Muzaffer Şerif Kimdir? Hayatı ve Eserleri
Sosyal psikolojinin akademik bir disiplin oluşturmasında çok önemli rol oynamış en önemli bilim adamlarından biri Muzaffer Şerif, 1906 yılında İzmir’in Ödemiş ilçesinde, bir toprak ağasının oğlu olarak varlıklı bir ailede dünyaya gelir. Çocukluk ve ilk gençlik yılları Osmanlı’nın son günleri ve Birinci Dünya Savaşı dönemine denk gelir. O yıllara dair bir öğrencisine şunları söyleyecektir: 1919 yılında 13 yaşındayken İzmir’in Yunanlar tarafından işgali sırasında, bir Yunan askeri hemen yanındaki adamı süngüsüyle öldürür; tam onu da öldürecekken, vazgeçip gider.
1924 yılında Ödemiş İlkokulu’nu ardından İzmir Amerikan Koleji’ni bitirir. Okulda Amerikalı öğretmenler soyadını, İngilizce Sherif şeklinde okuyup, yazarlar. 1928 yılında İstanbul Darülfünun’u Felsefe Bölümü’nden mezun olan Muzaffer Şerif, aynı yıl İzmir Erkek Öğretmen Okulu’nda felsefe dersleri vermeye başlar. Şerif bu yıllarda, grup bilinci araştırmaları yapan ABD’li psikolog William McDougall’ın çalışmalarıyla çok ilgiliydi. Ayrıca o dönemde ülkemizi etkisi altına alan milliyetçi havadan da fazlasıyla etkilenmişti.
Sosyolog Niyazi Berkes henüz öğrenci olduğu yıllarda Şerif’le karşılaşmasını şöyle anlatır: “Onu ilk kez lise öğrencisi iken görmüştüm, tanışmış değiliz. Yüzünü de görmeksizin, Sultan Mahmut türbesi avlusuna gömülen Ziya Gökalp’in mezarı başında o da nutuk veriyordu. O günkü aşırı romantik sözlerinden ziyade enli ensesinin hareketlerinin söylediği romantik sözlere uygunlukta oynayışına dikilmişti gözlerim. Ensesini oynata oynata uzun bir nutuk çekti. Konuşması Turancılık, ırkçılık anlamlı sözlerle doluydu.”
Muzaffer Şerif
Muzaffer Şerif ilk olarak 1928 yılında, Charles Kay Ogden’in 1726 yılında yayımladığı The Meaning of Psgchology (Ruhiyatın Manası) adlı eserinde yer alan Behaviorism adlı makalesini tercüme eder; Felsefe Ve İçtimaiyat Mecmuası’nda Osmanlıca olarak yayımlanır.
Muzaffer Şerif 1929 yılında milliyetçi duygularla dolu olarak, devlet tarafından Harvard Üniversitesi’ne psikoloji eğitimi için gönderilir. Amerika’da o yıllarda yaşanan ekonomik buhran ve bunalıma bizzat şahit olur ve yaşar. Edwin G. Boring ya da Robert Woodworth gibi Amerikan psikolojisinin önemli isimlerinin derslerini takip ederken, bir yandan da, ilgi alanını sosyal bilimleri ve politikayı da kapsayacak şekilde genişletir. O yıllarda Amerikalı aydınlarını derinden etkileyen Marksizm’le tanışır. 1932 yılında, Hunger as a Factor in Learning (Bir Öğrenme Faktörü Olarak; Açlık) adlı ilk eseri yayımlanır. Aynı yıl Harvard’daki yüksek lisansını tamamlayıp Almanya’ya geçer. Gestalt psikolojisinin önemli isimlerinden Wolfgang Köhler’in derslerini izler. Almanya yıllarında Nazi partisinin hızla yükselişi söz konusudur, buna şahitlik eder.
1932 yılında Türkiye’ye döner; Gazi Terbiye Enstitüsü’nde öğretmenlik yapmaya başlar. Artık Turancı değildir; Şevket Aziz Kansu’nun temsil ettiği antropoloji anlayışının, arka planındaki bilimsel ırkçılığa itiraz edecek kadar döneminin düşünsel atmosferinin ötesine geçer.
