Osmanlı İmparatorluğu’nun Duraklama Dönemi ve Önemli Antlaşmaları Nelerdir?
Osmanlı İmparatorluğu’nda, 1579’da Sokollu Mehmed Paşa’nın ölümüyle başlayıp, 1699 yılında ilk kez büyük çapta toprak kaybı yaşanılan Karlofça Antlaşması’na kadar olan döneme Duraklama Dönemi denir. Yaklaşık 120 yıl süren bu dönemde 12 padişah ile 61 sadrazam görev yapar.
Dönemin padişahları:
III. Murad (1574 – 1595)
III. Mehmed (1595 – 1603)
I. Ahmed (1603 – 1617)
I. Mustafa (1617 – 1618)
II. Osman (1618 – 1622)
I. Mustafa (1622 – 1623) (2.kez tahta geçmesi)
IV. Murad (1623 – 1640 )
İbrahim (1640 – 1648 )
IV. Mehmed (1648 – 1687)
II. Süleyman (1687 – 1691)
II. Ahmed ( 1691 – 1695 )
II. Mustafa (1695 – 1703)
Sultan I. Ahmed
Duraklama Devrinin Genel Özellikleri:
– I. Ahmet tarafından saltanat yasasında yapılan değişiklik ile şehzadelerin sancağa çıkması yasaklanır (Kafes usulü) ve şehzadeler deneyimsiz olarak tahta çıkarlar.
– Henüz toprak kaybı başlamadığı için imparatorluğun kendisine olan güveni devam eder, bu nedenle yeniliklerde batıdan yararlanılma yoluna gidilmez ve yenilikler Osmanlı Devleti’ni eski yapısına kavuşturma çabaları olarak kalır.
– Yenilikler, yüzeysel, öze inmeden, baskı ve şiddete dayalıdır, daha çok ayaklanmaları bastırmaya yönelik olarak gerçekleşir.
– Duraklamanın nedenlerini ortadan kaldırmak yerine, bu nedenlerin ortaya çıkardığı sonuçlar üzerinde durulmuştur.
– İstanbul (Başkent), Celali (Anadolu) ve Eyalet ayaklanmaları yaygınlaşır.
– Mali durum bozuldukça paranın ayarı düşürülür. Halktan çok vergi alınması, yeni vergilerin alınması nedeniyle ayaklanmalar artar.
– Dirlik ve tımar dağıtımında yolsuzluk ve usulsüzlükler başlar, maaşsız asker sayısı (Eyalet Askeri) giderek azalır.
– Bazı devlet adamları kötü gidişi önlemek için birtakım yenilikler yapar ancak bu yenilikler kurumsal olmaz ve kişilerin şahsi çabaları ve yetenekleri ile sınırlı kalır.
-Yapılan yenilikler, ulema ve din adamları ile bunların kışkırttığı Yeniçerilerin şiddetli tepkileri sonucunda fazla başarılı olamaz.
Bu dönemde deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ile merkezi yönetim bozulur, devlet yönetiminde otorite sarsılır, halkın devlete olan güveni azalır, iç isyanların çıkmasına neden olur. Coğrafi keşiflerle ticaret yollarının önem kaybetmesi, sık padişah değişmeleriyle çok verilen cülus bahşişi ve yeniçerilerin artmasıyla verilen ulufe miktarının da artması, Osmanlı ekonomisini yıpratır. Bu dönemde benimsenen ve makamın, babadan oğula geçme usulü denilen beşik ulemalığı sistemi de, Osmanlı eğitiminin bozulmasına yol açar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun bu döneminde saltanat hukukunda düzenlemeler yapılır, Sultan I. Ahmed döneminde Ekber ve Erşed sistemine geçilir. Ekber ve Erşed sisteminde hanedan ailesinin en yaşlı üyesinin padişahlık makamında bulunması söz konusu olur.
Osmanlı devleti bu dönemde başarılı ya da başarısız olduğu antlaşma ve savaşlar yapar.
