş durumunda bulunan Venedik Cumhuriyeti’nin kendisine ittifak önerisi üzerine, onlarla anlaşır. Osmanlılara karşı Mısır Memluk Devleti ile ittifak kurmak istediyse de, Memluklular, Osmanlı gibi bir devleti hasım olarak seçmelerinin doğru olmadığını bildikleri için bu ittifaka yanaşmazlar. Uzun Hasan’ın kuvvetlerinin Osmanlı sınırlarını aşıp saldırıya geçmesi üzerine, Otlukbeli yöresinde (Erzincan), iki büyük Türk devletinin orduları arasında, tarihî savaş başlar. 11 Ağustos 1473 çarşamba günü başlayan ve sekiz saat kadar süren çarpışmalar neticesinde, Osmanlı ordusu, Akkoyunlular’a ağır bir darbe indirir.
https://www.istanbulsanatevi.com/wp-content/uploads/2015/01/fausto-zonaro-fatih-atini-denize-surerken-kanvas-tablo.jpg
Fausto Zanaro, Fatih Sultan Mehmed Atını Denize Sürerken, 1908
Fatih Sultan Mehmed Han, Karadeniz’in Anadolu sahillerini ele geçirmiş, Kırım sahillerine ve bu bölgedeki Ceneviz limanlarına henüz dokunmamıştı. Vezir-i âzam Gedik Ahmed Paşa, Mayıs 1475 yılında donanma ile Karadeniz’e açılıp Haziran başlarında da Kefe limanına gelir ve kuşatır. Şehir teslim olur sonra donanma, Azak Denizi’ne girerek Azak Kalesi’ni de barış yoluyla ele geçirir. Daha sonra Kırım yarımadasının güneyinde kıyıya yakın Menküb Kalesi’de kısa bir kuşatmadan sonra fethedilir. Bu tarihten itibaren Kırım Osmanlı Devleti’ne tâbi hale gelir.
Osmanlı topraklarında yetişip, daha sonra Arnavutluk bölgesine kaçarak burada Osmanlı Devleti’ne karşı bir bağımsızlık mücadelesi başlatan İskender Bey, gerek II. Murad, gerekse Fatih dönemlerinde Osmanlı Devleti’ni uzun süre meşgul etmiştir. Arnavutluk seferinden de çeşitli zorluklara rağmen başarıyla dönülür. (1478)
Seyyid Lokman’ın yazdığı Hünernâme’deki bir çizim, Fatih Sultan Mehmed fetih sonrası At Meydanından geçerken bir Bizans efsanesi olduğu söylenen üç yılanlı sütuna hurafe fikrini kabul etmediğini bildirmek amacıyla gürzünü fırlatması.
Fatih Sultan Mehmed, Hıristiyanlığın ikinci merkezi olan Roma’yı almak niyetindeydi. Bu bölgenin fethi için önce Rodos Adası’nın fethedilmesi gerektiğini düşünür. Donanma 23 Mayıs 1480 günü Rodos önlerine gelir. Rodos muhasarasının devam ettiği bir sırada, başka bir Osmanlı donanması da Gedik Ahmed Paşa komutasında, İtalya’nın güney ucunda bulunan Otranto limanına girer; 11 Ağustos 1480’de şehri fetheder.
Fatih’in Otranto’yu ele geçirmesindeki asıl gayesi Batı Akdeniz ve İtalya hakimiyeti için bir üs elde etmekti. İtalya’nın fethini sürdürmek isteyen Gedik Ahmed Paşa, yeni kuvvetlerle harekâta başlamak istiyordu. Fakat bu sırada (3 Mayıs 1481) Fatih Sultan Mehmed’in ölümü ve yerine hükümdar olan II. Bayezid’in kendisini çağırması üzerine, geri dönmek zorunda kalır. Böylece yeniden kuvvet sevk edilmemesi sebebiyle İtalya’nın fetih harekâtı geri kalmış olur. Sonunda 13 ay Türklerin elinde kalan Otranto, 10 Eylül 1481’de işgal edilir. Osmanlı donanmasının henüz toparlanma aşamasında oluşu, bu bölgenin merkeze olan uzaklığı ve buranın muhafazasındaki zorluklar gibi sebeplerle, bölgeye asker sevk edilememiş ve bir müddet sonra elden çıkmasına neden olmuştur.
