34,5456$% -0.05
36,2742€% -0.1
2.917,50%-0,01
4.951,00%-0,06
19.747,00%-0,06
Bütün sanatlar konularını hayattan alırlar. Sanatların sadece hayata yaklaşım dereceleri birbirinden farklıdır. Tiyatro sanatı da insan ve toplum hayatının karşıtlık, çelişki ve çatışmalarını ele alıp onları izleyicilere yansıtır. Tüm sanatlar içinde tiyatronun ayırıcı özelliği, onun insan ilişkilerini hareketli olarak ele alması ve sanatsal ölçüler içinde seyircilere aktarabilmesidir.
Tiyatro sanatı İ.Ö. 6. yüzyılda Antik Yunan toplumunda ortaya çıkmıştır. Kökeninde, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatar. Avrupa’da üst paleolitik çağdan (İ.Ö. 40-10 bin yıl önce) kalma mağara resimlerinde, ellerine ve yüzlerine hayvan postları geçirmiş insanların ritmik hareketler yaptığı görülmektedir. Bunlar, maske ve kostüm kullanımının, dolayısıyla tiyatronun ilk örnekleri sayılır.
Henry Andrews, The Trial of Queen Katharine, Henry VIII, Act II, Scene 4, 1831
Tiyatro konusunda ilk sistemli düşünce ürünü Aristoteles’in Poetika’sıdır. Poetika’da sanatlar sınıflandırıldıktan sonra özellikle tragedya türü üzerinde durulur, bu türün tanımı yapılır, özellikleri, bölümleri saptanır, destan türünden farkları belirtilir. Aristoteles, tiyatro konusundaki görüşlerini Antik Yunan’ın oyun yazarlarının yapıtlarından yola çıkarak ve bu oyunlardan örnekler vererek açıklamıştır.
Paleolitik Çağ Mağara Resimlerinden Bir Örnek
Yunanca’da seyirlik yer anlamına gelen theatron kelimesinden türetilmiş olan tiyatro, bir öyküyü, sahne olarak ayrılmış bir yerde, oyuncuların söz ve hareketleriyle canlandırma sanatıdır. Dolayısıyla, tiyatro, oyun ve seyir yerleri olan bir mekandır. Yazılı tiyatronun tarihi ise 2500 yıl öncesine kadar ulaşır ve bu da edebiyat geleneği içerisinde ne denli köklü bir konumda olduğunun kanıtıdır. Tiyatronun özü taklide dayanmaktadır ve Memet Fuat “Tiyatro dinden de eskidir” diyerek onun en eski sanat dalı olduğunu vurgular.
Tavik Frantisek Simon, In The Theatre
Tiyatro sanatı, diğer edebiyat dallarından insan ilişkilerini seyircilere canlı olarak gösterebilmesi açısından ayrılır. Sevda Şener’in de dile getirdiği gibi, tiyatro her zaman toplumsal ilişkilerin içinde yer alır. Bundan dolayı, tiyatronun amacı da aracı da insandır. Bazı eleştirmen ya da yazarlar, tiyatronun bir sahne sanatı olduğu ve edebiyatın bir kolu olmadığını savunurlar. Bunun sebebi, tiyatronun bir yazılı metin olmasının yanı sıra, sahne dekoru, ışıklandırma ve oyuncular gibi yardımcı öğelerden oluşmasıdır.
Cevat Çapan, yapılan eleştirilere karşı çıkar: “Bir oyunun başarısı yazılı metinle birlikte bu yardımcı öğelere de dayandığı için kimi zaman tiyatronun edebiyat dışı bir sanat olduğu ileri sürülmüştür. Oysa bir oyun hem edebiyatın hem de sanatın özelliklerini taşır. Daha doğrusu bir oyun yazarı bu sanatlardan birini öbürü adına yok sayarak değil, her ikisinin de birbirine güç kattığını göz önünde bulundurarak başarıya ulaşabilir. Üstelik biz oyun yazarlığını edebiyat dışı bir uğraş olarak görmek istesek bile tiyatronun geçmişte verdiği en parlak örneklerin, aynı zamanda edebiyatın da en parlak örnekleri olduğunu hiçbir zaman unutamayız.”
