Nasreddin Hoca Kimdir? Hayatı ve Fıkraları

Nasreddin Hoca hakkında kesin bilgiler mevcut değildir, dolayısıyla birçok bilim insanı ve araştırmacı tarafından farklı fikirler ve bilgiler ileri sürülmektedir. Selçuklu ve Osmanlı Döneminde Akşehir, Sivrihisar, Konya’da yaşamış olabileceği varsayılmakta olan bu bilge mizah ustasının Azerbaycan’dan, Özbekistan’a dek geniş bir coğrafya da tanındığı, kabul gördüğü hatta İtalya’nın Sicilya adasındaki “Giufà” karakterinin de Nasreddin Hoca’dan etkilenerek yaratıldığı iddia edilmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında Nasreddin Hoca anlatmalarının yüzyıllar boyunca üst bir mizahi aklın ürünü olarak halkların mizah anlayışını etkilediği, şekillendirdiği ve halkların mizah anlayışından da etkilenerek zaman zaman zenginleşerek zaman zaman değişerek paylaşılıp yayılarak günümüze kadar varlığını sürdürdüğü görülmektedir.

Nasreddin Hoca, 17. yüzyıldan kalma bir minyatür

Türklerin yaşadığı coğrafyada Nasreddin Hoca, ya kendi adıyla ve kişiliğiyle ya da benzer tiplerle ve onların adıyla bilinir. Azeriler arasında Molla yahut Mulla Nasreddin; Türkmenistan’da Hoca Ependi, Efendi yahut Nasreddin Ependi; Özbekistan’da Hoca Nasriddin, Nasriddin, Afandi, Efendi; Kazaklarda Hoca Nasır, Mulla Nasriddin, Hoca Mulla Nasreddin yahut Aldar Köse; Uygur Türkleri’nde Nasreddin Efendi, Efendi Ependi, Hoca Nasreddin, Hoca, Molla Nasreddin, Oca, Anastratın; Gagauz Türkleri’nde Bizim Nastradın veya Nasradın Hoca, Balkan Türkleri arasında Nastratin Hoca gibi isimlerle tanınır. Başta Fuad Köprülü olmak üzere, Abdülbaki Gölpınarlı, Saim Sakaoğlu, Dursun Yıldırım, İbrahim Hakkı Konyalı, Şükrü Kurgan, Şükrü Elçin gibi araştırmacılar hatta Azerbaycanlı Aziz Mırahmedov Nasreddin Hoca’nın üstündeki esrar perdesini tam anlamıyla aralayamamışlardır. Onun kesin olan tek özelliği Türklerin kalbinde doğmuş, orada yaşamış ve yine oraya gömülmüş olduğudur. Nasreddin Hoca’nın, annesinin Sıdıka Hatun olduğu, Eskişehir’in ilçesi Sivrihisar’a yakın Hortu köyünde doğduğu (1208?), babası Abdullah Efendi’nin imamlık yaptığı sonradan Akşehir’e yerleştiği gibi bilinen anekdotlar özellikle İsmail Hakkı Konyalı’nın “Nasreddin Hoca’nın Şehri Akşehir Tarihi Turistik Kılavuz” adlı eserinde yazar. Her ne kadar kesinlik kazandırılamamışsa da, tarihi ve arkeolojik verilerle belli bir inanırlığa kavuşturulmuştur. Hoca, kendi köyü ve Sivrihisar’da imamlık ve vaizlik yapar.  Bilgisini arttırabilmek için Akşehir’e gider. Burada Seyyit Mahmud Hayranî, Seyyid Hacı İbrahim Veli gibi devrin önemli alimlerinden dersler alır.

Nasreddin Hoca, Buhara

Nasreddin Hoca’nın fıkralarından çıkan bilgilere göre, çok değişik işlerle uğraştığı, imamlık, hatiplik, vaizlik, müezzinlik, cer hocalığı (köylülere para karşılığı din eğitimi verme), kâtiplik, müderrislik, kadılık ve mahkemelerde bilirkişilik yaptığı anlaşılmaktadır. İlk önce, gölge kadısı olan (kadı adayı) Hoca, sonradan Konya ve Akşehir’de bu görevini sürdürmüştür. Bazı yazarlara göre de kadılık görevini Akşehir’e yerleşene kadar yapmış, daha sonra ise bırakmıştır. Ama fıkralarında kadı tipleri ve fetvaların yer alması, Nasreddin Hoca’nın kadılık yaptığını düşündürmektedir. İki kez evlenen Nasreddin Hoca’nın, Fatıma ve Dürr-i Melek adında iki kızı dünyaya gelmiştir. Yeterli bilgimizin olmadığı, fıkralarında adı geçen (Ömer) bir oğlunun olduğu biliniyor. Nasreddin Hoca’nın (1284-1285’te?) Akşehir’de vefat ettiği düşünülüyor. Hoca’nın yaşadığı devirde ve sonraları Anadolu insanı Selçuklu’nun yıkılışını ve Moğol tehlikesini yaşamış; bunun sonucu olarak da dine ve dolayısıyla tarikatlara yönelmiştir. Anadolu insanı ruhi sıkıntı yaratan bu durumdan Yunus Emre, Mevlânâ, Nasreddin Hoca gibi gönül erenleri sayesinde kurtulabilmiştir. Hoca bu ortamda özellikle dini kimliği ile halkın itimat ettiği ve sözüne değer verdiği; hikmetli sözleri ile halkı deşarj eden bir şahsiyet olmuştur.

