34,5467$% 0.18
36,0147€% -0.62
3.005,41%1,48
5.110,00%0,95
20.381,00%1,12
Sokrates yaşadığı dönemde Atina’daki en meşhur filozoftu. Halka açık caddelerde insanların yolunu kesiyor, onlarla felsefi sohbetler etmek istiyordu. Öğleden sonra alışveriş etmek üzere pazar yeri agoraya inen birinin karşısına geçerek onu işinden gücünden alıkoymak suretiyle, “Bilgelik nedir? İyi ve adil olan nedir?” gibi soruları ardı ardına sıralıyordu.
Karşısındaki kişi bu sorulara cevap verse bile Sokrates hemen yenilerini sorardı ve bu sorular genellikle verilen cevaptan kuşku duyulmasını sağlar nitelikte olurdu. Bir süre sonra büyük olasılıkla çoğu kişi Sokrates’in kendisiyle dalga geçtiğini düşünmeye başlar ve rahatsız olurdu. Sokrates aslında bu hareketi ile gerçek bilgiye ulaşmaya çalışıyordu. Soru sorarak düşünmeye sevk eden ve gerçek bilgiye ulaşmayı amaçlayan bu sohbet şeklini felsefe “Sokrates metodu” olarak adlandırır.
Sokrates’in tam olarak ne ile suçlandığını asla öğrenemeyeceğiz. Ancak, o dönem Atina’nın siyası bir çalkantı sonrası demokratikleşme sürecine girdiğini biliyoruz. Sokrates’in de bu yeni düzen için bir tehdit oluşturduğu ve bu sebeple beş yüz kişilik bir jüri tarafından yargılandığını biliyoruz. Sokrates yargılanması sırasında savunmasını kendisi yapmıştır ve “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” sözünü savunmasının merkezi haline getirmiştir.
Platon bu savunmaya “Sokrates’in Savunması” adlı eserinde yer vermiştir ve Sokrates’in bu sözleri bir politikacıya yaptığı konuşmadan bahsederken kullandığını söyler: “… Hiçbir şey bilmeyen ben, hiçbir şey bilmediğimi düşünürken, hiçbir şey bilmediği halde o (politikacı), bir şeyler bildiğini sanıyor.”
Sokrates’in “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğimdir” sözleriyle ifade ettiği düşünce şekli felsefenin temelini oluşturur. Çünkü her tür bilgi arayışı, hiçbir şey bilmediğinin kabulüyle başlar.
“Kendini tanı” deyişi Batı felsefesinin başlangıcını temsil eder niteliktedir ve Batı felsefesi de yaygın düşünceye göre Miletoslu Tales’le başlar. “Kendini tanı” deyişinin Tales’e mal edilmek istenmesinin nedeni, onun benlik algısının, yani insanlardaki güçlü ve zayıf yönlerin, sorunların çözümünde büyük rol oynadığını göstermiş olmasıdır.
Tales’in yaşamı ve bireyciliği de “Kendini tanı” deyişinin izlerini taşır. Bu sözü şu şekilde düşünmek gerekir: ”Sen, bu dünyada teksin. Ve sadece kendini tanıma ve yürüyeceğin yolu seçme yetisine sahipsin.”
“Kendini tanı!” sözü dünyanın başlangıcı, işleyişi ve nedenselliğine ilişkin soruların da başlangıcıdır. “Kendini tanı!” çağrısı, insanın kendisini bilginin merkezine taşıdığı için de felsefenin başlangıcı kabul edilir. Bu söz, 2500 yılı aşkın bir süredir hepimizi, kendimizi ve dünyadaki varlığımızı sorgulamamız, yaşamdaki rolümüzü bulmamız yolunda uyarıyor.
Bu cümlenin binlerce yılı aşkın bir süredir yaşamakta olduğu, Oscar Wilde’ın 19.yy’da kaleme aldığı şu sözlerle netleşmiştir: “Antik dünyanın kapısında ‘Kendini tanı!’ yazıyordu. Yeni dünyamızın kağısında ise; ‘Kendin ol!’ yazmalı.”
İskender, babası Makedonya Kralı II.Filoppos ölünce yirmi yaşında tahta geçmişti. Efsaneye bakılacak olursa İskender, çok değer verdiği ancak o güne dek hiç karşılaşmadığı Diogenes’i görmek içine yanına birkaç askerini alarak onu ziyarete gitti. Diogenes öğle güneşinin altında mesken tuttuğu bir fıçıda pinekliyordu. Genç kral, “Ben, Makedonya Kralı Büyük İskender” diyerek birkaç adım attı ve gölgesi yaşlı adamın üzerine düştü. Gezgin filozof başını çevirip ona baktı ve “Ben, Kinik Diogenes” dedi.
