AŞAKA KAÇIŞI ÖĞRENİYOR

“Sabah kahvaltısını vermek için zindana indim. Herkes yerde baygın yatıyordu efendim. Zişan’ın kapısı açıktı ve içeride Zişan yoktu.” Aşaka’nın alnındaki damar öfkesinden daha belirgindi. Çalışanı dinledikten sonra arkasındaki askere bağırdı: “Bana kapı, bahçe ne kadar muhafız varsa çağır hemen.” Salonda bir o tarafa bir bu tarafa yürüyerek bağırıyordu çalışanı da yolladıktan sonra: “Nasıl olabilir?” “Buna kim cüret edebilir?” “Pesat!” Aklına yeğeninin hala dinlendiği geldi: “Arat, Arat’ı çağırın!” “Koca sarayda yalnız başıma koşturuyorum lanet olsun!” Kısa bir süre sonra geldi muhafız: “Arat odasında değil efendim.” “Nerede, boğulası!” Gözlerini kapatıp konuşmaya devam etti: “Her odayı ara, olmayanları derhal bana ilet!” O sırada kalabalık, salona doluştu. Muhafızlar salondaki yerlerini almıştı. “Şimdi soracağım soruyu dikkatle yanıtlayın. Dün gece size tuhaf gelen bir hareketlilik oldu mu?” Soruyu duyan önde ve en soldaki iki muhafız birbirine baktı. Susmaya karar verdiler. “Öyle mi? Sizi ayakta uyutarak mı kaçtılar yani?” Askerlerin arasında endişeli bir uğultu oluştu. Bu belirsizliğin içinde kendine güvenen bir muhafız konuşmak için el kaldırdı. Kralın uyarısından sonra askerler konuşacak kişiye odaklandılar: “Efendim, önce Tara gelip sizinle görüşeceğini söyledi ve içeriye girdi. Biraz zaman geçtikten sonra hanımefendi Anselin kapıya çıktı. Benimle sohbet etti biraz ve sonra yürüyüşüne eşlik etmemi istedi benden. Ben de bunu bir emir olarak kabul edip isteğine boyun eğdim. Bahçede yürürken bir anda düştü, ona yardım etmeye çalışıyordum. Bacağında ve bileğinde ağrı olduğunu söylediğinde bileğini kontrol ettim. Anlamasam da o an kontrol etmem gerektiğini düşündüm. O sırada Arat geldiler, öfkeyle beni yanlış anladılar. Hanımefendiye şehvetle yaklaştığımı düşünerek suçladılar beni, tutuklatıp zindana göndermek istedi. Tutuklatmadan önce tüm askerleri toplayıp sorguya çekti. Nihayet suçsuz olduğumu anlayınca sorguyu bitirip tüm askerleri görev yerlerine geri gönderdi. İşte hepsi bu kadar, efendim. Yok, hayır. Eklemem gereken bir şey daha var. Anselin ve yeğeniniz Arat yürüyüp çıktılar saray bahçesinden ve hala dönmediler.” Aşaka’nın başındaki ağrı şiddetlendi. Boynu başını taşımakta zorlanıyordu: “Defolun hepiniz! Yıkılın!” Yavaş yavaş çıkan askerler kralın ikinci bağırışından irkildiler: “Birinizi öldürmeden defolun!”   Geri dönüp koltuğuna attı kendini, kaykılarak oturmuştu. “Henna, Arat ve Anselin’ in odası boş, efendim.” “Yalnız bırakın beni, salonda kimseyi görmek istemiyorum. Ben çağırmadan kimse gelmesin.” “Emirdir efendim.” Asker çıktı salondan ve Aşaka düşünceleri ile yalnız kalmıştı. Aklına Erissa düşmüştü ilk olarak. Erissa neredeydi? Dün akşam ki hali zaten hiç de normal değildi. Bilincini kaybetmek istercesine içmişti. Unutmak istercesine ve korkularını yok etmek istercesine. “Sürtük Erissa!” Ne yapacağını düşünüyordu. İyice kaybediyordu kendini. Ayağa kalkıp masadaki bezitaya gitti, bardağa boşaltmadan şişeyi dikti kafasına. Tek seferde yarısından fazlasını içmişti bezita suyunun. “Sürtük Erissa!” “Geberteceğim seni!” Nefreti dile gelmişti, kendini aptal gibi hissetmişti. Erissa’nın oyuna getirdiği beyinsizlerden biri olmuştu. Öyle görüyordu kendini. “Asker!” İki nefes beklemeye tahammülü yoktu: “Asker dedim!” “Buyurun efendim.” “Erissa’yı çağır.” Bozulmuş dengesi ve sinirleriyle kendine hâkimiyeti kaybetmişti. Önce masayı sonra sandalyeleri dağıttı. Duvar gözlerindeki fatikoroları birer birer attı salonun ortasına. Bağırıyor ama bağırdığının farkında olmuyor, yıkıyor yıktığının farkında olmuyordu. “Lanet olsun! Lanet olsun!” Yenilgi ilmek ilmek sahip oluyordu bedenine. Savaşın öfkesini kustuğu gözleriyle karşında Erissa’yı