Ferhat Paşa ya da İstanbul Antlaşması: Kafkasları tamamen ele geçirmeye çalışan Osmanlı İmparatorluğu, 1578-1590 yılları arası Safevilere sürekli seferler düzenler. Lala Mustafa Paşa ve Koca Sinan Paşa’nın padişah III. Murad’ı ikna etmeleri üzerine İran üzerine 1577 yılında başlatılan seferlerde kalıcı bir sonuç alınamaz, ele geçirilen yerlerde Nihavent, Gence, Şemahı, Tiflis, Tebriz, Revan gibi eyalet ve sancaklar kurulmakla beraber bunların geliri giderini karşılamadığı için eyalet sistemi bozulur ve en önemlisi de buralarda gerekli kurumlar oluşturulduktan sonra birkaç yıl içinde eyaletler elden çıkar ve bu da büyük bir kargaşa oluşturur. Daha sonra Osmanlı Devleti’nin Gence ve Tebriz’de hâkimiyet sağlaması üzerine daha fazla toprak kaybetmek istemeyen İran Şahı I. Abbas, barış istemek zorunda kalır ve 21 Mart 1590 yılında İstanbul veya Ferhat Paşa Anlaşması olarak adlandırılan anlaşma ile Gürcistan, Azerbaycan ve Dağıstan üzerindeki Osmanlı hakimiyeti kabul edilir.
Duraklama döneminin ilk antlaşması olan Ferhat Paşa Antlaşmasının imzalanması, Osmanlı-Safevi Savaşı’nı sona erdirir ve Aras nehrinin güneyinde Tebriz, Karacadağ, Şehrizor, Ardelan, Kirmanşah, Luristan, Huzistan, Nihavend, Aras nehrinin kuzeyinde Gürcistan, Dağıstan ve Şirvan’ın Osmanlı Devleti’ne katılmalarını sağlar, Osmanlı İmparatorluğu doğuda en geniş sınırlarına ulaşır.
III. Murad
Haçova Savaşı: Eğri seferi veya Haçova Meydan Muharebesi diye adlandırılan bu savaş Osmanlının zaferle sonuçlanan son büyük meydan muharebesidir. 12 Ekim 1596 da, Sultan III. Mehmed komutasındaki Osmanlı ordusu, Kuzeydoğu Macaristan’daki Eğri kalesini Almanlar’dan alınca; Almanya İmparatoru, kardeşi Arşidük Maximilien’in başında bulunduğu büyük bir orduyu Türklerin üzerine gönderir.
Bu ordu, Avusturya-Alman, Erdel, İspanyol, Macar, Leh, Belçikalı, Hollandalı, Hırvat, Çek ve Slovak kuvvetlerinden oluşuyordu. 25 Ekim günü iki ordu, Haçova’da (Macaristan-Mezőkeresztes) karşı karşıya gelir. Düşman kuvvetleri merkeze saldırmaya başlayınca Sultan III. Mehmed geri çekilerek savaşı ertesi güne bırakır. Bir taraftan da Padişahın savaş meydanından kaçtığı söylentileri Osmanlı ordusu içerisinde paniğe neden olur. Ancak toparlanıp hücuma geçen Osmanlı kuvvetleri karşısında müttefikler panik halinde kaçmaya başlayınca, kesin bir zafer kazanılır. Bu savaşın sonrasında, savaş meydanından kaçan ve savaşa hiç gelmediği tespit dilip tımarları ve ulûfeleri ellerinden alınan askerler, Anadolu’da Celali gruplarına katılarak karışıklıkların artmasına yol açarlar.
Zitvatorak Antlaşması: 1593-1606 arası devam eden ve Avrupa’da “Uzun Türk Savaşları” adıyla anılan Osmanlı, Avusturya arasındaki savaş, 11 Kasım 1606 yılında Zitvatorok Antlaşması’yla sona erer, buna göre Avusturya’nın senelik ödemelerine son verilir ve padişah yalnız protokol yönünden de olsa imparatorun kendisiyle eşit olduğunu kabul eder. Osmanlı Devleti, Avusturya çasarını (Kaiser) resmen padişah ile eşit haklara sahip olarak tanır ve çasarlık ünvanını kabul eder. Bu tarihe kadar Avusturya çasarı Osmanlı padişahı ile aynı derecede sayılmaz ve kendisine kral diye hitap edilen imparatora bundan sonra “çasar” denilerek, Osmanlı padişahı ile aynı derecede olduğu kabul edilmiş olur. Antlaşmanın bir maddesine göre de Avusturya üç senede bir, miktarı ve niteliği belirsiz hediyelerle büyükelçi gönderecekti. Antlaşmanın hemen arkasından gidecek hediyelerin padişaha ulaştırılmasından sonra Avusturya İmparatoruna da hediyeler gönderilecek, bu hediyeler her iki hükümdarın şanına layık türde olacaktı.
