Tuvalin Büyülü Perdeye Yansıması: Sinema ve Resim

Sinema, duygular, düşler ve içgüdü

 dünyalarını anlatmak için en iyi araçtır."

Luis Bunuel

Sinema, anlatım olanakları bakımından kendinden önceki bütün sanat dallarının bir kapsayıcısı, karışımı olarak karşımıza çıkmaktadır. “Yedinci Sanat” olarak adlandırılan sinema; resim, heykel, mimari, dans, tiyatro, edebiyat ve müzik ile çeşitli yönlerden alışveriş içindedir. Sinema bu diğer sanat dallarının başta teknik olmak üzere, anlatısal özelliklerinden de yararlanmış ve yararlanmaya devam etmektedir. Bu yazımızda sinemanın  ve resmin görüntü temelli iki sanat olması, anlatılarında görsel dili kullanarak izleyiciye duygusal ve estetik bir deneyim sunmasından dolayı aralarında nasıl bir etkileşim olduğuna değineceğiz.

Mağara duvarlarına çizilen resimleri düşündüğümüzde resim sanatı insanlık tarihi kadar eskidir. Resim; sinemanın ışık, gölge ve  renk gibi unsurlar bakımından en çok etkilendiği sanatların başında gelir. Bir çok ressamın tablolarında kullandığı bir takım ışık, gölge, çerçeveleme, perspektif tekniklerinin yönetmenlerin filmlerinde kullanıldığı görülür. Bu genellikle atmosfer oluşturmak veya sahnenin derinliğini arttırmak için tercih edilir. Caravaggio, Rembrandt, Leonardo Da Vinci, Pablo Picasso, Vincent Van Gogh, Salvador Dali gibi isimler tablolarında kullandıkları tekniklerle sinema sanatçılarına ilham veren ve ilk akla gelen bazı ressamlar arasındadır.

Yönetmenlerin kendilerine ilham kaynağı olan tabloları bir nevi yeniden üreterek, beyaz perdeye aktardığı da görülmektedir. Burada amaç genellikle anlatımı güçlendirmek veya resmin sahibine saygı iletmek, selam göndermektir.

Martin Scorsese'nin “Zindan Adası”(2010) filminde kullanılan Teddy (Leonarda Dicaprio) karakterinin karısı Dolores’e (Michelle Williams) sarıldığı sahne, Gustav Klimt'in 'Öpücük' (1908) adlı tablosunun Scorsese’nin hayal dünyasında yeniden üretimidir.

Benzer bir örnek olarak; Stanley Kubrick'in “Otomatik Portakal”(1970) filmi ve Vincent van Gogh'un 'Tutuklular Çemberi'(1890) adlı tablosunun filmsel düzlemde yeniden üretildiğini görürüz.

“The Truman Show” (1998) Truman'ın filmin sonunda merdivenlerden çıkarak, kapıdan geçtiği sahne Belçikalı sürrealist ressam René Magritte’nin ‘Architecture Au Clair De Lune’ (1856) tablosunun sinemaya yansımasıdır.

Nuri Bilge Ceylan'ın "Kuru Otlar Üstüne"(2022) filminin afişinde de yer alan karakterin sırtını izleyiciye döndüğü görsel Caspar David Friedrich'in “Bulutlar Üstüne Yolculuk”(1818) adlı tablosuna çok büyük oranda benzer bir görüntü ve duygular uyandırmaktadır.

Bu örnekler elbette sayfalarca çoğaltılabilir.

Bir diğer resim - sinema etkileşimi renkler üzerinde gerçekleşir. Sinema, renkleri atmosfer yaratmak, duygu durumlarını dışarıya vurmak, alt metinler yaratmak gibi birçok amaçla kullanabilir. Bazen bir karakterin saç rengi, elbisesinin rengi, duvarın rengi, sahnede görünen bir nesnenin rengi, mekan aydınlatma ışığının rengi bize çok şey ifade edebilir. Bazı renkler ve insanlara çağrıştırdıkları anlamlar şu şekildedir: Beyaz: Temizliği, saflığı Siyah: Karanlığı, gücü ve kötülüğü, ölümü  Mavi: Özgürlüğü, huzuru, umudu Yeşil: Doğayı, tabiatı. Kırmızı: Aşkı, şehveti ve kanı, korkuyu. Turuncu: Neşeyi Mor: Asalet, soyluluk. Sarı: Sıcaklık, kötücüllük gibi anlam ve duygular çağrıştırabilir. Ancak unutulmamalıdır ki renklerin anlamları kültürden kültüre değişiklikler gösterebilir.

Bu iki sanat arasında farklılıklar ise; üretim olanakları bakımından resmin sadece bir kişinin (ressamın) iradesi altında üretilmesi  söz konusudur. Sinema ise başını yönetmenin çektiği; senarist, oyuncular, görüntü yönetmeni, kameraman, sanat yönetmeni, sesçi, ışıkçı, kurgucusu vb. birçok kişinin kolektif çalışması sonucunda meydana gelir. Bir filmde ne kadar kişinin emek harcadığını anlamak için herhangi bir filmin sonundaki jeneriği aklımıza getirebiliriz. Bir başka nokta ise bir ressam bir resmi tuval, fırçalar, boyalar ve yardımcı malzemeler eşliğinde üretirken, sinemada bu üretim resme göre  daha pahalı ekipmanlar ve ekiple yapılır. Dolayısıyla sinema tüm sanatlar içinde çok daha pahalı bir sanat olarak karşımıza çıkar.

Sonuç olarak, sinema ve resim arasındaki yadsınamaz etkileşim, sanatın evrensel dili aracılığıyla derin anlatılar yaratır. Renklerin ve kompozisyonların gücüyle sinema, izleyiciye duygusal ve sembolik bir deneyimler sunar.  

Tayfun Uludüz