37,9552$% -0.07
41,9362€% 0.73
3.807,61%1,14
6.338,00%0,90
25.275,00%0,91
09 Nisan 2025 Çarşamba
YEŞİLÇAM
Türk film sektörünün öncülüğünü yapan Yeşilçam filmleri senelerdir içimizi ısıtmaya devam ediyor. Yeşilçam, ismini İstanbul’un Beyoğlu semtinde bulunan Yeşilçam Sokağından almıştır.1980 öncesi dönemde film şirketlerinin yazıhaneleri burada olduğu için Türk sinemasına Yeşilçam denmeye başlanmıştır. Türkiye’de ki sinema kültürü Yeşilçam ile başlamıştır.
Yeşilçam filmlerinde aksiyon, dram, aile, mücadele, komedi ve birçok konu aynı çatı altında toplanmıştır. Hemen hemen her filmde bir mücadele konusu işlenmiştir. Özneler sürekli değişir. Değişmeyen tek şey mücadele etmektir. Mücadelenin sonunda her zaman fakirler kazanır. Başrol oyuncusunun zengin olduğu filmlere çok az rastlarız. Başarılı oyuncu kadroları, komedi sahneleri, insanları duygulandıran anları ile Türk sinemasında önemli bir yer kazanmıştır. Türkiye’nin Hollywood’u Yeşilçam olmuştur.
Yeşilçam’ın en çok film çeken oyuncusu: Cüneyt Arkın’dır. 300’ü aşkın filmi ile sektörde iz bırakan sanatçılardandır. Her oyuncunun katkısı bu sektörde farklı olmuştur. Kemal Sunal, Tarık Akan, Türkan Şoray, Ediz Hun, Filiz Akın, Şener Şen, Halit Akçatepe…Yeşilçam’ın yıldızlarını bu satırlara sığdırmaya çalışmak yersiz olacaktır. Yeşilçam’ı bu kadar sevmemizin sebebi hepimizin kendinden bir şey bulmasıdır. Bazı karakterlerin yerine kendimizi; bazılarının yerine ise çocuğumuzu, annemizi, babamızı, kardeşimizi, dostumuzu kısaca sevdiklerimizi koyduk.
Anne rolünde Adile Naşit’ in, baba rolünde ise Hulusi Kentmen ve Münir Özkul’un emekleri yadsınamaz. Boşlukları ise hiçbir zaman dolmayacaktır. Münir Özkul’un siması hiç değişmez. Benim ise en sevdiğim karakteri: Yaşar ustadır. “…Sen büyük patron, milyarder para babası, fabrikalar sahibi Saim Bey. Sen mi büyüksün? Hayır ben büyüğüm, ben Yaşar usta…Eğer onların kılına zarar gelirse ben, ömrümde bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, Yaşar usta hiç düşünmeden çeker vururum seni. Anlıyor musun? Dönüp arkama bakmam bile.” Emektar, işçi bir baba olan: Yaşar usta. Bazı filmlerin isimlerini oyuncuları benzer rollerde gördüğümüz için karıştırabiliyoruz. Yeşilçam Sineması’ n da çoğu filmi çok sevsem de ilk üçüm bellidir: Canım Kardeşim, Al Yazmalım, Sultan. Gülen Gözler filminde Ayşen Gruda ve Şener Şen’in oynadığı karakterleri her izlediğim de içimi ısıtır. Domates güzelimizin Vecihi ile masum aşkı, Çöpçüler Kralı’n da ki oyunculuğu unutulmayacaklar arasındadır.
Yeşilçam sektörünün başarılı olması sadece oyuncular sayesinde olmamıştır tabi ki. Arka planda çalışan set çalışanları, yönetmenleri, senaristleri de büyük emekler vermiştir. Sektör zamanında çok zorluklar yaşasa da emeklerinin karşılığını bu günlere ulaşarak almıştır. Televizyon da denk geldiğimizde değiştirmek istemeyeceğimiz filmler boyutuna gelmiştir. Yeşilçam bize hep farklı seslenir: iyiyi, kötüyü, mücadeleyi anlatır. Ama hep bizlere seslenir. Gönül bağı kurduğumuz Yeşilçam bundan yıllar sonra da izlenmeye devam edecektir.