20 sene yürürlükte kalması istenen antlaşmanın maddelerine bakıldığında Osmanlı Devleti Avusturya’ya göre daha avantajlı konumdadır. Fakat vergilerin kesilmesi Osmanlı Devleti’nin gelirinin azalmasına, Avusturya’nın politik olarak gücünün artması gibi durumlar Osmanlı’ya zarar verecektir. Bu antlaşmadan sonra Osmanlı Devleti adım adım Avrupa’dan çekilmeye başlayacaktır.
Çehrin Seferi: 1672 tarihli Bucaş ve 1676 tarihli İzvançe (Zurawno) Antlaşmalarıyla biten Osmanlı- Lehistan savaşlarında Osmanlı Devleti, sağ yaka Ukrayna’sı üzerindeki hâkimiyetini Lehistan’a kabul ettirir. Osmanlı Devleti ve Lehistan arasındaki bu mücadele, en başından beri Rusya’yı rahatsız etmekteydi. Çünkü Lehistan’ın hâkimiyetindeki sağ yaka Ukrayna’sına sahip olan Osmanlı Devleti, sol yaka Ukrayna’sına sahip Rusya için bir tehdit unsuruydu. Bu tehlikeyi gören Rusya, Osmanlı Devleti’nin Lehistan ile mücadelesinden istifadeyle General Romadonovskiy ve Ataman Samoyloviç kumandasındaki kuvvetlerle, Çehrin Kale’si ve garnizonunu kuşatır. Ataman Doroşenko’nun taraf değiştirerek Rusya safına geçmesiyle, Rusya, 18 Ağustos 1676 tarihinde Çehrin’i zapt etmiş olur. Osmanlı Devleti ve Rusya arasında yaşanan tüm bu gelişmeler, tarihte ilk Osmanlı-Rus antlaşması olarak yer bulacak 1681 tarihli Bahçesaray Antlaşmasına kadar tarihte ilk Osmanlı-Rus savaşlarının, I. ve II. Çehrin seferlerinin (1677-1678) yaşanmasına neden olur.
Başarısızlıkla sonuçlanan I. Çehrin seferi, Sultan IV. Mehmed’i oldukça öfkelendirmiş, başarısızlığın sorumlusu olarak gördüğü Serdar İbrahim Paşa ve Kırım Hanı Selim Giray’ı görevlerinden azletmiştir. Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa serdarlığında başlayan II. Çehrin Seferi’ne Sultan IV. Mehmed’de Silistireye kadar katılır. Çehrin, 21 Ağustos 1678 tarihinde Osmanlıların eline geçer. Bu yenilgi, Ruslar için kötü olur çünkü; önemli bir bölgeyi kaybederler. Bir süre sonra Ruslar’ın Özi Nehri’ni geçerek Osmanlı topraklarına saldırması üzerine yeni bir sefer kararı alınır. Fakat Osmanlı ordusunun hareketini duyan Rus çarı Kırım hanının aracılığıyla barış istemek zorunda kalır ve 3 Ocak 1681’de iki devlet arasında Çehrin (Bahçesaray) Antlaşması imzalanır.
Bahçesaray, Kırım’da imzalanan bu antlaşma Osmanlı Devleti ile Rus Çarlığı arasında imzalanan ilk antlaşma olduğu için büyük önem taşır. İki devlet arasında 20 yıl süren bir barış olur. Osmanlı Devleti ve Rus Çarlığı arasındaki sınır Dinyeper ırmağı olarak belirlenir.
1677’deki I. Çehrin seferi, başarısızlıkla sonuçlanan bir savaş olduğu için belki Osmanlı kaynaklarında fazla bilgi yoktur. Oysa 1678 tarihindeki II. Çehrin seferi hakkında Osmanlı literatürü oldukça zengindir.
