Pierre Loti

Pierre Loti  (d. 14 Ocak 1850, Rochefort, Fransa – ö. 10 Haziran 1923, Hendaye, Fransa) Yazar.
Pierre Loti
14 Ocak 1850’de Rochefort’da doğan Pierre Loti yazarlığının yanında bir deniz subayıdır da. Deneyim ve seyahatlerini yazılarında aktarmıştır. 1920 senesinde felç geçirmiştir ve 10 Haziran 1923’te Hendaye’de ölmüştür. Asıl adı Louis Marie Julien Viaud olan Pierre Loti, 14 Ocak 1850 tarihinde Rochefort’da doğmuştur. Protestan bir ailenin çocuğudur. Loti eğitimine doğduğu Rochefort’da başlamıştır ve 1867 senesinde denizcilik okuluna girmiştir ve 1869’da eğitim gemisinde göreve başlamıştır. Onun bu denizdeki deneyimleri, seyahat ederken keşfedebilme olanağına sahip olması yazılarına büyük ölçüde yansımıştır. 1870’de gemisinin İzmir’e uğramasıyla Türkleri tanımıştır, bu tanışıklığın ardından defalarca kez Türkiye’ye gelmeye ve uzun süreler burada ikamet etmeye başlamıştır. 1872 yılında ziyaret ettiği Tahiti’de kendisine takılan bir ve bir Pasifik çiçeğinin adı olan Loti’yi çok sevdi ve bu tarihten itibaren eserlerinde bu adı kullandı. 1876’da Selanik Limanı’na gelerek iki buçuk yıl burada kalarak Müslüman mahallelerine gezintiler yapmıştır. Eylül 1876’da II. Abdülhamid’in kılıç kuşanma merasimi sırasında ilk defa İstanbul’a gelmiş ve on altı ayını İstanbul’da geçirmiştir. 1879’da adını vermeden yayımladığı Aziyade adlı romanı yayımlamıştır. Senegal’i ve diğer Afrika ülkelerini gezmiştir ve 1881 senesinde yüzbaşı olmuştur. Sömürgeciliğe karşı baş gösteren isyanları bastırmak üzere Uzakdoğu’ya gönderilen Avrupa donanması içerisinde görev almıştır. 1887’de ikinci defa İstanbul’a gelen Loti ilk romanının devamı niteliğinde sayılabilecek Fantôme d’orient adlı eserini, 1890’da üçüncü defa İstanbul’a geldiğinde L’exilée adlı kitabında yer verdiği “Constantinople en 1890”i yazdı. 1891’de edebiyattaki başarıları sebebiyle Fransız Akademisi üyeliğine seçilmiştir. 1894’te dördüncü defa İstanbul’a gelişinde 28-31 Mayıs tarihleri arasında Bursa’ya gitmiştir. Bursa’ya yaptığı bu gezinin yansıması Le Galilée adlı kitabındaki “La Mosquée Verte” parçası olmuştur. 1898’de Figures et choses qui passaient’de yer alan “Le passage de sultan” kısmında II. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’ndan Cuma selamlığı için Hamidiye Camii’ne gidiş ve dönüşünü anlatmıştır. 1903’te beşinci defa ziyaretinde mürettebat arasındaki genç bir subay olan Claude Farrere ile tanıştı ve bu ziyaretinde yirmi ay boyunca İstanbul’da kaldı. Döneminin en çok okunan romanları arasında olan Les désenchantées adlı romanı bu yirmi aylık ikametindeki gözlem ve izlenimlerine dayanmaktadır. Aynı zamanda bu süreç içerisinde halk içerisine çıktığında fes giymiş ve Zeki Mugamiz’den Türkçe dersleri almıştır. 