PELDA DEMİR ÖZTÜRK
Günaydınlar olsun.
Gökyüzüne…
Havada süzülene.
Yanık türkülere, sevdaya
Emekçi yürekleri
Güzelliklerle yol alana
Bir lokmayı paylaşana
Düne bugüne
Ve yarınlara
Umudu olanlara
günaydınlar olsun
Korkmasın
Solmasın gözlerdeki ışık
Yarınlar olacak.
Olmalı
Yarınlar bizim.
Unutmamalı..
GÜN
YAZAR: Nesrin Yatkın
O gün hava serindi. Fazlasıyla sıcak geçen yaz mevsiminin ardından sonbahar sakinliği kendini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. Sararmış yapraklar bir bir ağaçları terk ediyor, ekim rüzgârları ise hafif hafif eserek insanların teninde hoş bir ürperti yaratıyordu.
Pelin üzerini değiştirirken çok heyecanlıydı. Nihayet hafta sonu gelmişti ve bu demek oluyordu ki okul stresiyle boğuşmak zorunda kalmayacağı rahat bir gün geçirecekti. Bir an önce sokağa çıkmak için hızlı bir şekilde eşofmanlarını giydi. Bu sırada masmavi gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Mahalleden arkadaşlarıyla o çok sevdikleri eski çeşmenin yanında oturup çekirdek çitleyeceklerdi. Yanına da kola alınca ohh tadından yenmezdi.
Pelin’in babası boyacı, annesi ise ev hanımıydı. Bir de 6 yaşında güzeller güzeli bir kız kardeşi vardı. Kimseye bir zararı dokunmayan, kendi yağında kavurulup giden sıcacık ve sevgi dolu bir aileydiler. Pelin ailesine çok bağlıydı. Zaten oldukça sevecen bir insan olmasından ötürü herkesle çok iyi anlaşır, mahallede kimin neye ihtiyacı varsa yardımcı olurdu. Neredeyse onu sevmeyen hiç kimse yoktu. 15 yaşında genç bir kız olmasına rağmen fazlasıyla olgun bir karaktere sahipti. Büyükle büyük, küçükle küçük olmasını çok iyi bilirdi. Adeta etrafına neşe saçan bir melek gibi oradan oraya koşturarak insanları çabucak etkisi altına alırdı. Birlikte büyüdüğü çocukluk arkadaşları Ertan ve Feyza da ona ayak uydururdu. Onlarla beraber deneyimlemediği macera kalmamıştı. Bir gün zeytin ağacının tepesine çıkıp birbirlerine korku hikayeleri anlatır, bir gün dereye kaçan toplarını alabilmek için dizlerine kadar suya batıp balçığa saplanır, bir gün bisiklet yarışı yaparken yuvarlanıp kollarını bacaklarını yaralardılar. Ama en tehlikeli anlarda bile eğlenmekten hiç vazgeçmezdiler.
— Anneciğim ben dışarı çıkıyorum.
— Seninkilerle mi yine?
— Başka türlüsü mümkün mü?
Pelin’in annesi gülümsedi. Kızının arkadaşlarını o da çok severdi ve kendi çocuğu gibi sahiplenirdi. Fakat sık sık tembihlemekten de geri kalmazdı. Bir anne içgüdüsüyle her an gözü üzerlerindeydi.
— Söylememe gerek var mı bilmiyorum ama lütfen dikkatli olun kızım. Ertan ve Feyza’yı da uyar. Bak beni sokağa indirmeyin ona göre.
Pelin bir kahkaha atıp annesinin yanağına kocaman bir öpücük kondurdu.
— Merak etme anneciğim bize hiçbir şey olmaz. Sadece çekirdek çitleyeceğiz.
— Peki madem… Ha bu arada senin meseleyi babanla konuştum.
Pelin’in gözleri bir anda büyüdü.
— Gerçekten mi? Ne dedi peki?