Çehrin seferi, şiddetli soğuklar ve çetin araziyi arkasına alan düşman güçlerinin yıpratıcı hücumları yüzünden muazzam kayıplara sebep olur. Kale ele geçirilmesine rağmen olumsuz hava koşulları dönüş yolculuğunda bile birçok can alır. Üstelik Osmanlı idaresi Çehrin’i elde tutmak için kesenin ağzını açmış olsa da, sadece sekiz yıl sonra bölge yeniden Rusların eline geçer. Osmanlı ordusunu 16. yüzyılda zafere taşıyan en önemli özelliklerden biri, çağdaşı devletlere kıyasla çok düzgün ve etkili işleyen bir iaşe ikmal sisteminden beslenmesiydi. Ne var ki, Köprülüler devrinde sergilenen son sıçrayış, Osmanlı birliklerini o dönemin teknolojisiyle sürdürülebilecek etkin lojistik ağının dışına atmış; ana üslerinden uzaklaşan Osmanlı ordusu sefer organizasyonunu gereği gibi yapmakta zorlanır hale gelmişti.
II. Viyana Kuşatması: Köprülü Mehmet Paşa’nın damadı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, 1676 yılında sadrazamlığa geldikten sonra imparatorluğu eski gücüne kavuşturmak niyeti ile bir dizi fetih hareketine girişir. Bu amaçla, 1678’de Çehrin’i ele geçirir. Bu zaferden sonra Ruslar, Dinyeper Nehri’nin sağında kalan toprakları Osmanlılara bırakmak zorunda kalırlar. Zaferlerin devamını getirerek Osmanlı’yı yeniden Avrupa’daki en geniş sınırlara ulaştırmak isteyen Merzifonlu, Orta Macaristan’da, Katolik Avusturya’ya karşı isyan eden Protestan Macarları himayesine alır. Bu durum, Avusturya’nın tepkisine neden olur.
Bu arada Avusturya İmparatoru’nun elçisi Kont Alber Dö Kaprara, 1682 senesinde Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya gelerek, bitmesine iki sene kalmış Vasvar Anlaşması’nın yirmi sene uzatılmasını ister. Fakat Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, elçiden Raab (Yanıkkale)’ın iadesini, Avusturya’ya karşı hazırladığı sefer için tazminat verilmesini ve Macarların mezhep hürriyetini ister. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın bu istekleri karşısında, Avusturya elçisi “kale kılıç ile alınır, yoksa buradaki söz ile kale verilmez” sözleri Merzifonluyu kızdırır. Bu gelişmelerin ardından Osmanlı ordusu sefere çıkar. Ordu 3 Mayıs 1683’te Belgrad’ın karşısında Zemun önlerine gelir ve 24 Mayıs’ta buradan hareket eder. 27 Haziranda bir harp meclisi toplanarak bu mevsimde Yanıkkale ile Komaran kalesinin fethi ve Avusturya’ya akınlar yapılması fikri mecliste görüşülse de; Kara Mustafa Paşa mecliste ağırlığını koyarak Viyana üzerine gidilmesini kabul ettirir.
Hotin Seferi sırasında ele geçirilen esirlerin padişah II. Osman huzuruna çıkartılması ve padişahın ok ile hedef alarak esirleri öldürmesi.