1910’da altıncı defa İstanbul’a geldiğinde bir süre Kandilli’de ardından da Divanyolu’nda Atik Ali Paşa Camii karşısında kiraladığı daire de bir aylığına ikamet etti; daha sonra ise Fransız konsolosunun Ortaköy Camii’ne bakan evine geçti. 1910’da emekliye ayrılmıştır. Ağustos 1913’te İstanbul’a gelişinde Trablusgarp ve Balkan savaşları sırasında yayımladığı ve Türkleri müdafaa eden eserlerini yayımlayarak Türk dostu bir davranış sergilediği için Sultan Mehmed Reşad tarafından saraya kabul edilmiştir. Loti, Trablusgarp, Balkan savaşları, Sevr Antlaşması ve Ermeni meselesi gibi konularda Türkleri müdafaa etmiş, Balkan savaşları sırasında ve sonrasında Avrupa’nın Türklere karşı takındığı tavra karşı savunmacı bir tutumla La Turquie agonisanteLa grande barbarieLes massacres d’ArménieLa mort de notre cher France en orient ve Suprêmes visions d’orient adlı eserlerini yayımladı. I.Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin duyulduğu zamanlarda Babiali’ye mektup yazarak Osmanlı’nın bu savaşa girmemesi, Batılıların Osmanlı’yı parçalama niyetinde olduğuna dair uyarılarda bulundu. Bu tavrı ile Avrupa’da ve Fransa’da eleştirilere maruz kalsa da Türkiye’de büyük bir sevgi ve saygıyla karşılanmıştır. 1914’te I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi üzerine emekliye ayrıldığı görevine yeniden dönmüştür. 10 Aralık 1919’da devrin önemli isimleri olan Abdülhak Hamid Tarhan, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yahya Kemal Beyatlı, Celal Sahir Erozan, Ahmed İhsan Tokgöz, Velid Ebüzziya ve Kazım Şinasi Dersan’ın teşebbüsleri ile Pierre Loti Cemiyeti kurulmuştur. Loti 1920 sonlarına doğru felç geçirmiştir aynı zamanda bu sene içerisinde “İstanbul şehri fahri hemşerisi” olarak kabul edilmiştir. 1921’de Légion d’Honneur nişanıyla ödüllendirilmiştir. 10 Haziran 1923’te Hendaye’de vefat etmiştir. Pierre Loti’nin Edebi Kişiliği Pierre Loti’nin eserlerinde işi dolayısıyla ettiği seyahatler ve bu farklı ülke ziyaretlerindeki deneyimlerini yansıttığı egzotik romanlarıyla tanınmıştır. Eserlerinde şiirsel dil, ayrıntılara dikkatle odaklanma karakteristik bir özelliktir. Yazdıkları ile okuyucuları uzak diyarlara taşımıştır. Manzaraların canlı bir şekilde resmedilmesi, farklı kültürlerin özünün yakalanarak eserlerine yansıtılması konusunda yetenekliydi. Eserlerinde genellikle aşk, özlem ve medeniyetlerin çatışması gibi temalara odaklanmış, özlem ve nostalji ile melankolik bir dokunuşta da bulunmuştur. Kısaca ifade etmek gerekirse;
  1. Egzotizm ve romantizm
  2. Yabancı topraklara ve kültürlere ilgi
  3. İdealize ve romantize edilmiş bir egzotik
  4. Uzak yerlerin cazibesi ve gizemi
  5. Duyarlılık ve duygu
  6. Güzelliğe ve estetiğe karşı bir derin duyarlılık
  7. Şiirsel bir dil ile duyguları canlandırmıştır
  8. Özlem, nostalji gibi hissiyat yönüne ağırlık verilmesi.
