Türk Fizikçisi Feza Gürsey ve Hayatı
Avrupa’da kadınların pek azının kariyer yapabildiği bir dönemde, Sorbonne’da Devlet Kimya Doktorası yapar; 1955 yılında Fransa’da “Officiel Academie” nişanına layık görülür. Remziye Hanım, Doktor Reşit Bey’le öğretmenlik yapmak için gittiği Bakü’de tanışır ve 1920 yılında evlenirler. Feza Gürsey, 7 Nisan 1921 günü Anadoluhisarı’nda dünyaya gelir. Kurtuluş Savaşı sırasında babası Ankara’ya, annesi ise öğretmenlik yapmaya Adana’ya gittiği için, Feza Gürsey, anneannesi ve teyzeleri tarafından büyütülür.
Oğlum Feza’ya
O gece
Bu mücevher hediye,
Hılkatin bir minicik şah-eseri,
Bir viran haneyi mamur,
Bir fakir anneyi “Karun” etti.
7 Nisan 1921, Anadolu Hisar
Anne Remziye Hisar, 1924 yılında Paris Üniversitesi Fen Fakültesi’nde, kimya dalında eğitim görür ve Türkiye’ye döner. Bir yıl kimya öğretmenliği yaptıktan sonra, 1930 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın yurtdışı doktora bursundan yararlanarak doktorasını yapmak üzere yeniden Paris’e gider. Aynı yıl eşinden boşanan Remziye Hisar, Paris’e oğlu Feza, kızı Deha ve kardeşini de götürür.
Feza Gürsey ilkokula, Paris’te Jeanne d’Arc okulunda başlar. Ancak 1933 yılında Remziye Hanım’ın doktorası bitip Türkiye’ye dönünce; Galatasaray Lisesi’nin ilkokul 3. sınıfına yatılı olarak başlar. Galatasaray Lisesi Fen Bölümü’nü, 1940 yılında efsanevi bir öğrenci olarak birincilikle bitiren Feza Gürsey, fizik okumaya lisedeyken karar verir.
Galatasaray Lisesi’nde sınıf arkadaşı eski büyükelçilerimizden Özer Tevs şunları söyler: “Feza Gürsey, zamanının bütün Galatasaray Liselilerini ve yerli yabancı kıymetli hocalarını etkilemiş bir talebe idi. Ortaokul üçüncü sınıfta, akşam etüdünde, bakardık, Feza bir köşede Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı felsefi hikayelerini okuyor veya Cézanne’ın röprodüksiyonlarını inceliyor. Fransız hocalarımız büyük teneffüslerde onu muallimler odasına çağırır sohbet ederlerdi.”
İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik-Matematik Bölümü’ne kaydolan Gürsey; fakültedeki eğitim biraz hafif gelince, kendi deyişiyle, “Asaf Halet Çelebi ile küllük kahvesinde tasavvuf, aşk, şiir ve sanattan dem vurmaya” koyulur. Ancak, fizik öğrenmesi gerektiğini düşünerek “derviş cübbesi yerine araştırıcı cübbesini” giymeye karar verir. 1944 yılında fakülteyi birincilikle bitirmesinin ardından, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde asistan olarak çalışmaya başlar. Milli Eğitim Bakanlığı sınavını kazanınca, Londra Üniversitesi Imperial College’da doktora çalışmasına başlar. Haziran 1950’de Kuaterniyonların Alan Denklemlerine Uygulanması adlı tezi ile Imperial College Matematik Bölümü’nden doktorasını alır. 1950-1951 yılını Cambridge Üniversitesi’nde, genel rölativite, konform grup ve kuaterniyonlarla ilgili araştırmalarına devam ederek geçirir.
Feza Bey, 21 kasım 1947 tarihinde annesine İngiltere’den yazdığı mektubunda şunları anlatıyor:
“Zannettiğin gibi davetler de filan değilim, sevgili anneciğim. Gece gündüz çalışıyorum… Olanca kuvvetimle iki senedir üzerinde çalışmak istediğim meselelere takıldım. Umumi saha nazariyesi ve elektromagnetik, meson ve elektron sahaları arasındaki münasebetler. Bu mevzu üzerinde harıl harıl çalışanlar Dirac, Born, Schrödinger, Pauli ve ekolleri. Bir sene mühimce bir metot bulamazsam kendimi pratik meselelere vereceğim. Bugünlerde bu esas muadeleleri kuaterniyon formalizmine sokmaya çalışıyorum. Hocam tensör ve spinör hesapları dururken kuaterniyonların lüzumsuz ve ukalaca olduğuna emin. Hakikaten yaptıklarım şimdilik şekli olmaktan ileri gidemiyor ama hiç olmazsa Cambridge Philosophical Society’nin mecmuasına kabul ettirebilirsem hocama büsbütün vaktimi ziyan etmediğimi gösterir diye ümit ediyorum.”