Gazi Terbiye Enstitüsü yıllarında, ünlü Otokinetik Etki Deneyi’ni (An Experimental Approach To The Study of Attitudes) yapar. Karanlık bir odaya birbirini tanımayan 3 kişi ayrı ayrı konur. Odaya sabit bir ışık verilir ve ışığın hangi yöne hareket ettiği sorulur. Herkes farklı bir yönü işaret eder. Deneyin ikinci bölümünde ise aynı üç kişi, bu kez grup halinde odaya alınır. Yüksek sesle ışığın hangi yöne hareket ettiği sorulduğunda grup, bir süre sonra aynı yönü işaret etmeye başlar. Üçüncü aşamada ise tek tek konuşulan bireyler ilk görüşlerinden vazgeçip ikinci aşamada grubun belirttiği ortak görüşü yineler.
Toplum psikolojisinin temelini ortaya koyan bu deneyi Amerikalı sosyolog Ralph Herbert Turner, Muzaffer Şerif’in Sosyolojiye Katkıları makalesinde şöyle izah eder: “Şerif ilk başta kişilerin standart bir mesafe geliştirdiklerini ve ışık duvara her yansıtıldığında bu standart mesafe kadar hareket ettiğini söylediklerini keşfetti. Daha sonra ise kişilere tek başlarına değil de bir grup içerisinde ışık gösterildiğinde, bu kişilerin, onun daha önce grup normu dediği bir forma uyacak şekilde cevap verdiklerini keşfetti. Daha sonra teker teker ışık deneyi yapıldığında da bu kişilerin kişisel yargılarının daha önce oluşmuş olan grup normlarının etkisi altında olduğu görülmüştür.”
Deneye göre, kişiler belirsiz durumlarda bir dayanak bulmak için bir çaba içinde olur ve yalnız veya grup olarak bir gerçek yaratır. Yalnız iken inşa edilen gerçeklik ise kolektif inşa karşısında kaybolur ve kişiler grubun inşasına uyum gösterir.
Muzaffer Şerif, 1934 yılında yeniden Amerika’ya gider. Columbia Üniversitesi’nde doktora çalışmasını tamamlar. Almanya ve Fransa’daki üniversitelerde kısa süreli araştırmalar yaptıktan sonra 1937 yılında yurda döner. Üç yıl süren bu çalışma ve araştırma gezisinden Sosyal Kuralların Psikolojisi (The Psychology of Social Norms) isimli kariyerinin en önemli çalışması ile döner.
“Bir kimseye ilk kez tanıştırıldığımız zaman alışıldığı üzere hafif bir çekingenlik ve arayış vardır; böyle bir kimseyle ne konuda konuşmayı, diyaloğa nasıl başlamayı, ona karşı nasıl davranılacağını ve sözlerini nasıl yorumlayacağımızı kesin olarak bilemeyiz. Birçoğumuz yeni tanışılan bir kimse ile ilişkimizi düzenlemekte oldukça utangaçlık gösteririz. Bunun açıklaması, şöyle olabilir. Yeni bir tanıdığın sözleri, davranışları, görüşleri bir anlamda yeni ve ketum, bizim için birbirine bağıntılı olmayan uyarılardır; bir ilgi kurulabilmesi için bunlara bir dayanak yoktur. (…)Buna rağmen, her zaman birbirlerinden ne türlü davranış bekleyecekleri, görenekler, yasalar veya üye oldukları toplumdaki diğer kurallarla önceden belirlenmiştir. Sırasıyla toplumsal, yönetsel veya iktisadi konular ve her birinin diğeri üzerinde mümkün olacak etkileri, birbirlerinden neler bekleyeceklerini geniş çapta tayin eder. Böyle toplumca önceden belirlenmiş şeyler, akrabalar arasında bile kişisel ilişkileri tayin eder.” (Sosyal Kuralların Psikolojisi)
Muzaffer Şerif, 1935 yılında çıkan Soyadı Kanunu ile onun tabiriyle “Her Türk ailesinde olduğu gibi ego arzularını yansıttığını” söylediği bir soyadı alır: Başoğlu.
1938 yılında Hilmi Ziya Ülken’le birlikte İnsan dergisini yayınlayanlar arasında olan Muzaffer Şerif, 1939’da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümü’nde psikoloji doçenti olarak ders vermeye başlar.