  9. Ayrıntılara dikkat
  10. Manzara ve mekanların detaylı tasvirleri
  11. İyice gözlemlenmiş kültürel adet ve ritüellerin aktarılması
  12. Melankoli
  13. Hüzün ve özlem hissiyatı
  14. Kalp kırıklığı, trajedi, aşk temalarının ele alınması
Pierre Loti bu yanları haricinde kadınların tasvirleriyle, yanlış ve hayali bir kimlik oluşturması gibi başlıklar altında eleştirilere de maruz kalmıştır. Pierre Loti’nin Eserleri
  1. Aziyade(1879),
  2. Rarahu(1880),
  3. Le roman d’un spahi(1881),
  4. Fleurs d’unnui (1882),
  5. Le mariage de Loti(1882),
  6. Mon frère Yves(1883),
  7. Pecheur d’Islande(1886),
  8. Propos d’exil(1887),
  9. Madame Chrysanthème(1887),
  10. Japoneries d’automne(1889),
  11. Le roman d’un enfant(1890),
  12. Le livre de la pitie et de la mort(1891),
  13. Fantôme d’orient(1892),
  14. Pecheur d’Islande(oyun 1893),
  15. L’exillée(1893),
  16. Matelot(1893),
  17. La Galilée(1895),
  18. Jérusalem(1895),
  19. Le désert(1895),
  20. Ramuntcho (1897),
  21. Figures et choses qui passaient (1897),
  22. L’île du rêve(oyun 1898),
  23. Julith Renandin(1898),
  24. Reflets sur la sombre route(1899),
  25. Les derniers jours de Pekin(1901),
  26. L’Inde(1903),
  27. Vers Isphahan (1904),
  28. Le roi Lear(Shakespeare’den tercüme; 1904),
  29. La troisième jeunesse de Madame Prune(1905),
  30. Les désenchantées(1906),
  31. Ramuntcho(oyun 1908),
  32. La mort de Philae(1909),
  33. Le chateau de la belleau-boi-dormant(1910),
  34. La fille du ciel(oyun 1911),
  35. Un pèlerin d’Angkor(1912),
  36. La Turquie agonisante(1913),
  37. La grande barbarie(1915),
  38. La hyene enragée(1916),
  39. Quelques aspects du vertige montial(1917),
  40. L’horreur allemande(1918),
  41. Les massacres d’Armenie(1918),
  42. Les allies qu’il nous faudrait(1919),
  43. Prime jeunisse(1919),
  44. La mort de notre cher France en orient (1920),
  45. Suprêmes visions d’orient(1921),
  46. Un jeune officer pauvre(1923),
  47. Journal intime, 1878-1881(1926).
ESERLERİNDEN ALINTILAR Aziyade’den:
Aziyade – Pierre Loti
“Ayakları üzerine dikilmiş gibi görünen altı ceset, umursamadan gelip geçenler ve sessiz genç kadın grupları arasında, Türkiye’nin güzel güneşi altında ölümün dehşet verici gülümseyişi gibi beklediler.” “Bu genç kadınla benim aramda olanaksızlıklar sanki kasten yığılmış gibiydi. Birbirimize düşüncelerimizi aktarmamız, konuşmamız ya da yazışmamız olanaksızdı, akşamın altısında rıhtımı silahsız terk etmem yasaktı, sekiz gün içinde bir daha geri dönmemek üzere şehri terk etme ihtimalimiz vardı, en beteriyse, harem bekçilerinin acımasız denetimiydi.” “Bana sitem edemezsiniz azizim William: Size uzun uzun yazdım. Kimsenin dostluğuna inanmadığım gibi, sizinkine de fazla inanmıyorum. Ama dünyanın dört bir yanında karşılaştığım onca insan arasında birlikte yaşamak ve fikir alışverişinde bulunmaktan zevk aldığım sayılı insandan birisiniz.” “Bu yıkıntıların üzerinde aşka benzer bir şey doğuyordu ve Doğu, benliğimin uyanışı üzerine duygularımın alt üst oluşuyla ifade bulan dayanılmaz çekiciliğini akıtıyordu.” “Yunan, Bizans, Türk mezarları geçmişin en büyük halklarının tozlarını taşıyan bu Makedonya toprağını kaplıyordu. Uzaklarda bir servinin ya da Arnavut çobanlarla keçilerinin gölgesine sığındıkları devasa bir çınarın silueti görünüyordu. Şimdiden yakıcı güneş altında kavrulan topraklar üzerinde geniş leylak çiçekleri soluyor, çevreye hoş bir hanımeli kokusu yayılıyordu. Bu ülkeye ait en küçük ayrıntılar bile hafızama kazınıp kalıyordu.”
