TOLGA ALVER- Ölecekti

Ölecekti. Öyle her insanın vaktinde öldüğü gibi falan değil. Dümdüz ölecekti. Belki güpegündüz bir yol kenarında insanları seyrederken belki de gece uykusunda… Belki bir akraba ziyaretinde belki de tepesinde kargalar uçarken… Ölecekti. Öyle her insanın vaktinde öldüğü gibi falan değil hem de. Dümdüz ölecekti.

            Doktor çok kısa bir zamanı kaldığını söylediği zaman daha önce simit veremediği martıları hatırlayıp vapura bindi. Tüm şehir gözlerinin önünde bilinen bir sona bilinmezlikle koşarken kendisi bu rüyadan uyanmıştı işte. Bir yabancı girmişti zihnine ve o gerçeği ona hatırlatmıştı. Ne kadar zamanı olduğunu tam olarak bilemiyordu ama çok zamanı kalmamıştı. Esip giden rüzgâra fısıldamak istedi öleceğini. Kuşlara anlatmak istedi. Demek böyle olurdu. Bir canlı ölürdü ve tüm yaşayanlar kendi koşturmacalarına devam ederdi. Hayat asla durmazdı. Hem kimler kimler gitmişti bu dünyadan. Onun için mi yas ilan edilecekti? Birkaç geçici hüzün kırıntısı, bir sela, birkaç kabulü meçhul dua ve koca bir yalnızlık…

            Şehrin diğer yakasına geldiğinde arada sırada uğradığı bir sahafçıda buldu kendisini. Eskimiş kitap kokusu, eskimiş hayatların kokusu… Herkesin imrendiği ama giderken bir dakika daha dilendiği ömür kitabı… Onun yolculuğu da ansızın bitecekti. Birden uzun zaman önce bir kenara bıraktığı kitabı tamamlamak geçti aklından. O gittikten sonra insanlara kendine dair bir şeyler bırakmak istemişti yıllar evvel. Neden sonra kendisi de bir koşuşturmacaya kapılmış kendi kitabını yazmaktan sıkılmıştı. Kendisini bile sıkan yaşamını diğerleri neden okusun ki diye düşündü. Yaptığı hatalara diğer insanlar neden düşsün ki? Hem herkesin hatası kendine uygun dikilmemiş miydi? Onun hayat elbisesini neden diğerleri giyecekti? Sonra birilerine borcu olup olmadığını düşündü. Yalnızca vapurun çevresinde uçuşan martılara borcu vardı, ödediğini hatırlayınca da rahatladı.

            Belediyenin çukuruna uyarı levhası konulmuştu. Bir dolmuş şoförü müziğin sesini sonuna kadar açmıştı. Birileri bankamatik kuyruğundaydı. Bir kaldırım taşı yerinden sökülmüş, bir yaprak dalından hafifçe yere doğru süzülmüştü. Bir adam ekonomiden, bir kadın mazisinden şikâyet ediyordu. Yarın hava yağmurlu olacaktı. Ömrünün yağmuru ise çoktan başlamıştı. Acaba öldüğü gün hava nasıl olacak diye düşündü. Belki de yarın ölecekti. Hemen gidip kendisine bir mezar taşı bakmalıydı. Üzerindeki yazıyı bizzat kendisi yazmak istiyordu çünkü. Eğer vaktinde ölmüş olsaydı belki böyle şeyler aklına gelmezdi. Vaktinde ölmek diye bir şey var mıydı? Ne fark ederdi ki? Ölecekti. Öyle her insanın vaktinde öldüğü gibi falan değil. Dümdüz ölecekti. Belki bir yağmurun ortasında belki de bir gülüşün sonrasında…

            Çok eski zamandan beri uzaktan uzağa konuştuğu bir arkadaşını aradı. Ona uzun bir yolculuğa çıkacağını söyledi. Nedense öleceğini söylerse kendisine acıyacaklarını düşünüyordu. Kimseye bu durumdan bahsedemezdi. Aklından geçen tepkiyi alamayacağını biliyordu. Kimse yeterince üzülmeyecekti. Kimse ona son anına kadar destek olmayacaktı. Kimseye kızamazdı. Bazı şeyler tek seferlikti. Doğmak gibi, yaşamak gibi, ölmek gibi…

            Bir şeyler anlamını yitirmişti. Akşam eve dönmek, geceleri düşler görmek, sabahları bir yerlere yetişmek… Son anına kadar acele etmeden yaşamaya karar verdi. Bir çiçeği doyasıya koklamak, acele etmeden kahvaltı yapmak, akşamları yorulana kadar sahilde dolaşmak istiyordu. Bazı şeyler anlamını yitirmişti. Artık indirimleri takip etmeyecek, zengin olmayı düşünmeyecek, yılbaşında piyango bileti almayacaktı. Ertesi gün işinden istifa edecekti. Sonraki günü görebilirse kendisine yeni bir iş de aramayacaktı o zaman. Ne tazminat derdine düşecek ne de emekliliğini isteyecekti. Ölecekti. Öyle her insanın vaktinde öldüğü gibi falan değil. Dümdüz ölecekti. Belki bir kavganın öfkesinde belki de yapayalnız bir ağacın gölgesinde…

Tolga Alver