34,8988$% 0
36,7076€% 0.1
3.046,27%0,06
4.967,00%0,06
19.868,00%0,06
ikindi vakti,
dedemin çay bahçesi
İnsanlar hayat hakkında ne düşünüyor bilemiyorum ama hayatla ilgili bazı sorular zihnimde yer kaplıyor: Hayat yaşanılan mı yoksa yaşanılacak olan mı? Sahi hayat neydi? Bu zamana kadar yaşadıklarımıza hayat denilebilir miydi ya da hayatı var eden neydi? Bu sorular kafamı kurcalayıp duruyordu.
Kavurucu bir temmuz gününün ardından yatsı vaktiyle teşrif eden o ılık yel ve dedemle soğuk şerbet tadında muhabbetimiz… Çocukluğumdan beri süregelen hikâye anlatma geleneğine tabi olan bendeniz, yine unutamayacağım bir hatırata kulak veriyordum. Üstelik filozofların, hikmet erbabının, Anadolu irfanının dahi içinden pek çıkamadığı bir mevzuya dair zihnimde nice fikirler filizleniyordu:
Peki, bu düşünceler nelerdi? Pek çok şairin hayatla ilgili benzetmeleri aklıma gelmişti: Edip Cansever “tekrarı yok bazı şeylerin” derken “hayat” ı zikretmiş ve aynı hayatı Sezai Karakoç “ölüme” benzetmişti. Herkesin hayatı tanımlama, anlamlandırma şekli farklıydı. Kimine göre hayat, “yaşamak”; “tekrarı olmayan bir olgu”; kimine göre ise “ölüm” olarak nitelendirilmişti.
Klâsik Türk şiirinde ise yenilenme ve sonsuzluk gibi özelliklere sahip olan hayat, daha çok ölümsüzlük suyu anlamındaki “ab-ı hayat” ile beraber kullanılmış. Bunun yanı sıra akışkanlığı, sürükleyiciliğiyle su ve ırmağa da benzetilmişti:
Hızr-ı vakt oldum girüp nā-gāh vuslat bāgına
Cāmı bir bādeyle benzetdüm hayāt ırmāgına
Düşdi murg-ı dil kara kāküllerinün agına
Cān nisār itsem aceb mi sâkinün ayagına
Bir kadeh meyle niçe şeyh olanı ol şāb ider
(Bursalı Rahmi)
Hayatın suya, akışkan şeylere benzetilmesi beni çocukluğumda dedemle yaşadığım bir başka diyaloga götürdü. Büyük bir ailede büyüdüm, hayatım boyunca da bununla övünüp durdum. Çünkü kalabalık ailede yetişen çocukların daha mutlu olduklarını düşünürdüm. Bu fikrimi destekleyen yegâne sebepte, ulu çınarım dedemle geçirdiğim anların şüphesiz etkisi büyüktü. Öyle ki çocukluk dönemlerimde, dedemin “Hareketsiz, durgun suyla abdest olmaz.” dediğini hatırlıyorum. O zaman değerini anlayamadığım bu söz, bugün beni farklı mecralara sevk etti. Abdest için bile suyun hareket halinde olması gerekiyor. Demek ki bir şeye hayat diyebilmemiz için “bir hareketlilik, bir döngü” olması lazım diye düşündüm.
Durdum. Bu denli hareketin, keşmekeşliğin içinde bir yudum nefes almak insanoğlunun enfes hayallerinden biridir elbette. Peki, bu mühim mesele söz konusu olunca benim aklımda hangi yudumlar süzülüyor, hangi söz nehirleri çağlıyor? Tekrar durdum. O sırada gözüme rahledeki yüce Kelimetullah ve dilimi, damağımı serinleten yarım bardak su ilişti. Sonra dimağımı ferahlatan bir fikir belirdi: hayat ve su. Kur’an-ı Kerim’de Enbiya (21/30) ve Nur (24/45) surelerinde Allah’ın insanı ve bütün canlıları sudan yarattığı bildirilir. Görüldüğü gibi bize bahşedilen hayat dahi suyla başlar. Hayatla su arasında bu kadar yakın bir ilişki varken elbette benim aklıma başka bir şey gelmesi mümkün değildi.
Hayat ve su ilişkisinin yanı sıra hayatla ilgili farklı benzetmelere de rastlamıştım. Okuduğum bir kitapta (Lütfi Filiz, Noktanın Sonsuzluğu C.2). “İnsan doğduğunda önüne hayat denilen bir iplik tomağı bırakılır ve bunu yumak yapması söylenir.” şeklinde bir cümle geçiyordu. Hayat, burada ipe benzetilmişti. Kimi insan bu ipi karıştırmaz, dolandırmaz ve doğru düzgün bir şekilde yoluna devam eder. Kimi insan ise ipi düğüm yapar, artık içinden çıkılamayacak bir hale getirir. Tüm bunlara daha fazla dayanamayan ip, kopma noktasına gelir ve nihayetinde kopar. İpin kopması, hayatın sonlanması, ilişkinin kesilmesi demektir.
Hayatın ipe benzetildiği gibi onu kâğıda yazı yazmaya da benzetiyorum aslında. Hayat, herkesin kendi hikâyesini yazdığı bir sayfadır. Yaza yaza sayfanın sonuna gelinmiş, artık yazacak yer kalmamıştır. Çünkü ömür defterinin sayfası tükenmiş, hayat nihayete ermiştir. Öyleyse sayfanın sonuna gelmeden her şeyi güzel görmek, insanlarda güzel izler bırakmak, hayattan lezzet almasını bilmek gerek.
Ve’s-selâm.
Özlem ŞEN
SEVDA: BİR YUDUM BAHAR