Yılmaz Gruda Kimdir? Hayatı, Edebi kişiliği, Eserleri

Yılmaz Gruda, Ankara Ticaret Lisesindeki öğrenimini yarıda bıraktı. Yazarlık, sanat yaşamına, 12 yaşında Gerçek gazetesinde tefrika roman yazarak ilk adımını attı. Ne var ki gazete kapanınca romancılığı da yarım kaldı. Sonra şiir geldi. 1945’te yayımlanan şiirleriyle başladı. 1952’de tiyatroya geçti. Dergi ve gazetelerde şiirleri; tiyatro, sinema ve kitap eleştirileri yayımlandı. İlk kitabı Çarmıhtaki Yeni Mehmet’i yayımladı (1963). 100’den fazla oyunda oynadı, 100’den fazla oyun yönetti. 300’ü aşkın filmde rol aldı, senaryolar yazdı. Çeşitli tiyatrolarda oyunlar sahneledi. Çehov’dan çevirdiği Tek Perdelik 9 Oyun 1984’te yayımlandı.
Tiyatro üzerine olan görüşlerini Şu Bizim Tiyatromuz adı altında topladı. Eşi Türkan Gruda’yla yazdığı Kasetçi ve Sultan Aziz Vakası adlı oyunları Devlet Tiyatrolarınca kabul edildi. TRT Ankara ve İstanbul Tiyatrolarını yönetti, oyunlar yazıp, mikrofona koydu. Türkiye’de ilk kez 1960’ta Stand-Up, Çağdaş Meddah’ı sahneye koyup oynadı. Yine ilk kez televizyonda Meddah ile Ortaoyunu’nu açıklayarak sundu. 15 kişilik grupla Talk-Show yaptı. Tiyatro etkinliklerini sürdürürken, reklam sektöründe yaratıcı direktörlük yaptı. İstanbul Büyükşehir Gösteri Merkezi ile Belediye Tiyatrosu’nda genel sanat yönetmeni, oyuncu, yönetmen, öğretim görevlisi olarak çalıştı. Ulusal Kanal’da genel sanat yönetmenliği yaptı. Çok sevilen TV dizisi “Yabancı Damad’da Celayir Usta’yı canlandırdı. Şiirde biçemin içerik tarafından belirlendiğini söyleyen Gruda, içerikte de şiir anlayışındaki yorumu önemsedi. Çerçi Zeus’la Türk Tabibler Birliği 1999 Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü, son şiir kitabı Marathon, Bir Uzun Koşu’yla da 2003 Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü kazandı.

Yılmaz Gruda’nın Eserleri (Kitapları)

  • Çarmıhtaki Yeni Mehmet (1963),
  • Şu Bizim Tiyatromuz, Koza Yayınları, İnceleme, 1976,
  • Biraz Reklam Alır mısınız?, Kelebek Yayınları, Kasım 1986,
  • Kül Altındaki Kor, Anton Çehov, Çeviren: Yılmaz Gruda, Kabalcı Yayınevi, Piyes, 1993,
  • Tek Perdelik Dokuz Oyun, Anton Çehov, Çeviren: Yılmaz Gruda, Bilgi Yayınevi, Piyes, 1994,
  • Camdaki Düşman, Öteki Yayınevi, Şiir, 1996,
  • Çerçi Zeus – Bir Çağdaş Mitoloji Denemesi, Öteki Yayınevi, 1997,
  • Çarmıhtaki Yeni Mehmet, Öteki Yayınevi, Şiir, 1997,
  • Marathon “Bir Uzun Koşu”, Şiir, Bilgi Yayınevi, Haziran 2002,
  • Manzum Nasreddin Hoca Fıkraları, Kaynak Yayınları, Mizah-Fıkra, Haziran 2006,
  • Çağdaş Edep-Erkan Görgü Kitabı, Kaynak Yayınları, Deneme, Aralık 2007,
  • Bir Başka O – Oratoryo, Kaynak Yayınları, Şiir, Şubat 2007,
  • Köylü Devrimci Börklüce Mustafa, Berfin Yayınları, Efsane, Mart 2008,
  • Kavuklu Hamdi, Ortaoyunu, Mitos Boyut Yayınları, Piyes, Ocak 2011,
  • Sultan Abdülaziz Vak’ası, Bilgi Yayınevi, Roman, Kasım 2012,
  • Kendi İle Kendisi, Hayal Yayınları, Şiir, Mart 2013,
  • Yeşilçam Cehennemi, Bilgi Yayınevi, Roman, Mayıs 2016,
  • Gelir Ergeç / Karşı Roman, Berfin Yayınları, Roman, Şubat 2017,
  • Bir Devlet Memurunun Ölümü, Anton Çehov, Çeviren: Yılmaz Gruda, İnkılap Yayınevi, Roman, Ağustos 2018,
  • Sımayıl İle Razıya (Taş Baskı) / Bir Sevda Romanı, Kırmızı Kedi Yayınevi, Roman, Ekim 2020.
