35,9992$% 0.08
37,1522€% -0.1
3.360,45%1,59
5.546,00%2,03
22.118,00%2,02
Elbette, memnuniyetle. 1985 yılında Kars’ta doğdum ve 7 çocuklu geniş bir ailenin 4. çocuğu olarak büyüdüm. Çocukluk yıllarım, büyük bir ailenin içinde sorumluluk alarak, güçlü bir mücadele ruhu geliştirerek geçti. Hayata erken yaşta atıldım; çalışma disiplinini ve azmi, henüz genç yaşlarımda öğrenme fırsatı buldum.
Küçük yaşta tekstil sektöründe çalışmaya başladım ve 17 yaşımda evlendim. 18 yaşında ilk çocuğumu, 20, 24 ve 30 yaşlarımda ise diğer üç çocuğumu kucağıma aldım. Bugün biri erkek, üçü kız olmak üzere dört evlat sahibiyim. Anneliğin, insan psikolojisi ve gelişimi üzerindeki derin etkilerini birebir deneyimleyerek öğrendim ve bu bana mesleki anlamda farklı bir bakış açısı kazandırdı.
Eğitim hayatım ise tamamen kişisel azmim ve kararlılığımın bir sonucu olarak gelişti. Üniversite eğitimimi psikoloji alanında tamamladım ve yüksek lisans tezimi “Sosyal Medya ve İnternetin Gençler ve Çocuklar Üzerindeki Olumsuz Etkileri” üzerine yazdım. Daha sonra klinik psikoloji alanında doktora yaparak akademik bilgimi pekiştirdim. Bunun yanı sıra MYK Koçluk Seviye 6 ve Eğitim Uzmanlığı Seviye 6 sertifikalarını alarak, bireylerin kişisel gelişim süreçlerinde profesyonel destek sunabilme yetkinliğine sahip oldum.
Bugün kendime ait bir psikolojik danışmanlık, aile danışmanlığı ve eğitim kurumum var. Burada bireysel ve grup danışmanlıkları yapıyor, koçluk ve kişisel gelişim alanlarında eğitimler veriyorum. Aynı zamanda medya sektöründe de aktif rol alarak, televizyon kanallarında ve dijital platformlarda psikoloji ve kişisel gelişim üzerine içerikler üretiyorum.
Hayatım boyunca hep kendi ayaklarım üzerinde durmayı, mücadele etmeyi ve öğrendiklerimi paylaşmayı ilke edindim. Psikolojik danışmanlık ve yaşam koçluğu alanında edindiğim bilgilerle, danışanlarımın içsel potansiyellerini keşfetmelerine, hayatlarını daha bilinçli ve dengeli bir şekilde yönlendirmelerine yardımcı oluyorum.
Benim için meslek sadece bilgi aktarmak değil, bireylerin yaşam yolculuklarında yanlarında yürümek, onlara rehberlik etmek ve kendi içlerindeki gücü fark etmelerini sağlamaktır. Sevgi, saygı ve sadakatin insan ilişkilerinde en temel değerler olduğuna inanıyorum ve bu prensipleri hem profesyonel hem de kişisel hayatımda uygulamaya büyük özen gösteriyorum.
Hayat boyu süren bir öğrenme ve gelişim sürecinin içindeyim. Kendi deneyimlerimi, akademik bilgilerimle harmanlayarak bireylere ışık tutmaya ve onların yaşamlarına pozitif dokunuşlar yapmaya devam ediyorum.
Çok doğru bir noktaya değiniyorsunuz, aslında şikayetlerin çoğu, bireylerin geçmişteki araların izlerini taşımaya devam etmeleriyle bağlantılı. Bizim coğrafyamızda insanlar gerçekten çok yaralı” ve bu, geçmişte aldıkları travmaların hala etkisini gösterdiği bir durum. Çoğu zaman, çocukluk döneminde yaşanan duygusal ihmal, değersizlik hissi, çaresizlik ve öfke gibi uygular, ilerleyen yaşlarda da bireylerin hayatlarını şekillendiriyor. Yetersizlik ve değersizlik duyguları, bireylerin yakın çevresindekilere de yansıyor ve bu, iletişim kopukluklarına, kırılgan ilişkilere yol açabiliyor. Özellikle anne-baba figürlerinden kaynaklanan travmalar, kişinin ileriki yaşantısında da kendini sürekli tetikleyen bir hal alabiliyor.
