34,4980$% 0.08
36,5098€% 0.4
2.945,45%0,37
5.059,00%0,33
20.159,00%0,49
Kudüs, ilk kıble olması, Mekke ve Medine’den sonra üçüncü kutsal şehir sayılması nedenleriyle Türk Edebiyatında çok önemli bir yere sahiptir. Pek çok Türk şair ve edip, özellikle son iki asırda, Kudüs-i Şerif hakkında birbirinden güzel pek çok şiir ve kaside yazmışlardır. Bu şiir ve kasideler bir yandan Kudüs’ün bugünkü elemli halini dile getirirken diğer yandan da bu kutsal mekanı ve insanını kurtarma ümitlerini birlikte ele almışlardır.
Kudüs’e duyulan derin hüzün ve ümit Türk şairlerin gönüllerini harekete geçirmiştir. Bu araştırmada “Kudüs Şairi” lakabını alan ve “Kudüs’süz ve İstanbul’suz aşk yoktur” diyen Nuri Pakdil ile birlikte pek çok şair ve edibin Kudüs hakkında yazdıklarına ışık tutulmuştur. Ayrıca bu araştırmada, Kudüs (Beytü’l-Makdis) halkının Türk kültürüne önem verdikleri dile getirilmiş, Kudüs’te bulunan İhya-ı Türas İslami, Halidiye, Budeyriye ve el- Ensarî Vakfı kütüphanelerindeki yüzlerce Türkçe el-yazma ve basılı eserin halen titizlikle korunuyor olmasına da vurgu yapılmıştır. Kudüs, Türk kültürünün önemli bir parçasıdır. Kudüs, insanlık aleminin kalbidir. İnsanlık dünyası, farklı din ve kültürlerin bir arada, hoşgörü ortamında birlikte yaşadığı işgal öncesindeki huzurlu Kudüs’ü aramaktadır. Gönlü Kudüs’te olan Türk şairleri Kudüs’ün eski huzurlu ve mutlu günlerine geri dönmesini arzu etmektedirler. Kudüs şairleri, son asırda Kudüs’te yaşanılan dayanılmaz zulümler karşısında asla susmadılar ve susmayacaklardır. Kudüs şairleri, Kudüs’ün kurtuluşu yönündeki ümitlerini hep dile getirdiler. Kudüs’le ilgili Türk edipleri ve şairleri yazmış oldukları eserlerinde, bir taraftan Kudüs’te olup biteni canlı bir ayna gibi aynen aksettirirlerken hüzünlerini, diğer taraftan da zulmün sona ermesi yönündeki emel ve ümitlerini dile getirmişlerdir. Bu sunumda, genellikle Kudüs’ün Türk kültüründeki yerine, özellikle de Kudüs’ün çağdaş Türk şiirindeki yansımalarına ışık tutulmuştur.
Ey Rabbim Peygamberle baş başa konuşacağınız zaman bu konuşmanızdan önce bir sadaka verin buyuruyorsun
Benim tasadduk edecek hiçbir şeyim yok,
Gölgemde beni savunurken canlarını veren çocuklardan başka
Kabul buyur Allah’ım beni duyur Allah’ım!
Sübhân olan Allah’ım!
Ya Resûlallah ben Kudüs’üm.!
Allahın dokunulmaz kıldığı üç hareminden biriyim.
Yeryüzünün süslerinden bir süsüm kalbinde Mescid-i Aksa’yı taşıyan.
Sokaklarında Peygamberlerin yürüdüğü güldüğü ama hep öldürüldüğü şehir..
Bu yüzden uzundur yasım.
İniltilerini duyduğun derdini dinlediğin o kütük misali beni de duy.!
Beni de dinle.!
Bugün hem garip hem de mahpusum.
Ebva’dan döndüğün gün ki gibi öksüz taifte taşlandığın gün ki gibi sahipsiz Ebû Talib mahallesinde ki gibi yalnız tepeden tırnağa pusum…
Ben Kudüs’üm.!
Mekke-i Mükerreme’nin kardeşi o zemzemle umman bense kan dolu bir tasım.!
O şehirlerin anası bense şehirlerin mazlumuyum..
O sevinç gözyaşlarından deniz ben acılardan bir nehirim..
O ayaklar altında kalmasın diye bir İsrâ gecesinde şeref verdiğin fakirim..
“Başım üstüne” dedim “başımla beraber” dedim.
Sen göklere yükselirken başını ayaklarının altına koyan şehirim..
Her şehir Senden bir teberrük isim aldı.
Bana da hüznün kaldı o gece.
Yüzünde Ebû Talib’in Hatice’nin hüznü vardı.
Yüzünde her hüznü unutturacak yüzünde hüznü gördüm.
Sen hüznün Peygamberi bende hüznün şehri oldum.
Gündüzlerim ölüm koktu gecelerim
Sen.. Zeyneb’i Ümmü Gülsüm’ü Rukiyye’yi toprağa verdiğin gibi kaç kız çocuğunu bağrıma bastım.
Bir bilsen…
Bildirsin Azim olan Allah Sübhan olan Allah..
Ben Kudüs’üm kubbelerinde feryatlar yankılanan.
Ağıtları saklayıp seher vaktine onlardan irili ufaklı kefenler ördüm.
Ve ben iki Fatih gördüm.!
İlki Ömer’di yürüyerek girdi kapımdan hem şehrime hem kalbime girdi.
Yine Sen koktu sabahlarım akşamlarım..
Uzun sürmedi rüyalarım.
Sevincim yarım kaldı düşlerim yarım.
