PİŞMANLIK – EMRAH KORKMAZ

"Beni neden öpmüyorsun dedi." Şaşırdım. Neden geri geldin diye sordum. Bu defa da o şaşırdı. Kendi evime gelemeyecek miydim dedi."  Sen beni terk etmemiş miydin diye sorunca kahkayı bastı. "Ne terk etmesi, düğüne gittim sadece, senin gelmeyeceğini biliyordum. Sabahtan çıktık gittik, işimiz bitince de geri döndük dedi."

Karım beni terk etti. Sabah uyandığımda evde yoktu. Üstelik oğlumu da almış gitmiş. Hiçbir şey söylemeden bir not bile bırakmadan gitmiş sessiz sedasız. Belki gece yarısı gitti. Kim bilir? Evet evet kesinlikle gece yarısı gitti. Uykuya dalmamı bekledi ve çekip gitti. Çünkü uyananayacağımı biliyordu. Demekki daha önce planlamış gitmeyi.

Ne yapacağımı bilemedim. Evin içinde yapayalnız kaldım. Salondaki koltuğun üstünde oğlumun birkaç oyuncağı var. Onları görünce gözüm doldu. Her şey öte yana oğlumun yokluğuna nasıl alışacağımı, onsuz nasıl yapacağımı bilemiyorum.

Düşünüyorum. Salonun bir köşesinden diğer köşesine yürüyorum durmadan. Hapishane avlusu gibi oldu evin salonu. Ben de içinde  volta atan mahkumum sanki. Ne oldu da birden terk edip gitti beni. Kötü bir adam mıyım, kötü bir koca ya da çok daha fenası kötü bir baba mıyım?

Hayır hayır. Bence değilim. Ya da kötü bir koca olabilirim belki de. Aksi bir adam oldum son zamanlarda. Her şeye alınan, her şeye küsen, kızan, bağıran, çağıran bir adam. Böyle değildim aslında. Nedense son zamanlarda oldu. İnsanoğlu tabi her zaman aynı olamıyor. Ben de değiştim sanırım.

Yaşlandıkça mı oldu yoksa başka nedenler mi bilemiyorum. Ama dediğim gibi geçimsiz inatçı bir adamın teki oldum çıktım. Geçenlerde alt komşum Hayri bey sigara içerken külleriniz bizim balkona düşüyor, lütfen dikkat edin diye uyardıktan bir gün sonra küllüğü doldurup yukarıdan onların balkonuna dökmüştüm.

Sonra karım benim adıma özür dilemişti de alt komşumla olay büyümeden kapanmıştı. İşte o zaman evde büyük bir kıyamet kopmuştu. Güya onu utandıracak şeyler yapıyormuşum. Bu şekilde devam edersem çok fena şeyler olurmuş. Bağırdı çağırdı sonra mutfağa gidip yemek yaptı.

Kadınların sinirlendikten sonra bir şeyşerle uğraşmaları ve bu uğraşıları sonucu sinirlerinden hiçbir şey kalmaması bir mucize olabilir sanırım.

Zannediyorum uyanalı dört beş saat oldu. Ama bir telefon açıp neden gittin diye sorma gereği de duymadım açıkçası. İçten içe seviniyor muydum bilemedim. Hem o da hiç aramadı. Giderken bir not dahi bırakmadı. Gittiyse gittsindi. Ne yapabilirim ki. Gidip yalvaracak halim yok ya. Hem yalnızlık da fena değil aslında.

Ya oğlum peki? O ne olacak. Onsuz ne yapacağım. İşte onu düşününce kalbimden hançeri yemiş gibi oluyorum. Koltuğun üsütündeki oyuncaklara takılıyor yine gözüm. Kalbimdeki sızı daha da büyüyor. Yok yok, yalnızlık hiç de iyi değil.

Bir bardak su içmek için buzdolabını açınca dolapta bir tencere yemek gördüm. Karım gitmeden bana bir tencere dolusu yemek yapmış. O andan kalbime vurulan hançeri kalbimden çıkarıp tekrar sapladılar sanki. Nasıl bir adama döndüğümü düşündüm. Biraz önce gittiyse gitsin, yalnızlık da iyidir diye düşünüyordum. Sonra oğlum aklıma gelince yalnızlığın çok da iyi bir şey olmadığını düşünmüştüm.

Tüm bunları düşünürken aklımda sadece oğlum vardı. Karım bir kez olsun aklıma gelmemiş, onun yokluğunun verdiği en ufak bir acı da duymamıştım. Hatta içten içe sevdindim de diyebilirim. Bir yandan oğlumdan ayrılmamın verdiği hüzün bir yandan da içten içe olan yalnızlık sevinci vardı adeta benliğimde.

İşte yemeği görünce aslında karımın ne kadar iyi bir insan olduğu kendimin de ne kadar boktan bir adam  olduğumu anladım. Dediğim gibi aksi ve huysuz bir adam olmuştum son zamanlarda. Ancak aksi ve huysuz olmam belki de anlaşılabilir bir durumdu ama basbayağı kötü bir insana dönüşmüş olmamın anlaşılabilir bir yanı yoktu elbette.

Büyük bir vicdan azabı içerisindeydim. Keşke karım burda olsa da binlerce kez özür dilesem. Ona son zamanlarda yaptığım şeyler için ondan af dilesem.

 Tüm bunları düşünerek kendimi yatağa attım. Saaatlerce uyumuşum. Uyandığımda hava kararmak üzereydi. Elimi yüzümü yıkayıp salona doğru yürürüken kapı açıldı birden. Karım ve oğlum geldi.

Büyük bir şaşkınlık içerisinde ne yapacağımı bilemeden oğluma sarıldım. Öptüm doya doya. Sonra kucağımdan indirdim. Karıma baktım, o da bana baktı.

"Beni neden öpmüyorsun dedi." Şaşırdım. Neden geri geldin diye sordum. Bu defa da o şaşırdı. Kendi evime gelemeyecek miydim dedi."  Sen beni terk etmemiş miydin diye sorunca kahkayı bastı.

"Ne terk etmesi, düğüne gittim sadece, senin gelmeyeceğini biliyordum. Sabahtan çıktık gittik, işimiz bitince de geri döndük dedi."

Büyük bir pişmanlıkla başbaşa kaldım. Hem bunca yıllık karımı tanıyamamış olmam hem de onun gidişine değil yalnızca oğlumun gidişine üzülmem derinden yaraladı beni.

Sanırım değişmem gerekiyor. Belki de daha çok sevmem.