Pelin aylardır bir bilgisayar alabilmenin hayaliyle yaşıyordu. Bütün arkadaşlarının varken bir tek onun yoktu. Bu duruma üzülmesinin esas sebebi ise ödevlerinin çoğunun bilgisayardan yapılıyor olmasıydı. Çünkü son derece başarılı bir öğrenci olmasına rağmen sırf bu nedenden dolayı notları olumsuz anlamda etkileniyordu. Hatta bir keresinde; Edebiyat öğretmeninin verdiği performans ödevini tüm sınıf arkadaşları bilgisayarlarında hazırlayıp slayt üzerinden anlatmış, bir tek Pelin eliyle hazırlayıp gazete kağıdına basılı posterlerle sunum yapmak zorunda kalmıştı. Haliyle notu da diğer arkadaşlarına oranla düşük gelmişti ve bu olay genç kızın çok ağrına gitmişti. Nitekim o günden sonra bir daha kötü not almamak için hep Feyza’nın yardımına ihtiyaç duymuştu. Ödevlerini mecburen onun evine giderek yapıyordu. Evet Feyza çok iyi bir arkadaştı ve bu durumu hiç sorun etmiyordu ama Pelin kendini ona yük oluyormuş gibi hissediyordu. Utanıyordu artık. Herkes gibi o da kendi evinde, kendi odasında, kendi bilgisayarında ders çalışmak istiyordu. Fakat ailesinin maddi durumu iyi değildi. Özellikle bu aralar bilgisayar alabilmeleri hiç mümkün görünmüyordu çünkü Pelin’in küçük kız kardeşi daha yeni okula başlamıştı ve bu sebeple ailesi gereğinden fazla masraf yapıp borca girmişti. Ama Pelin yine de konuyu annesine açarak şansını denemek istemişti. Belki ikinci el bir masaüstü bilgisayar alabilirlerdi ona.
— Biliyorsun yavrum şu sıralar sıkıntılı günler geçiriyoruz. Ama baban, “Yılbaşına kadar biraz dişini sıksın, bir çaresine bakarız elbet.” dedi.
Pelin’in suratı asıldı fakat annesini üzmemek adına hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam etti. Hem şunun şurasında yılbaşına ne kalmıştı ki?
— Olsun anneciğim. Biraz daha beklerim ben.
— Sakın canını sıkma kızım. Bir şekilde halledeceğiz.
— Yok anne gerçekten sorun değil. Durumumuzun farkındayım. Paramız olsa hemen alırsınız zaten biliyorum.
Annesi buruk bir şekilde tebessüm etti. Kızının güzel yüreğiyle ve yaşını aşan bu olgun tavrıyla bir kez daha gurur duydu. Tabii ki o da çok istiyordu çocuğunun yüzünü güldürmeyi ama maalesef elde avuçta yoktu işte.
— Hadi çıktım ben. Erken dönerim.
Pelin düşünceli bir vaziyette apartmanın kapısını açtı. Dalgın dalgın yürüdüğü sırada Feyza da ona doğru geliyordu.
— Nerede kaldın be çiçeğim, yarım saattir seni bekliyorum.
— Kusura bakma Feyza annemle konuşuyorduk.
— Moralin bozuk gibi sanki. Ne oldu?
Pelin, yüzüne yerleştirdiği sahte bir gülümsemeyle cevap verdi.
— Bir şey yok canım ne olacak aman sen de.
— Emin misin?
— Aaa Feyza tabii ki. Bu arada Ertan nerede?
— Ben çekirdekleri aldım o da kola almak için markete gitti.
— İyi tamam o zaman. Hadi biz de çeşmenin yanına geçelim.
İki yakın arkadaş yavaş yavaş yürümeye başladılar. Havadan sudan sohbet edip biraz dedikodu yaptıktan sonra çeşmenin yanına vardılar. Bu sırada mahalleden Fuat ağabey ve birkaç genç de orada oturuyordu. Pelin Fuat ağabeyi severdi. Biraz egoist ve insanlara üstten bakan bir tip olmasına rağmen bugüne kadar Pelin’le aralarında hiçbir problem yaşanmamıştı. Hatta tatlı bir ağabey-kardeş ilişkileri bile vardı.
— Ooo Pelin, Feyza hoş geldiniz.
— Hoş bulduk Fuat ağabey. Nasılsın?
— İyiyim Pelin kuş. Sen nasılsın?
— Ben de iyiyim ağabey. Okul, dersler falan uğraşıyoruz işte.
— Derslerin hala iyi değil mi?
— Evet. Çok çalışıyorum.
— Aferin sana. Cidden takdir ediyorum seni Pelin.