Yine gelir diye beklerken Ömer’i ikinci Fatih’i gördüm kapımda.
Adı Selahaddini Eyyûbi’ydi.
O nasıl bir oğul öyle?
Adalet ve merhamet insan suretindeydi.
Ve bir muhafız gördüm Ebâ Eyyûbel Ensâr’ın şehrinden.
Daralan Vakitler
Yanakları saçları gözleri yanmış
Zehirli gaz bombaları
Yılan gibi sokmuş yalamış gövdelerini
Ağızları, küçücük dilleri yanmış
Bütün Beyrut sapsarı kalmış
Sanki ağlamak imkansız
Başları
Paletlerle ezilmiş babaları
Yahudi doğramış analarını
Binlerce çocuk topların betonların altında
Beyrutun gözyaşları şimdi
Kudüsün yanıbaşında
Müslümanlarsa uzakta
Sanki başka
Gelinmez bir dünyada
Acın bir vadi
Zehirli çiçekler bir ova gibi karşımda
Gözüm baksın sadece
Ayrıntıları
Kıvrılıp kırılmış bilekleri
Kemikten yakılmış etleri
Kuma serilmiş cesetleri
Büyük ajansların yaydığı resimleri
Bir seyirci gibi görsün dursun
Bir kadın gibi ağlasın..
Beyrut yengeç kıskacında
Çoğu müslüman kafir yanında
Yaslanmış yastıklara sonunu beklerler filmin
Sen filistin hokkaları doldur kanla
Şairler eğer ahın varken
Uzanırlarsa tomurcuklara güllere
Herbiri kanlı bir ateş gibi korku
Bir azar bir şamar olsun
Filistin sen işine bak kar toprağını
Yoğur gazabını yaradanın…
Bu ateş bulutu hangi kavmin üzerinde
Çam ormanlarının salınışında
Kuşların cıvıldayışında
Otların serin tenlerinde
Eğer varsan bakıp görmeye
Şeffaf perdenin az ötesini
Bir ateş bulutu var en bildik yerde
En emin yerde
Ve bak asıl ölen yaylalar villalar tok karınlar
Hissiz dudaklar gayretsiz kalpler
Asla değil kavruk çölde yatan kadavralar
Farzet körsün olabilir
Elele tut
Taş al ve at
Kafiri bulur
Hani ceylanların
Hani cihat marşın
Bir yumruk harbinden nasıl kaçtın
En arka safta bile kalmadın
Cengi attın dünyaya daldın
Tezeğe konan sinekler gibi
Dönüyor burgaç
Dünya üstten yanlardan daralıyor
Ovalardan
Dar geçitlere sürülen sığırlar gibi
Bir gün ister istemez
Karşısında olacaksın kaçtıklarının
Dua et
O gün henüz mahşer olmasın
Cahit Zarifoğlu
Mescid-i Aksa
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu.
Varıp eşiğine alnımı koydum
Sanki bir yeraltı nehri kaynıyordu.
Gözlerim yollarda, bekler dururum
‘Nerde kardeşlerim’ diyordu bir ses.
İlk kıblesi benim ulu Nebimin
Unuttu mu bunu acaba herkes.
Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Resulden yoksunum, tek ve tenhayım.
Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vahayım.
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür Müslüman’a selam diyordu.
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu.
Mehmet Akif İnan
I.
Ve Kudüs şehri. Artık yer şehri, toprak şehri.
Bakır yaprakların, çelik gövdelerin, acımasız yüreklerin.
Demir köklerin, tunçtan ve uranyumdan dalların.
Kurşundan çiçeklerin şehri.
Gülle kusuyor ana rahmi
Bomba parçalıyor beynini bebeğin.
Tanklar saldırıyor evlere bir anda ev yok tank var
Uçak var gök yok utanç var
Ve kime karşı bütün bunlar
Masum insanlara karşı
Binlerce yıl oturdukları yurtta kalmak isteyenlere karşı
Ve kim tarafından bütün bunlar
Roma’nın, Babil’in, Asur’un ve Firavunların
Ve nice milletlerin zulmünü görenler tarafından
Zalime olan öcünü mazlûmdan almak
Zalim olmak ve en zalim olmak
Ve artık ne İbrahim ne Yakup ve ne Musa var
Tersinden okunan Tevrat hükümleri
Karaya boyanmış Mezmurlar
V
Tapınakla yürek arasında en canlı ilişki
yüreğimiz sıkışınca
anladık
el aksa’dan bir taş düşürülmüştür
*
İnsan
soyaçekim
göğe yansır umudu
baktıkça aynada
*
Ve çocuk gülünce
ışır el aksa
el aksa bilir ki
çocuk koyacak o taşı
*
Ki biraz kirazdır ki biraz silâhtır
çocukların
gözleri
parmakları
*
Getirince baba
kudüsü özümleyen ekmeği
yeniler anne andını
kirazın ve silâhın üstüne
*
Deniz kabartısıyla
aynı andadır anne andı ve çocuk solunumu
bilir baba
toprağı süren makinanın hüzünle kudüsü söylediğini
*
Ağıt yakışmaz
şiire ve çocuk yüzlerine
ki çocuk yüzleridir getirir bizlere
gereğini bağımsızlığın
*
İlerler zaman
kudüs koşusunda
ancak anlar
çocukların daim önde olduklarını
Kaynak: Seyfullah KORKMAZ.(2017).TÜRKLERİN GÖZÜNDE KUDÜS:HÜZÜN VE ELEM.the Journal of Academic Social Sciences
“İNSANOĞLU”