Savaşın ilk günlerinde Almanya’nın başarısının etkisiyle Avrupa’da yükselen faşizm, Türkiye’de de Turancılığa ve faşizme yönelik ilgiyi artırır. Bu duruma tepki gösteren Behice Boran, Niyazi Berkes ve Mediha Berkes, Pertev Nail Boratav, Adnan Cemgil, Sabahattin Ali, Ruhi Su, Nusret Hızır, Saffet Dengi, Orhan Burian ve Halil Vedat gibi aydınlar bir araya gelir. O yıllarda Muzaffer Şerif, Yurt ve Dünya, Adımlar ve İnsan dergileriyle Tan gazetesinde başta ırkçılık olmak üzere birçok konuda makaleler yazar. Bunun dışında Alman gazetelerinde yayımlanan çeşitli yazılarında da Alman faşizmine meyleden zihniyetleri eleştirir. Fakat 1941 yılının Ocak ayında yayınlanmaya başlanan Yurt ve Dünya Dergisi, bir anlamda bu aydın grubuun sesi olur. Anti-faşist bir dergi olan Yurt ve Dünya’nın yazılarının hepsinde o yıllar için tehlikeli olan Marksist etkiler sezilir.
1943 yılında Behice Boran ve Muzaffer Şerif, Yurt Ve Dünya Dergisi’nden ayrılırlar ve Adımlar Dergisi’ni yayınlamaya başlarlar. Ayrılığın nedeni kişisel gerekçeler olarak gösterilse de; düşünsel farklılıklar söz konusudur. Zira Boran ve Şerif daha sol bir çizgiyi savunurlar.
1943 yılının başında durumun Nazilerin aleyhine dönmesi ve Mussolini’nin de tutuklanmasının ardından dengeler faşizm aleyhinde bozulur. Bu durum Türkçü-Turancı grupları zor durumda bırakırken, anti-faşist grup da ırkçılık ve faşizme karşı daha etkili bir tavır sergiler. Anti-faşist grubun içinde yer alan Şerif, Yurt ve Dünya’da yayınlanan bir makalesinin ardından, 1943 yılında üstün ırk kuramını ve Turancılığı eleştirdiği ünlü kitabı Irk Psikolojisi’ni yayınlanır.
Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı 2007 yılında Şerif için yazdığı Şerif’i Tekrar Keşfetmek: Bir Kişisel Değerlendirme yazısında; araştırmacılar çoğunlukla yaşantılarından gelen sorunlara dair çalışmalarda bulunur, veyahut çalışmalarında kişisel öykülerinden izler barınır der. Kendisinin Türkçe yazılmış tek kitabı olan Irk Psikolojisi’nde ari ırk denilen kutuplaştırıcı ve radikalleştirici düşünceye itiraz niteliğinde bir çalışma yapmıştır. Bu çalışması, Şerif’in yaşantısından izler taşır.
“Memleketimizde son senelerde mahreci şüpheli bir ihracat matahının, bulunmaz bir Hint kumaşı gibi, memleketimizin fikir ve kıymet alemine sürülmesi yolunda gösterilen gayretkeşliklerini bu küçük kitabı yazmağa sevketti. Mahreci şüpheli bu ihracat malı ırkçılıktır. Bu küçük kitabın muhtelif fasıllarında ırk psikolojisi sahasında yapılmış olan birçok garp araştırmalarının neticeleri hulasa edilmiştir. Bu neticeleri veren araştırmaların yerleri bir, bir gösterilmiştir; herkesin kolaylıkla bulabilmesi için ırkçıların vermedikleri derecede geniş bibliyoğrafiler verilmiştir.“ (Irk Psikolojisi)
Muzaffer Şerif (Nazım Hikmet, Kemal Tahir’e yazdığı mektupta, Şerif için şunları yazar: “Onu tanırım. Enteresan çocuktur, ne sen ne ben onunla ahbap olabiliriz. Lüzumundan fazla münevver, bir bilgin.”)
