Türk Edebiyatının En ünlü Yazarlarının En Az Bilinen Yönleri

Nâzım Hikmet ve Peyami Safa’nın arasına komünizm ve faşizm tartışmaları girmiştir.

1920'li yılların ortalarında Nazım Hikmet,Ankara'da tutukludur.Cumhuriyet gazetesinin edebiyat sayfasını yöneten Peyami Safa gazetede Nazım'ın "Yanardağ" adlı şiirini yayımlar.Ancak bu durum gazete yönetiminin öfkesini çeker.Ertesi gün Cumhuriyet gazetesini satın alanlar birinci sayfada bir metinle karşılaşırlar: "Mahkum bir adamın kaleminden çıkmış olan 'Yanardağ' adlı manzume,gazetemizin dünkü nüshasında,yazıişleri müdürüne gösterilmeden yayımlanmıştır.Mesleği mesleğimize katiyen uymayan bir muharrire ait olan manzumenin gazetemizde yayımlanmış olmasından dolayı,okurlarımızdan özür dileriz." Haberin ardından kopan fırtınada Peyami Safa'nın gazete idaresiyle arası açılır ve işten ayrılmak zorunda kalır.Nazım Hikmet serbest kalınca Peyami Safa'yı arar ve bir dostluğun temelleri atılır.Hatta öyle ki Nazım Hikmet,Peyami Safa'yı roman yazması yönünde teşvik eder,Dokuzuncu Hariciye Koğuşu böylece ortaya çıkar.Peyami Safa da Nazım Hikmet'e duyduğu minneti,romanı ona ithaf ederek ödemeye çalışır. Komünizmi yaymak isteyen Nâzım Hikmet ve onu caydırmak isteyen Peyami Safa… O kadar yakın dostlardı ki Peyami Safa ölümsüz eseri Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu Nâzım Hikmet’e adamıştı. Dost meclislerinde ateşli tartışmalar yaşasalar da, Peyami Safa’nın “Moskova’dan gelen paraları kim aldı?” sorusu ilişkilerini bitirdi. Nâzım Hikmet, Peyami Safa’yı kazanmak için uğraştıysa da başarılı olamadı.  

Hüseyin Rahmi Gürpınar, örgü örmeyi çok seviyordu.

Hüseyin Rahmi Gürpınar, Heybeliada’daki evinde birkaç akrabası ve kedileriyle yaşıyordu; evlenmediği için çocuğu yoktu. Kadınlarla dolu bir evde büyüdüğünden yemek pişirmeyi, dikiş dikmeyi, ev temizlemeyi, dantel-yün örmeyi, vb.ni küçük yaşlarında öğrendi. Dönemin konuşma dilini, adetlerini, yaşam tarzını, insan ilişkilerini öylesine kafasına kazıdı ki, bütün romanlarında kullanacağı malzeme belleğindeydi. Yazma tutkusu ve becerisi babasına yolladığı mektuplardan belliydi: Örnek aldığı Ahmet Mithat Efendi - ilk kez karşılaştıklarında - romanları onun yazdığına inanmadı. Yaşamının son otuz yılını Heybeliada’da geçiren ve temizlik hastası olmasıyla bilinen Hüseyin Rahmi Gürpınar örgü örmeye o kadar düşkündü ki o dönemde Avrupa’dan modeller getirtiyordu. Yazmaya ara verdiği zamanlarda da erik reçeli ve dondurma yapıyordu.

Türk edebiyatının şüphesiz ölümsüz isimlerinden biri olan Cemal Süreya’yı üvey annesi zehirlemeye çalıştı.

