Rasim Özdenören’in Hayatı ve Eserleri
Türk öykücülüğünün önemli isimlerinden Rasim Özdenören, ikiz kardeşi merhum şair Alâeddin Özdenören ile İstanbullu bir baba ve Maraşlı bir annenin oğlu olarak 20 Mayıs 1940’ta Kahramanmaraş’ta dünyaya gelir. Necibe ve Nedime adlarında kendisinden yirmi ay evvel doğmuş ikiz ablaları vardır. Ablalarından Necibe bebekken vefat eder. Babası Hakkı Bey inşaat mühendisidir, belediyede bayındırlık fen memuru olarak görev yapar. Annesi Ayşe Nezahat ise ev hanımıdır ve Necip Fazıl Kısakürek ile akrabadır.
İlkokul yıllarında okumaya meraklı olan Özdenören kardeşlerin okudukları eserler arasında, Hz. Ali Cenkleri, Abdullah Ziya Kozanoğlu ve Feridun Fazıl Tülbentçi‘nin romanları ilk sıralardadır. İlk ve ortaokul eğitimini babasının tayini nedeniyle Malatya ve Tunceli’de tamamlayan Özdenören, 1955 yılında Maraş Lisesi’ne kayıt yaptırarak lise hayatına başlar.
Rasim Özdenören için bu yıllar aynı zamanda hayat boyu sürecek dostlukların temellerinin atıldığı bir zamandır. Cahit ve Sait Zarifoğlu kardeşler, Erdem Bayazıt, Hasan Seyithanoğlu, Ali Kutlay gibi isimlerle lisenin birinci sınıfında tanışarak arkadaş olacaktır. Özdenören, lise ikinci sınıftayken, arkadaşlarıyla Hamle Dergisi’ni çıkartan Nuri Pakdil ile tanışır. 1957-1958 ders döneminde Özdenören ve arkadaşları, Nuri Pakdil’in onlar üzerinde bıraktığı olumlu etki sayesinde, Pakdil’den sonra devam etmeyen Hamle Dergisi’ni tekrar çıkarmaya başlarlar. Dergi, Özdenören ve arkadaşları tarafından üç sayı yayımlandıktan sonra ders yoğunluğu sebebiyle bir daha çıkarılamaz.
Lise son sınıfta Rasim Özdenören ve arkadaşlarının arasına şairliği ile dikkat çeken Mehmet Akif İnan da katılır. O dönem pek sık görüşmeseler de, asıl dostluk lisenin bitirilmesinden sonra kurulacaktır. Böylece, ileride Mavera Dergisi’ni kuracak ekip de tamamlanmış olur.
Rasim Özdenören öykünün dünyasına lise yıllarında Ali Kutlay adlı arkadaşının öykü yazmasını söylemesiyle başlar. “Ben sadece bir arkadaşımın (Ali Kutlay) yazma hevesini sürdürmesini sağlamak üzere ve onun hatırı için yazmaya başladım. Kaderin garip ironisidir ki, o arkadaşım kısa bir süre içinde birkaç güzel öykü yazdıktan sonra yazmayı bıraktı. Bense devam ettim. İlk sıralar ‘bir meselesi olmak gerektiği’ hususunda bilinç sahibi olduğumu söyleyecek değilim. Böyle bir bilinç içinde değildim. Ancak şu kadarını sezinliyordum ve kendi kendime diyordum ki bunları sen yazmazsan başka kimse yazmaz, yazamaz.”
O yıllarda edebiyatla ilgilenenlerin en önem verdiği Varlık Dergisi’nde, Köyden Sesler bölümünde Özdenören’in Akarsu adlı ilk öyküsü yayımlanır. Öykü, her ne kadar çok da üst düzey bir yetkinliğe sahip olmasa da gelecekteki öykücüyü müjdelemektedir. Özdenören öykücülüğünün önemli unsurlarından biri olan tasvirler, bu öyküsünde de kendisini gösterir. Yanı sıra öykünün, yayımlandığı dönemlerde Türk Edebiyatı’nda yoğun etkisi görülen köy edebiyatına ait özellikler de barındırır.
Rasim Özdenören, bir yandan fikri arayışlarını sürdürürken bir yandan da dergilere yazı göndermeye devam eder. Öykülerinin yeni adresi Türk Sanatı Dergisi’dir; bunun sebebi dergiye gönderilen yazıların yayımlanıp yayımlanmadığına bakılmaksızın eleştiriye tabi tutulmasıdır.