Hotin Seferi: Günümüzde Ukrayna topraklarının batı bölgesinde Chernovits şehrine bağlı bir kasabadır Hotin. XVII. yüzyılda Boğdan ve Doğu Avrupa’da yaşanan hadiseler Osmanlı Devleti’nin dikkatini bölgeye yoğunlaştırır. 1618 yılında eski Boğdan yöneticisi ve aile üyeleri, Lehliler ve Kazaklarla işbirliği yaparak mevcut voyvoda Radol’u tahttan indirip Boğdan’ı ele geçirir. Bunun üzerine Osmanlı kuvvetlerinin başında görevlendirilen Bosna Beylerbeyi İskender Paşa, Boğdan’a saldıran Kazak taburunu mağlup eder, isyancılar tutuklanır ve Voyvoda Radol yeniden Boğdan tahtına oturur. Kazaklarla işbirliği halinde olan Lehistan kralının gerek Osmanlı Devleti’ne bağlı Boğdan’ın içişlerine müdahelesi, gerekse topraklarına saldırarak Hotin Kalesi’ni işgal etmesi üzerine 29 Nisan 1621 tarihinde Osmanlı padişahı II. Osman (Genç Osman), Lehistan üzerine sefer düzenlenmesine karar verir. Bizzat padişahın da katıldığı bu seferde Kırım Tatar birlikleri de bulunur. Osmanlı kuvvetleri tüm çabalarına rağmen Lehlileri mağlup edemez. Lehistan elçilerinin savaşa kendilerinin neden olduklarını bildirmesi üzerine 29 Eylül 1621’de Hotin Antlaşması imzalanır. Antlaşmaya göre Lehler ve Osmanlılar birbirlerinin topraklarına saldırmayacak, Lehistan eskiden olduğu gibi Kırım Hanı’na 40.000 düka altın verecekti. Askerler böyle bir savaşa gitmeye gönüllü davranmazlar. Devlet erkanı ise padişahın sefere katılmasını uygun görmez seferin başlamasının güneş tutulmasına tesadüf etmesini ise uğursuzluk sayarlar. Askerlerin gönülsüzlüğüne gelince, onlar daha sefer hazırlıkları esnasında bir savaşa gitmeyi içlerine sindiremez. Padişahın sık sık yoklama yapması ise kırgınlık vesilesi olur. Hotin Kalesi önlerinde kayıtsız, ciddiyetsiz ve askerlik mesleğinin niteliklerinden yoksun bir kimlik içinde savaşırlar; bu da ordunun başarısızlığına ve pek çok zayiat verilmesine neden olur. Osmanlı savaşlar tarihi içinde önemsiz bir yere sahip olan Hotin Seferi, sonuçlan itibariyle Osmanlı Sultanı için üzüntüyle anılan bir başka olayın sebebini teşkil eder. Hotin Sefer’i, ordu ile padişahın arasının açılmasında önemli bir rol oynar, belirgin bir düşmanlığın doğmasına neden olur. Bütün bunlar genç Padişahın reformlara nereden başlaması gerektiği hususunda önemli bir tecrübe olur. Ancak bürokratlar ve ordu, genç padişahın tasarladığı reform planlarını önceden öğrendiğinden kısa bir süre sonra onu tahttan indirir ve Yedikule Zindanları’nda boğdurulur.Vasvar Antlaşması
Vasvar Antlaşması: Erdel, Eflak ve Boğdan beyleri; Avusturya’nın gücünü de arkasına alarak Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir isyan hareketi başlatınca, 1663 yılında Köprülü Fazıl Ahmet Paşa önderliğindeki Osmanlı ordusu; geçiş güzergâhında yer alan Uyvar Kalesi’nde, isyan eden birliklerle karşılaşır ve kazanır. Hatta Uyvar’ın fethi sırasında yaşananlar Avrupa’da “Uyvar önlerinde bir Türk kadar güçlü” sözünün doğmasına neden olur. 1664 yılında Avusturya, Almanya’da yer alan şehir devletleri Bavyera ve Brandenburg, Kuzey Ren ile Saksonya ve Fransa’dan yardım ister. Müttefiklerinden gerekli yardımı alan Avusturya; kaybettiği toprakları geri alabilmek adına yeniden harekete geçer. 