Kadınlar için, yaşam umutlarının ve hayallerinin elinden alınması, genellikle sadakatsizlik ve duygusal ihmal gibi deneyimlerle birleşiyor. Bu, kadınları çok zayıf kılabiliyor ve bu da onların duygusal yaralarını büyütüyor. Erkekler ise genellikle annelerinden almadıkları duygusal desteği, eşlerine yükleme eğiliminde oluyorlar. Bu durum, eş ve baba rollerini doğru şekilde yerine getirmelerini engelliyor, çünkü aileyi genellikle sadece anneden ve kardeşlerden ibaret görüyorlar. Böylece, aile dinamiklerinde büyük bir eksiklik ve boşluk oluşuyor.
Bu bağlamda, bir ailede en büyük sorunlardan biri, aile üyeleri arasında yeterli ve sağlıklı iletişim kurulamaması. İletişimsizlik, birbirini görmeme, saygı eksiklikleri, bireylerin ruhsal sağlıklarını doğrudan etkileyen en önemli faktörlerden biri. Aile içindeki bu eksiklikler, bireylerin uzun vadede depresyon, kaygı gibi psikolojik sorunlar yaşamalarına yol açabiliyor. Bu yüzden aile içindeki ilişkiler, duygusal bağlar ve anlayış çok önemli. Bireylerin kendilerini değerli hissettikleri, duygu ve düşüncelerinin karşılık bulduğu, birbirlerine saygı gösterdikleri bir ortamda daha sağlıklı bir ruh haline kavuşmaları mümkün.
Koçluk ve mentorluk süreçlerinde, danışanların gelişimlerine en fazla katkı sağlayan unsurlar arasında kişisel farkındalık, hedef belirleme ve somut adımlar atma yeteneği bulunmaktadır. Bu süreçlerde danışanların kendi güçlü yanlarını tanımaları, potansiyellerini keşfetmeleri ve engelleri aşabileceklerine dair inançlarını güçlendirmeleri, gelişimlerinin temel taşlarını oluşturur. Danışanlar, koçluk sürecinde sadece geçmiş deneyimlerini değil, aynı zamanda gelecekteki hedeflerine ulaşmak için gereken beceri ve stratejileri de öğrenirler.
Bu süreçte karşılaşılan zorluklar arasında, danışanların eski alışkanlıklarını ve düşünce kalıplarını değiştirmeleri yer alır. Değişim genellikle rahat bir süreç değildir ve dirençle karşılaşılabilir. Özellikle danışanlar, eski alışkanlıklarını bırakma konusunda tereddütler yaşayabilir veya konfor alanlarından çıkmakta zorlanabilirler. Bu noktada, koçun rehberliği ve destekleyici yaklaşımı oldukça önemlidir.
Başarıya giden yolda etkili olan stratejiler arasında ise, hedeflerin somutlaştırılması, düzenli geribildirimler, motive edici konuşmalar ve pozitif psikoloji temelli yöntemler yer almaktadır. Ayrıca, mentorluk süreçlerinde, mentörlerin danışanlara örnek olması, deneyimlerini paylaşarak yol gösterici olmaları oldukça faydalıdır. Danışanlar, mentörlerinden aldıkları deneyimsel bilgileri ve stratejileri, kendi yolculuklarında uygulamaya koyarak büyük bir ilerleme kaydedebilirler. Sonuç olarak, koçluk ve mentorluk sürecinin başarısı, danışanın içsel motivasyonu, açık fikirliliği ve değişime karşı duyduğu istekle doğrudan ilişkilidir.
Yaşam koçluğu, bireyin içsel potansiyelini keşfetmesini ve hedeflerine ulaşmasını destekleyen bir süreçtir. Danışanlarımın en çok destek aradığı konular arasında kariyer hedeflerini netleştirme, motivasyon artırma, stres yönetimi, özgüven geliştirme ve verimli alışkanlıklar oluşturma yer alıyor.