Ödülleri:
  • Behçet Aysan şiir ödülü, 1999, Çerçi Zeus
  • Cumhuriyet Gazetesi, Yunus Nadi Ödülü, 2003, şiir dalında birincilik, Marathon “Bir Uzun Koşu”
  • 2016 Altın Portakal Film Festivali – Yaşam Boyu Onur Ödülü
  • Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri, Onur Ödülü, 2018
  • Harput Kısa Film Festivali, Yaşam Boyu Onur Ödülü, 2021

Yılmaz Gruda’nın Şiirlerinden Örnekler

Çağrı Gün vuruyor gün almaların alnına almaları ne benden alırsın, ne daldan bu ne menem oluş böyle dağlara kan çöküyor can, can çöküyor bahçalarda- gün sensiz vuruyor almaların alnına beni sana hasret vuruyor hiç böyleyin yazmamıştı ol sevda- yetti gayrı yetti toprak toprak bölündüğümüz yetti beni senden ayrı komalar içesim yok bu duru suları, gülesim yok- benden ayrı akşamların olsun ha sen bir başına kahrol sana ben bir başıma kahrolayım ha aklıma ziyan yaşadığın- konuş gayrı, gayrı gel bu dünya rahatların koyup da gel bütün giysilerin soyup da gel de- dursun kula kul olmuşluğun buncası sen kendin kulsun kendine kendine tanrı sen sen kendini bulmaz isen ne umur beyin kendine- dağ bir yana de, yol bir yana de ben deryayım güneş yedim ay ne ki burada tek ben olacak de benden ileri burada ne kavga ne ağrı ne umut, ne umudun ötesi de- ben hak dedim önce seni bildim, sonra beni yar dedim, sen beni yenmektir dedim aşk, işte yere çalıyorum gayrıyı, mülkü bir aşk yakıyorum şimdi bu dağ başında bir dağ başında sen yakacaksın bir kentte o- konuş gayrı, gayrı gel de- dursun kula kul olmuşluğun buncası.