1664 yılının Nisan ayında Kanije kalesine Avusturya ve müttefikleri saldırıda bulunur ancak Haziran ayında kuşatmayı kaldırmak zorunda kalır. Zira Fazıl Ahmet Paşa, Uyvar Kalesi’nden Kanije’ye doğru ilerler, Zerinvar Kalesi’ni de fetheder. İlerlemeye devam eden Osmanlı ordusu, Raab ırmağını geçerek; Viyana’yı baskı altında tutmayı istese de yolu üzerinde Avusturya ordusu ile karşı karşıya gelir. 1 Ağustos tarihinde St. Gottard Muharebesi adıyla tarihte geçen savaşın sonucuna pek değiştiren bir katkısı olmaz. Ancak bu savaş sonrasında 10 Ağustos 1664 tarihinde Vasvar Antlaşması imzalanarak savaşa son verilir. Osmanlı ve Avusturya arasındaki 1663-1664 savaşlarını resmen sona erdiren ve Osmanlı’nın Macaristan’daki en geniş sınırlarını belirleyen Vasvar Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin XVII. yüzyılda Avusturya ile imzaladığı en karlı antlaşmadır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti, Avusturya’dan son kez toprak ve savaş tazminatı alır. Bu antlaşma ile Avusturya, Uyvar gibi önemli sınır kalelerinden bazılarını elden çıkarmak zorunda kalır. Antlaşmada her iki tarafın karşılıklı olarak, büyükelçilerle nâme ve hediyeler gönderilmesinin kararlaştırılmasıyla Avusturya’nın haraç veren devlet görüntüsü ortadan kalkar ve eşitlik kesin olarak sağlanır.IV. Mehmed
Bucaş Antlaşması: Hotin antlaşmasından sonra, Lehistan ve Osmanlı Devleti arasında elli yıl süren bir barış süreci yaşanır. Osmanlı himayesindeki Ukrayna Kazaklarına saldıran Lehliler, barışı bozarlar. Sultan IV. Mehmed ve Köprülü Fazıl Ahmed Paşa, Ukrayna kazaklarının yardım istemesi üzerine, Lehistan seferine çıkarlar. Osmanlı ordusunun ard arda kazandığı başarılardan sonra, Osmanlı imparatorluğu tarafından Lehistan’a Karaminiçe seferi düzenlenir. Burada da Lehler, Osmanlı imparatorluğuna karşı mukavemet gösteremez. Ağır kayıplar veren Lehler, Kırım hanı aracılığı ile barış istediğini Osmanlı imparatorluğuna iletir. Ardından günler süren bir görüşmeler gerçekleştirilir. Sonunda ise 18 Ekim 1672’de tarihi antlaşmalardan biri olarak bilinen Bucaş antlaşması Osmanlı imparatorluğu ve Lehistan Litvanya birliği arasında imzalanır. Bucaş antlaşması için Osmanlı imparatorluğunu temsil eden ise sadrazam Köprülü Fazıl Mehmet Paşa idi. Antlaşma sayesinde Osmanlı imparatorluğu Batı’da toprak kazanır. Bucaş antlaşması Osmanlı devletinin Batı’da kazandığı son toprak antlaşmasıdır. Ayrıca Bucaş antlaşması ile birlikte Osmanlı imparatorluğu fetih hareketlerine daha da fazla ağırlık verir. Batı’da ki en geniş sınırları bu antlaşma ile elde eden Osmanlı imparatorluğu, ayrıca Lehistan’ı tekrardan vergiye bağlar. Podolya Osmanlılara geçer. Antlaşmaya göre Lehistan Kırım Hanına vergi ödemeye devam edecekti. Ayrıca Lehistan her yıl Osmanlı Devleti’ne 22.000 altın ödemeyi de kabul ediyordu. Lehistan meclisinin, bu antlaşmadaki para maddesini kabul etmemesi üzerine, 4 yıl süren ikinci Lehistan seferine çıkılır. Bazı kalelerin fethedilmesi üzerine, Lehistan elçisi, Podolya ve Ukrayna’nın iadesi şartıyla antlaşma istediyse de bu kabul edilmez. Bu arada Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın hastalanması üzerine, 1675 yılında Lehistan serdarlığına İbrahim Paşa tayin edilir. Sultan IV. Mehmed, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa ile birlikte Edirne’ye döner. İbrahim Paşa, kısa sürede 48 kale ve palangayı fethedince, Lehistan tekrar antlaşma ister. 17 Ekim 1676’da Zarawno’da imzalanan antlaşma ile 22.000 altından vazgeçilmek şartıyla, daha önce Köprülü Fazıl Ahmed Paşa tarafından imzalan Buçaş antlaşmasının maddeleri aynen kabul edilir.Pauwel Casteels, Battle of Vienna
