34,5029$% 0.09
36,2460€% -0.32
2.952,30%0,60
5.032,00%0,12
20.066,00%-0,19
13 Eylül 2024 Cuma
“Çocuk kolayınan mı büyür!” dedi teyze… Bozkırın o şahsına münhasır ağzıyla söyledi bunu.. Umudun pençesinde savaşan, meslek sahibi olmayı çileli, her günü ayrı ızdıraba gebe hayatlarının çıkış bileti sayan ailelerin, sınav mağduru, onca yıllık emeğine emek katarak bir stresi daha sırtlanmış çocuklarına edilen duasının içli giriş cümlesiydi kurduğu… Gariban, beli bükük, elleri nasırlı, cümleleri Allah’a bol şükürlü ailelerin çocuklarıydı bunlar hani kaybetme lüksü verilmemiş türden olan… Uzaktan, sınav binasının giriş kapısında görmüştüm teyzeyi ilk. Şalvarı, başındaki çemberi ve kenar oyaları, şalvarının içine kattığı yeleği ve gün yanığı yüzü beni sunturlu bir istekle çekmişti kendine… Duvarın dibine çökmüş, oturmak için bir bank arayışına girmemiş, duvar dibinde ip gibi dizili diğer fiyakalı ailelerin gösterişinden sıyırmıştı kendini, işte tam da o anda hemen yanına onun oturduğu gibi duvar dibine oturmayı görev edindim kendime. Selam verip tanış olduktan sonra kurdu o ilk cümleyi de zaten, haklıydı çocuk kolaylıkla mı büyürdü hiç… Devam etti anlatmaya: ” Seher vakti doğum yaptım tam harman zamanı, evin tek gelinisin lohusalık mı dinlerler yeni doğum mu yaptı derler sırtımda büyüttüm ben yavrumu.
Harmanıydı, ahırıydı, bahçesiydi, evin işi de cabası ,gece yattığını bilmen sabah kalktığını bilmen güzel gızım, işte sonra diyorsun ki okusunlar, okusunlar da diploma sahibi olsunlar ben gibi rezil olmasın, elleri nasırlı beli bükük gezmesin, bir de devlete tutundu mu ben daha ne isterim güzel gızım ! Bir ana başka ne ister ama değil mi? ” Haklıydı, bu haklılık insan ruhunun tüm itirazlarının, başkaldırılarının, isyanlarının tamamını derdest edip susturacak güçteydi hemde! Hayatın oturmuş sistemlerinde Anadolu’nun bağrından kopup gelen bir kabullenmiş çaresizlik ruhu hepimizin benliğine böyle böyle nakşedilmişti. Anadan kıza babadan oğula… Başka türlüsü öğretilmemişti çünkü, ne zaman birisi gören göz olup öncülük edecek ,” Böyle olması gerekmiyor, dayatılan şeyleri sorgulayın, kaldırın şu zorba düşünceleri zihninizden !”dese kallavi bir tokat ile susturuluyor, belki de bir daha hiç konuşamıyordu. Teyzenin cümlelerine içimde milyon kez itiraz etsem de onun haklılığı da benim itirazımı dilimin ucunda yakalayıp ümüğünü sıkıvermişti. Ülke yetenekleri körelmiş, hayalleri sınırlandırılmış ve kalıplandırılmış, hele ki matematik yapamıyorsa tembel öğrenci psikolojisiyle baskılanmış, diplomalı fakat benlik kavgası bitmemiş gençlerle doluydu nasılsa! Post mu pahalıydı giyemedik, yoksa içine girmeye mi yetemedik bilen yoktu. Çocuk kolayınan büyümüyordu değil çocuk göynünce büyüyemiyordu bu topraklarda. Sınav sınav üstüne ekliyor, daha ne kadar dayanır bu şartlarda diye zorluyor, aynı bölümden milyonları mezun ediyor sonra yarışı kazanan bir düzinesine de memur deyip sözde ödül veriyorduk. Boynu kravatlı çocukların elleri nasırlı analarına da görünür pencereden geçici bir mutluluk…
Kafamda kurduğum cümlelerin hiç birini diyemedim teyzeye… “Allah hayırlısını versin!” dedim yalnızca, “ atansın yüzü gülsün” dedim, özünün önemini düşünmeden. Ben tüm bunları tartışırken kendimle sınav bitmiş, bina yavaş yavaş boşalmaya başlamıştı bile. Teyzeye veda edip nasırlı ellerini öptüm. İlerde bir ağacın gölgesine geçip seyrettim kızıyla olan kavuşmasını. Önce sarıldılar sıkıca, sonra neşeli bir yüz ifadesiyle güzel geçtiğini dile getirdi kızcağız zannımca. Teyze duası kabul olmuşlar gibi iki elini yüzüne götürdü ve belki de ömrünün en içten şükrünü eda edermişçesine sıkıca yüzüne bastı. Yüreğinin en sürgün duasıydı aslında yaptığı keşke bilseydi.
Onlar uzaklaşırken gözden, ben ağacın gölgesinde hâlâ itiraz ediyordum… İçime sinmeyen şeyler vardı ve ben kelimelerin hükümsüzlüğünü o an anlıyordum…
Nilay Şirin