Gerçek ismi Cemalettin Seber olan Cemal Süreya, 1931 senesinde Pülümür’de dünyaya gelmiş, sadece 1931 diyoruz çünkü doğum tarihi tam olarak bilinmiyor. Hayatının ilk yılları burada geçen Cemal Süreya, Şeyh Sait isyanından sonra 1938’de ailesiyle birlikte Erzincan’dan sürgün edilmiş. Yük vagonunda çıkılan uzun tren yolculuğu Bilecik’te son bulmuş ve Aile, Bilecik’te yaşamaya başlamış. Daha sonra Süreya bu tren yolculuğu “Kişne Kirazını ve Göç, Mevsim” şiirine de anlatmıştır. Yaşadığı bu göç onun hayatı boyunca unutamayacağı olaylardan belki de ilki olmuş. Daha sonra sürgün edildikleri Bilecik’te annesini kaybetmesi onu derinden sarsmış. Önce doğduğu yerden ayrılan, ardından da annesini kaybeden Cemal Süreya küçük yaşta üvey anne şiddetiyle tanışmış. Yaşadığı bütün bu olaylar ileride yazacağı eserlerinde, yaşayacağı aşklarda, yapacağı evliliklerde izlerini gösterecektir. Zor bir çocukluk geçiren Cemal Süreya için bu hayatın sonrası da bir hayli zorlu geçmiş desek yanılmış olmayız. Annesini küçük yaşta kaybeden Cemal Süreya’nın üvey annesi o kadar acımasızmış ki yemeğine cam kırıkları atarmış. Şaire dair birkaç bilgi daha: Sayılarla arası hiç iyi olmadığı için saati beşinci sınıfta öğrendi; yazı yazmaya küçük yaşlarda başladı ve hiçbir zaman gürültüsüz ortamda çalışamadı.  

Ahmed Arif, günde dört paket sigara içmesine rağmen Ramazan ayında oruç tutan kişilere saygısından hiçbir şekilde tüketmezdi.

At binmeyi çok seven ve uzun yıllar sigara içen Ahmed Arif, ayrıca sigarayı birdenbire bıraktı ve dumanına bile tahammül edemez hale geldi.

Cemil Meriç yavaş yavaş görme duyusunu kaybetmesine rağmen okumaktan ve yazmaktan hiçbir zaman vazgeçmedi.

Gençlik yıllarında gözlerinde oluşan enfeksiyon nedeniyle görme bozukluğu yaşayan ve bu sorunu giderek artan Cemil Meriç, yazıları göremeyecek duruma geldiği dönemde ışığa yakın olmak için sandalyesini masasının üstüne çıkarır ve bu şekilde okurmuş. Yazmaya ve okumaya öylesine tutkun olan yazar, gözleri göremez hale gelince çevresindekilerin yardımlarıyla yazmış ve söylenene göre en verimli çağlarını yaşamış.

Yaşar Kemal’in efsane romanı İnce Memed’i Rusçaya Nâzım Hikmet çevirdi.

  Birinci ve ikinci ciltleri Türk edebiyatının en çok satan kitaplarından olan İnce Memed, Rusçaya Nâzım Hikmet’in o büyülü diliyle çevrildi. Zülfü Livaneli şöyle yazmıştı: "Paris’te Abidin Dino’yla birlikte Nâzım Hikmet’i tren istasyonunda karşılamışlar. Nâzım demiş ki 'Yaşar, romanını okudum. Eğer bana bu kadar zulmetmeselerdi, bunca yıl hapis yatmasaydım, belki ben de senin kadar güzel bir şey yazabilirdim ama olmadı.' Yaşar Kemal, 'Koca Nâzım’ın genç bir adamla alay etmesi yakışık alıyor mu?’' diyerek oradan ayrılmış ve küsmüş. Neden sonra anlatabilmişler ki Nâzım alay etmiyor, içinden gelenleri söylüyor."

Özdemir Asaf, ‘r’ harfini söyleyemiyordu.

Asıl adı Halit Özdemir Arun olan ünlü şair, yazmaya başladığı ilk yıllarda Özdemir Özden ismini kullanıyordu. İlerleyen zamanlarda Oktay Akbal soyadı olarak babasının ismini kullanmasını önerdi ve Özdemir Asaf oldu. Sempatik tavırlarıyla bilinen ünlü şair bir dönem Güneşspor’da futbol oynadı.