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Viyana’ya doğru ilerlerken Padişah IV. Mehmed’i durumdan haberdar eder. Bu emri vaki karşısında padişah: “Kasdımız Yanıkkale ve Komaran kaleleri idi; Beç (Viyana) kalesi dilde yoktu; Paşa ne acip saygısızlık edip bu sevdaya düşmüş. Hoş imdi Hak Teâlâ âsan getüre; lâkin mukaddem bildireydi rıza vermezdim.” diyecektir. 1683’te kuşatma başladığında, Avusturya imparatoru şehri terk ederek, Viyana’nın kuzeyinde daha güvenli hissettiği Lintz şehrine gelir. İmparator’un şehri terk etmesine rağmen daha önceden kurulan haçlı ittifakı da derhal Avusturya’ya yardım gönderir. 1683 yılında gerçekleşen II. Viyana Kuşatması’nda bazı komutanların Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’ya tam destek vermemesi nedeniyle de, Osmanlı ordusu bozguna uğrar. II. Viyana Kuşatması’nın başarısız olmasında Avusturya’ya gelen desteklerin yanında Viyana’nın dört taraftan kuşatılmayacak kadar büyük olması da etkili olur. Bununla birlikte Osmanlı ordusunda lojistik ve disiplin sorunları da vardı. Orduda ganimet hırsıyla hareket eden askerler asıl işlerini yapmayı bırakır. Osmanlı askerleri Viyana’nın konumu sebebiyle güçlerini bir noktada toplayamazken rakipleri tek bir merkez etrafında savunma yapabiliyordu. Sefer yolunun uzaklığı nedeniyle kuşatmaya hafif toplarını götüren Osmanlı, ateş gücü bakımından düşmanının gerisinde kalır. Ayrıca Osmanlı ordusunda zahire kıtlığı görülmeye başlamış, süvarilerin atlarına ve topları çekecek öküzlere bile yem verilemez olmuştu. Bütün bunlara rağmen savaşın kaderini değiştiren asıl olay Lehistan kralının Bavyera ve Saksonya kuvvetleriyle birleşerek beklenenden önce Viyana önlerine gelmesi ve Osmanlı ordusunu iki ateş arasında bırakması olur. Bu başarısızlık sonucu Merzifonlu Kara Mustafa Paşa idam edilir.Merzifonlu Kara Mustafa Paşa
Osmanlı ordusunun Viyana önlerinde bozguna uğraması, Avrupa’da heyecana yol açar. Osmanlı’yı Avrupa’dan atma zamanının geldiğini düşünen papanın teşvikiyle Avusturya, Lehistan, Rusya, Venedik ve Malta’nın da dahil olduğu Kutsal İttifak kurulur. Osmanlı Devleti, bu ittifakta yer alan devletler ile aynı anda savaşmak zorunda kalır. Lehistan daha önce Osmanlılara kaybettiği toprakları geri almanın yanı sıra Boğdan’ı, Akkirman ve Kili gibi Osmanlı kalelerini almak istiyordu. Ancak pek çok cephede aynı anda savaşan Osmanlı ordusu karşısında Leh birlikleri sadece Boğdan’ın bazı bölgelerini ele geçirebilmişti. Kırım topraklarına saldıran Ruslar ise Tatarlar’ın direnişi karşısında ilk başta başarısız olsa da kara ve denizden yaptığı kuşatmayla 1696 da Azak kalesini ele geçirir Avusturya ile yapılan savaşlar sonucunda Sofya’ya kadar olan bütün Osmanlı toprakları Avusturya tehdidi altında kalır. 1687’de Mora’yı işgal eden Venedik; Papalık, Malta ve Floransa donanmalarının desteğiyle Sakız Adası’nı ele geçirir. Köprülü Fazıl Mustafa Paşa’nın sadrazamlığında toparlanan Osmanlı Devleti, Belgrad ve Niş’e tekrar hakim olsa da; 1691’de Salankamen’de ve 1697’de Zenta’da yenilgiye uğrar. 1699 yılında Karlofça Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalır.Alman bir sanatçının yaptığı tahmin edilen Karlofça Antlaşması’nı tasvir eden bir gravür
