40,2607$% 0.13
46,7252€% 0.08
4.320,96%0,56
7.017,00%0,27
27.981,00%0,27
02:00
“Hayat Donmasın Diye: Üstüne Talaş Çuvalı”
Ankara kışıydı o.
Dize kadar kar yağan zamanlardan değil; herkesin birbirine muhtaç olduğu o uzun aralıktan söz ediyorum.
Devlet kurumlarında çalışan odacı komşularımız vardı. Sobanın ömrü onlara emanet gibiydi. Sanki bütün Ankaralılar devlet dairelerinde çalışırdı.
Babam hariç. O serbest meslek insanıydı; emir altına giremezdi.
Adliye’den dönen bir adam, elinde tomar tomar gazeteyle gelirdi. Sobalık… tandırda yakılacak.
Okunmadan yanmanın hüznü de belki tam olarak buydu.
Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışan başka bir komşu; yazılmamış ajandalar, yüzü eskimiş dergiler getirirdi.
Kışlık kütüphanemiz böyle kuruldu: kırık raflı, bedava.
Ruhu besleyen şeyler daima atıklar arasından çıkar.
Denizimiz yoktu, evet. Ama şehrin göbeğinde hamsi kokusu dolanırdı.
Hamsi, fakir sofrasının Akdeniz’iydi belki.
Traktörle gelen o devasa lahanalar… Kış, lahananın altında birleşirdi.
Sabahları kömürlükte soba kovası doldurulurken, talaşın içinden çıkan sanayicilerin ürettiği sanat eserleri:
kare, üçgen, çarpık odun parçaları.
Yere serilmiş gazetenin üstünde düşler kurardık. O odunlardan, evimizde hiç olmayan koltuk takımları, gökdelenler, arabalar, çöp bebeklerimize dünya yapardık.
Oyunlarımız sobanın dibinde başlar, yeni kesilmiş bal kabağının çekirdekleri usulca kururken, bir kış boyunca sürerdi.
Annem… Ellerini bilirim: Ispanağı hep tuzlu, bal kabağının altını hep tuttururdu.
O eller, geceleri su saatini örterdi. Torba torba talaşla.
Hayat donmasın diye. Vananın üstüne düşen o talaş torbasının alnındaki direnç yazısı.
Böyledir işte; kadınlar her şeyi örter, korur.
Haftada bir gelen, kapı kapı dolaşan, yaşlı, beli bükük, bereli bir dilenci vardı. Omzunda çuval, içinde topladığı kuru erzaklar: bir kap bulgur, iki parça yufka ekmeği…
Perşembe günleri Hızır çöreği yapılırdı: yumurtasız, sütsüz. Tuzlu, kuru ve birkaç eve bölüştürülmüş.
Bir komşu nine gelirdi bazen; sessiz, dertli bir film gibi.
Gelini yüz vermezdi: “Git de biraz evleri temizleyeyim,” derdi, soğukta.
Kadınların derdi hiç bitmez, bilirim.
Bir baba, geç kalan oğlana söylenirdi: “Askere gitsin de aklı başına gelsin.”
Askere gitmek, bir akıl yamağı mıydı sahiden? Derin bir aşk acısı da aynı işi görürdü belki; uslandırırdı insanı.
Sonra o gelin kaynana oldu. Şimdi gelininin evine sığamama sırası ondaydı.
O asi oğul baba oldu.
Geçmişi silen bir ses titredi: “Korkuyorum, geç kalıyor,” dedi. Oğluna yasağı koyup bağırıp çağırırken.
Mahalle sonra yıkıldı sanki üst üste dizilmiş o tahta parçalarının yıkılışı gibi.
Sanki bir film aniden, sessizce bitti.
O odalar, o ajandalar, o talaşlar…
Hepsi birer mekân yitimine dönüştü.
Orada olan herkes, bir film biter gibi yok oldu.
Ankara’nın kışı böyle bir iz bıraktı.
Meltem Yalçın
#Ankara
#Mamak
#Kış
#Talaş
#Hamsi
#Nostalji
#Gecekondu
#mahalle
#şiir
#kar
Hansel ve Gratel Güncesi