Genç kız tebessüm etmekle yetindi. O sırada birdenbire Fuat’ın çeşmenin arka tarafından bir şey çıkarttığını gördü. Dikkatle incelediğinde ise bunun bir masaüstü bilgisayar kasası olduğunu fark etti. Çok şaşırdı. “Ne alaka?” demesine kalmadan Fuat söze girdi.
— Pelin bak, sana bir sürprizim var.
— Nasıl yani ağabey anlamadım?
— Nesini anlamadın kızım? Mahallede bilgisayarı olmayan tek kişi sensin bilmiyor muyuz sanki? Alabilecek durumunuz da yok. İşte ben dün kendime yeni bir dizüstü bilgisayar alınca iyice düşündüm ve benim eski masaüstümü sana hediye etmeye karar verdim. Temiz temiz kullanırsın, işini görür.
Pelin Feyza’ya, Feyza Pelin’e bakıyordu. İki genç kız adeta şok olmuş gibiydiler. Pelin ne diyeceğini bilemiyordu. Birkaç dakika boş boş baktıktan sonra ancak kendine gelip Fuat’a doğru koştu ve sıkı sıkı sarıldı. O kadar çok sevinmişti ki neredeyse mutluluktan ağlayacaktı.
— Fuat ağabey çok teşekkür ederim. Bunun benim için ne kadar değerli olduğunu inan bilemezsin.
— Rica ederim, ne demek. Bu kadar başarılı bir öğrencinin bilgisayarsız kalmasına gönlüm razı gelmezdi.
— Ahh ağabey ne kadar güzel bir kalbin var senin.
— Tamam tamam bırak oraları şimdi. Kasayı getirirken monitör ve klavyeyi aynı anda taşıyamadım. Birazdan eve çıkıp onları da getireceğim. Sen kurarsın artık.
Pelin’in yüzü ay gibi parlamıştı. Feyza da onun adına çok sevinmiş, arkasından sarılarak yanağından öpmüştü. İki yakın arkadaşın içi içine sığmıyordu. Birlikte kasayı incelemeye başladıktan sonra yakından çok daha şık göründüğünü fark ettiler. Markası da epey havalıydı. Pahalı bir şey olduğu her halinden belliydi.
Artık Pelin’in de bir bilgisayarı vardı. Annesiyle yaptığı o umutsuz konuşmadan sonra hiç böyle bir şey beklemiyordu ama olmuştu işte. Bütün bu yaşananlar rüya değil gerçekti. Bundan sonra Pelin hiç kimsenin evine gitmek zorunda kalmadan kendi odasında rahat rahat ders çalışabilecekti. Ödevlerini en iyi şekilde yaparak yine en yüksek notları alacaktı. Hem annesiyle babası da ne kadar sevineceklerdi kim bilir. Bu zor zamanlarında nasıl da iyi gelecekti bu haber onlara. Üstelik ekstra para harcayıp dara düşmelerine de gerek kalmayacaktı daha ne olsundu ki?
— Fuat ağabey sen gerçekten çok iyi bir insansın. Tekrar teşekkür ederim. Sana söz veriyorum, derslerime daha çok çalışacağım.
— Sen yeter ki çalış Pelin kuş. Gerisi hiç mühim değil.
Fuat’ın yanındaki genç topluluğu kendi aralarında bir şeyler konuşup gülüşürken Pelin çoktan hayallere dalmıştı bile. Daha şimdiden hazırlayacağı PowerPoint sunularını düşünüyordu. Koyacağı efektleri, kullanacağı renkleri, ekleyeceği resimleri dahi belirlemişti. O kadar güzel şeyler yapacaktı ki öğretmenleri hayran kalacaktı.
Genç kız, yüzündeki o kocaman gülümsemeyle hayal aleminde gezerken Ertan da sonunda marketten gelebilmişti. Herkese selam verip elindeki kola ve bardakları poşetten çıkarttı. Bu sırada mahallenin zengin çocuklarından olan Berke de çeşmeye doğru yürüyordu. Berke bir anda Fuat’ın yanına geldi ve yerde durmakta olan bilgisayar kasasını omzuna yüklenerek hızla uzaklaştı. Pelin şaşırdı. “Ne oluyor şu an?” diye düşündü. Ayağa kalktı ve Berke’nin arkasından baktı. Ardından Fuat’a doğru döndü ve dönmesiyle birlikte büyük bir kahkaha tufanının kopması bir oldu. Pelin, Feyza ve Ertan haricindeki herkes gülüyordu. Hem de yüksek bir sesle birbirlerini itekleye itekleye gülüyorlardı. Genç kız hiçbir şey anlamadı. Arkadaşları da aynı derecede şaşkınlardı. Kimse bir şey söylemeyince Pelin söze girdi.
