34,5387$% 0.16
36,0149€% -0.62
3.004,41%1,45
5.102,00%0,76
20.347,00%0,93
RÜZGÂRGÜLÜ
Uzun yola çıkanların çok iyi bildiği valiz hazırlama telaşı içinde duygularını ve fikirlerini valize sıkıştırırcasına eski bir defterin sayfalarına karalamaya başladı. Yetişmesi gereken bir otobüs ya da uçak yoktu ama koltuk seçimi yapmak için birkaç dakikası kalmış gibi acele ediyordu. Durdu. Deftere yazdıkları bir ifade, bir anlam olmaktan çıkmış Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisinde olduğu gibi hizaya geçmiş sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Fikirleri ve duyguları kategorize etmesi, ayrı ayrı yerleştirmesi gerekiyordu. Dağılmıştı. Odaklanmak için Guns’N Roses dinlemeye ihtiyacı vardı. İf The World tam ihtiyacı olan şarkıydı ancak nedense This I Love çalmaya başlamıştı zihninde. İhtiyaçlar hiyerarşisinde en üst basamakta This I Love olmasına şaşırdı. Şarkıyı dinledi. Biraz düşündü. Aslında şaşırmış gibi yapmıştı. Çünkü bu şarkıyı uzun süredir dinliyordu ve sürekli diline dolanıyordu. Ayrıca en az bu şarkıyı dinlemekten aldığı zevk kadar zevk alırdı kendini kandırmaktan. Dozunda ve ihtiyacı olduğu anda kullanıldığında kırmızı reçeteli ilaçlarla aynı etkiyi uyandırırdı çünkü. Dozunu kaçırırsanız ya da kendini kandırmanın serin ve güvenli sularında kaybolursanız etkisi yine kırmızı reçeteli ilaçlar gibiydi.
Duygu ve fikir çantası yaptığı defteri ancak çok ararsa bulabileceği bir yere kaldırdı. İnsan kolay elde ettiği her şeyden çok kolay vazgeçerdi. Zor elde ettiği şey kopmuş bir kablo ya da bitmiş bir pil olsa dahi kolay vazgeçemezdi. Vazgeçilmez kılmaya çalıştığı defterin içinde yer alanların kendisi için bir gereksinim haline geldiğini fark etti. Duygular ihtiyaç olabilir miydi? İnsanın hissetmeye ihtiyacı olabilir miydi? Şüphesiz gerekliydi hissetmek, duygularını yaşamak. Ancak insanın buna ihtiyacı olduğu söylenebilir miydi? Çünkü tüm duyguları rüzgara benzetirdi. Siz daha yönünü, şiddetini anlamadan etkisi altına alırdı sizi. İnsanın içindeki rüzgar gülünü çeviren şeydi duygu. Bir çiftlik evinin çatısına kurulan rüzgar gülü gibiydi insanın içindeki rüzgar gülü. Yaşamın devam ettiğini müjdelerdi. İnsanın kalbi her attığında pompaladığı kanın damarlar üzerinde oluşturduğu basınçtan daha çok şey anlatır içindeki rüzgar gülü; eğer görebilirseniz.
Yazmak tıpkı okumak gibi rahatlatıcı bir etkiye sahipti. Bilimsel olarak kanıtlanıp kanıtlanmadığı hakkında bir fikri yoktu ama bir şekilde keşfetmişti bunu. Öyle olurdu hep. Okurdu, yazardı ve self-therapy olurdu tüm bunlar. Kendi kendisine konuşana deli derlerdi ama kendi kendisine konuşup konuştuklarını yazınca yazar diyorlardı. Kendisiyle konuşmadan tek bir cümle, kelime hatta rakam bile yazamazdı insan. Hatta her resim ressamın kafasında yaşadığı diyalogdan başka bir şey değildi. Ancak ötekini dışlayan toplum berikine saygı duyuyor değer veriyordu. Toplumun yüzeyselliği işleri kolaylaştırıyordu tamam ama; can sıkıcı hale gelebiliyordu bu yüzeysellik.
Yüzeysellik her zaman can sıkıcıydı. Bir şeyi kolay hale getirmek onu değersizleştiriyordu; ve yüzeysellik kolay hale getirmenin en meşakkatsiz yoluydu. Neyse ki değersiz olmakla önemsiz olmak aynı şey değildi. Mesela çay kaşığı değersiz olabilir ama önemini, çayınızı karıştırmak üzere alternatif ararken fark edersiniz. Herkesin değersiz eşyalar kutusu vardı üzerinde çok önemli yazan. Kendisini bu kutulardan birinde hayal etti. Hayır bu kutulardan birinde olamazdı, olmamalıydı. Bunu kabul edemezdi. İnsanlar için değil eşyalar içindi bu kutular. Ama insanla eşya çok sık yer değiştiriyordu. Böyle bir kutuda yer alabilecek kadar değersiz değildi ama asıl canını sıkan bu değildi. Böyle bir kutuda yer alabilecek kadar önemli olmayışına feci halde canı sıkılmıştı. Değersiz olmakla önemsiz olmak arasında bir tercih yapacak olsaydı değersiz olmayı tercih ederdi. Değersiz olma durumuyla baş edebilirdi ama önemsiz olmak tam bir çıkmazdı. Şimdi o kutulardan birine girebilmek önemli biri olmak için can atıyordu. Susamıştı. Su değersizdi ama önemliydi. Su olmak istedi. Bir dağın yamacından taşlara çarpa çarpa ilerlemek, engellerin üzerinden aşmak zorunda olmamak, etrafını dolanabilmek. Aynı anda hem okyanuslar kadar çok hem de bir damla kadar az olmak istedi. Bir bardak su içse yeterdi ama kim bir bardak kadar olmak isterdi ki; insan ya çok az ya da çok fazla olanı ister. Kendisine yeten her şeye kayıtsızdır. Suyunu içti. Susuzluğu yerini derin bir oh çekmeye bırakırken su olmaktan vazgeçmişti. Bulunduğu kabın şeklini alan şeffaf bir şeydi sonuçta. Defteri sakladığı yeri unutmaya çalışırken zihnine kazımıştı. Unutmaya çalıştığı her şeyi zihnine kazırdı insan. Değme karbon testleri bulamazdı ne zaman kazındığını.
RIFAT ÇÖTELİ
BİR KELEBEK ÖLÜYOR YÜREĞİMİN ORTA YERİNDE