40,0726$% 0.07
46,9717€% -0.03
4.273,31%0,17
6.963,00%-0,10
27.762,00%-0,11
Sene 1947. Ben henüz dokuz yaşındaydım. Evin ortanca çocuğuydum ama belki de en kıymetlisi… Çünkü benden önce iki kız doğmuştu. Ve nihayet, beklenen oğlan gelince; dedem sevinçten bir koç kestirmiş, köyde her haneye ballar, çörekler dağıtmış. Ailede erkek çocuk doğunca sanki soy devam edecekmiş gibi bir gurur çökerdi yaşlıların yüzüne… Ben bu yüzden hep ayrı bir özenle büyütüldüm. El bebek, gül bebek…
Evimiz büyük bir bahçenin içindeydi. Kerpiçten yapılmıştı. Duvarlarında geyikli halılar, her köşesinde gaz lambası… Odunluk, samanlık, ahır… Tavukların, kazların, ineklerin sesi birbirine karışırdı. Bahçede gezinirken toprağın kokusu, her mevsim ayrı bir şarkı gibi çalınırdı burnuma.
Misafir hiç eksik olmazdı bizden. Gelen ağırlanır, doyurulur bazen de yer yatağı yapılıp o gece bizde kalırdı.
Bazen günlerce at sırtında yolculuk edenler uğrardı.
Sohbetler edilirdi,havadisler alınırdı başka köylerden,şehirlerden….
Ocakta hep bir aş kaynardı.
Sahanlıkta küpler, çömlekler sıra sıra dizilirdi. Pekmez küpleri,çökelek,turşu küpleri..
Dev gibi çuvallar ,ekin,nohut,mercimek,fasulye çuvalalrı hep doluydu.
Ben en çok Sakine Ablam’ı severdim.Köyün en güzel kızıydı. Tombul ,beyaz tenli…On iki yaşındaydı o sıralar.
O gün bize yine birkaç misafir gelmişti.Misafirlerden biri diğerlerinden biraz farklıydı. Sağır ve dilsizdi ama yüzünde bir huzur, gözlerinde anlatılamaz bir derinlik… El hareketleriyle konuşuyordu. Ben çocuk aklımla bunu oyun sandım. Ablamla birlikte, adamın yaptıklarını taklit etmeye başladık. Ellerimizi salladık, saçma sapan şekiller yaptık havada. Ablam gülüyordu, ben de güldüm. Bir yandan da adamın çıkardığı garip seslere benzetmeye çalışıyordum kendi sesimi.
Sonra… Sonra birden, enseme bir şaplak indi hafifçe. Ve ilk kez babamdan tokat yemiştim.
Yüzüme bakmadı bile. “Şımarıklığın da bir sınırı var” der gibiydi bakışıyla. O an donup kaldım.
Ablam gülerek kaçtı. O gülmeye devam etti, ben olduğum yerde öylece kaldım. Ellerim, havada donup kalmıştı sanki. O adam da durdu, gözümün içine baktı… Sonra başını eğdi hafifçe. Sanki, “Ben sana darılmadım evlat,” der gibi.
Ama o tokat… Ah o tokat, öyle yüreğime oturdu ki… Sanki sadece enseme inmemişti de, içimde bir yere çökmüştü. Birden neşem, gülüşüm, şımarıklığım darmadağın oldu.
Ağlayarak arka bahçeye koştum. Ceviz ağacının dibine çöktüm. Dizlerimi karnıma çektim, başımı toprağa koydum. O gün, o sıcak toprağın kokusunu ilk kez bu kadar derin duydum. İçimden bir şey sustu.
Gururum incinmişti. Öyle oyun bozulur gibi değil, öyle düşüp dizini kanatırsın da ağlarsın gibi değil… İnsanın içi acır ya, işte öyle bir şey.
Toprağı eşeleyerek düşündüm. Ne bağırmak yakışırdı artık, ne de güle güle taklit etmek birini. Ne gülmek her şeye, ne de alay etmek başkasının haline… Artık çocuk değilmişim demek ki.
Dedemin uğruna koç kestiği, ballar dağıttığı oğlan çocuğu… Artık kendine yakışanı bilmeliydi.
Kendi kendime mırıldandım: “Gülünecek şey var, bir de gülünmeyecek şey var.” İkisinin farkını da o gün öğrendim.
O tokatın sızısı geçti bir zaman sonra, ama o öğüt… O içimde bir yere kazındı. Ve büyümek dediğin, galiba tam da böyle bir şeydi.
TOPLUM ARASINDA SIKIŞMIŞ İNSAN İKİ DÜNYA ARASINDA
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.