Feza Gürsey, 1951 yılı sonunda Kandilli Rasathanesi’nde zaman servisinin quartz saatlerinin çalıştırılmasında görevlendirileceği için iki ay Greenwich Rasathanesi’nde pratik yaptıktan sonra yurda dönmesini isteyen bir yazı ile İstanbul’a geri çağrılır. İstanbul Üniversitesi Tatbiki Matematik kürsüsüne asistan olur. 1952 yılında askerlik görevi sırasında, “Spinli elektronların klasik ve dalga mekaniği” adlı tezini hazırlar ve 1953 yılında doçent unvanını alır.
Çetin Altan 17 Nisan 1992 tarihli Şeytanın Gör Dediği köşesinde şunları yazar:
“İkimiz de Yedek Subay Okulunda öğrenciyken tanışmıştık. Bana Amerika’da fizik profesörü olduğu için askerlik yapmakta geciktiğini söylemişti. Türkiye’de Teknik Üniversitede öğrenci olmak dahi büyük başarı sayılırken, Princeton’da yahut Yale’de fizik profesörü olmak..
Yedek subay okulundan genellikle resmi olmayan ve kendi insiyatifimizle gerçekleştirdiğimiz özel izinlerle, benim Bahçelievler’deki iki odalı bodrum katına gidiyorduk. Feza ileri sürdüğü bir teorinin Einstein tarafından da ilgiyle incelendiğini söylüyordu. Ben de içimden: – Beni de artık iyice takoz buldu, uçurdukça uçuruyor, diye düşünüyordum. Ve Nadir Nadi taklidi sesler çıkarıyordum:
– Yaa.. Demek öyle… Einsteln… Büyük fizik bilgini ve görecelik kuramının yaratıcısı Einstein… Demek senin teorinle ilgileniyor… Güzeeel, çok güzel… Bizim yüzbaşıya da anlatsana bunu.. Feza hafif dalga kokan olumlu hayretlerime pek aldırmıyordu. Ben ise onun biraz daha Einstein’dan söz etmesi için konuyu hep o yöne çekiyordum.
– Kendisiyle hiç konuştun mu Einstein’ın?
– Hayır, diyordu.
– Peki nerden biliyorsun senin teorinle ilgilendiğini? Feza bir mektup çıkarıp uzatmıştı cebinden. Üç sayfalık uzun bir mektuptu ve altında Einstein’ın imzası vardı.
Feza’nın üstünde yoğunlaştığı varsayım, ilk bakışta çılgınca görünen çok aşamalı, çok görkemli bir iddia idi.. Güneş düzeninin “manyetik çekim alanlarına” göre biçimlenmiş olmasından hareket ederek; bir de bu “çekime dayalı düzene” karşı, “itime dayalı bir düzenin” bulunması gerektiğini ileri sürüyordu. Madem ki evrende her tezin bir antitez’! vardı; öyleyse çekime dayalı güneş düzeninin anti-tezi olarak da, itime dayalı bir başka düzen daha vardı. Einstein mektubunda Feza’nın bu teorisini reddediyor ve aklımda kaldığı kadarıyla, güneş düzeninde tezle anti-tez’in, çekenle-çekilen arasında zaten oluştuğunu; ayrıca itime dayalı bir başka düzenin söz konusu olamayacağını belirtiyordu.
Biz Feza ile benim bodrum katında bunları konuşuyorduk. Daha doğrusu bahtsız Feza, başka seçeneği olmadığından eksi sonsuzlarla artı sonsuzlar dialektiğini tartışmak için benimle yetinmek zorunda kalıyordu. Tıpkı bir dünya tenis şampiyonunun -çaresizlikten- mahalledeki bakkalın çırağıyla tenis oynamaya kalkması gibi..”