Karlofça Antlaşması: 1699 tarihli Karlofça Antlaşması ile Kutsal İttifak’a karşı on altı yıl süren savaşlar sona erer. Bu antlaşmayla Avusturya, Temeşvar hariç Macaristan ve Erdel’i alır. Lehistan’a Podolya ve Ukrayna; Venedik’e Mora ve Dalmaçya kıyıları bırakılır. XVII. yüzyılın başında Avusturya İmparatoruna, Roma Sezarı şeklinde hitap etmeyi kabul eden Osmanlılar için Macaristan ve Tuna boylarının kaybı, dış siyaset ve diplomaside yeni bir dönemin başlangıcı olur. Müzakerelere katılan Rus temsilci, tam yetkili olmadığı gerekçesiyle Karlofça Antlaşması’nı imzalamaz. Daha sonra Rusya ile 1700 tarihinde İstanbul Antlaşması yapılır. Bu antlaşmaya göre Karadeniz kıyısındaki Azak Kalesi Rusya’ya bırakılır ayrıca Ruslar İstanbul’da daimî elçi bulundurma hakkı kazanır. Osmanlı Devleti Karlofça Antlaşması ile ilk defa yabancı devletlerin (İngiltere ve Hollanda) ara buluculuğunu kabul etmek zorunda kalır. Bu kabullenme bir zamanlar hiçbir devleti kendisi ile eşit görmeyen Osmanlı için önemli bir itibar kaybıdır. Aynı zamanda ilk büyük toprak kaybının da yaşandığı Karlofça Antlaşması ile Osmanlı Devleti, bir daha toparlanamayacağı uzun bir savunma dönemine girer. Diplomatik açıdan da güç ve itibar kaybeden Osmanlı Devleti, Karlofça’da ilk kez müzakere yoluyla bir antlaşma imzalamak zorunda kalır. Oysa daha önceki dönemlerde diplomaside üstün olan Osmanlı, sürekli olarak kendi şartlarını kabul ettirip antlaşmalarda belirleyici taraf olmuştur.Karlofça Antlaşması
Osmanlı Devleti, Karlofça Antlaşması’ndan sonra Avrupalılar için tehlike olmaktan çıkmaya başlar. Bu antlaşmadan sonra Osmanlı Devleti daha önceki dönemlerde önem vermediği İngiltere, Hollanda ve Fransa gibi Avrupalı devletlerin siyasetlerinin etkisinde kalmaya başlar ve denge siyaseti izlemek zorunda kalır. XVII. yüzyıldan sonra Protestanlar arasında da Haçlı zihniyeti zayıflar ve İngiltere, İsveç, Hollanda gibi devletler; Osmanlılarla iyi ilişkiler kurma politikası izler. Osmanlı Devleti ile iş birliği yapmak, sömürgecilik faaliyetlerine hız veren İngiltere ve Hollanda gibi devletler için de önemli hale gelir. Buna karşın Osmanlı Devleti ise Almanya, Lehistan, Rusya ve Venedik ile olan mücadelesinde Fransa’dan başka devletlerle de iş birliği yapması gerektiğini görür. Birden çok Avrupa Devleti ile aynı anda savaşacak güce sahip olmayan Osmanlı Devleti, bu dönemde Avrupa siyasetindeki mevcut duruma göre dönemin durum ve şartlarını menfaatleri doğrultusunda gözeterek konjonktürel ittifaklar kurar. Osmanlı Devleti’nin Karlofça’da kaybettiği toprakları geri alma düşüncesi 1718 Pasarofça Antlaşması’na kadar devam eder. Bu tarihten sonra Osmanlı, barış politikası benimsemek zorunda kalır. Kaynak Osmanlı Devleti’nin Yükseliş ve Çöküş Sebeplerine Genel Bakış, YKS-TYT, Osmanlı Devleti’nde Duraklama Dönemi, Fasikül:4, Osmanlı Askeri Teşkilatında Deli Ocağı , Osmanlı-Avusturya İlişkilerinden Bir Kesit: Amaç Barış-Araç Hediye (XVII. Yüzyıl), II. Osman’ın Hotin Seferi (1621), Osmanlı-Rus Hududunda Bir Kale: XVIII. Yüzyılda Hotin, II. Viyana Kuşatması Sonrası Türk-İngiliz İlişkileri , Ortaöğretim Tarih 11 Ders Kitabı, MEB 2021