Charles Henry Tenre, The Interval At The Theatre
Tiyatro, oyuncunun sanatı ile sahnede yeniden yaratılan ve onun varlığı ile koşullanan bir sanat dalıdır. Bu bakımdan, insanı en inandırıcı biçimde canlandırılabilme olanağına sahiptir. Tiyatro insanları güldürür, ağlatır, düşündürür, kuşkulandırır ve onları bir takım arayışlara yönlendirir. Bireyi ve toplumu uyarmak adına zaman zaman gerçeği gösterir, bazen de ipuçları vererek izleyicilere yol gösterir. Bundan dolayı Metin And’ın vurguladığı gibi tiyatronun eğitimsel yönü de, insan ve toplum hayatında önemli bir yer tutmaktadır.
Pierre Auguste Renoir, At The Theatre (La Première Sortie), 1876
Batı anlamında tiyatronun ülkemize gelişinde en büyük rolü Osmanlı padişahları üstlenmiştir. Tiyatroya karşı güçlerin tepkileri de, padişah ve halifenin tiyatroya göstermiş olduğu yakın ilgi sayesinde etkisiz kalmıştır. Özellikle Sultan Abdülmecit’in tiyatroya gösterdiği ilgi, bu sanat dalının varlığını sürdürebilmesi için güvence olmuştur.
Theo van Rysselberghe, Madame Edmond Picard in Her Box at Theatre de la Monnaie, 1886
Tiyatro sanatı İngiltere’de 10. yüzyılda başladı diyebiliriz. Bu aslında dinsel bir tiyatroydu, çünkü manastır ve kiliselerde gizem oyunları (mystery plays) sahneleniyordu. Gizem oyunları, rahipler tarafından yazılan, İncil’de yaradılış, kıyamet gibi konuları kapsayan dinsel oyunlardı. Gizem oyunlarının amacı, İncil’de geçen hikayeleri bu konulardan bihaber olan halka öğretmekti. Bu ilkel oyunlar, 13. yüzyıldan sonra manastır ve kiliselerin dışına çıkarak, sokaklarda pagent adı verilen tekerlekli vagonlarda oynanıyordu. 10. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar gizem oyunları Latince olarak sergilendi. 13. yüzyıldan sonra ise bu oyunlarda yerel dil kullanılmaya başlandı. Oyuncular da artık rahipler değil, halktan kişilerdi. Ortaçağ’da ayrıca azizlerin yaşamlarını konu edinen mucize oyunları (miracle plays) ve İngiltere’de ilk kez ortaya çıkmış olan ibret oyunları (morality plays) da sergileniyordu. Ortaçağ dönemindeki oyunların asıl amacı, izleyicilere ahlak eğitimi vermekten ibaretti.
Jean Georges Béraud, Out of the Theatre
Rönesans akımının İngiltere’ye 16. yüzyılın ikinci yarısında gelmesiyle birlikte, geleneksel İngiliz tiyatrosu filizlenmeye başladı. Bu olay, tam olarak Kraliçe Elizabeth’in 1558-1603 yılları arasındaki yönetim dönemine rastlar. İngiltere kraliçesinin sanata verdiği destekle birlikte, toplumun her kesimine seslenebilen bir tiyatro şekli doğmuş oldu. O dönem İngiltere’de, Antik Yunan tiyatrosundan ziyade, Roma tiyatrosuna muazzam bir ilgi vardı. İngiltere’de tiyatrolar yine 1576 yılında Elizabeth döneminde kurulmaya başlandı. Rönesans’ın da etkisiyle yazan Christopher Marlowe, William Shakespeare, Beaumont ve Fletcher dönemin en ünlü tiyatro yazarlarıydılar. Bu adı geçen yazarların oyunları herkes tarafından izlenebiliyordu, çünkü Kraliçe Elizabeth’in emriyle biletler makul fiyatlara satılıyordu. Ayrıca zengin ya da soylu kişiler de tiyatroya finansal destek sağlıyorlardı. Elizabeth döneminin oyunlarında kadın rollerini genellikle kadın kılığına girmiş erkek oyuncular sahneliyordu. Kadınların oyunlarda rol alamaması 1660’lı yıllara kadar devam etti.