Gentile Bellini’nin takipçisi olan bir ressamın yaptığı düşünülüyor, Fatih Sultan Mehmed
Gentile Bellini, 1479-81
Bu küçük tabloda karşılıklı olarak iki şahıs tasvir edilmiştir. Bunlardan sağdaki, hiç şüphesiz ki Fatih Sultan Mehmed’dir. Resmin arkasında ne zaman yazıldığı bilinmeyen İtalyanca yazıda, onun Fatih’in oğlu olduğu bildirilmişse de adı verilmemiştir. Bu durum karşısında üç oğlundan hangisi olabileceği meselesi ortaya çıkar. Fatih’in en sevdiği oğlu olan Şehzade Mustafa, Bellini’nin gelişinden çok önce 1474’te ölmüştür. Fatih’in büyük oğlu Bayezid ise Bellini’nin İstanbul’da bulunduğu yıllarda 32 yaşındadır ve vali olarak Amasya’dadır. Babinger’in kanaatine göre geriye tek ihtimal kalmaktadır ki, o da Sultan Cem’dir. Ancak bu resim yapıldığı yıllarda 21 yaşında olan Cem Sultan Karaman’da (Konya) yaşamaktadır.
Cem’in babası gibi kemerli, bir kartal burnuna sahip olduğu ve ayrıca bir gözünün de biraz kaymış olduğu bilinmektedir. Resimde kemerli burun olmamakla beraber, Babinger arkada kalan sol gözün şaşılığının belli olduğunu iddia eder. Ona göre, bu delikanlı kesin olarak Sultan Cem’dir. Fatih’e çok benzeyen açık renk gözleri, ileri doğru çıkık üst dudağı ve muntazam olmakla beraber uzunca olan burnu, solgun yüzü ve melankolik bakışlarıyla detaylandırılabilir. Kulağı, kavuğunun kenarında biraz kıvrılmış. Burada sargı biçimi biraz değişik olan kavuğunun tepesinde tüylü bir sorgucun ucu fark edilir. Üzerindeki işlemeli kaftanın sade olan yakaları dışarı dönüktür. İç elbisesinin düz renkte olduğu, sadece altın düğmeler ile iliklendiği fark edilir.
Nakkaş Nakşi, Fatih Sultan Mehmed. Molla Ali Kuşçi ile birlikte, Hesabdan Muhammediye kitabını takdim ederken elinden öpmektedir.
Fatih gayet iyi Arapça biliyordu; zaten kütüphanesindeki kitapların hemen hepsi Arapça yazılmıştır. Kütüphanesinde az sayıda Farsça yazılmış eserlerde bulunur. Farsçayı gayet iyi konuştuğu biliniyor. Fatih Sultan Mehmed’in mükemmel bir divanı bulunur. Latince, Yunanca, İslâvca ve hatta İbranice bildiği söylense de bazı tarihçiler bunun tam anlamıyla doğru olmadığını söylüyor. İlmî kitaplarda geçen bazı Yunanca ve Latince terimleri biliyor olabilir. II. Murad’ın eşlerinden olan Sırp Mara Hatun, belki Fatih Sultan’ın çocukluğunda, ilgilenmiştir. Sarayda rehin olarak tutulan Bizanslı prens ve sonra İskender bey diye meşhur olan bir Arnavud Prensi ile çocukken oynarken bazı cümleler öğrenmiş olabilir. Bu nedenle belki biraz İslâvca veya Yunanca da bilebilir. Fatih, aynı zamanda Batı kültürü ile de yakından ilgilenmekteydi. İtalyan Rönesans’ına kuvvetli bir ilgisinin olduğu biliniyor. Bilim adamı Ali Kuşçu’yu Tebriz’den bir kafileyle İstanbul’a getirtip Saray’da baş astronom yapar.