Modern hayatın temposu içinde birçok kişi yönünü kaybedebiliyor, hedeflerini belirlemekte zorlanabiliyor veya erteleme alışkanlığı nedeniyle ilerleyemiyor. Yaşam koçluğu, bireyin güçlü yönlerini keşfetmesine, içsel motivasyonunu artırmasına ve zihinsel engellerini aşmasına yardımcı olur.
Özgüven eksikliği, genellikle bireyin kendi iç sesiyle kurduğu olumsuz diyaloglardan kaynaklanır. Bu noktada, kişinin kendine dair inançlarını fark etmesi ve yeniden yapılandırması önemlidir. Stres yönetiminde ise, zaman yönetimi, bilinçli farkındalık (mindfulness) ve nefes teknikleri gibi yöntemlerle bireyin daha dengeli bir yaşam sürmesini destekliyoruz.
Sonuç olarak, yaşam koçluğu bireyin kendi gücünü fark etmesini ve hayatına bilinçli yön vermesini sağlayan bir yolculuktur. Her insanın içinde keşfedilmeyi bekleyen büyük bir potansiyel var; önemli olan bunu doğru şekilde açığa çıkarmaktır.
Günümüz ilişkilerinde en sık karşılaşılan iletişim problemleri arasında yanlış anlamalar, duygusal kopukluk, iletişimsizlik, savunmacı tutumlar ve suçlayıcı dil kullanımı öne çıkmaktadır. Çiftler arasında açık ve dürüst bir iletişim kurulamadığında, yanlış anlamalar büyür ve bu da daha büyük çatışmalara yol açar. Ayrıca, özellikle stresli dönemlerde, bireyler karşılarındaki kişiyi anlamakta zorlanabilir, bu da empati eksikliğine neden olur. İletişim kopuklukları ve sürekli savunmaya geçmek, ilişkide güven eksikliğine yol açar. Bu tür sorunları aşmanın en etkili yolu, iletişimi yeniden yapılandırmaktır. Çiftlerin “ben dili” kullanması çok önemlidir. Kendisini ifade ederken, karşıyı suçlayıcı bir dil kullanmak yerine, “ben” ifadeleriyle duygularını paylaşmak, çatışmanın büyümesini engeller. Ayrıca, çiftlerin birbirlerini aktif bir şekilde dinlemeleri gereklidir. Dinlemek, yalnızca sözleri duymak değil, karşıdaki kişinin duygusal durumunu anlamaya çalışmak anlamına gelir. Empati ve anlayış, iletişimi iyileştirmenin anahtarlarıdır. Duygusal yakınlık, güven oluşturur ve çiftler, birbirlerinin duygusal dünyalarına saygı göstermeyi öğrenmelidir. Bunların yanı sıra, sorunları çözme yollarını birlikte aramak, ortak kararlar almak ve bu kararları birlikte uygulamak, iletişimi güçlendirecek diğer etkili adımlardır.
Aile danışmanlığı, bireyler arasındaki ilişkileri iyileştirme, aile içindeki iletişimi güçlendirme ve çatışma çözme konusunda oldukça etkilidir. Çiftler arasında aldatma, güven sorunları, çocuk yetiştirme, aile içindeki çatışmalar, ebeveyn-çocuk ilişkileri, boşanma süreci gibi birçok soruna çözüm sunar. Ayrıca, aile içindeki stresli dönemlerde, ölüm, boşanma veya büyük değişim süreçlerinde profesyonel rehberlik sunarak, aile üyelerinin bu süreçleri daha sağlıklı bir şekilde atlatmalarına yardımcı olur. Aile danışmanlığı, bir ailenin içindeki huzurun bozulduğu, bireylerin birbirlerini anlamakta zorlandığı, iletişimin kopmaya başladığı ya da aile bireylerinin yaşadığı travmaların etkilerinin arttığı durumlarda başvurulmalıdır. Bu süreç, aile üyelerinin birbirleriyle olan ilişkilerini derinlemesine inceleyip, sorunların kökenine inerek, bu sorunlarla baş etmenin yollarını arar. Çiftlerin çocuklarıyla yaşadıkları zorluklar, aile içi şiddet veya anlaşmazlıkların tırmanması gibi durumlar da aile danışmanlığına başvurmak için önemli sebeplerdir. Bu terapiler, tüm aile üyelerinin bir arada iletişim kurarak, birbirlerini daha iyi anlamalarına ve sağlıklı ilişkiler kurmalarına yardımcı olur.