gökte odlar, yıldızlar, bulutlar kayıyor karanlık ve karanlık ve yaslı sesi Yeşilırmak’ın şimdi ovayı gözlüyor bir tepeden dünyanın ilk günü mü, n’oluyor neredelerdi halklar birden bağırdı, geceyi, vay nasıl uyardı: ‘nerdesin halk sensin yere, göğe anlam sunan sensin önce var, sonra var nice yürüyeceksin dağlarla kentlerle bir ovadan nice yol edeceksin deryaları um’um sensin, dünyam sen al da yitir beni benden sevdan odu yetti cana oy işte canım, kopar tenden nice yürüyeceğiz ovalarla köylerle bir dağlardan nice kul edeceğiz toprağı yu arıt cümle hırstan adam eyle halk beni yılgınım yok nice örsten adam eyle halk beni nice yürüyeceğiz dinliyle dinsizle bir karanlıklardan nice mekan kılacağız uçmağı
oy işte canım kopar tenden C. yine mi o güneş,o hiç kimselerin yaşadığına şimdi gitmek o,varmak o,ben o o bir başına evrenler o bir başına evrenlere yalnız o ölmek değilse,iyi yok,güzel yok ne bilmediği niceler yok kişiye izdüşümü,ya kişi sonra o ağaçlarda üç gök gitmek o,varmak o,ben o bu dünyada ne güzel çoğuluz ya bu al sabahlara tek tek bakış ne demek duramam gayrı yar durdurak kaldı benden yitmek ne güzel çoğul seni her bilmek yetmiyor onlar avuçlarında gözyaşı yonttuğu tanrılar bir yıllık sezgi susuyorlar ilk bağrıda yerim yoksa,hiçbir yönde yerim sen deme nazlım,ben derim senin türkünü derim de bağışla demem: -Gördük ki sen yar olmadın canımıza gittin eli yeğ tuttun biz garibe Bir ince ateş kodun bağrımıza gittin Bir kerre ölmek mi bir kere sevmek He dediydik n’olaki Sen gıdıcıydın amma gıttın- yol dedi vay nasıl adam yolla birlik halklara gitti. İstanbul Yıkıntısı 1.bunca yıl sadece vardım bu evrende hiçbirşey -ama hiçbirşey yetmiyordu bana bir bela gibi biliyordum yetmediğini tutup kendimi bu istanbullara attım- oysa bu yoğun uğultuda bu istanbullarda yine sen örneğin bir adam bir şarkıya dursa bütün ankarayı toplayıp geliyorsun bir mevlaymış gibi geliyorsun üstelik ben sevmesemde yaşayacaksınişin güzeli -seni dövüne dövüne sevdiğim mutlak- her dönemeçte karşıma çıkacaksın sanki sanki sen istanbulsun.
ama sen istanbul olmuşsun da ne olmuş bu ben değilmiyim trenlerde, sokaklarda taşıdığım değişen bir şey yok hep aynı sığıntılık duyusu-hep aynı yoksulluk makbulenin çocukları ne var ki hiç bu kadar yakından bakmamışım insana şöyle bir -yürekten güldüklerini görsem yok mu mutlu olmam için yetecek herşey ben yetecek diyorum-bir düşün bu aydınlığa ulaştım demektir. şimdi bir ev -denize bakan bir bahçe şimdi ikide bir yaşımı sormuyor mu eğilip hançer çiziklerine suratımın sarmısak ve kudüs kokan ağzıyla bu orospu kişi öyle kolay yıkılmıyor anlıyorum bir büyük sabah dokuyorlar karanlıklarda bu umudu çarşı pazar satabilirim artık. 2.