— Fuat ağabey neye gülüyorsunuz? Hem Berke neden bana hediye ettiğin bilgisayarı kendi evine götürüyor?
Fuat gülmekten cevap veremedi. Gençlerden biri konuştu.
— Pelin hala anlamadın mı?
— Neyi?
— Fuat ağabey dalga geçti senle.
— Ne?
— O bilgisayar kasası Fuat ağabeyin değil, Berke’nindi. Berke Fuat ağabeye format atması için getirmişti onu. Yani ortada sana hediye edilmiş bir bilgisayar falan yok.
Pelin duydukları karşısında şok geçirdi. Ellerinin ve ayaklarının uyuştuğunu hissetti. Kekelemeye başladı.
— Doğru mu bu… Fuat ağabey?
Kahkahalardan yüzü kıpkırmızı olan Fuat zar zor kendini toparlayarak cevap verdi.
— Kızım sen de amma safmışsın ha. Bu devirde kim kime bedava bilgisayar verir?
— Ama sen bana yeni dizüstü aldım dedin…
— Evet, aldım zaten. Onun haricinde masaüstü bilgisayarım da var tabi ama onu sana vermek gibi bir niyetim yok. Kusura bakma Pelin ikisine de dünyanın parasını döktüm yani. Olmaz.
— Benim senden böyle bir isteğim olmadı ki zaten?
— Aman be kızım küçük bir oyun yaptık sana işte hepsi bu. Hem üzülme sen. Baban birkaç yüz tane daha ev boyayınca alır sana bir bilgisayar.
Fuat bu sözlerinin ardından bir kahkaha daha patlattı.
— Ağabey… Ayıp ediyorsun…
— Şaka kız şaka. Seni sevdiğimden takılıyorum.
O an Pelin o kadar utandı, o kadar utandı ki adeta yerin dibine girmek istedi. Feyza’ya yaslanmaya çalışarak yavaşça bir taburenin üzerine bıraktı kendini. Gözlerini yere dikti. Kimsenin yüzüne bakamıyordu. Bir yandan da ne kadar üzüldüğünü belli etmemek adına inanılmaz bir savaş veriyordu. 5 dakika içerisinde kurduğu tüm hayaller yine 5 dakika içerisinde yıkılmıştı. Üstelik bir sürü insanın gözü önünde hem onunla hem de ailesinin maddi durumuyla dalga geçilmişti. O küçücük omuzları için fazlasıyla ağır bir yüktü bu. Annesini, kız kardeşini ve ailesine yetebilmek uğruna gece gündüz çalışan babasını düşündü. Gözleri doldu. Ağlamamak için insanüstü bir çaba sarf ediyordu genç kız. Tek isteği bir an önce oradan kaçıp gitmekti. Fuat ve ekibi çoktan bu konuyu unutup kendi gündemlerine dönmüşlerdi zaten. Pelin’e ne olduğu veya Pelin’in ne yapıp ne yapmadığı çok da umurlarında değildi. Nasıl olsa onlar istediğini almışlardı. Daha hayatın çok başında olan pırıl pırıl bir genci kendilerince ezerek bol bol kahkaha atmış ve keyiflenmişlerdi. Bundan sonrasıyla hiç ilgilenmiyorlardı. Pelin ve arkadaşlarının hep beraber kalkıp sessizce oradan uzaklaştıklarını fark etmediler bile.