Evlilik öncesi danışmanlık, çiftlerin birbirlerine dair beklentilerini açıkça dile getirmeleri, farkındalık kazanmaları ve evlilikteki olası zorlukları önceden görmeleri açısından son derece önemlidir. Evlilik, bir ömür boyu sürecek bir yolculuktur ve bu yolculukta sağlıklı bir ilişki kurmak, güçlü bir iletişim temeli atmak gereklidir. Çiftler, evlenmeden önce aralarındaki iletişim şekli, değerler, yaşam tarzları ve çocuk yetiştirme anlayışları konusunda net bir anlayış geliştirmelidir. Evlilik öncesi danışmanlık, her iki tarafın kişisel ihtiyaçlarını, beklentilerini, korkularını ve hedeflerini paylaşmalarına olanak tanır. Bu sayede, çiftler olası çatışma alanlarını önceden tespit edebilir ve bu sorunlarla nasıl başa çıkacaklarını öğrenebilirler. Evlilikte, saygı, güven, empati, açık iletişim ve ortak değerler gibi unsurların temeli evlilik öncesinde atılmalıdır. Bu süreç, çiftlerin duygusal ve psikolojik olarak birbirlerine ne kadar uyum sağladığını, yaşam tarzlarının ne kadar örtüştüğünü anlamalarına da yardımcı olur. Kısacası, evlilik öncesi danışmanlık, çiftlerin birbirlerine daha sağlıklı bir temel oluşturmasını ve evliliklerini daha güçlü bir şekilde inşa etmelerini sağlar.
Günümüzde en sık karşılaşılan psikolojik problemler arasında kaygı bozuklukları, anksiyete), depresyon, tükenmişlik sendromu, stres ve dikkat eksikliği gibi sorunlar yer alıyor. Bu tür sorunlar, modern yaşamın getirdiği hız, belirsizlik ve aşırı bilgi yükü ile daha da derinleşiyor. Hızla değişen dünya, kişilerin kendilerini bir yere ait hissetmelerini zorlaştırabiliyor. Özellikle sosyal medya kullanımının artması, bireylerin kendilerini sürekli olarak başkalarıyla kıyaslamasına yol açıyor. Bu kıyaslama, özgüven kaybı, depresyon ve kaygıyı tetikleyebiliyor. Ayrıca, modern hayatın getirdiği aşırı iş yükü, kariyer odaklılık, ailevi sorumluluklar ve toplumsal beklentiler, bireylerin tükenmişlik hissetmesine yol açabiliyor. Teknolojinin, özellikle sürekli bağlantıda kalma hali, insanların zihinsel sağlığını zorlayabiliyor. İnsanlar, sürekli bir şeyler takip etme ve işten dönmeden önce sosyal medyada zaman geçirme zorunluluğu hissediyorlar. Bu durum, bireylerin sağlıklı bir uyku düzeni kurmalarını engelliyor ve zihinsel sağlığı olumsuz etkiliyor. Ayrıca, dijital dünyada sürekli olarak maruz kalınan olumsuz içerikler, bireylerde kaygı ve stres oluşturabiliyor. Bu sebeple, modern hayatın zorluklarıyla başa çıkabilmek için stres yönetimi tekniklerine, dijital detoksa ve sağlıklı yaşam alışkanlıklarına yönelmek oldukça önemli.
Sosyal medya, gençler için sosyalleşme ve kendini ifade etme aracı olsa da, bilinçsiz kullanım ciddi psikolojik sorunlara yol açabiliyor. Sürekli mükemmel hayatlar sergileyen içerikler, gençlerde özgüven eksikliği, yetersizlik duygusu ve sosyal karşılaştırma eğilimini artırıyor. Ayrıca, aşırı sosyal medya kullanımı dikkat dağınıklığı, uyku problemleri ve depresif belirtiler ile ilişkilendiriliyor.