William Glackens, Hammerstein’s Roof Garden, 1901
Rönesans döneminin en önemli tiyatro yazarı, hiç şüphesiz ki 1564-1616 yılları arasında yaşamış olan Shakespeare’dir. Rönesans dönemine kadar Aristoteles’in düşünceleri adeta tiyatroya hükmetmiştir. Bir Rönesans yazarı olan Shakespeare, Aristoteles’in özellikle yerde, olayda, zamanda kavramlarından oluşan üç birlik kuralını yıkarak, tiyatroda yeni bir dönem başlatmıştır. Oyunlarında yazar, aşk, sevgi nefret, kin, yükselme gibi tüm insani özellikleri derinlemesine işlemiştir. Hamlet, Othello, Kral Lear, Macbeth başlıca tragedyaları olup, yazarın ünlü komedi oyunları ise Onikinci Gece, Yanlışlıklar Komedyası ve Venedik Taciri’dir.
Francis Hamel, Noel Coward Theatre, Avenue Q
18. yüzyılda İngiltere’de George Lillo, John Gay, Richard Steele, Oliver Goldsmith ve Oscar Wilde önde gelen tiyatro yazarlarıydılar. Bu kalemler, çoğunlukla melodram ve opera türünde oyunlar yazmışlardır. 19. yüzyıl ise tiyatroda romantik akımın olduğu bir çağdı ve bu dönemde şiir türü oldukça yaygındı. Bu yüzyılda çoğunlukla geçmiş yüzyıllardaki oyunlar alınarak, onlara yeni boyutlar ve özellikler kazandırılarak sahnelenmişlerdir.
Ramon Casas, New Theatre
Birinci Dünya Savaşı’na değin olan dönemde Avrupa’da 19. yüzyılın iyimser havası vardır. Edebiyat, sanat ve felsefede işlenen ölçüler, genelde insanın mutlu olmasına yönelik dünyevi değerlerdir. Birinci Dünya Savaşı sonunda artık bu iyimser düşünce sistemi, yerini karamsar bir bakış açısına bırakır. İngiliz tiyatrosu ise bu dönemde halkın acılarını dindirme amacıyla çoğunlukla komedi oyunlarına yönelir. İngiliz tiyatrosunun bu döneminde ikinci Shakespeare olarak kabul edilen Bernard Shaw’un katkısıyla eleştirel ve toplumsal oyunlar yazılır. Shaw’un yanı sıra Somerset Maugham psikolojik oyunlar, Noël Coward ise güldürü oyunları yazar. Bu yazarların yanı sıra, 20. yüzyılın ilk yarısında Harley Granville Barker, J.M. Barrie, John Drinkwater ve J.B. Priestley yazdıkları oyunlarla İngiliz seyircilerini tiyatro salonlarına çekmeyi başarırlar.
Edouard Joseph Dantan, Un entracte à la Comédie-Française un soir de première, 1885
Birinci Dünya Savaşı’ndan ve 1919’da imzalanan Versay Antlaşması’ndan sonra sol görüşlü sanatçılar, Almanya’da eserleriyle politik ortama muhalif hale gelirler. Bertolt Brecht’in tiyatroyla ilgili çalışması, 20. yüzyılın hemen başlarında Almanya’nın bu politik ve sanatsal ortamında gelişir. Brecht, bütünüyle bir tiyatro adamıdır. Hem yönetmen, hem oyun yazarı, hem kuramcı, hem eleştirmen ve hem de şairdir. Brecht, bütün dünyanın da kabul ettiği gibi politik tiyatro kuramlarına yeni ufuklar açar. Brecht, Epik Tiyatro anlayışı ile Aristoteles’in tiyatro ilkelerine adeta başkaldırarak, izleyicilerin, eleştirel gözlemci ve etkin katılımcı olmaları için kuramlar geliştirir.
Epik tiyatro, isminden anlaşılanın aksine, kahramanlık konuları işleyen tiyatro türü değildir. Temelinde sosyalizm yatan, siyasal amaçlı bir tiyatro düşüncesidir. İzleyiciye toplumsal çarpıklıkları eleştirip göstererek, izleyiciyi bu eleştirilere katmayı hedefler. Klasik tiyatrodaki gibi seyircinin kendisini oyunun içinde hissetmesi amaçlanmaz, izleyen oyunla ilgili karar vermeye zorlanır.