Rasim Özdenören, 1958 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırır. 1962 yılında ise Hukuk Fakültesi’ndeki eğitimini sürdürürken, İktisat Fakültesi’nin bünyesinde bulunan Gazetecilik Enstitüsü’nün açtığı sınavı kazanarak aynı anda iki bölümde okumaya başlar. Gazetecilik Enstitüsü’nü 1964 yılında bitirir.
1962 yılında Sezai Karakoç’la tanışan Özdenören, Karakoç’un özellikle dönemin kültürel ve siyasal gelişmelerine yönelik değerlendirmelerinden etkilenir. Özdenören’i Necip Fazıl Kısakürek ile tanıştıran da Sezai Karakoç olacaktır. Rasim Özdenören, bu tanışmanın ardından Necip Fazıl’ın Büyük Doğu Dergisi’ne sıklıkla gidip gelecek ve onun düşünce ikliminden etkilenecektir.
Rasim Özdenören, Diriliş Dergisi’nde 1966 yılından itibaren öyküler yayımlamaya başlar. Bunların arasında yazarın ilk kitabı Hastalar ve Işıklar’da da yer alacak öykülerde bulunur. Özdenören’in, Diriliş Dergisi’ndeki edebî faaliyeti, derginin yayınına ara verdiği 1967 yılına kadar yoğun bir şekilde devam edecektir.
Rasim Özdenören, dokuz yılda tamamladığı Hukuk Fakültesi’nden 1967 yılında mezun olur, ancak avukatlık yapmayı düşünmez. Devlet Planlama Teşkilatı’nın açtığı sınavı kazanan Özdenören, uzman yardımcısı olarak 2005 yılına kadar sürecek memuriyet hayatına adım atar. Rasim Özdenören‘in ilk öykü kitabı olan Hastalar ve Işıklar da 1967 yılında yayımlanacaktır.
“Ama o, hemen hemen yuvarlanarak, bükülerek kaçıyordu, daha doğrusu üstüne üstüne yürüyordu, her şeyi yutan bir girdabın kendisini hiçbir zaman varsaymamış kalabalıkların. Yalnız peşinde aralıksız bağıran, önünde, ardında, her yanında eşyadan fışkıran saydam, öldürücü, tedirgin edici, yaralayacak kadar yumuşak o sesi duyuyordu.” (Hastalar Ve Işıklar’da yer alan Mani Olunmuş Adam öyküsünden)
Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt ve Mehmet Akif İnan, Diriliş Dergisi’nin çeşitli sebeplerle yayınına ara vermesinden dolayı yeni bir mecra arayışındadırlar. Bu arayış, 1969 yılında Edebiyat Dergisi’nin kurulmasıyla sonlanacaktır. Pakdil, Özdenören, Zarifoğlu, Bayazıt ve İnan ve Alâeddin Özdenören derginin kurucu ekibinde yer alır. Dergi, 1984 yılına kadar kadar yayın hayatına devam eder.
Rasim Özdenören, 1970-71 yılları arasında Devlet Planlama Teşkilatı’nın görevlendirmesiyle, kalkınma iktisadı alanında yüksek lisans yapmak üzere ABD’ye gider. 1971 tarihinde Ayşe Hanım ile evlenen Özdenören’in, Ömer Ümran adında bir oğlu ve Merve adında bir kızı dünyaya gelir. Rasim Özdenören, 1975 yılında Kültür Bakanlığı’nda Bakanlık Müşaviri olur.
Edebiyat Dergisi’nde arkadaşlar arasında yaşanan bazı sorunlar, yeni bir derginin ortaya çıkmasına da zemin hazırlayacaktır. Bu yıllarda hem Diriliş hem de Edebiyat Dergisi yayınlarına ara vermiştir. Bu uygun zeminde, Rasim Özdenören ve arkadaşları (Nuri Pakdil yoktur), Mavera (görülen evrenin ötesi) adıyla 1976 yılının Aralık ayında okuyucuyla buluşur. Rasim Özdenören, derginin adı için amaçlarının kelimenin dinî anlamına atıfta bulunarak bir bilinç meydana getirmek olduğunu ifade edecektir.