Nasreddin Hoca, Akşehir

Nasreddin Hoca’nın ölümünden 117 yıl sonra Anadolu’ya gelen Timur’la karşılaşması elbette imkansızdı ancak Nasreddin Hoca ve Timur, halk arasında anlatılan fıkralarda o kadar çok karşı karşıya getirilmiştir ki; bazı tarihçiler ve yazarlar onları çağdaş sandılar. Bu konuda Evliya Çelebi Seyahatnâmesi’nin de etkisi olmuştur. Evliya Çelebi, Seyahatnâmesi’nde gezdiği yerleri anlatırken halk arasında dolaşan anlatılardan da söz etmiştir. Akşehir’e geldiğinde, Nasreddin Hoca’nın türbesini ziyaret etmiş ve onun hakkında bazı bilgiler vermiştir. Onun, Nasreddin Hoca’nın mezarı konusundaki gözlemleri, Nasreddin Hoca latifelerinin halk arasında ne kadar yaygın olduğuna dair çeşitli vesilelerle verdiği bilgiler ve Nasreddin Hoca’nın sözü dinlenir bir kişi olduğuna dair naklettiği söylentiler üzerinde önemle durulması gerekir. Her ne kadar Evliya Çelebi’nin verdiği bazı bilgiler bugünkü araştırmaların sonuçlarıyla çelişiyorsa da, birçok olayın halk belleğinde yaşayan yansımalarını, yani tarihi değil, folkloru naklettiği için yazdıkları önemlidir. Nasreddin Hoca’nın Timur ile alakasının olamayacağını belirttikten sonra Hallacı Mansur ve Nesimi ile de çağdaş olmadığını İsmail Hakkı Konyalı’nın şu sözlerinden anlıyoruz: “Nasreddin Hoca’yı şair Nesimi ve ünlü tasavvufçu Hallacı Mansur ile arkadaş yapan ve Hoca’nın kuzusunu kestiren meşhur menkıbenin daha doğrusu masalın kahramanlarını Makedonyalılar Pir Ebi, Hoca-ı Cihan ve Nasreddin Hoca şeklinde söylerler ki bu tamamen doğrudur. Timur’la çağdaş olan kişinin de, ünlü şair arasında geçtiğini de yine aynı eserden anlıyoruz.