Irk Psikolojisi kitabın yayınlanmasından bir ay sonra, sosyalist hareketin önemli ismi Reşat Fuat Baraner’in takma ismiyle kaleme aldığı ünlü TKP broşürü En Büyük Tehlike gündeme oturur. Irkçı çevreler art arda yanıtlar yazarlar. Gerek Şerif’in gerekse Erkman’ın kitapları, anti-faşist programın bir parçası niteliğindedir. Üstelik Şerif’in politik faaliyeti sadece yayınlarından ibaret de değildir. Öğrencisi Fatma Başaran’ın bildirdiğine göre Şerif bir yandan da anti-faşist içerikli toplantılar düzenlemekteydi. Vedat Türkali anılarında, 1 Mayıs 1943’ü Behice Boran ve Muzaffer Şerif’le birlikte Atatürk Orman Çiftliği’nde yaptıkları bir piknikle kutladıklarını anlatır. Bu durum karşılıksız kalmayacaktır elbette.
1944 yılında Turancı hareketin en etkili isimlerinden biri olan Nihal Atsız, başbakan Şükrü Saraçoğlu’na mektup yazar. Kısa bir süre sonra Atsız’ın “bir vatan hainini ve hapisten çıkmış bir sabıkalıyı Türk üniversitesinde pedagoji enstitüsünün başına getirmek şaheser bir gaflettir.” diye bahsettiği Sadrettin Celal Antel İstanbul Üniversitesi Pedagoji ve Psikoloji Enstitüsü’ndeki görevinden alınır. 16 Mart’ta ise Muzaffer Şerif, Nabi Dinçer, Asım Akşar, Nezih Fıratlı ve Sefer Aytekin’le birlikte gözaltına alınır. Sonraları Osman Yüksel isimli ırkçı öğrenci Şerif ve diğerlerini garnizon komutanlığına giderek bizzat ihbar ettiğini söyleyecektir. Ancak 12 Nisan’da serbest bırakılırlar. O sırada Milli Eğitim Bakanı olan Hasan Ali Yücel, komünistleri kollamakla ve çeşitli görevlere getirmekle suçlanmaktadır. Bu baskılara daha fazla direnemeyen Yücel, bakanlık mensuplarının politikayla uğraşmalarının yasak olduğunu hatırlatan bir genelge yayınlar. Yurt ve Dünya ve Adımlar dergileri resmen kapatılır.
Muzaffer Şerif, hapisten çıktıktan sonra da Ankara’nın baskılı havasından bir süre ayrılmaya karar verir. 1945 yılında, içinde İnsan Dergisi’nde yayımlanan makalelerinin de bulunduğu Değişen Dünya adlı kitabını yayımlar.
“Biz de bilhassa emperyalist kuvvetlere karşı müstakil ve hür bir memleket olarak varlığımızı sağlayan İstiklal savaşından beri, milletimizin medeniyet ve kültür yolundaki imkanlarını güneşe çıkarmağa azmetmiş olan Atatürk Inkılabından beri çürük itikatların, kokmuş taassubun dar aleminden çıktık.” (Değişen Dünya)
10 Ocak 1945’te Amerika hükümetinin sağladığı bir bursla Princeton Üniversitesi’ne gider. Araştırma ve ön hazırlıklarını Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde tamamladığı ve bugün sosyal psikolojide başyapıt sayılan Sosyal Psikolojinin Ana Hatları (An Outline of Social Psychology) adlı kitabını yayınlar. Şerif, 1947-1949 yılları arasında ise Rockfeller bursu alarak Yale Üniversitesi’nde çalışır.
ABD’ye yerleştikten birkaç yıl sonra ABD vatandaşlığına geçen Muzaffer Şerif, 1980’lerin başlarına değin görev yaptığı Pennsylvania Park Üniversitesi’nden emekliye ayrılır. 20’ye yakın kitap yazan ve çalışmalarını sürdüren Şerif; bir yandan da kendisi gibi psikolog olan eşi Carolyn Wood Sherif’in bilim özgürlüğü konusundaki girişimlerini, mücadelesini desteklemekten de geri kalmaz. Eşi çeşitli toplantılarda, CIA’nın insan davranışlarını denetleme girişimlerini, CIA kaynaklı psikoloji araştırmaları, ve toplum sorunlarına ilişkin araştırma yapan psikologlara yönelik baskıları dile getirir.