Mavera Dergisi, özellikle Rasim Özdenören’in dergide etkin bir rol oynadığı Ankara döneminde, hem yer verdiği nitelikli edebi ve fikri eserler hem de dünyada ve bilhassa İslam coğrafyasında gerçekleşen olaylar konusunda gösterilen hassasiyet bakımından oldukça önemli bir boşluğu doldurmuştur. Mavera’nın bir başka özelliği de mümkün mertebede edebiyat ve düşünce alanının dışına taşmadan modernleşmeyle ortaya çıkan değer kaybına ve toplumsal yozlaşmaya karşı mücadele etmesidir.
Özdenören, Mavera’ya daha fazla destek olabilmek için 1978 yılında memuriyetten istifa etse de, maddi sebepler dolayısıyla 1980 yılında görevine geri dönmüş, 2005 yılında emekli olana kadar çalışmıştır. Mavera, 1990 yılına kadar yayın hayatına devam etmiştir. Daha sonra, Özdenören ve arkadaşlarının Mavera Dergisi’nde yer alan yazı ve şiirlerinden bazıları yayımlanmıştır.
80‘li yıllar Rasim Özdenören’in öykücülüğünden ziyade denemeciliğinin ve köşe yazarlığının öne çıktığı bir dönem olmuştur. Her ne kadar ilk gençlik dönemlerinde çeşitli gazetelerde yazılar kaleme alıp, sanat ve edebiyat sayfaları hazırlamış olsa da, köşe yazarlığına yönelmesi 1977 yılında Yeni Devir Gazetesi’nde köşe yazılarını yayımlamasıyla başlayacaktır.
Özdenören‘in 80’li yıllarda yayımladığı deneme kitapları onun düşünce dünyasının bir aynasıdır. Özdenören’in denemelerinde üzerinde durduğu en önemli mesele, Müslümanların modern dünyadaki konumudur. Bu bağlamda hem Türkiye’nin hem de Müslüman nüfusun yaşadığı diğer ülkelerin İslam açısından durmaları gereken yeri göstermeye çalışan Özdenören, kitaplarına verdiği isimlerle de bu tutumunu somutlaştırır: Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler (1985), Yaşadığımız Günler (1985), Yeniden İnanmak (1986) Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı (1987), Red Yazıları (1988) ve Müslümanca Yaşamak (1988).
Rasim Özdenören’in 1999 yılında yayımladığı altıncı öykü kitabı Kuyu, Denize Açılan Kapı başlayan süreci devam ettiren bir uzun öyküdür. 2000 yılında yayımlanan Ansızın Yola Çıkmak’ı da yazarın bir önceki öykü kitabı Kuyu’daki hakikat yolculuğunun bir devamı olarak kabul etmek yanlış olmayacaktır.
“Sonsuz bir yolculuğa çıkmış gibi duyumsuyordu kendini. Bundan sonra nereye gidecekti, bu yolculuk nerde bitecekti ya da bitecek miydi, bilmiyordu. Telgrafı getiren adamın yakasına niçin yapışmamış, niçin onu sorgulamamıştı? Aptal. Kaçık. Kötülenmiş ruh. Ne diyeceğini bilmiyordu nefsine. Nasıl suçlayacağını bilmiyordu. Ne de az gelecekti. Cenazeye hangi ucundan katılacaktı? (Ne cenazesi). Sapıtıyor muydu yoksa? (Sapıtmak da ne) İçinden bir ses, acele etme, diye fısıldadı. Acele etmiyorum, dedi ona. Acele etme öyleyse, diye üsteledi fısıltı. Saçmalama diye cevapladı onu.” (Ansızın Yola Çıkmak’ta yer alan aynı adlı öykü)
Hışırtı (2000) ve Toz (2002)’daki öyküler, içerik bakımından bir arada ele alınmalarına olanak sağlayan bir yapıya sahiptir. Bunda öykülerin neredeyse tamamının merkezinde kadın kahramanların bulunmasının önemli bir payı vardır. Hışırtı’da modern yaşam içinde mağduriyete uğramış kadınların hikayelerine, aşkın hakim tema olarak işlendiği Toz’da ise ilişkilerde yaşanan aldatma, aldatılma ve boşanma gibi olumsuz durumların öne çıktığı öykülere yer verilmiştir.
Rasim Özdenören’in 2009 yılında yayımladığı İmkânsız Öyküler’le öykücülüğünde yeni bir döneme kapı aralamıştır. Seksenin üzerinde öykünün yer aldığı kitapta yazarın minimal öykü anlayışına yakın durduğu örnekler dikkat çekicidir. Bu kitabında yoğun bir anlatım ve sınırlı bir kelime kadrosunu benimseyip günlük hayatta okuyucunun karşısına çıkabilecek sıradan olayları alışageldik gerçeklik düzleminden kopararak farklı bir atmosfer yaratmıştır. Son öykü kitabı Uyumsuzlar’da (2015) ise İmkânsız Öyküler’deki öykü anlayışını devam ettirip zaman ve mekan unsurlarını farklı bir yapıya büründürerek öyküsüne dahil etmiştir.