1952 yılında kendisi ile birlikte fizik asistanlığı yapan ve hayatının sonuna kadar bilim ve sanat aşkını paylaşabileceği Suha Pamir ile evlenir. 1954 yılında çiftin tek çocukları Yusuf dünyaya gelir. Yusuf Gürsey’de anne ve babası gibi fizikçi olur. Brown Üniversitesi’nden fizik doktorası alır, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde doçent unvanıyla yaklaşık 10 yıl ders verir. Geçirdiği trafik kazasının ardından ODTÜ’den ayrılan ve dilbilim çalışmalarına ağırlık veren Yusuf Gürsey, 2015 yılında ülkesine tekrar döner, ama umduğu yakınlığı, ilgiyi göremez; zorluklar yaşar.
Gürsey, 1957 yılında ailesi ile birlikte, Atom Enerjisi Komisyonu’nun bursu ile ABD’de Brookhaven Ulusal Laboratuvarı’na gider. Burada, Prof. Wolfgang Pauli ile yürüttüğü çalışmayla ve 1961 yılına kadar Princeton, Columbia, Berkeley, Brookhaven gibi merkezlerde yaptığı çalışmalarla önemli fizikçilerin dikkatini çeker, tanınır. Wolfgang Pauli, Kuantum Mekaniğinin Pauli Dışlama İlkesini ortaya koyan ve nötrinoyu deneysel bulgulardan çok yıl evvel keşfeden Nobel almış bir teorik fizikçidir.
Feza Gürsey’in adını duyuran, Pauli Transformasyonu ile ilgili makalesidir. Pauli, Feza Gürsey’in Zürih’e gelmesini ve birlikte çalışmalarını ister. Ancak, Pauli’nin 1958 yılında zamansız ölümü buna müsaade etmez. Pauli, 17 Şubat 1958 yılında Feza Gürsey’e yazdığı mektupta, “Ben seni enstitüye (Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsü) değil, enstitüyü sana tavsiye edebilir miyim diye düşünüyorum” diye yazar.
Feza Gürsey annesine o yıllarda yolladığı kartta şunları yazar: “Ben de kırkından sonra saz çalanlar gibi fizikçiliğe yeni başladım. Bu yarışa nefesim kesilmeden daha ne kadar devam edebileceğim bilmiyorum. Önümüzdeki seneler en büyük ümidim ilim dünyasının bu köşesinde olup biteni biraz olsun anlayabilmek. Sen nasıl Sorbonne’de büyük hocalarla temas edince yeni bir alem keşfeden bir seyyahın heyecanını duymuşsun, ben de hakiki fiziği keşfetmek heyecanını bu defa Amerika’da hissettim. Senin gençliğinde Sorbonne, Göttingen, Cambridge ne ise şimdi de Princeton, Brookhaven, Berkeley öyle oldu. İlim sahnesi de değişti. Eskisine nazaran çok beynelmilel bir mahiyet aldı.“
1964 yılında Feza Gürsey ve Luigi Radicati SU(3) simetrisi ile kuarkların relativistik olmayan spinlerini birleştirip SU(6) simetrisini ortaya koyarlar. SU(6) simetrisi kuarkların gerçekliği, kuark dinamiği, spin ve iç uzay kuantum sayılarının (yüklerin) bağımsızlığı kavramlarına yol açar. Kuantum Kromodinamiği (QCD) ve “renk” yükü keşfedildikten sonra, SU(6) simetrisinin işaret ettiği bakış açısının zamanındaki deneysel başarısından daha da önemli olduğu ortaya çıkar.
1961 yılında artık tanınan bir fizikçi olmasına rağmen Türkiye’ye döner. Erdal İnönü’nün ısrarları ve uğraşları sonunda, İstanbul Üniversitesi’nden ayrılarak yeni kurulan Orta Doğu Teknik Üniversitesi Teorik Fizik Bölümü’nde profesör olarak çalışmaya başlar. ODTÜ’de görevi sırasında, kısa süreli izinlerle Princeton ve Yale Üniversiteleri’ne de gider. O yıllarda fizik bölümünde okuyanlar, Feza Gürsey’in ODTÜ’ye getirdiği ünlü, önde gelen fizikçileri, yakından tanıyıp dinleme şansını yakalarlar.
Feza Gürsey’in Fikret Kortel ile birlikte, 1962 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenledikleri yaz okulu, günümüze kadar gelen ve Wigner Madalyası’nın verildiği “Temel Parçacık Teorisinde Grup Teorik Kavram ve Metodlar” konferanslarının ilkidir. Bu yaz okulunda yapılan konuşmalar, yıllarca fizikte önemini kaybetmez ve konferanstaki konuşmaların her birinin çığır açtığı anlaşılınca toplantı bilim tarihine geçer. Konferansa katılanlardan Eugene Paul Wigner Nobel almıştı, Sheldon Lee Glashow ve Muhammed Abdüsselam ise konferanstan sonra aldılar.