Molla Nasreddin Dergisi’nin Kapağı , 1906

Hoca elbette Timur’la çağdaş değildir ama toplumsal bellek onu Timur’la çağdaş saymış ve kendisini savunması için de Timur’un karşısına çıkarmıştır. “Timur çirkin bir adamdı. Bir gün, berberde tıraş olurken aynaya bakar ve yüzünün çirkinliğini görür, ağlamağa başlar. Nasreddin Hoca da yanındadır. Timur’un ağladığını görünce o da ağlamağa başlar. Timur’un yanındakiler ona hoş hikâyeler anlatırlar ve bunun üzerine Timur ağlamayı keser. Fakat Nasreddin Hoca iki gözü iki çeşme ağlamayı sürdürür. Bunun üzerine Timur: “Hoca, neden ağlıyorsun?” diye sorar. Nasreddin Hoca şu karşılığı verir: “Hükümdarım. Sen yüzünü bir kez aynada gördün ve ağladın. Biz ise senin yüzünü gece gündüz devamlı görüyoruz. Biz ağlamayalım da kim ağlasın?” Yaşadığı devir aydınlarınca Hace Nasırüddin diye anıldığı söylenen Nasredddin Hoca; karısı, çocuğu, komşuları, şakacı Akşehir delikanlıları, evine giren hırsızlar, zahmet veren dilenciler, ona akıl danışmaya gelen Akşehirliler, onun halkı ellerinden kurtarmaya çalıştığı zalim Moğol emirleri ve başından geçen vakaların çoğunda rolü olan çilekeş boz eşeğiyle asırların hayalinden ve neşesinden silinmeyen büyük bir zekâdır. Nasreddin Hoca, insanlara doğru yolu gösteren, iyilikleri öğreten, doğruya sevk eden, kötülüklerden sakındıran bir kişidir. Bu işi yaparken kişiliği gereği kendisine has bir yol belirlemiştir. Böylece hakkın anlatılması ve toplumun bozuk yönlerinin düzeltilmesi için, problemleri halkın anlayacağı bir dil ve üslupla manidar latifeler halinde kısa ve öz olarak dile getirmiştir. Nasreddin Hoca’nın fıkralarına dış ve iç yapı olarak iki açıdan yaklaşmak gerekir. Dış yapı olarak fıkralarda konu, önce küçük bir olay öykü biçiminde anlatılır. Fıkralarda konu, önce küçük bir olay öykü biçiminde anlatılır. Bu olay içerisinde kişiler ve çevre hakkında da bilgi verilir. Sonunda da Nasreddin Hoca’nın o konu ve olayla ilgili nüktesi bulunur. İç yapı olarak ise; bunların nüktedanca ve anlaşılır bir dille söylendiği görülür. Asıl konu insandır. Onun gülünç tarafları, yanlışları, nefsanî tutumları, zaafları, hataları, sakarlıkları ve çaresizliği ele alınır. Yoksulluğundan söz edilir. İnsan ilişkilerindeki kimi sorunlar üzerinde durulur. Bu süreç içerisinde kırıcı, küçümseyici bir tutum takınılmaz, aksine insanlara ve diğer varlıklara karşı saygı ve sevgi ön plandadır. Fıkralardaki temel amaç insanların yanlışlarının farkında olmalarını sağlamak ve onlara yol göstermektir. Nasreddin Hoca fıkraları insanlığın pek çok değerine hitap etmektedir. Ayrıca fıkralarda verilmek istenen mesajlar, düşündürücü, güldürücü ve ders verici niteliktedir. Fıkraların bu özellikleri Nasreddin Hoca’nın sadece Anadolu’da değil bütün dünya insanları arasında tanınmasını, anlaşılmasını ve sevilmesini sağlamıştır.

Nasreddin Hoca Türbesi

Günümüzde Nasreddin Hoca fıkraları adı altında birçok fıkra anlatılmakta ya da yayımlanmaktadır. Bu fıkraların gerçekten Nasreddin Hoca fıkrası olduğunu anlamak, doğrulamak ve benzerlerini ayırt etmek için uzmanlar tarafından bazı ölçütler belirlenmiştir. Kurgan’ın (1968) ölçütlerine göre bir fıkranın Nasreddin Hoca’ya ait olup olmadığının göstergeleri şunlardır: 2022 yılında Fas’ta gerçekleştirilen UNESCO Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Hükümetlerarası 17. Komite Toplantısı’nda “Nasreddin Hoca fıkralarını anlatma geleneği”, UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Miras Listesi’ne alındı. “Hoca’nın kürsüye çıktığı günler, caminin yüzü gülermiş. Bir gün bir namazdan sonra yine çıkmış kürsüye. Cemaat kim bilir Hoca’nın ağzından ne güzel sözler dökülecek diye beklerken Hoca’nın nutku tutulmasın mı? Mübarek, çok bilgili ama o gün dünya ve ahretten bir şey bulup söyleyememiş. Camiler ağzına baktıkça, Hoca büsbütün sıkılmış. Sıkıldıkça da zihnine büsbütün durgunluk çökmüş. Sabaha kadar böyle oturacak değil ya! – Ey, cemaat, demiş. Sanki bütün bildiklerimi unuttum. Dilimin ucuna bir türlü bir şey gelmiyor, deyince oğlu ayağa kalkıp: – Baba, demiş. Hiçbir şey gelmiyorsa kürsüden inmek de mi gelmiyor aklına?” Kaynak Nasreddin Hoca Hakkında Bir İncelemeNasreddin Hoca’nın Türk Dünyasının Ortak Şahsiyeti Olarak Maske Ve Ruh’taki GörünümüHikâyât-ı Hoca Nasreddîn, (İnceleme-Transkripsiyon-TıpkıbasımTürk Dünyasında Nasreddin Hoca Fıkraları, Gökhan Tarıman CenikoğluGüldürünün Saklanan Gerçeği ve Nasrettin HocaNasreddin Hoca Fıkralarından, Nasreddin Hoca Karikatürlerine MedyalararasılıkHalkın Kahramanı Nasreddin Hoca Timur’a KarşıNasreddin Hoca, Eskişehir Valiliği, Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür BaşkentiEğitsel Yönleriyle Nasreddin Hoca Fıkraları: Bir İçerik Analizi