İstanbulu soruyorlar mardiros kazasyana- bir karo üçlüsü bulsa mardiros blum diyecek İstanbul mu diyor Yoktu ki olsun- ama insan var mücevherat gibi limanda, tersanede, kavgada görürsün sana ışıklar koparıp getirir yeraltından kendi ölüsünü bile kendi getirir bir çocuk gibi güler istasyonlarda bir keski gibi güler yalnızlığı bu yıkımlar pek koymaz adama istanbulu sormasan ya çare yok soracaksın bu kan tükürmek istediğim haliç demişsin bu evrenlere yuf çekmiş bir zehir zıkkım sevda bu geçmişi kandilli beyoğlu cumaları demişsin yani sen istanbul demiş yıkılmışsın İstanbul sana yıkılmış. Kara Şapkalı Haydut ‘türkü’ Benim hiçbir zaman şapkam olmadı ne beyaz ne kara sevmediğimden deyip geçiyorum. Geçsem iyi-kara şapkalar çalıyorum düşlerimde Kaç çocuksu yakalıyorum kara şapkalar altında beni Sonra nasıl yoruluyorum,anlatamam Sevmediğimden deyip uyanıyorum Bakıyorum benim saçlarım hiçbir zaman olmamış ne beyaz, ne kara sevmediğimden deyip ıslık çalıyorum. Sen hep orada acı ışıkta dursan,kendiliğinden güzeldi Birden kim dedi yüreğime yürü Birden niçin benim hiçbir zaman şapkam olmadı Ya beyaz, ya kara. sen hep bir denize karşı oturuyordun Sen yine aynı denize karşı mı oturuyorsun Bben sustuğuma karşı oturuyorum Seni bana bağırıp,benim diyorum Benim hiçbir zaman şapkam olmadı Ne beyaz, ne kara. ‘ağıt’ Hep bir yerlere gidecekmiş gibi yaşadı: Düzendışı,okunaksız,tedirgin. Bir gün baktı ki bu dünya göze-göz dişe diş; Bir gün baktı ki bu dünya yaşanmayacak kadar güzel. Silip ak kagıtlara yazılmış sabahlarını, akşamlarını, Bir büyük deniz düşünerek sustu. Artık sana şiir yok.Artık hiç kimselere yok. Şimdi bir nehirde gidiyor kara şapkası -dönüş’ Deniz bağırıyorum bir nehir odasında ve ben neden buradayım Sular,sebepler dokuyorum:büyüsem büyüsem insanı Sonunda şapkasızlığım oluyor hepsi Şapkasızlığım oluyor sebeplerden hiçbiri Sadece ben üşüyorum herkesleri Herkesler bir üşüse bilirmisin n’olucak kendini Sebeplerin hiçbiri Büyük harflerle yazılmış bir avuntu şimdiler Varmakla olmanın arası küt ve güneşleniyor Bir eski bahar donanıyorlar gelmedikleri teoreme Donanıp gecenin sonuna kadar soluyorlar -menekşelerini suya koymamışım onlarda soluyor- Ama niye eski donanıp bahar soluyorlar bilsenize Ben biliyorum da ne,olmakla varanın arası Ben gittim de daha mı iyi,hanisiniz Sen nasılsın göremiyorum,bir türlü sen değildin o Önümde yosunlar ve yosunlar Eğer hala varsan eğer haydutsam sana kara şapkalı No’lur emanetçiden kitaplarımı al Git suya koy menekşeleri Ocakta gaz olacak çayı hazırla Kara esvabımı sandıktan çıkar şapkasız da giyerim Saçlarını omuzlarına bırak: öyle daha Kapıyı açtın mı bir denizle ordayım Bir denizle: ne beyaz ne kara ‘öykü’ Döndüm insanı yağmurda unutmuşlar çürüyor bir nedeni olacaksa ben bulamadım. Emanetçiyi de bulamadım ykılıp gitmiş olanların en güzel olanı bu kitaplarım hiç olmayacak artık. Odamı güneş kuşanıp,taramış rüzgar duvardaki resmin ve ne kadar mümkünse o kadar solmuş menekşelerin kara esvabımı toz bürümüş: sana bir şeyler olmuş anlıyorum değil mi ki benim hiçbir zaman şapkam olmadı demişim hiç solmayacak menekşeler düşündüm sana. Tuhaf gelir mi bilmem penceremde nar çicekleri bakıyorum her sabah. Nedense ne zaman bakıyor olsam:hep sabah Sanki ben hiç gitmedim,sen hiç gitmedin sanki -gitmedin mi,bu kıyamet neden- çok çektin biliyorum bağışla Ben bir türlü buradan olamadım. ne var ki kendim için kovalamıyorum kendimi Nereye