NİLGÜN MARMARA

“Yabancıların en yakınıydın sen!’’
13 Ekim 1987’de, 29 yaşındayken, o zamanın şair ve yazarlarının toplanma mekanı olan Kızıltoprak’taki evinin penceresinden ölüme atlayarak “bütün arka bahçelerini’’ gördüğü bu “iki adımlık yerküre’’ ye veda etti -Ece Ayhan’ın deyişiyle- “dünyayla yaralı’’ şair, yazar ve kadın Nilgün Marmara.

Nilgün Marmara, Balkan göçmeni olan bir ailenin iki kızından biri olarak, 13 Şubat 1958 tarihinde İstanbul'da doğdu. Babası Fikri Marmara, muhasebe müdürüydü. Babası, Bulgaristan’ın Plevne şehrinden, annesiyse Vidin' den İstanbul'a göç etmişlerdi. Liseyi Kadıköy Maarif Koleji'nde okudu. Üniversite hayatına İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden başladı ancak siyasi sebeplerle burada devam edemeyip tekrar sınava girdi ve Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandı. 12 Eylül 1980 darbesi Marmara’nın hayatına etki eden dönemlerden oldu. Üniversitenin kırmızı salonundaki edebiyat, şiir tartışmaları sona ermiş; yerini gizli ev toplantılarına bırakmıştı. Bu dönemde şiir yazmaya başladı ama yazdıklarını kimseye göstermedi.
Nilgün Marmara, Slyvia Plath‘ı, kendi içinde iz bırakmış her bir acı zerresinin karşılığı olarak görüyordu. Bu yüzden Slyvia’nın hayatı üzerine çalıştı ve üniversiteden “Slyvia Plath’ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi” konulu tez ile mezun oldu. Slyvia’nın bireyin yalnızlığı ve bunun yanında var oluşu üzerine olan görüşü, Marmara‘yı çok fazla etkisi altına almıştı.
1982’de endüstri mühendisi Kağan Önal ile evlendi Nilgün Marmara, Önal’ın işi dolayısıyla da bir süre Libya’da yaşadılar. Nilgün Marmara henüz şiir yazdığından kimseye bahsetmese de Libya’dayken de yazmaya devam etmiş. Türkiye’ye döndükten sonra Kızıltoprak’ta kocasıyla birlikte yaşadıkları ev şairlerin toplaşma yeriydi.
Şöyle anlatmış Haydar Ergülen Dünyayla yaralı: NİLGÜN MARMARA isimli yazısında:
“ Çok yalnızdım ve başka yalnızlar gibi, başka yalnızlarla birlikte sık sık Kızıltoprak’taki eve gidiyordum ben de. O yalnızların başında elbette Ece Ayhan gelir. Cemal Süreyya gelir, birbirinde iki yalnız gelir. İlhan Berk, Tomris Uyar, Tevfik Akdağ’ı da görmüşümdür orada.’’
Bir süreliğine kocasının işi nedeniyle Libya’ya taşındılar. Ülkenin baskıcı yaklaşımı, Nilgün’ün hiç sebepsiz yer bile boğulan ruhunu daha da boğmaya başlamıştı Hemen Türkiye’ye döndüler. Ama çok geçti; Nilgün geri dönüşü olmadığını hissettiği o yola girmişti. Psikolojisi günden güne kötüleşti. Psikiyatr yollarını aşındırmaya başladı. Teşhisi manik depresyondu. Hepsinin de önerisi ortak oldu; okuma yazmaya ara vermeliydi, bir de ilaçlar vardı tabii, şu neden içmesi gerektiğini bir sürü anlamlandıramadığı ilaçlar…
Asla katlanamazdı, söz dinlemedi. Ne ilaçları kullandı ne de okumaktan yazmaktan vazgeçti. Sadece daha da yalnızlaştı. Şimdi yeni arkadaşı alkoldü; ona sığındıkça, daha da yalnızlığa gömdü ruhunu. Teslimiyetine az kalmıştı…


Ve bir gün, tarih 13 Ekim 1987’yi gösteriyordu Kağan eve geldiğinde, ecza dolabında ne kadar ilaç varsa hepsinin masanın üzerinde olduğunu gördü, ilaçlar yerlere de tane tane dökülmüştü ve takip ettiğinde lavabonun içinde de ilaçlar buldu. Sonra yatak odasına yöneldi, ev çok sessizdi; neredeyse içinden ölüm sessizliği diye geçirecekti ki; soluğunu tuttu. Oda da hiç kullanmadıkları pencerenin arasına perdenin sıkışmış olduğunu fark etti. Bir hışımla perdeyi açtı ve aşağı baktı…
Kağan fark edip aşağı baktığında, karısının hayattan vazgeçmiş bedeni ile karşılaştı. Nilgün Marmara’nın intiharından sonra, kocası şöyle söylemişti onun hakkında: “Şiir yazdığını bile bilmezdim. Bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler karalardı.’’ Şair ise yaşarken yazdığı bir şiirde, kocasından şöyle bahsetmişti: “ Yabancıların en yakınıydın sen!’’



Şiirlerinde yalnızlık, acı, intihar gibi temalara sıkça değinen Nilgün Marmara, fikirlerini benimsediği Slyvia Plath ile aynı sonu seçti. Tıpkı 31 yaşında gaz fırınına kafasını sokarak kendini öldüren manik depresif şair Slyvia gibi, 13 Ekim 1987'de 29 yaşındayken beşinci kattaki evinin penceresinden atlayarak yaşamına son verdi.
Türk Edebiyatı’nın melankolik prensesi. Cemal Süreyya’nın “Zelda’’ sı, Ece Ayhan’ın “dünyaya yaralı bir insan’’ı.
Bu dünyayı başka bir dünyanın bekleme odası olarak gören, üç adımlık yer kürede uçsuz bucaksız bir şair…
“Biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim, arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye veda edeceğim…’’