Fatih Sultan Mehmed’in Kılıcı
Fatih Sultan Mehmet döneminde başlayan kanunname geleneği, sonraki padişahlar tarafından devam ettirilmiş ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde tamamlanarak zirveye ulaşmıştır. Fatih döneminde genel kanunnameler olarak Teşkilat Kanunnamesi, Umumi Osmanlı Kanunnamesi, Tapu Tahrir Kanunnamesi ve İhtisap Kanunnamesi hazırlanmıştır. Bunların yanında özel kanunnameler diyebileceğimiz çok sayıda eyalet ve sancak kanunnameleri hazırlanmıştır. Fatih kanunnameleri sonsuza dek geçerli olması için hazırlanmış kanunlardır. Kanunnamede yer alan “ebedü’l-abad mamulün bih” ifadesi, bu kanunların sonsuza kadar uygulanması gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca kanunnamenin başında da bu kanunların diğer padişahlar döneminde de uygulanması gerektiği ifade edilmektedir: “Evlad-ı kiramım neslen ba’de neslin, bununla amil olalar.”
Fetihten sonra Galatalılara verdiği ahidnâmede ise: “Galatalıların kendi inanç, gelenek ve göreneklerinin gereği olarak şimdiye kadar nasıl davranıyorlarsa yine aynı şekilde hareket etmelerini kabul ettim. Kendi canları, servetleri, kazançları, malları, depoları, bağları, değirmenleri, gemileri, sandalları ve bütün eşyaları; kadınları, çocukları, köle ve cariyeleri yine kendilerinin olsun!” diyen Fatih Sultan Mehmed; Ermenilere, Yahudilere, Rumlara, Katoliklere, Ortodokslara ve diğerlerine de benzer hakları tanımıştır.
Costanza de Ferrara tarafından yapılan Fatih Sultan Mehmet madalyonlarının ilk örneklerinden biri. National Gallery of Art (Washington) koleksiyonunda bulunmaktadır. Fatih portresini çevreleyen yazıda “Türklerin İmparatoru Osmanlı Sultanı Mehmet” yazmaktadır.
Fatih Sultan Mehmet, Osmanlı Devleti’ni bir imparatorluk haline getirmiş, devlet kurumlarını buna göre yeniden yapılandırmıştır. Osmanlı Devleti’nin imparatorluk olarak yeniden yapılandıran Fatih’in en önemli icraatlarından ikisi kardeş katli düzenlemesi ve devşirme sistemidir. Bu iki uygulama Osmanlı Devleti’nin asırlarca ayakta kalmasının başlıca sebeplerindendir. Kardeş katli ile ilgili madde Fatih Sultan Mehmed’in Teşkilat Kanunnamesi’nde yer almaktadır. Kardeş katlini kanun maddesi haline getiren Fatih Sultan Mehmed olmakla beraber, ondan önceki padişahlar döneminde de kardeş katli uygulamaları olmuştur. Osman Gazi’nin, amcası Dündar Bey’i öldürmesi, Yıldırım Bayezid’in kardeşi Yakub Bey’i öldürmesi, II. Murad’ın “Düzmece Mustafa” olarak adı geçen amcasını ve kendisine isyan eden küçük kardeşi Mustafa’yı katletmesi bunlardandır. Ancak kardeş katlinin bir kanun haline getirilmesi Fatih Sultan Mehmed’e aittir.
Fatih Sultan Mehmed’in Kaftanı
Uzun yıllar Boğaziçi Üniversitesi’nde ders veren, Osmanlı ve İstanbul tarihiyle ilgili araştırma kitaplarıyla tanınan fizik profesörü John Freely “Büyük Türk” isimli kitabında Fatih Sultan Mehmed ile ilgili şu satırlara yer verir:
22 yıl Türkler arasında esir kalan Mühlenbachlı Birader George şunları yazar: “Hükümdarı gördüm peşinde iki delikanlıyla saraydan uzak, camiye gidiyordu. Camiden sarayına dönerken kimse peşine takılmaya, yanına yaklaşmaya ya da ülkemizde olduğu gibi “Yaşasın Kral” tezahüratı yapmaya cesaret edemezdi. Sultanı camide namaz kılarken gördüm. Ne bir koltukta ne bir tahtta oturuyordu. Diğer insanlar gibi yere serili halının üzerinde yerini aldı. Etrafı türlü süslerle donatılmamıştı. Sultanın kıyafetinde ya da atında, onun diğer insanlardan farklı olduğunu belli eden bir işaret yoktu.Onu annesinin cenazesinde de izledim. Bana padişah olduğu söylenmeseydi onu tanımazdım. İzin almadan yanına yaklaşmak ya da ona eşlik etmek kesinlikle yasaktır. Hoşsohbet olduğunu defalarca işittim. Kararlarında olgun ve hoşgörülüdür. Sadaka verirken cömerttir ve her işinde hayırseverdir.”