Muzaffer Şerif, Psikoloji ve sosyal psikoloji alanında Kurt Lewin ödülü ve Mc Lead ödüllerinin sahibi olur ve özellikle dönemin önemli psikoloji hocalarından, aynı zamanda doktora tez danışmanı Garnder Murphy tarafından övgü ile bahsedilen birisi olur. Kızları ile yapılan bir röportajda, Muzaffer Şerif’in manik depresif bozukluğu olduğu öğrenilir. Bu rahatsızlığına rağmen değerli çalışmalara imza atar ve gündelik hayatını sürdürür. ABD’de odasına kapanıp ağlayarak Ege Türküleri söyleyen Şerif’in, Türkiye’ye dair hasretinin her daim olduğunu öğrencisi Prof. Dr. Mübeccel Kıray ve yakınları vurgular.
16 Ekim 1988’de Alaska’da bir kalp krizine yenik düşen Muzaffer Şerif’in herhangi bir kitabını okuyan çok azdır. Pek çoğu kim olduğunu dahi bilmez. Ancak Şerif unutulmuş değil, unutturulmuş bir bilim adamıdır. Oysa bugün Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin ileri gelen sosyal bilimcileri arasındadır.
Kaynak
Muzaffer Şerif’in Hikayesi-Raıtürk, Türkiye Klasikleri 24: Muzaffer Şerif Başoğlu – Toplum Değerleri, Muzaffer Şerif: “Ben Dünya Vatandaşıyım.”, Yurt Ve Dünya Dergi, Sayı: 25, 1943, Muzaffer Şerif’in Hayatı Ve Eserleri, Dini Sosoyoloji, Irk Psikolojisi, Sosyal Kuralların Psikolojisi, Muzaffer Şerif (Çeviren İsmail Sandıkçıoğlu), Muzaffer Şerif’in hayatı Ve Eserleri, Eğitim Ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, Sosyal Kuralların Psikolojisi, Muzaffer Şerif, Gündüz Vassaf
Muzaffer Şerif, eşi Carolyn ve 2 kızı (Ann, Sue ve Joan adında 3 kızı bulunur)
Şerif’in tüm bunlara rağmen aklı fikri Türkiye’de, geride bıraktığı öğrencilerinde ve yurda dönünce gerçekleştirmeyi düşündüğü çalışmalarındadır. Üniversitedeki meslektaşları, eski öğrencileriyle sürekli haberleşir, fakülteye dönme planları yapar. Kardeşi Avukat Muhtar Şerif Başoğlu’na göre Muzaffer Şerif 1947’nin Haziran ayında seyahat acentesinden dönüş için yerini bile ayırtır; ancak bu sıralarda Şerif’in bir Amerikan vatandaşıyla evlendiğine dair haberler dolaşmaya başlar. O yıllarda kanun uyarınca başka ülke vatandaşlarıyla evlenenler devlet memurluğu yapamamaktadırlar. Sonrasında tekrar tam dönmek üzereyken, Türkiye’deki anti-demokratik gelişmeler bunu engeller. Böylece ülkesine dönmekten vazgeçen Şerif, ABD’ye yerleşir.Amerika’da (Hırsızlar Mağarası Deneyi sırasında) arkadaşlarıyla (Muzaffer Şerif ortada), 1954
Şerif’e bu kez de, Oklahoma Üniversitesi bir araştırma merkezi kurmasını önerir. Böylece ilerde birçok kuram ve deneyin geliştirilmesine sahne olacak ünlü Grup İlişkileri Enstitüsü’nü kurar. Muzaffer Şerif, 1954 yazında Oklahoma’nın San Bois dağı eteklerinde 200 dönümlük bir kamp alanında gerçekleştirdiği Hırsızlar Mağarası (Experimental Study of Positive and Negative Intergroup Attitudes Between Experimentally Produced Groups) adlı deneyi bunlardan biridir. Deney, gruplar arası çekişme, birliktelik ve uyumsuzluğun azaltılmasını içerir. Deneyin birinci aşamasında özerk ve birbirleriyle ilişkili olmayan gruplar oluşturulur, ikinci aşamasında ise grupların rekabet içerisinde karşı karşıya gelmeleri sağlanır. Sonuçta grup içi ve gruplar arası roller, normlar, değerler kişinin davranışını şekillendirdiği görülür. Bir kampta geçen bu çalışmada, Kartallar