Özellikle ergenlik döneminde, sosyal medya bildirimleri ve sonsuz kaydırma mekanizması, odaklanma sorunlarına ve anlık tatmin arayışına neden olabiliyor. Gece saatlerinde ekran süresinin artması, uyku düzenini bozarak genel ruh halini olumsuz etkiliyor.
Burada önemli olan nokta, sosyal medyanın tamamen yasaklanması değil, bilinçli ve dengeli kullanımı teşvik etmek. Ebeveynlerin çocuklarıyla açık iletişim kurması, dijital farkındalık kazanmalarına yardımcı olması ve zaman zaman “dijital detoks” uygulamaları konusunda rehberlik etmesi büyük önem taşıyor. Ayrıca, gençlerin sosyal medyada sadece tüketici değil, üretici olmasını desteklemek, onları daha bilinçli bireyler haline getirebilir.
Sosyal medya, özellikle insanları başkalarıyla kıyaslamaya teşvik eden yapısı nedeniyle olumsuz düşünceleri artırabilir. İnsanlar, sosyal medyada sadece insanların en güzel anlarını, başarılarını ve mükemmel hayatlarını görürler. Bu durum, gerçekte herkesin hayatının çok daha karmaşık ve sorunlarla dolu olduğunu unutarak, bireylerin kendi hayatlarını yetersiz görmelerine yol açabilir. Sosyal medyada geçirilen süre arttıkça, bireyler kendilerini değersiz hissetmeye daha yatkın hale gelirler. Bununla birlikte, sosyal medyanın sağlıklı bir şekilde kullanılması da mümkündür. Öncelikle, takip edilen kişilerin ve içeriklerin bilinçli bir şekilde seçilmesi gerekir. Kendimize zarar veren, kıyaslamaya yol açan ve depresyonu tetikleyen içeriklerden kaçınılmalıdır. Bunun yerine, kişisel gelişime yönelik içerikler, motivasyonel paylaşımlar ve ilham verici hesaplar takip edilmelidir. Ayrıca, sosyal medya kullanımını sınırlamak, zaman dilimlerine ayırmak ve daha fazla gerçek hayat etkileşimine yer açmak da sağlıklı bir kullanım şeklidir. Sosyal medya, bir araçtır; hayatın gerçeği, sosyal medya dışında, yüz yüze ilişkilerde, gerçek deneyimlerde bulunur.
Beyni negatif düşüncelerden arındırmanın ilk adımı, bu düşünceleri fark etmektir. Negatif düşünceler genellikle otomatik bir şekilde gelir ve çoğu zaman bunun farkında bile olmayız. Bu yüzden farkındalık, zihinsel sağlığımızı iyileştirme sürecinde çok önemlidir. Meditasyon ve mindfulness (bilinçli farkındalık) uygulamaları, kişilere olumsuz düşünceleri gözlemleme ve bu düşünceleri yargılamadan kabul etme becerisi kazandırır. Bu süreç, kişinin kendisini daha iyi tanımasına ve duygusal durumunu yönetmesine yardımcı olur. Ayrıca, bilişsel davranışçı terapi (BDT) gibi terapi yaklaşımları, olumsuz düşüncelerin kökenini araştırır ve bunların daha sağlıklı düşünce biçimleriyle değiştirilmesine yardımcı olur. Negatif düşüncelerle başa çıkmanın diğer bir yolu da şükretme pratiği yapmaktır. Şükretmek, olumlu düşünceleri tetikleyerek, beynin olumsuz düşüncelere odaklanmasını engeller. Ayrıca, egzersiz yapmak, doğada vakit geçirmek ve yeterli uyku almak, zihinsel sağlığı olumlu yönde etkileyen diğer faktörlerdir.