İskender Diogenes’in maddi açıdan ne kadar kanaatkâr olduğunu görüyordu, zihinsel açıdan ne kadar bağımsız olduğunu da zaten duymuştu. Şöyle dedi: “Diogenes, dile benden ne dilersen. Ne pahasına olursa olsun dileğini yerine getireceğim.” Bu soruyu kısa bir sessizlik izledi, Diogenes ayağa kalkmak şöyle dursun istifini bile bozmadı. Bir de genç hükümdarın gölgesi tekrar üzerine düşünce Diogenes dayanamadı. “Gölge etme başka ihsan istemez” diye yanıt verdi.
İskender aldığı yanıt karşısında şaşkına döndü. Diogenes’in isteğini yerine getirip onu selamlayarak yoluna devam etti. Sinirlenen askerleri, yolda yaşlı düşünüre hakaret etmeye başladılar. Bunun üzerine, İskender onlara susmalarını emretti ve ekledi: “Eğer İskender olmasaydım, Diogenes olmak isterdim.”
Diogenes bu sözle, “Hayatta en önemli şeyin ne olduğuna karar ver. Bunu yaparken, sadece ölçülebilen, maddi şeylere değer verme, içsel olana, ruha da önem ver” demek istemiş olmalıydı. Bugün “Gölge etme başka ihsan istemez” sözü, başlangıçtaki anlamını yitirmiştir. Günümüzde bu söz, kanaatkârlık düşüncesiyle bağlantılı olarak kullanılmıyor, karşımızdakine rahatsızlık verdiğini ya da gerçek anlamda gölge ettiğini bildirmekte kullanılıyor.
Latince yazan önemli yazarlardan biri olmakla kalmayan Cicero, aynı zamanda Roma’nın zeki politikacılarından biri ve döneminin en iyi hatibiydi. Cicero’nun siyaset kariyerinde yanıldığı çok oldu. Yaşadığı dönemde Roma’da iktidar kavgasına girişen iki tarafın arasında kaldı ve muhtemelen yanlış adamı destekleyerek iktidarı ele geçiren tarafından idam edildi.
Yanılmanın insana özgü olduğu fikri daha önceleri Antikçağ’da karşımıza çıkar. Bu olgu Yunan felsefesinde de işlenir: Örneğin, Sokrates bilgi ve bilgi sanılan bilgisizlikten bahseder; Parmenides, insan algılarının yanılabildiğini kanıtlar. Fakat bu olguya dayanan ve günümüze ulaşmayı başaran elle tutulur en eski yazılı satırlar Cicero’ya aittir: “errare humanum est” (hata yapmak insana mahsustur).
İnsanların birbiri üzerinde iktidar kurmaya başladıklarından beri “Böl ve yönet” düşüncesi cezbedici bir yöntem olarak karşımıza çıkar. Öyleyse, bu sözü ilk söyleyenin XI. Louis olmadığı kesindir. Ne var ki o, bu sözleri söyleyen kişi olma onuruna şaibeli de olsa erişmiştir.
Yirmi yıldan fazla süren hükümdarlık döneminde kendisine karşı oluşan koalisyonları dağıtma konusunda büyük başarı gösterdi. Böl ve yönet: İnsanları birbirine düşürmeyi iyi beceriyor, düşmanları kendi tarafına çekiyordu. İçe kapanık biri oluşu ve sabırsızlığına rağmen zamanla sevimli biri olmuştu. Riyakârlıktan uzak biri değildi. “Riyakâr olmayan devlet yönetemez” diye düşünüyordu. Uyguladığı politikanın baş araçları, terör ve zulümdü.
Louis, yönetimi de güçlü bir hale getirmişti. Bunu yaparken devlet işlerinde görevlendirdiği insanların soyuna sopuna değil becerilerine bakıyordu, böylelikle yüksek soyluların etkisini azalttı. Orta sınıf soyluları ve orta sınıfı kendi safına çekmeyi başardı. Hepsi birleşmiş bir devletten yana oldu. Burada da onun, “Böl ve yönet!” taktiği işe yaramıştı. Tacın iktidarı yükseldi.
Louis’nin düşmanları sadece Fransa sınırları içinde değildi. Dış siyasette de bozguna uğradığı oldu, fakat her seferinde ayağa kalkmayı bildi. Sabrı ve siyasi oyunlar çevirme konusundaki yeteneği onu düşmanlarından üstün kılıyordu. Ordusu büyük zaferler kazanmasa da uyguladığı gizli siyaset ve entrikalar yardımıyla düşmanlarını dağıtmayı başardı.