YAZAR: Büşra Bulut
Pencereden Hayata Doğru
Ekim ayının son haftasıydı. Dar vakitte uzunca bir yol aldım. Sabaha dek sürecek yolun sonuna varmıştım. Bir gariplik vardı mevsim sonbahar, yağan lapa lapa kar. Kışa hazırlıksız halimle garip görünüyordum. Yolculuğum köye varana dek sürmüştü epey de yorulmuştum. Soğuktan üşüyen ellerim, titrek bedenim soğuk günlerin başlangıcını yaşıyordu. Burada kış bir hayli çetin geçerdi. Öyle çetindi ki soba yakmadan durulmazdı. Sobadan gelen çıtırdılar, insanı hüzünlendirir, ağır ve sıcak bir uyku halini bastırırdı. Geceler uzundu, ara ara uyanıp sobayı kontrol eder , odun eklerdim. Aralıksız uykum kışın ara verirdi.
Sabah karla kapanmış uzunca yol, yol üzerinde çocukların karda bıraktığı ayak izleri pencereden hikayenin başlangıcı gibi görünüyordu. Çocuklar okul bahçesine çoktan varmıştı. Ders zili çalınca çocukların soğuktan kızarmış kulakları, kar sevincinin tebessümü ile gülen gözleri, ısıtmak için ovuşturdukları minik elleri ile koştur koştur içeri girmelerini izliyordum. Bu öylesine bir histi ki havanın soğuk olduğu bu vakitte sobada kaynamış demlenmiş çayın tadıyla elimde tuttuğum bardağın sıcaklığını içimde hissettim. Hissetmeyi düşünebilmek, anımsamak, çocukların o yaşındaki halimi hatırlamak birkaç saniye de olsa güzeldi. Merdivenlerden indim. Okul koridorlarında dolanırken şu dizeleri mırıldandım : ‘Niçin başka güneş başka toprak ararsın yurdundan kaçmakla kendinden kaçar mısın ? Bu uzak memleket, bu karlara gömülmüş köy benim yurdumdu. Bu çetin soğuk çocuklarımın sıcaklığını soğutmamıştı. Gülüşlerinin yankılarını duyuyordum koridorda. Aşılmaz gibi görünen her şeyi yürüyüp devam ederek geride bırakıyorum. Kar yağışını Mayıs ayına kadar izledik. Bazı günler bir önceki günden çok daha sertti. Yine de mevsim geçmişti.
Lojmanda pencere kenarında eriyen karın getirdiği güzel havanın rüzgarı eserken kalemimle birkaç satır yazmaya başladım. Öğretmenlik neydi sahi ? Kimi zaman şehrin gürültüsünde kimi zaman uzak dağ köylerinde pencereden sevdiklerini ne kadar özlediğini düşlerken, sınıfta çocuklarla çocuk olabilmek miydi? En saf sevginin sahibi yüreklerinde yer edinebilmek miydi? Her gün penceremde yol kenarında duran ağacın yaprakların açtıktan sonra dökülürken dansını, köy dolmuşuna yetişmeye çalışan çocuklarımın ailelerini, köyde etrafı dolanan hayvanları , bisikletini, ipini alıp oynamaya giden küçüklerin koşturmalarını seyrederdim. Manzaram umuttu, telaştı, soğuktu, sıcaktı, komikti, hüzünlüydü bazı zamanlar. Bazı zamanlar sadece bir tablo gibi dururdu. Sakin ve durgundu. Manzaram hayatın ta kendisiydi. Takvim sayfaları birer birer kopuyor, her dökülen takvim sayfasında daha derinleşiyordu çocuk sevgim. Yol alıyordum, öğreniyordum, olgunlaşıyordum. Hep ders veren de olsam öğreten hep ben olmadım. İlk günkü heyecanıma bir de tecrübe eklenmişti.
Tecrübelerim manzaramdı. Manzaram hayatın kendisiydi.
Hevin Yavuz Süle
Yazmak istiyorum
Yazılmayanlara,
İnat.
Söylemek istiyorum
Hatta haykırarak
Söylemek,
Söylenmeyip
Boğazda düğümlenen
Her şeyi.
Koşmak istiyorum,
Tüm durdurulanların
Yerine.
Ya da yürümek
Sakince
Tüm durdurulanlara
İnat.
Okumak istiyorum
Saklanan tüm
Duyguları…
Ya da
Yırtıp atmak
Yaşanmaması gerekenleri.
İstiyorum,
İnsanca ve gülümseyerek
Yaşamayı
Sen, ben, o olmadan
Sadece insan olmayı
İstiyorum!
Yazan: Büşra ŞAHAN