Honore Daumier, In The Theater
İkinci Dünya Savaşı’nda ergenlik çağını yaşayan İngiliz John Osborne, geleneksel tiyatro oyun anlayışının değişmesine sebep olmuştur. Osborne’un Öfke adlı oyunu İngiliz tiyatrosunu farklı bir yöne saptırmış ve yeni bir dönem başlatmıştır. Çünkü Öfke adlı oyunda bir hanımefendi veya beyefendinin kullanamayacağı türden küfürlü ve politik düzene karşı bir dil kullanılmıştır. Osborne’un yanı sıra Arnold Wesker, Shelagh Delaney, Edward Bond, John Arden gibi yazarlar yaşadıkları toplumu eleştirme yoluna gitmişlerdir.
Edward Hopper, Two On The Aisle
Tiyatro eserleri, müzikli ve müziksiz olmak üzere iki ana grupta toplanır.
Yaşamın acıklı yönlerini, kendine özgü kurallarla sahnede yansıtmak, ahlak, erdem örneği göstermek için yazılmış manzum (şiir şeklinde olan) tiyatro eserine trajedi (tragedya) denir. Sözcük Yunanca tragoidia kelimesinden gelir. Tragos (keçi) ve oidie (türkü) sözcüklerinin birleşiminden oluşur. Tragedyalar konularını tarihten ya da mitolojiden alır. Homeros destanları, Yunan ve Latin mitolojileri, Roma tarihi gibi… Önemli tragedya yazarlarına Thespis (M.Ö. 6. yüzyıl), Aiskhylos (M.Ö. 525-456), Sophokles (M.Ö. 495-406) örnek verilebilir.
Komedya, bireysel ve toplumsal aksaklıkları sergilerken güldürmeyi ve düşündürmeyi amaçlar. Bu tür tiyatrolar, 17. yüzyıldan sonra yazılmaya başlanmıştır. Trajedi, genelde yüksek tabakanın eğlencesi olurken, halk kendi eğlencelerinden çıkan komedyayı daha çok sevmiştir.
Henri de Toulouse-Lautrec, A Box At The Theatre
Dram, hem komik hem de acıklı olayları günlük hayatta olduğu gibi iç içe anlatan tiyatro türüdür. Dram, trajedinin sıkı kurallarını yıkmak amacıyla trajediye bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Dram türünün ilk örneklerini Shakespeare vermiştir. İspanyol sanatçı Lope de Vega da bu türün öncülerindendir.
Opera, trajedi ve dramın bütün sözlerinin müzikle bestelenmiş şeklidir. Operalar, kültür seviyesi yüksek olan toplumsal kesime seslenir. Tarihte bilinen ilk opera 1597’de Floransa karnavalında, Jacopo Peri’nin Ottavio Rinuccini’nin sözleri üzerine bestelediği (Jacopo Corsi’nin müziksel katkılarıyla) Dafne adlı operadır.
Bu tiyatro türünde sözlerin bir kısmı müzikli, diğer kısmı müziksizdir. Operet, halkın anlayabileceği bir dile sahiptir. 1800’lü yıllarda yaşayan Jacques Offenbach ilk operet bestecilerdendir.
William Hogarth, A Scene From The Beggar’s Opera VI, 1731
Sözsüz tiyatro oyunu olan bale, sahne eserindeki konunun müzik ve dansla canlandırılmasından oluşur. Tarihte bilinen ilk bale gösterisi 1581 yılında Ballet Comique De La Reine adındaki gösteridir.
Revü, skeç, şarkı ve monolog gibi sahnelerden kurulu, daha çok gündelik olayları alaya alan ve taşlayan gösteri türüne denir.
Skeç, genellikle bir nükteyle son bulan, az kişili ve yalın, şakacı bir içeriği olan kısa, müzikli oyundur.
Modern tiyatroda, klasik tiyatronun bütün kalıpları yıkılmıştır. Modern tiyatro, yaşamı klasik tiyatrodaki gibi anlatmakla kalmaz, görünmeyen iç yüzüyle de ortaya koyar.
Prudence Heward, At The Theatre
Kaynak
Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Sevda Şener, Aristoteles ve Bertolt Brecht’in İngiliz Tiyatrosu’na Etkileri, Tiyatro Problemi
Türk Tiyatrosu’nda İz Bırakmış Tiyatro Oyunları