ve Çıngıraklılar olarak iki gruba ayrılan çocuk gruplarında gerilim arttıkça iç grupta dayanışma da paralel olarak artar. Bu deneyi basit bir şekilde özetleyecek olursak grup şekillenmesi, gruplar arası çatışma ve düşmanlık, çatışmanın azalması ve gruplar arası uyumun yeniden kurulması basamakları şeklinde sıralanabilir. Turner’e göre bu deney laboratuvar ortamından hayata taşınan bir çalışma olması nedeniyle sosyal bilimlerde önemli bir gelişmedir. Sosyologların kabul ettiği, çatışma gruplar arasında olduğunda grup içi dayanışma artar hipotezi, Şerif’in yapmış olduğu bu deneyle güçlenmiştir.Carolyn Şerif, Muzaffer Şerif
Gündüz Vassaf : “Muzaffer Şerif toplum psikolojisinin başlıca kurucu ve kuramcıları arasında yer alır. Onun psikolojiye en büyük katkısı, bireyleri anlamadan toplumu, toplumu anlamadan da bireyleri anlamanın olanaksız olduğunu, yaratıcı ve titiz deneyleriyle kanıtlaması olmuştur. Bu yolda fizik, kimya gibi pozitif bilimlere benzemeye çabalayarak, insanı toplumdan soyutlayan ve kimliğini salt kuru laboratuar çalışmalarında arayan psikolojiye yeni bir yön vermiş, birey ve toplumu birbirlerine karşıt ya da ayrı güçlermiş gibi ele alan yaklaşımların kısırlığını göstermiştir.” Muzaffer Şerif, sosyal normun doğuşunun psikolojik yönünü araştırmıştır. Bu psikolojik mekanizma ile kabul edilen normlar bütünün ayrılması gerektiğini vurgulamıştır. Ayrıca bireysel davranışlarda ortaya çıkan kültürel farklılıklar üzerinde de durmuştur. Muzaffer Şerif’in üzerinde durduğu konulardan birisi de “Bireyin toplum karşısındaki pozisyonu ya da bireyi belli bir şekilde davranmaya zorlayan nedir?” sorusudur. Bireyin benlik sisteminin yapılanması üzerine çalışmaları, Türkiye’yi terk etmeden önce ve sonra, kendisi için her zaman öncelik taşıdığını belirtmiştir. Muzaffer Şerif’in yazılarında; özellikle Marksist öğretiden etkilenmiş bir sosyalist idealizm, kapitalizme ve dine karşı tavır alış ve sosyal sınıf farklılıklarının kaldırılması isteğinden yola çıktığı söylenebilir. Ancak Şerif ülkemizde bulunduğu dönemde, politik açıdan şahsi kanaatlerini çeşitli dergilerde dile getirmiş olmakla beraber öğrencilerinin de kabul ettiği gibi derslerinde bu yönünü göstermemeye özen göstermiştir.Muzaffer Şerif
Sosyal psikoloji alanının başlangıç kitapları 1908 yılında Amerika’da yayınlanmıştır. Kitapların yazarları Ross ve William Mc Dougall’dir. Mc Dougall psikolojik sosyal psikoloji bakış açısıyla eserini yazarken, Ross sosyolojik bakış açısı ile kitabını yazar. Şerif de, sosyolojik sosyal psikoloji bakış açısını daha çok önemser. “İnsanlar bir bütünün sosyal parçalarıdır; psikolojik olan sosyal olanın parçasıdır” der. Özellikle işlevsel ve yapısal akımın güdümünde ilerleyen psikoloji tarihi içerisinde sosyal psikolojiye dair eserler ve görüşler sunulmuş olsa dahi böyle bir alanın kabulünü gerekli kılacak deneysel ortam hazır değildi. Muzaffer Şerif’in en önemli diyebileceğimiz katkısı da bu yöndedir. O sosyal psikolojiye güç kazandırmıştır. Bu güce deneysel güç diyebiliriz. Bu güç, sosyal olguların nedenleri ve sonuçlarını gündelik hayat koşullarını barındıran deneysel çalışmalarla bilimsel zeminde tetkik etme ve sonucunu kabul ettirmedir.