Travmalar, geçmişte yaşanan olumsuz deneyimlerin ve acıların zihinsel sağlığımıza etkisidir. Travmaların etkilerinden tamamen kurtulmak, her zaman mümkün olmasa da, bu etkileri yönetmek ve sağlıklı bir şekilde işlemek mümkündür. Travmalar, zamanla iyileştirilebilir ve kişiye zarar vermemesi sağlanabilir. Bu süreçte, travmayı anlamak ve kabul etmek önemlidir. Travmaların etkisiyle başa çıkmak, travmanın kişiyi yönlendirmesine izin vermek yerine, onunla barış yapmayı içerir. Travmanın etkileriyle başa çıkmak için terapi, özellikle EMDR (Göz Hareketleriyle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme) gibi yöntemler çok etkilidir. Bu terapiler, bireyin travmanın etkisini daha sağlıklı bir şekilde işlemesine ve onunla yaşamayı öğrenmesine yardımcı olur. Ayrıca, kişisel gelişim, destek grupları ve psikolojik destek almak da bu sürecin ayrılmaz bir parçasıdır. Kendimizi geçmişin yüklerinden arındırmak, travmanın etkilerini kabul etmek, işlemekte ve hayatımıza entegre etmekle mümkündür.
Kendini sürekli yetersiz hissetmek, genellikle içsel eleştirmenlerin ve mükemmeliyetçi düşüncelerin bir sonucudur. Bu düşünceyi dönüştürmek için, ilk olarak bu düşüncelerin kaynağını anlamak gerekir. Çoğu zaman, geçmişte yaşanan olumsuz deneyimler, ailevi baskılar veya sosyal çevreden gelen eleştiriler, bireyin kendine olan güvenini zedeleyebilir. Bu düşünceleri dönüştürmek, şefkatli ve pozitif bir içsel diyalog geliştirmekle başlar. Kendine karşı nazik olmak, küçük başarıları bile kutlamak ve bunlara değer vermek, bu sürecin önemli bir parçasıdır. Ayrıca, mükemmeliyetçilikten uzaklaşmak ve hatalardan ders almak, yetersizlik hissini dönüştürmede yardımcı olabilir. Bilişsel davranışçı terapi (BDT) gibi terapiler, bu tür olumsuz düşünceleri daha sağlıklı düşünce biçimleriyle değiştirmeye yardımcı olabilir.
Profesyonel destek alması gerektiğini gösteren en önemli işaretler, uzun süre devam eden duygusal sıkıntılar, kaygı, depresyon, tükenmişlik, öfke patlamaları ve ilişkilerdeki sürekli sorunlardır. Bir kişi, kendini sürekli yorgun, tükenmiş ve umutsuz hissediyorsa, bu, profesyonel bir yardım almanın zamanı geldiğinin bir işaretidir. Ayrıca, duygusal olarak sık sık çökkün, üzgün veya kaygılı hissetmek, uykusuzluk veya aşırı uyuma gibi belirtiler, kişinin profesyonel desteğe ihtiyaç duyduğunu gösterir. Çevresel stresler, zorlu bir yaşam dönemi veya travmaların etkisiyle başa çıkmak zorlaşmışsa, profesyonel destek almak oldukça önemlidir. Psikolojik danışmanlık, yalnızca bir kriz anında değil, kişisel gelişim ve yaşam kalitesini artırma yolunda da bir araçtır. Bir adım atmak, hayatın daha sağlıklı bir şekilde devam etmesini sağlar.
Kliniğimde , danışanlarımın bireysel ihtiyaçlarına ve yaşadıkları sorunların doğasına göre farklı terapi yaklaşımlarını entegre ederek bütüncül bir tedavi modeli uyguluyorum. Bu yaklaşım, her danışanın benzersiz deneyimlerine ve gereksinimlerine en uygun müdahaleleri seçmeme olanak tanıyor.
Örneğin, depresyon, anksiyete veya obsesif-kompulsif bozukluk (OKB) gibi durumlarda, Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT)’yi kullanarak olumsuz düşünce ve davranış kalıplarını tanımlayıp değiştirmeye odaklanıyorum. Eğer danışan, duygusal düzenleme ve kişilerarası ilişkilerde zorluklar yaşıyorsa, Diyalektik Davranışçı Terapi (DDT) tekniklerini uygulayarak bu alanlarda denge sağlamalarına yardımcı oluyorum.