Louis’nin siyaset ve diplomasi mücadelesine Machiavelli’nin Prens adlı eserinde yer verilmiştir.
Machiavelli’nin Prens adlı eseri hükümdarın iktidarı nasıl elde edeceği ve koruyacağı konusunda bir yönerge gibidir. Onun için kesin olan tek bir şey vardır: Siyasette başarı kazanmak isteyen yalandan, ihanetten ve entrikadan kaçmamalıdır. Gerektiğinde cinayet de işlenebilir. Tek önemli olan siyasi emellere ulaşmaktır.
“Amaca giden her yol mübahtır” sözü bu eserinde kelimesi kelimesine yer almaz. Fakat Prens eserinin genel içeriğini çok güzel anlattığı ve tarihte ilk kez sansasyonel bir biçimde vurgulandığı için söz Machiavelli’ye ve onun ünlü yapıtına yakıştırılır.
Prens, 1532 yılında Machiavelli’nin ölümünden beş yıl sonra yayınlandı. Eserdeki ana fikir, amaca giden her yol mübahtır, yani hükümdarın devletin iyiliği için suç işleyebileceği düşüncesi, eseri de yazarı da dillere düşürdü. Bunun nedenlerinden biri de Machiavelli’nin hedef olarak dinin güçlendirilmesini değil, devlet düzenini göstermesiydi.
Descartes’ın Metot Üzerine Konuşma eseri, barındırdığı “Düşünüyorum, öyleyse varım” cümlesiyle günümüz felsefe literatürünün en ünlü kitaplarından biridir. Modern insanlar için neredeyse sıradan olan bu cümle, yazıldığı dönemde insanların yaşama ve dünyaya bakışlarının değişmesini sağladı. Descartes, “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözüyle, benimsediği bilimsel yöntemi ve kendi bilgi edinme şeklini, kuşkuyu anlatmıştı.
Descartes için kuşku, bir an ortaya çıkıveren ve skolastiklerin öğrettikleri gibi, Kutal Kitap’a ya da Aristoteles’in eserlerine bakıp da kurtulabileceği bir olgu değildi. Tüm bilim dalları için geçerli olacak bir kural arayan Descartes, her şeyden şüphe edilmesi gerektiği kanısına vardı. Ne var ki tek başına bu bilgi onu bir yere götürmüyordu. Çünkü septikler insan algısına güvenilemeyeceğini, bu sebeple bilimin kesin ve doğru olamayacağını savunuyorlardı. İşte tam bu noktada, yani insanın gördüğü, düşündüğü herşeyin yanlış olabileceği, bunun da bilinemeyeceği noktasında Descartes cesur ve devrimci bir atılım yaptı. Eğer algıladığımız hiçbir şeyde kesinlik yoksa, yani tüm bunlar ve tüm dünya bir hayalden ibaretse, şüphelenilemeyecek tek bir şey vardı: Düşünmek. Sadece düşündüğünden şüphe edemezdi ve düşündüğü için de kesin olan bir şey vardı, bu da kendi varlığıydı. Düşünüyordu, öyleyse vardı. “Bu bilinç” der Descartes, “felsefenin temel kaidesi ve çıkış noktası olmalıdır.”
Franklin’i hiç tanımayan biri dahi onun hakkında en az iki şey bilmelidir: Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucularından biri olduğunu ve paratoneri icat ettiğini.
Franklin’in 1748’de Advice to a Young Trades Man (Genç Bir İşadamına Öğütler) isimli kısa yazısı yayınlandı. Daha ön sözde yer verdiği sözcükler önemli bir nasihat niteliğindeydi: “Remember that time is money!” (Unutma ki, vakit nakittir!) Franklin’e göre para kazanmak yerine boşa geçen zaman kaybedilmiş paradır. Çünkü günde on şilin kazanabilecekken, yarım gün çalışarak her gün beş şilin zarara girilir.
Zamanın bir servet olduğu ve dikkatli harcanması gerektiği fikri yeni değildi. Horatius’un “Carpe Diem” (Günü Derle!) sözünden de anlaşıldığı üzere Antikçağ’da bile bu fikir savunuluyordu. Bu düşüncenin ekonomi alanına uygulanmış şeklinin İngilizce ifadesi, ilk kez Benjamin Franklin’in yazısında yer alır.
Şiir Olduğunu Bilmediğiniz Ünlü Şarkılar