gidersen git,ama nasılsan öyle kal insana saygını yitirme olur mu dünya yaşanacak kadar güzel daha güzel olacak inanaıyorum kolay bitmiyor insan. bir taş gücüyleyim nerdeysen sensizliğe yıkımlara umuda. Nasılsan- olur mu Ben bir türlü buradan olamadım bir deniz atıyla gidiyorum kitapsız şapkasız gidiyorum gidiyorum her sabah. sabah mı ‘ağrı’ Bir durma hiçlik götürüyorum,çizdiğim mutluluğa, çarşılardan (bir afrika,bir gökovaları gibi yalnız) Her adım,bir insan daha deliirip yaşanandan Nar çiçekleriyle giden bir nehir yanarak Ne suya baksam,bir deniz görüyorum,elişi kağıttan (en eski kalyonları ve denizatlarıyla) Sonra yalın bir çığlığı suratıma kapatıp,çocuklardan Uzun uzun gitmekleri,bir bir boğarak içimde Sabahları mrdiven saçlı,bir uzak kızın,yağmur elli resmine doğru Büyük ve kalın seslerimle türküleyip bir mısraı Şapkam sensin diyorum,beni haydut, Beni bu taş beyinli kentlerde isa kızdıran- Biliyorum,meryem’i yutturmak,öldükte,anam adı öyküsü Oysa babam,ağır ve nasırlı elleriyle bir feodal Direndikçe kentsoylu çizgilere karanlığında Benim ötemdeki bir ben karalandım Şimdi o atlı karınca,feneralaylı kalabalıklaımı verip Nar bahçelerine giden bir nehre bakarak Biraz daha ölmek alıyorum bize bıraktıklarından Biraz daha çarmıh-kanımla büyütmeye Kimbilir belki bir şey var,bize demeye yetmedikleri Kimbilir belki de gitmek sadece Bir var ki kan tutması gibi bir sıkıntı Ve hala gidiyorum,bir pencereden bir pencereye Aam en iyisi sen gel bütün kapıları kapattım Pencereleri de kapatırım,atlaslrı da İnsan zaten kapanmış- Menekşeler aldım,gözleritoprak bir çocuktan Oturur onlara bakarız,ihtiyar ellerimizi bir yana koyup Oysa ne güzeldiler doğduklarında,umduklarından Ve ağır,nasırlı elleriyle,bir feodal beyi babam- ‘manzume’ Kapıları kapatıp gül-gülistandır yaşanan dedim fesleğenler dedim,kuşkonmazlar dedim,pencereme, olmadı bir ille siyah,ben hariç,ibrahimlerin unuttuğu altıyüz rakamlı bir şarkı,senin anlayacağın dedeefendili,hafızpostlu,udibilmemkimli bir deaksimlerde meydanlarda semai dönüyorlar horoz oğlu horoz kurdukları hizalandıkları saat hacıyağı yıkanıp lökleşiyorlar modern koltuklara büyük harflere ar cızıktırıyorlar günlükleri- Aslında canım sıkılmıyor,ne etseler ne kadar ibrahimseler o kadardırlar böyle başa,böyle yediverengülü dünyayı bir öküz öyküsüyle karıştırıyorlar da ondan oturup gazozlar içiyorum üstüste ferahlamıyorum ama zurnada peşrevim artık. ‘saga’ Ansızın bütün limanlarda birden görünecek Bir beyaz kalyonla Uzak değil diyecek,uzak değil Bir insan yüreği kulaçta. Ansızın bütün limanlarda birden görünecek Bir beyaz kalyonla Hadi bırakın diyecek,bırakın bunca yaşanmayanı Hadi hep beraber insana. Ansızın bütün limanlar birden yitecek Bir beyaz kalyonla Kurtulduk diyeceğiz,kurtulduk bütün… ve ansızın… ‘harlem noktürn’ -a- Sevmek bir yerlerdeki sabah galiba Beni bir türlü oraya götürmediler İşte herşey açık seçik Bu sensin -ama bir nereye kadar sensin,bilmiyorum- Sen deyince,bir yerlerden kar yağıyor gibi Zanzibar’a bir bilet çalınmış diyorlar Bir yitik çocukarıyorlar limanda – Sen mi söyledin ben mi çiziyorum: Bir gün insana bayramlarla çıkmışsın evden -akşamları yine geliyormuşsun yine üşüyormuşsun güneş düşünüp- Ama dönmemişsi hala, Dışarda ne oldu söylesene Niye böyle gitmek olmuşsun Ben anlamadım ki seni anlıyorum Gözlerindeki bu siyah ondan Bunlar onların hesapları: hiç bitmiyor Aynı elleri,aynı kalemlerle: beyaza sığınmışlar aynı kalemlerle eşit yazdıkları Güçleri asfalt ormanlarda yalnızlığıma var Güçleri,açlığımdan insan Bunlar da benim ellerim Bir uazun kartacadan beri üşüyorlar Kısık bir siyahı utanıyor suratım, bir nerde beyaz Bir orda suç ve halem hıçkırıyorum Acı bir deniz birikiyoorum: jazz Bir bir birikiyorum bu adamları -b- Sevmek bir yerlerde ki sevmek galiba Bu karanlığımı oraya götürmüyorlar N’olur öyle uzak bakma Sen al götür beni Bu suratımı sakla Bana yeniden anlat insanı Bu değil de yanılıyoruz de Bitecek bu hesaplar -c- Haydi eve gidelim Haydi insana Bayramlara. İt Zincirleme tuhaftır: adamsız bir sonrada yaşıyoruz kimseler kımıldamıyor ışığa hep aynı mısraı okuyorum bıkkınlığında kahrın: saadet diyorum,saadet işte,saadet sadece- ardında küçücük -rezil cennetlerim duruyor kelimelerin korkularım duruyor- tuhaftır: bütün akdenizler napoli marsey sonra pari pari’de orospu çocuğu sen-jermen-dö-pre masalı bulvarlara bağdaş kurmuş donanmalar duruyor- tuhaf işte bir kere daha çıkarma yapıyorum salerno’ya: yanımda nevada’lı gas,kentaki’den co-vs.- biri bembeyaz ellerini yitiriyor-derdoluyor eldivenleri bir yığın hırt kalleş ütük el kanıyor gözlerinde gözlerindeki özlemler boğuluyor ötekinin hala inmiyor o güvercin meydanlara -ötekiler yalan san-marko notrdam yok yok ayasofya – ve ben hala küçük bir adamım hala yüzyetmiş bir lira alıyorum tuhaftır (tuhaftır:yüzyetmiş bir milyon ‘plase’ ediyorum bir kalemde) hüseyin dörde yarım alıyor hala dört etmiyor iki kere iki-altıdır diyorum öyleyse bir türlü bulamıyorum altıları sen sıfıra çıkamıyorsun bir türlü bir türlü bitmiyor yazamayacakları-acılaşacak maviler mutlaka acılaşıyor- tuhaftır:ağrısız bir yürek düşünüyorum hala oysa tamam-lanamam ki tam-tamlarla ki kenya’da güneşe uzanıyorum:koparıyorlar sevdamı bakıyorlar:yeniden doğuyor-yeniden direniyorum. tuhaftır ama burada,şuracıkta işte şuracıkta isyanlar koşuşmuyor suratımda ellerimle bir cehennem kuruyorum ellerime şüpheler,korkular kuruyorum:allahsız-tuhaftır:yiğit şanso’suz bir donkişot vuruyor aynalara: şanso’suz bir donkişotum şimdi- yağmurları itmeye çalışıyor bu sokak bu çarşı bu çarşı bu sokağa sövüntüler yağıyor bir türküden ve seni düşünüyorum hala unutuyorum seni çıplakken asfalta yıktığımı- yitikim sensiz (yitikim diyorum:birden açılıyor karanlığımdaki kapılar huzurlar,kervalar gelip yıkılıyor yüreğime uzak ülkelerden,kaf dağlarından çarmıh olduğum bir ayğmur başlıyor) yitikim sensiz işte-sensiz hiç tuhaftır:hiçbirşey diyemiyorum hala hala küçücük-rezil cennetlerim hala yüzyetmişbir lira alıyorum hala dörde yarım alıyor hüseyin hala yaşıyorum tuhaftır tuhaftır insanım hala. tuhaf işte bir de ben – bir de ben yağıyorum karanlıklara