buldu. Gülümsüyordu kadın: “Beni çağırmışsın.” Bitik ve yorgun vaziyetini unutarak hala kralı kışkırtmaya çalışıyordu: “Hadi! Ne diyeceksen de Aşaka!” Kral hızlı ve büyük adımlarla yürüyordu yorgun esmer kadına: “Sürtük beni kandırdın, öyle mi? Beni ayakta uyuttun yanıma gelerek. Haberdar olmamı engelledin!” Güzel kadın geceden kalma haliyle dilini arka dişlerine götürerek gülümsemeye devam ediyordu: “Bunun özrü için de bu gece gelirim.” Konuşması biter bitmez Aşaka güçlü bir tokat indirdi cüretkâr kadının yanağına. Cüretkârdı ancak mukavemeti düşüktü, kendini yerde buldu kadın: “Ne oldu Aşaka, yetmedi mi sana özür planım?” Son kışkırtmanın ardından karnına bir tekme yedi. Korkunç bir “ah!” etti tekme üzerine. “Ayağa kalk sürtük kadın.” “Emirdir efendim!” İtaat edip güçlükle yine dimdik durdu kralın karşında: “Ölümün tek isteğimdi. Sana ölüm az gelirmiş Aşaka. Gözündeki çırpınışı görmenin hazzı daha lezzetliymiş. Benim elimden değil; zavallı, kimsesiz ve korku içinde gebereceğini görmek sarhoş olmaktan daha lezzetliymiş.” Aşaka ensesindeki saçları sıkıca tutup kendine çekti Erissa’yı: “Yılan! Su yılanı! Seni ben var ettim. Öylece bıraksaydım kullanıp kıyıya cesetlerini atmışlardı şimdiye kadar. Bu mu teşekkürün?” Tel tel çekilen saçlarına umursamadan kahkaha attı Erissa: “Kızına ne diyecektin? Taht varisi kızın Anselin’e, ha! O utandığın kızın! Peki, amcasının kızını dışarıya atıp ölüme terk eden kralı halk tanır mıydı? Sen o zavallı küçük Erissa’yı Eyka merhametine bırakmaya cesaret edebilir miydin? Her zaman korkak oldun, yine korkaksın. Gözlerinde bir bebeğin korkusunu görüyorum. Ancak sen saf değilsin, iğrenç bir yaratıksın!” Aşaka Erissa’nın saçını bırakıp bir tokat daha attı güzel kadına. Kadın yine yere yapışmıştı: “Seni saraydaki herkese temiz bir meyve diye sundum. Ancak sen zehirsin!” Dudağının kenarı kanayan kadın başını kaldırıp gözünün içine baktı kralın: “Sadece dokunak bir kadın olmadığımı öğrendiğin için bu öfken. Ne oldu? Annemi özlerken, babama sığınmak isterken kapalı kapılar ardında benden dokunak olmamı istedin. Tüm duygularımı kaybedip böyle zehir olmamın tek nedeni sensin. Biliyor musun, senin de zehrin olacağım. Yemin ederim ki hazırladığın zehir seni öldürecek. Amcandan korkup onu öldürdün! Amcan, babam yani babam anlıyor musun? Anubias’tan korktun onu da öldürteceksin, planın o yöndeydi. Peki, sana kim darbe vurdu? Kızım Anselin! Kabul etmediğin kızın Anselin! Hiç beklemiyordun değil mi? Yeğenin Arat, bekliyor muydun? Unutmadan! Bu planda bir de ben varım. Tek özelliği lezzetli bir meyve olan ben!” Aşaka daha fazla tahammül edemedi Erissa’nın söylediklerine. Saçından kaldırıp yumruk indirdi yüzüne kadının. Bir daha yumruk indirdi. “Kes artık, kanı bozuk! Kes!” “Zehir, sürtük, kanı bozuk!” Erissa’nın yanağına kan oturmuştu: “Seni geberteceğim!” “Öldürsen de yenilen sen oldun.” “Dilini koparacağım.” Erissa’nın kaşı yarılmıştı. “Seni de, kızını da balabanlara yem edeceğim.” Salona aniden giren Pesat hemen amcasına müdahale etti. “Amca, bırak ne yapıyorsun?” “Amca dedim.”   İhtiyar krala güç yetirmekte zorlanmıştı Pesat: “Amca ölecek, yeter!” Yaralarının acısını unutan genç varis kuvvetini toplayıp kralı ayırdı Erissa’dan. “Seleni, derhal Seleni gelsin!” Yerde hareketsiz yatan Erissa’nın yüzü kana bulanmıştı. Aşaka ise hala öldüresiye dövmek istiyordu: “Senin de, Anselin’ in de, Arat’ın da can çekişmesini elimde bezitayla izleyeceğim. Ondine’ye yemin ederim, duyuyor musun?” Pesat bu cümlenin nedenini anlayamamıştı: “Arat mı, Arat ne yaptı?” Kral yeğenine yaklaşıp dişlerini sıkarak yanıtladı: “Zişan’ı kaçırdılar.” Varis şaşkınlıktan tepki vermeyi unutmuştu. Devamı Azize Örgen'in Kaleme Aldığı "Tanrı Geçmişi Seviyor" adlı Eserinden okuyabilirsiniz.