Doğudaki Hayalet’ten:
Doğudaki Hayalet – Pierre Loti
“Mutsuz bir masal oyunu olan yaşamımın unutulmaz bir perdesi orda oynandı mutlaka, o yüzden oraya dönmek düşüncesi böyle tedirgin ediyor beni, o yüzden oradan gelen her şey, aklımdan geçen bir Türkçe sözcük, bir Doğu silahı, bir Türk kumaşı, bir koku beni hemen bir sürgün gibi düşlere daldırıyor, gözlerimin önünde İstanbul beliriyor yeniden. Dairem bir eski zaman emirinin dairesiyle aynı, oymalı küçük kemerler, eskil sırma işlemeler ve beyaz kireç badanasıyla sevdiğim baba evimin ortasına büyü yoluyla yerleştirilmiş herhangi bir Doğu evine benziyor; bunun nedeni sadece sanatsal özenç değil. İslam dünyasının bir daha kopamayacağım çekiciliğine Boğaziçi kıyılarında oturduğum zamanlar kapıldım; bu çekiciliği türlü türlü biçimlerde, nesnelerde, resimlerde, renklerde bile duyuyorum, hatta duvar çinilerimdeki şu yapmacıksız boyanmış eski düş çiçeklerine varıncaya değin. Özellikle bu hüzünlü çekicilik beni etkiliyor, yarın olacağım yere, oraya doğru çekiyor beni. Öyleyse İstanbul’u bir daha göreceğim doğru… On yıldır düşlediğim o kutsal yolculuk pekâlâ gerçek ve yakında demek… Denizcilik mesleğinin rastlantılarıyla dünyanın her köşesini dolaştığım on yıldan beri bir daha geri dönemedim oraya, hiç olmadı, beni sürekli oradan uzaklaştıranın bir yazgı, amansızca bir cezalandırma olduğunu söyleyesi geliyor insanın. Büyük umutsuzluk içinde yıkılmış bir küçük Çerkes kızına oradan ayrılırken ettiğim tumturaklı dönüş yeminimi hiçbir zaman tutamadım” “Sabırsızlıktan Musevilerin oturduğu daracık bir sokağın girişinde kıyıya çıkıyorum, sokağı biraz, çok çok az anımsıyorum. Peşimde hep o yaşlı Rum, zaman geçiyor, tedirginliğinin aralıksız mahmuzlamasıyla hızlı yürümeye, koşmaya başlıyorum. Bir dönemeçte, Yahudilerin pazar kurduğu bir sokağa düşüyoruz: Alıcılar, satıcılar avaz avaz, koşuşturan bir kalabalık, sepetler, meyveler, sebzeler ortalığı doldurmuş, küçük maltızlarda, açık havada kızartılan etler, küçük tezgahlarını açmış tefeciler, sarraflar… Burada tam olarak nerde olduğumu anlıyorum ve yüreğim daha hızlı çarpıyor, çünkü evim çok yakında olmalı. Hem bu pazarın oldukça kendine özgü, hatta öbürlerine hiç benzemeyen bir anısı kalmıştı bende. Hasköy’de ya da Eyüp’te otururken, her akşam Ahmet’le birlikte buraya para bozdurmaya ya da o Yahudilerden borç bulmaya veyahut da Aziyade’nin gizemli akşam yemekleri için onların sattığı ekmeklerden, kurabiyelerden almaya gelirdim. İstanbul, benim gerçekten halkın yaşamına katıldığım dünyadaki tek kenttir – doğulu, gürültücü, renkli, ilgi çeken ama geçim sıkıntısı içindeki, yoksul, bin türlü küçük işle, bin türlü ıvır zıvırı alıp satmakla uğraşan halkın yaşamıdır bu.”
İzlanda Balıkçısı’ndan:
İzlanda Balıkçısı – Pierre Loti
“Bir duvarda, başköşede, tahta bir levhaya sabitlenmiş fayansa işli Meryem Ana tasviri asılıydı. Denizcilerin koruyucu anası biraz eskimişti, nahif bir üslupla resmedilmişti. Ne var ki tasvirler, gerçek insanlardan daha uzun ömürlü olur; Meryem Ana’nın kırmızılı mavili elbisesi, bu ahşap fakirhanenin tüm koyu gri gölgeleri arasında küçücük, çok taze bir nesnenin esintisini yayıyordu. Sıkıntılı zamanlarda birden fazla hararetli dua işitmiş olmalıydı ki hemen önüne, iki adet yapay çiçek buketi ve bir tane de tespih çivilenmişti.” “Biraz dev gibi olması da umurunda değildi; cüsseli olmak kadın söz konusu olduğunda bir kusur sayılabilirdi, ama bir erkeğin yakışıklılığından hiçbir şey eksiltmezdi.”
Hazırlayan: Kader Kayhan, Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.