“Ben her zaman kendimi bir terk edilmiş kent sürgünü gibi duyumsamadım mı? Otomobil bu terkedilmiş kentin güneş yanığı sokaklarından egzoz dumanları salarak geçip gitmedi mi? Önümden geçen, kentin sillesini yemiş kadınları o dalgınlıklarıyla kaç kez otomobillerin altında kalayazdı. Etekleri otomobillerin rüzgârında savrulurken… Ah, bana açık havadan, dağda, kırdan, güneşten, denizden, yayladan, kol kalınlığında fışkıran kaynak sularından bahsediyorlar. Ben onları unutalı yıllar oldu. Ben, iflah olmaz bir kentli oldum.” (İmkânsız Öyküler’de yer alan Pazar Boşluğu öyküsü)
Öykücü ve denemeci kimliğiyle bilinen Rasim Özdenören tek romanı Gül Yetiştiren Adam’ı 1979 yılında yayımlar. Yeni Devir Gazetesi’nde tefrika edilip sonrasında kitaplaşan romanında, birbirine paralel ilerleyen iki farklı dünyada modernleşmenin etkisiyle yaşanan kimlik bunalımını, düzene ve değerlere yabancılaşmayı işler.
Özdenören’in, Çok Sesli Bir Ölüm ve Çözülme isimli öyküleri 1977 yılında televizyon filmi yapılır. Çok Sesli Bir Ölüm, Uluslararası Prag TV Filmleri Yarışması’nda Jüri Özel Ödülü’ne layık görülür. İki Dünya isimli deneme kitabı ile 1978 yılında verilen Türkiye Millî Kültür Vakfı Ödülleri’nin fikir kısmında Jüri Özel Ödülü’nü, Denize Açılan Kapı isimli öykü kitabıyla Türkiye Yazar Birliği’nin 1984 yılında verdiği Yılın Hikâyecisi Ödülü’nü, 2008 yılında Türk Dil Kurumu, Kültür ve Turizm Bakanlığı ve RTÜK iş birliğiyle düzenlenen Karaman Türk Dili Ödülleri kapsamında Türkçe’yi Güzel ve Doğru Kullanan Edebiyatçı Ödülü’nü ve 2009 yılında da TBMM Üstün Hizmet Ödülü’nü de almaya layık görülür.
Öykücü kimliği ile tanınan Rasim Özdenören, “Roman bir savaş alanıdır, oysa hikaye düello sahnesidir. Romancı bize tipler çizer, hikayeciyse tipler çizmez, durumlar anlatır. Hikâye, nüansları yakalama sanatıdır. O, roman gibi bütün bir hayatı topuyla kucaklamaz, hayatın bir enstantanesini tespit eder, sonra o enstantaneyi seri bir üslupla, önümüze serer” diyerek iki tür arasında gördüğü farklılıkları dile getirir.
Yazarın öykülerinde klasik olay merkezli bir anlatıma pek rastlanmaz. İnsanın iç dünyasında gerçekleşen birtakım içsel çatışmaları, psikolojik durumları, bunalımları, gerilimleri anlatmaya çalışır. Bu açıdan bilinç akışı öykülerinde en çok kullandığı bir anlatım tekniğidir. Genelde bunalımlı, hasta, ruhsal açıdan sıkıntılı tipleri anlatsa da, bütün bu ürettiği tip ve karakterlerin sosyal hayatta bir benzerlerini bulmak mümkündür. Geleneksel değerlerinden koparılmış, manevi motivasyonunu kaybetmiş, ahlâki çözülmenin yoğun yaşandığı bir toplumun yansıması olan öyküler yazar.
