RÜZGÂR
Salih MELİKOĞLU
Öyle soluksuz uzaklardan
kabuk bağlamamış yaralardan
hangi yanık yüreğin dumanını getirdin
destursuz ve sormadan
beni kervan geçer yol mu sandın
han mı sandın
oysa köhne bir dam gibiyim
seni ayakta karşılayamam rüzgâr
Karanlık iner bahçeye kalkar misafir kuşlar
sen rüzgar bir ürperti gibi tünersin perdeme
yüreğim bir mum alevi
arafta istenip yanar
gölgem büyür cismim küçülür
soluğunda savrulacak kadar
beni kapılardan sığmaz dağ mı sandın
dünyayı sırtlayacak omuz mu sandın
yalnızlıktan bir iklim buldum kendime
senin mevsimine alışamam rüzgâr
İçim yaralı bir hayvan gibi saldırgan, hırçın, ürkek
sen rüzgâr içimi okşayabilir misin
anam gibi yumuşak, onun kadar gerçek
vadem sıyrılır yaprak yaprak takvimlerden
üstüme dağlar devirerek
beni ayak sürülmemiş toprak mı sandın
bulut görmemiş gök mü sandın
ben bir sürgün kentliyim
yağmurların hırpaladığı bir coğrafyayım rüzgâr
Huzur uzamış sakallarıyla en çok bize nasip olmadı
sen rüzgâr paslı bir çivi gibi
geçmişe saplanan cesedimden ne istersin
ne filiz doğurabilirim sana
ne de yoluma çıkar kendim için düşlediğim bahar
aşk önüm sıra karışıp gitti nehirlere
cesur değilim sularla başa çıkacak kadar
beni nehirleri kurutacak kudret mi sandın
tufana direnecek Nuh mu sandın
bir itirafın korkusu kadar titreğim
milyarlarca insan doğurmuş toprak gibi yorgun
senin kokunu çekecek gücü bulamam rüzgâr