Danışanın geçmiş deneyimlerinin ve bilinçdışı çatışmalarının mevcut davranışlarına etkisini anlamak gerektiğinde, Psikodinamik Terapi yöntemlerini kullanarak derinlemesine bir içgörü kazanmalarını destekliyorum. Ayrıca, bireyin kendi potansiyelini gerçekleştirmesine odaklanan İnsan Odaklı Terapi ile koşulsuz kabul ve empati sağlayarak, danışanın kendini daha rahat ifade etmesine ve kendi çözümlerini bulmasına olanak tanıyorum.
Aile içi iletişim sorunları veya çiftler arasındaki çatışmalar söz konusu olduğunda, Aile Terapisi ve Çift Terapisi yaklaşımlarını kullanarak ilişkilerdeki dinamikleri ele alıyor ve daha sağlıklı etkileşimler geliştirmelerine yardımcı oluyorum.
Bu çeşitli terapi yöntemlerini bir arada kullanmak, danışanlarımın sorunlarına çok boyutlu bir bakış açısıyla yaklaşmamı sağlıyor ve tedavi süreçlerinin etkinliğini artırıyor. Her bireyin kendine özgü olduğunu kabul ederek, terapiyi onların özel ihtiyaçlarına göre şekillendirmek, daha sürdürülebilir ve tatmin edici sonuçlar elde etmemize yardımcı oluyor.
Psikolojik danışmanlık, bir zayıflık değil, aksine kendini tanımak ve hayatı daha sağlıklı bir şekilde yaşamak için önemli bir yatırımdır. Hepimizin hayatında zor dönemler olabilir ve bu zor zamanlarda profesyonel bir destek almak, duygusal olarak iyileşmemize yardımcı olur. Psikolojik danışmanlık, kişisel gelişim sürecinin bir parçası olabilir ve terapiye başlamak, kendi içsel gücümüzü keşfetmemize yardımcı olur. Kendi sağlığımızı önemsemek, başkalarına da sağlıklı bir şekilde destek olmanın temelidir. Yardım almak, güçlü olduğunuzun bir göstergesidir, çünkü yaşamı daha sağlıklı, dengeli ve bilinçli bir şekilde sürdürme kararını vermek, büyük bir cesaret gerektirir.
Grup eğitimlerinde karşılaştığım en büyük zorluklardan biri, her bireyin farklı öğrenme tarzlarına sahip olması ve bu farklılıkları tek bir eğitimde uyumlu şekilde bir araya getirebilmektir. Her bireyin kişisel geçmişi, öğrenme hızı ve deneyimleri farklı olduğu için, eğitimin her katılımcı için anlamlı ve etkili olmasını sağlamak çok önemlidir. Bu noktada, eğitimde çeşitliliği ve esnekliği artırarak, farklı öğrenme stillerine hitap etmeye özen gösteriyorum.
Öğrencilerime katkı sağlarken, onları yalnızca teorik bilgilerle donatmanın ötesine geçiyorum. Eğitimlerin amacı, öğrencilerin kendilerini tanımalarını ve potansiyellerini en üst düzeye çıkarmalarını sağlamak olmalı. Bu, kişisel farkındalık, duygusal zekâ geliştirme ve hedef belirleme gibi becerilerle başlar. Her bireye, kendi güçlü yönlerini keşfetmeleri ve sınırlayıcı inançlarını aşmaları için fırsat tanıyorum. Eğitimde, gerçek hayatta karşılaşabilecekleri durumları ve sorunları çözmeleri için pratik araçlar sunuyorum.
Öğrencilere verdiğim en değerli tavsiye, “Kendinize inanın ve değişime açık olun” şeklindedir. Çünkü kişisel gelişim yolculuğu, bireyin kendine olan güveni ve sürekli öğrenmeye olan istekliliğiyle şekillenir. Değişim, bazen zorlayıcı olabilir, ancak bu sürecin bir parçası olarak kendimizi zorlamak, büyüme ve gelişme için en önemli adımdır. Bu nedenle, her öğrencimin değişime duyduğu açıklık ve cesaret, eğitim sürecinde ne kadar başarılı olacağını belirleyen ana faktörlerden biridir.
Cengiz Yavuz kimdir? Eserleri nelerdir?