Rasim Özdenören deneme yazılarında ise ele aldığı meseleler hakkında kesin yargılara ulaşıp düşüncelerini bir hükme bağlamaktan başiskele escort
uzak durur. Onun, deneme aracılığı ile bir konuyu gündeme taşımasındaki amaç, zihinlere belli bir ufuk açmak, bir olguyu farklı yön ve açılardan değerlendirmek, bir hususa insanların dikkatini çekmektir. Yazıları uzun metinlerden oluşmaz. Bu nedenle, denemeleri sözcük kalabalığından uzak bir özellik taşır. Yazılarına bazen soru cümleleri ile başlar, sorduğu sorunun yanıtını vererek konunun açısını genişletir. Ardından bazı örnek veya hatıralar ile meseleyi okurun önünde somutlaştırır. Bazen çeşitli kitap, nisantaşı escort
dergi ve yazardan alıntılarla düşüncelerini destekler. Hatta alıntı yaptığı felsefeci, sanatçı veya eseri dipnot şeklinde göstererek düşüncelerine bir ciddiyet kazandırır.
Rasim Özdenören’in gerek öykülerinde gerekse deneme yazılarında kullanılan dil, rastgele savrukça bir yaklaşımla ele alınıp kullanılan bir dil değildir. Bir gazete yazısını dahi zor ve uzun bir çaba sonucu ürettiğini söyleyen yazarımız, eserlerinde titiz bir dil işçiliği sergiler. Öykülerinde kurgusal açıdan bir mükemmelliğin peşindedir. Aynı zamanda eserlerinde kusursuz, titiz ve anlatım zenginliğini barındıran bir Türkçe kullanır.
Kaynak
Rasim Özdenören’in Öykülerinde Yabancılaşma, Rasim Özdenören’in Denemeleri ve Denemeciliği, Rasim Özdenören Öykücülüğü, Rasim Özdenören’in Hikayelerinde Gelenek-Modernizm Çatışması, Öykünün İmkansızlığı: Rasim Özdenören’in Öykümsüleri, Rasim Özdenören’in Gül Yetiştiren Adam Romanında ve Hikayelerinde Modernizm
Rasim Özdenören, Cahit Zarifoğlu ve Akif İnan
Rasim Özdenören’in 1973 yılında yayımlanan Çözülme, bir yıl sonra Çok Sesli Bir Ölüm ve 1977 tarihli Çarpılmışlar isimli eserlerinin odağında çoğunlukla geleneksel değerler üzerine inşa edilmiş taşra ailesinin yaşamı yer alır. Özdenören, Çözülme ile birlikte projektörünü aileye çevirerek toplumsal değişimin aile kurumunda yarattığı tahribat üzerinde durur. “Bu evlerde, çoğunlukla yaşlı, dul kadınlar yaşamaktadır. Yoksul insanlar soluk almaktadır. Yakınmasız, razı, mütevekkil. Birbirinin gereksinimlerine karşılık veren. Kışın, bacalar bol dumanlar salmaktadır… Komşularda toplanılmaktadır. Vaka denilen şey, çok az olmaktadır. Komşunun evine uzak bir akrabanın konuk gelişi önemli sayılmaktadır. Gelen konuğun bir sepet yemiş hediye getirmesi daha da önemlidir.” (Çözülme’de yer alan aynı adlı öyküden)Akif İnan, Rasim Özderen, Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt, 1969
Yapı bakımından ilk öykü kitabı Hastalar ve Işıklar ile arasında benzerlik kurulabilecek dördüncü öykü kitabı Denize Açılan Kapı, yazarın öykücülüğünde farklı bir aşamanın habercisidir. İçeriğiyle diğer öykü kitaplardan ayrılmaktadır. Bu kitapta yer alan öykülerle birlikte Özdenören’in hakikat arayışı ve tasavvufa yer vermeye başladığı görülür. Bireyin toplumla ve aile fertleriyle olan çatışmasının Denize Açılan Kapı’da daha arka planda kalan bir tema olarak işlendiği dikkat çeker. Bu kitabından sonra öykü kitabı yazmaya 16 yıl gibi bir ara verir. “Aç gözlülükle, müthiş bir oburlukla vitrinlere saldıran insanlar, hırslı atılışlarla trenleri, koca koca otobüsleri dolduranlar, bu itişip kalkışan kalabalık, bu kargaşa dışındaydı: ne ki, o da kuyruklara girer, o da itişip kalkışarak bir otobüste yer bulabilmek için çırpınır, bir yerlere yetişebilmek, geç kalmamak için canını dişine takardı. Bir lokma ekmek için saatlerce fırının önünde bekler, lokantalarda o da bir sandalye kapabilmek için gözünü dört açar, titizlikle seçtiği yemeğin getirilmesini sabırla beklerdi, bütün bunların göze alınmasını gerektiğini bilirdi, göze alırdı” (Denize Açılan Kapı’da yer alan Bir Adam adlı öyküden)