Fatih Sultan Mehmed’in hükümdarlık süresinin 1453 – 1467 yılları arasını kapsayan tarih kitabını padişaha “Bahtiyar, mazhar ve muzaffer, üstün ve yenilmez, Tanrı’nın yardımıyla karanın ve denizin egemeni, şahların şahı, yüce imparator Mehmed’e kullarının kulu adalı Kritovulos’tan” diye yazdığı ithaf mektubuyla takdim eden İmrozlu Kritovulos kitabında şunları yazar:
“Kendisi de yazı Byzantion’da geçirdi ama adeti olduğu üzere, şehir için yani ahalisi için çabalarından geri durmadı, binalarla ve iyileştirmelerle ilgilendi. Felsefeyle meşgul oldu; Arap, Fars, Yunan felsefesiyle ilgilendi; özellikle de bunların Arapça’ya çevrilmiş metinleriyle. Bunun yanında, her gün liderlerle ve hocalarla buluştu, bunların pek çoğunu etrafına topladı ve onlarla sohbetler etti. Onlarla felsefenin ilkelerini özellikle Peripatosçuların ve Staocuların ilkelerini tartıştı.”
Fatih Sultan Mehmed, Hicaz’dan dönen hacıların yollarda susuzluktan çok sıkıntısı yaşamaları nedeniyle, Memluk Sultanı’ndan su yollarını tamir ve yeni havuzlar yapılmasını ister. Ancak reddedilince, iki taraf arasında gerginliğe sebep olur. Asıl düşmanlık ise Memlüklülere tâbi olan Dulkadiroğulları’nın taht meselesine, akrabalık dolayısıyla Osmanlıların müdahalesi yüzünden olur.
Kimi kaynaklara göre Memluk Seferi’ne çıkarken, kimi kaynaklara göre ise İtalya Seferi’ne çıkan Fatih, Üsküdar’daki karargâhta birkaç gün kaldıktan sonra arabayla hareket ederek Gebze yakınındaki Sultan Çayırı (Hünkâr Çayırı)’ında bulunan ordugâha gelir. Burada hastalığı artan Fatih Sultan Mehmed, 4 Mayıs 1481 günü, öğleden sonra 49 yaşında hayata gözlerini kapar. Deniz mahsullerine çok düşkün olduğu için bir türlü gerekli perhizi uygulamadığı gut hastalığı dışında bir hastalığı olmayan Fatih Sultan Mehmed’in ölümü bir sır. Fatih birçok defalar Venedik, Papa tarafından zehirlenmek istenir. Ölümü böyle bir zehirlenme girişiminden mi, yoksa gut hastalığından mı oldu net değildir. Daha sonraları İtalyan hekime Venediklilerin rüşvet vererek zehirlettiği, Şehzade Bayezid’in adamlarının zehirlettiği gibi söylentiler çıkacaktır. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’da kendi adına yaptırdığı Fatih Camii’nin bahçesine defnedilir.
Kaynak
Fatih Sultan Mehmed Dönemi Ferman Ve Arşiv Belgeleri, İlim Ve Sanat Tarihimizde Fatih Sultan Mehmed, Düşten Fetihe İstanbul, Fatih Sultan Mehmed’in Kişiliği Ve Fetihteki Rolü, Hukuk Tarihimiz Açısından Fatih Sultan Mehmet, Halil İnalcık Seçme Eserleri-İki Karanın Sultanı, İki Denizin Hakanı, Kâyser-i Rum Fatih Sultan Mehemmed Han, II. Mehmed Dönemi: Osmanlı Padişah Ve Divan Edebiyatı Arasındaki İlişki
Kağıdın ve Kitabın Tarihi