1968 yılında TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü alan Feza Gürsey, Yeni Bir Alem: Yüksek Enerji Fiziği adlı bir konuşma yapar. Yüksek enerji fiziğinin ne olduğu ve neden desteklenmesi gerektiğini anlattığı akıcı, eğitici konuşmasını şu satırlarla bitirir: “Her türlü faydalarını ve önemini bir kalemde silsek bile yüksek enerji fiziği gibi bir konunun son bir özü kalıyor geriye: o da güzelliği… Bir avuç insan, eski dervişler misali, tabiatın sınırlarında dolaşır dururlar. Şair Muhyiddin Abdal’ın dediği gibi;
Muhyiddinem dervişem
Hak yoluna girmişem
On sekiz bin alemi
Bir zerrede görmişem…”
1974 yılında Feza Gürsey’’in Yale Üniversitesi Fizik Bölümü’ndeki profesörlüğü daimi hale gelir. Feza Gürsey’in izni kaldırılınca ODTÜ’den ayrılmak zorunda bırakılır. Gürsey, bunun nedenlerini ise Prof. Dr. Mustafa Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı’nca verilen “Bilim Hizmeti ve Onur Ödülü” töreninde şöyle dile getirir:
“Birincisi, sık sık ve ücretsiz izinli olarak dışarıdaki bilim merkezlerinde çalışmam ve bu bilimsel alışverişe öğrencilerimi de katmam. İkincisi, Türkiye’mizin seviyesine ve ihtiyaçlarına uygun olmayan üst düzeyde bir araştırma yaparak gençliğe zararlı bir örnek olmam…”
19 Ocak 1977 günü Feza Bey ve Sheldon Glashow, Oppenheimer Ödülü’nü paylaşırlar. Oppenheimer Ödülü Feza Bey’e temel parçacık fiziğine yaptığı katkılardan ötürü verilir. Feza Gürsey, ödülü aldıktan sonra, “Ödül, Yale ile Harvard arasında paylaşıldı diye yazıldı. İsterdim ki, ODTÜ ve Harvard arasında paylaşıldı desinler” diyerek, ODTÜ’den ayrılışının üzüntüsünü dile getirir.
Gürsey’in, Oppenheimer Ödülü’nü alması üzerine Burhan Felek, Milliyet Gazetesi’nde “Bununla Övünelim” adlı bir yazı kaleme alır.
“İftihar ettik, göğsümüz kabardı. Evet, güreşte de bir pehlivanımız kazandığı zaman seviniriz. Ama bu tamamen hissi bir keyiftir. Beriki ise, bir milletin ilme ve medeniyete hizmet ettiği için yabancılar tarafından takdir edilmiş çocuğunun başarısından dolayı duyulan iftihardır. Bununla her yerde övünürüz. Milletlerarası başarı ödülleri listesinde bir Türk adının, hem de bir kadın ilim adamının adının geçmesi, ne kadar göğsümüzü kabartsa yeridir.
Ne var ki biz, övünmesini ve yerinmesini dahi henüz layıkıyle beceremediğimiz için bu haber gazetelerin bir köşesinde çıkar. Gönül isterdi ki, gazeteler bu hanım profesörün bir büyük resmini birinci sahifeye basıp, başına, “Övünüyoruz bu kızımızla” diye bir başlık, altına da ismini ve ödülün adını yazıp aleme göstersinler.”
Bunun üzerine Feza Gürsey, 21 Mart 1977’de Burhan Felek’e yazdığı mektubunda şu satırlara yer verir.
“Sayın Burhan Felek,
Öteden beri tatlı fıkralarınızı zevk ve hayranlıkla izlerim. Benim hakkımda yazmak lütfunda bulunduğunuz iki sütunu da arkadaşlar göndermişler. Her zamanki gibi onları keyiflenerekten okudum. Gerçi ufak tefek hatalar vardı ama hepsi de bir bakıma benim lehime işliyordu. Niye üzülecekmişim? Yazınız beni olduğumdan çok daha cazip, genç, faydalı ve önemli gösterdiğine göre şikâyete ne hakkım var?
Birincisi: Cinsiyetimle ilgili olan nokta. Keşke ben de şirin bir sekreter-profesör olsaydım da; Türk kadınlığına iki defa şeref verebilseydim. Aslında biraz kamburu çıkmış, gözlüklü, derviş kılıklı bir hocayım. Hala benden fotoğraf isteyecek misiniz?
