NASIL OLACAKTI YAŞAM
NASIL OLACAKTI YAŞAM
Tarifsiz bir gün...
İnsan hafızasında çoğu şey tutar ve unutmamak için de çabalar örneğin bunlardan biri de sevdiği günlerin tarihlerinin olmasıdır. Doğum tarihi, sevgilisine açıldığı ilk gün… ama her zaman öyle olmuyordu, bu kez de insanoğlu hiç unutamayacağı bir gün hafızasında yer etmişti. Kalacaktı o gün ve unutamayacaktı olanları, ne olursa olsun ne yaşanılırsa yaşanılsın.
Sarsıntılarla geçen bir andı o gün ve yaşantıların da ona göre şekillendiği durumlar meydana gelmişti. Gün içerisinde her şey normal akışında ilerlerken bir taraftan da günün telaşı içerisinde idik. Akşama doğru ev halkının bir araya gelerek toplanması, yenen yemekler, edilen sohbetler ve havadaki o kahkaların dolaştığı o zaman dilimi. Zaman ilerledikçe sadece zamanın değil de bazılarımızın yaşamın bitişine doğru gittiğini bilmediğimiz o gece. Ve gecenin sonuna doğru da yatmak için yapılan hazırlıklar, her şeyi bir kenara bırakarak uyumaya hazırlanılan o saatler ve rahat yatağına girdiğinin son kez olduğunu bilmeyen insanlar.
Ve saatlerin dakikaların birbirini kovaladıktan sonra ansızın o an’ın gelmesi ve olanların olması, bitmeden devam etmesi… O an her şeyin kendin için bittiğini görmek, çevrenin de daha kötü durumlarda olduğunu görmek ve bunun idrakinde olamamak. İnsanoğlu ne olduğunu anlayamamıştı ve hepsinin bir şaka olmasını en çok bugün istiyordu.
Telefona gelen çağrılar, mesaj sesleri... Dışarıda insanlarla göz göze gelinmesi, tanıdık birilerini görme isteği... Belki de en çok hissedilen duyguydu çaresizlik ve hiç kimsenin var olan durumu o an değiştiremeyeceği ve olanları öylece beklemenin de kötü bir yanı olduğunu görebilmek. Ve haberlere bakarak içine düşen o acının, yalnızlığının ve ölüm korkusunu tüm vücudunu sarması ve bununla mücadele edilen bir an. Ağlamaların ve “neredesiniz, iyi misiniz” sorularının etrafında yankılanması ve ona göre hareket edilmesi.
Hiç geçmeyecek bir zamandı ve geçmedi de. O an orada zaman geçmedi, onlar için zaman durmuştu adeta. Nefes almak imkânsız hale gelmişti. Daha sonradan ise insanın olacaklardan habersiz devam etmesi gerekiyordu hayatına. Olanları hiçe sayarak kenara iterek yaşayamazdı ama. Bunların da acısını, yasını çekmesi gerekiyordu.
Üzerinden günler geçti ve tam bir yıl oldu ve yıllar da geçecekti. Ama orada kalanlar için, canlarını kaybedenler için, evlerini, mallarını kaybedenler için ve bu evlerin içinde yaşanmışlıkları, sevinçleri, umutları da kaybedenler için yılların geçmeyeceği gerçeğiyle karşılaşılan bir zamansızlıktı. Hala bu konuların konuşulmaya devam edildiği, yaşanamamış acıların söze döküldüğü ve döküldükten sonra da göz yaşlarının bu duruma eşlik ederek yavaş yavaş yanağından süzüldüğü o zamanlar.
Deprem sadece fiziksel olarak yaşanmamıştı, kişilerin iç dünyalarında da bu deprem şiddetiyle devam etmişti. Belki de insanoğlu en çok o an anlamıştı ne kadar çaresiz olduğunu ve bir gün öleceği gerçeği ile yüzleştiği o zamandı. Zordu bu durum ve bunları o an orada sevdikleri insanlar ile yaşamak daha da zordu ve atlatması da imkânsız olacaktı. İlerde de bu durumların izleri hala yaşanmaya devam edecekti. Sadece ölümün ardından sonra yasın yaşanmadığını, evini, sevdiklerini ve yaşanmışlıkları kaybetmenin de kendi içerisinde yası getirdiğini unutmuştu insanoğlu. O gün de bu gerçekle yüzleşmeye hazır olmasa da bunu görmesi gerekiyordu. Ve gördü de. O anlarda geleceğe dair düşüncelerin, umutların, planların hepsinin yok olduğunu ve yerine “ben şu an ne yapacağım” sorusunun gündeme gelmesi de bazı gerçekleri ortaya koyuyordu. Geçmişi düşünemiyordu ama o günden öncesini de hatırlamıyordu. Bazılarımız için o gün doğmadı güneş ve ısınamadı o gün eller tam tersi her şeyi ile üşümüştü insan.
Daha sonraları ise insanların durumlara alışması sonucu kendinin de normalleştirmesi gerektiğini ve yaşamaya devam etmesi gerektiği ile de yüzleşti insanoğlu. Çünkü alışılmıştı bu duruma ve unutulmaya yüz tutacaktı. Yaşayanların ise aklından çıkamayacağı bir gün olarak kalacaktı. Sokaklar, oynanılan oyunlar bir daha gelmeyecekti gelse bile aynı kalmayacaktı. Sadece kenara çekilerek ağlamak ve ağlayarak durmak istiyordu. Her şeyden elini eteğini çekerek bu durumları yaşamak istiyordu.
Saatler geçti, günler birbirini kovaladı ve aylar birbiri ardına tüm hızıyla geçti. Tüm olmuş olanlara rağmen insanlar onlardan hayata karışmasını bekliyorlardı, hayatın da bir şekilde devam ettiğini gördü insanoğlu o anda. Gösterdiler bunu tüm her şeyi ile. Konuşurken gülerken yemek yerken yani insani fonksiyonlarını yerine getirirken aklından çıkmıyordu olanlar. Aynada kendiyle göz göze gelmekten imtina ile kaçıyordu insanoğlu, ne ile karşılaşacağını bilmiyordu çünkü.
Ve alıştı insan, alışmaktan ziyade kabullendi durumu. “Kabullenirsem yaralarımı sarabilirim” diye düşündü ve düşündüğünü yapabildi mi? Hayat buna izin verdi mi? O gece bir kez daha anladı insanoğlu; yaşamın da bir gün kendisinden alınacağını ve bununla beraber de geride acıların kaldığını gördü. Sonlu olan bu dünyada her şeyin ve öncelikle de kendi yaşamının da sonu olduğunu gördü. Gördüğü ile bundan sonra nasıl yaşayacağı ise kendine bırakılmış bir karardı.
Sahi, artık nasıl olacaktı yaşam?