38,1588$% 0.3
43,6101€% 1.61
3.957,73%2,27
6.483,00%1,90
25.853,00%1,89
Çok bunalmıştı. Ne yapıp ne edip bir an önce şu masadan kalkmalıydı. Ama bunu nasıl yapacaktı ki? Arkadaşları ile buluşmayı kendisi istemişti. Çok sıkılıyordu. Kimi zaman bu durum dayanılmaz bir hal alıyordu. Bu durumdan kurtulmanın işte şimdi tam sırasıydı. Bir bahane bulsa da masadan bir an önce kalkıp evin yolunu tutsaydı. Masada konuşulan hiçbir şeyi dinleyemiyor, sadece gözleriyle olan biteni takip edip anlamaya çalışıyordu. Cam kenarını seçmişlerdi. Eskiden cam kenarında oturmaya bayılırdı. Gelen geçeni seyredip kafalarının içinden geçenleri tahmin etmeye çalışırdı. İnsanların yüzlerinden akan acı ve keder karşısında herkese sarılma isteği duyar, “ geçecek, biraz sabır” demek isterdi. Son zamanlarda da böyle bir yaklaşım görmeyi arzuluyordu. İçten içe yalnızlığının sebep olduğu bu yıkılmaz gibi görünen duvarları yıkmak istiyordu. Artık bir kurtarıcının onu bu derin düşüncelerinden sıyırıp ‘ bak hayat yaşamaya değer işte’ demesini bekler gibiydi.
İçerinin sıcak hoş sohbetli görünen kuru havası camda soğuk bir buğu bırakıyordu. Bu buğunun arasından yağan kar zar zor belli oluyordu. Bir de bu sıkıcı kasvetli havaya sokak köpeklerinin acıklı havlamaları eşlik ediyordu. İçerideki müşterilerin de hemen hemen hepsi neşeli gibi görünmeye çalışıyordu.
Aniden bütün bunlardan sıyrılıp evine gitmek üzere yola koyulmaya karar verdi. Arkadaşlarına dönerek;
“Ben artık gitsem iyi olacak” dedi. Daha fazla ayrıntı vermek istemedi. Zaten masadakiler onunla ilgilenmiyorlardı. Genelde birbirlerine yeni aldıkları şeyleri tavsiye ediyor, güncel magazin olaylarıyla ilgili konuşmalar yapıyorlardı. Konudan konuya da daldıklarından iyice çekilmez olmuşlardı. Zeynep’te iyice bunalmıştı. Caddeye çıksa, biraz kış havası alsa hiç de fena olmazdı. Zaten kendini bildi bileli severdi karlı havaları. Karın beyazlığı ona mutlu olduğu günleri hatırlatıyordu.
Masadakiler de ondan sıkılmışlardı. Geldiklerinden beri Zeynep’in ağzını bıçak açmamıştı. Sadece susup oturmuştu. Varlığı da yokluğu da bir gibiydi onlar için. Kendilerine uygun olmadığını bildikleri halde yanlarında bulunduruyorlardı. Zeynep hızlıca oturduğu sandalyeden kalktı. Babasının vefat etmeden iki yıl önce aldığı siyah montunu giydi. Siyah kıvırcık saçları, yeşil gözleriyle çok dikkat çekerdi. Gözlerinin rengi babasından miras kalmıştı.
Bir solukta caddeye çıktı. Karlı havayı ciğerlerine doldurdu. Yürümeye başladı. Biraz rahatlamıştı. Şimdi babası yanında olsaydı, ona sarılabilseydi… Ne kadar da mesut olurdu. Eksik gördüğü ya da hissettiği ne varsa babasıyla anlam kazanmıştı hep. Babası onun gizli kahramanıydı. Her şeyi birlikte yapar, her sıkıntının üstesinden birlikte gelirlerdi. İki yıl önce sinsi bir kriz baba ile kızı birbirinden ayırmıştı. O günden sonra Zeynep kendisini bir türlü toparlayamamıştı.
Epeyce yürüdüğünü fark etmişti. Eve gidince yapacaklarını kafasından geçirmeye başladı. Bulaşıklar yıkanmalı, çamaşırlar katlanmalı, ütü yapılmalı… Birden kırtasiyeye girip bir kitap almayı aklına koydu. Bu ani çıkışlarına bazen anlam veremiyordu ama durumundan da şikâyetçi değildi. Ne zamandır okumuyordu. Oysa ne kadar çok severdi okumayı… Adeta zamanı durdurur, kendisini sayfaların büyülü dünyasına bırakır, maceradan maceraya atılırdı. En çok da kahramanların yerine kendisini koymaktan hoşlanırdı. Bütün bu anılar zihninin bir köşesinden hızlıca geçip gitti. İlk gördüğü kırtasiye alelacele girdi. Rafların arasından gözüne kestirdiği bir kitabı aldı ve okumaya başladı. Bir süre sonra “ Efendim, böldüğüm için kusura bakmayın. Ama kapatıyoruz. ” diyen gencin sesiyle irkildi. Genci bir yerlerden gözü ısırıyor gibiydi. Sarı kısa saçları ve okyanus mavisi gözleri ona birisini hatırlatıyordu. Tabii ya! Semih’ti bu. Uzaktan tanıyordu. Çocukken pek kimseyle konuşmayan içine kapanık bir kızdı. Bu uzun göz süzmeden sonra Semih istemeden gülümsedi. Bu gülümsemenin verdiği sıcaklıkla Zeynep söze başladı. “ Ben Zeynep.” Semih de kızın suratına bakıyor lakin bir türlü hatırlayamıyordu. Neden sonra Zeynep kendisini hatırlatma ihtiyacını hissetti. “Âdem’in kızı Zeynep”. Semih şimdi hatırlamıştı. Çocukken bu kıza içten içe hayranlık duyardı. Okulda öğretmenlerin gözdesiydi. Pek kimseyle muhatap olmayan kendi halinde bir kızcağızdı. Laf lafı derken vakit iyice geç olmuştu. Zeynep ise artık o kurtarıcının geldiğine inanıyordu. İşte şimdi bak hayat yaşamaya değer işte” demek geliyordu içinden. “Bak hayat yaşamaya değer işte!”
FİKRİYE TEKİNARSLAN
Pencereden Hayata Doğru