İkincisi soyadım Gürsoy değil, Gürsey. Şüphesiz ki Gürsoy’un, Gürsey’den daha azametli bir sedası var.
Üçüncüsü yaşımla ilgili. İkinci yazınızda benden “kıymetli genç” diye bahsetmişsiniz. Uzun seneler İstanbul Teknik Üniversitesi’nde, İstanbul Fen Fakültesi’nde ve Ankara’da ODTÜ’de hocalık ettim. Yakında 56 yaşında olacağıma göre satırlarınızı okurken size okyanusun bir ucundan “yalan da olsa söyle Tatar Ağası” diye söyleneceğim geldi…”
Yale Üniversitesi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Vernon Hughes, Feza Gürsey’in Yale Üniversitesi’ne gelme hikayesini şöyle anlatır:
“Altmışlı yılların ilk yarısında Yale Fizik Bölümü başkanıydım. Teorik fizikte oradaki en önde gelen kişi olan Profesör Gregory Breit 1967’de emekli olacağından Yale’de Teorik fiziğin güçlendirilmesi için özel bir gayret gösteriyorduk… Gregory Breit, Feza’nın atanmasını kuvvetle destekliyordu ve bu buradaki birçok yaşlı insanın takdir edebileceği şekilde Feza için az buz bir iltifat değildi. Yakınlarda 1966-67 yıllarında Feza’nın atanması için Freeman Dyson, Geoffrey Chew, Gian Carlo Wick, Merf Goldberger, Bob Serber, Bram Pais, T. D. Lee, Luigi Radicatti, Eugene Wigner ve John Wheeler’den aldığım tavsiye mektuplarını yeniden okudum. Birçok büyük fizikçinin bu mektuplarda Feza için açıkça ortaya koydukları hayranlık olağanüstüydü. Katkılarının daha o zamanki genişliği bile sıra dışıydı ve istatistik mekanik, alan teorisi, özel ve genel görelilik, grup teorisi ve parçacık fiziğini içeriyordu.”
Kazandığı uluslararası şöhrete rağmen Feza Gürsey ve eşi Suha Gürsey gittikleri her yerde evlerini yalnızca öğrencilerine ve fizikçilere değil herkese açarlar. Anlatan tüm anılarda, evlerinde fiziğin yanı sıra müzik, edebiyat, filoloji, sanat, tarih ve daha pek çok şey konuşulur.
Feza Gürsey İngiltere’de iken BBC’de kültürel programları da yapar. Gençlik yıllarından başlayarak karaladığı desenler ve ufak şiir denemeleri, Gürsey’in resim ve şiir sanatına dair ilgisinin basit bir ilgiden öte olduğunu gösterir.
Feza Gürsey, 1991 yılında emekli olduktan sonra, Boğaziçi Üniversitesi’nin daveti kabul eder. Süpersicim teorilerinin simetrileri ve konform alan teorileri üzerinde çalışmalarını sürdürmek istiyordu. Ne yazık ki, yakalandığı kanser hastalığı, bu fırsatı vermez. Yale Üniversitesi hastanesinde tedavi için gider; hastalığı çeşitli talihsizlikler ve komplikasyonlar nedeni ile hastalık hızla yayılır. 13 Nisan 1992’de aramızdan ayrılır. Naaşı, TÜBİTAK’ın da yardımları ile Türkiye’ye getirilir; Anadoluhisarı’nda aile mezarlığına defnedilir. Yaklaşık 2 ay sonra annesi Remziye Hisar da bu dünyadan ayrılır.
Feza Gürsey’in ölümünün ardından, Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Meral Serdaroğlu, Gürsey’in Anadolu Hisarı’ndaki evinde yer alan belgeleri, fotoğrafları ve birtakım objeleri bir araya getirir ve tasnifini yapar. Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde muhafaza edilen Feza Gürsey Arşivi, yıllar içinde Gürsey’in yakın çevresi, ailesi ve meslektaşlarından gelen ve Feza Gürsey adına yapılan anma etkinliklerinde ortaya çıkan konuşmalar ve yazılarla zenginleşir.
Boğaziçi Arşivleri Feza Gürsey Dijital Sergisi, Askerlik Arkadaşım Feza Gürsey-Çetin Altan, Aşk ile Fiziğe Adanmış Bir Ömür: Feza Gürsey