KUMA

Yine geldi. Yüzündeki falçata izi daha çok belirgin hale gelmiş bu sefer. Bu gelen Abbas Ağa. Ağa dediğime bakmayın. Esasen bir ağalığı yoktur. Daha doğrusu bizim buralarda ağalık diye bir şey de yoktur zaten. Ama her nedense bu adama son zamanlarda ağa demeye başladılar. Aslında kendisi bir nevi pezevenktir. En azından ben kendisini böyle tanımlıyorum.

Bu Abbas Ağa denen adam, Suriye'deki savaştan kaçıp gelen garip Gureba kızları, ailelerine de üç beş kuruş vererek çevre köylerdeki zengin adamlara pazarlıyor. Pazarlamakla kalmıyor direkt satıyor. İşte bu adamın pezevekliği buradan geliyor. En son bir aileden on beş yaşındaki bir kızı almaya çalışırken kızın erkek kardeşlerinden biri saldırıyor ve yüzündeki pezevek nişanesi olan falçata izi kalıyor.

Yine geldi diyorum; çünkü bu adamın bizim eve bu ikinci gelişi. Babam aslında zenngin bir adam değildir. Yani en azından biz hiç görmedik o zenginliğini varsa da.  Ama köyün muhtarı olduğundan nüfuz sahibidir babam. Bu nüfuzunu da kullanmasını iyi bilir. Abbas da bunu bilir, babamın bir dediğini iki etmezdi. Babam ne derse o. Babam, köyden biri veya ben evlenmek istiyorum dediğinde çok sürmez en geç bir hafta içinde yanında bir genç kızla babamın yanına gelirdi.

Babamın üçüncü defa evlenme isteğinin nedeni elbette biziz. Üç kız kardeş olan biz, üç kız çocuğu doğurup bir tane erkek çocuğu doğurmayan annem ve erkek çocuk doğursun diye annemin üstüne kuma olarak getirdiği; ancak hiç çocuk doğuramayan   Suriyeli Esma.

Babamlar yedi erkek kardeş. İçlerinde erkek çocuğu olmayan tek kişi benim babam. Altı amcamın bir düzine erkek çocuğu var. Haliyle babam bu durumdan pek hoşlanmasa gerek ki kız çoukalarını pek sevmez. Dolayısıyla annemi de. Bir çocuk kendisinin değil de annesinin babası tarafından sevilmediğini anladığı an dünyası yıkılmıştır. Artık hiçbir şey onu mutlu edemez.

Biz üç kız kardeş de öyle büyüdük. Babam annemizi hiç sevmezdi. Bunu gizliden gizliye değil açık açık söylerdi, bizim de gözümüzün içine baka baka. Döverdi annemi, çok döverdi. Erkek çocuğu olmuyor diye döverdi . Erkek çocuğu olmuyor diye sevmezdi annemi, bizi, üç kızını.

Biz büyüdük zamanla, annemiz yaşlandı. Yediği dayak, çektiği acılar çabuk yıpratmıştı annemi. Babamsa tam tersi sanki hiç yaşlanmıyor gibiydi.

 Günün birinde bu pezevenk Abbas bir akşam üstü bize geldi. Misafir odasında babamla saatlerce oturdular. Yemekler yediler, içkiler içtiler. Gecenin bir yarısı kalkıp "Merak etme muhtar, bir haftaya en güzelini koynunda bil" diyerek çıktı evden.

Aradan birkaç gün geçmedi ki yanında Esma ile  çıkageldi. Esma henüz yirmili yaşlarda. Çok da güzel. Benden sadece bir iki yaş büyük. Babam kendi kızından birkaç yaş büyük bir kızla o gece evlendi. Üzerine titrerdi babam Esma'nın. Zavallı annem birgün bile Esma'ya gösterilen ilgiyi görmemiştir. İçin için ağlardı annem bazen duvar diplerinde. Görür, biz de ağlardık. Ama ne çare. Ne bizim ne de annemizin ağlamasını gören biri vardı evde. Varsa yoksa Esma.

Esma evde el üstünde tutuluyor ama zaman da geçiyor.  Esma bize geleli dört ay oldu ama hala karnında bir şişlik göremedik. Ara sıra anneme gelip birşeyler anlatırdı ama biz bilmezdik tabi ne anlattığını. Bir gün babamla birlikte şehre gittiler doktora muayene olmak için.

Akşamına döndüklerinde hem Esma'nın hem babamın yüzünden düşen bin parçaydı. Etrafa bağırıp çağırdı yine babam. Esma hiçbir şey demeden odasına geçti. Arkasından babam. Bir süre sonra Esma'nın çığlıklarını duymaya başladık. Acı acı çığlıklar. Kemerle vuruyordu babam Esma'ya. Kemer  vücuduna her indiğinde o acıyı biz de hissediyorduk. En çok da annem. O da o şekilde az dayak yemedi. Dayak Faslı babam yorulduğu zaman bitti. Sonra dışarı çıktı gitti babam.

Annem ve biz Esma'nın odasına gittiğimizde morarmış vücuduyla acıdan bayılmış bir şekilde gördük onu. Annem yine için için ağlayarak kaldırdı, yarasını sardı. Bir mendebur erkeğin karşısında bir kadının en büyük destekçisi yine bir kadındı, bir kadın olmalıydı. Gece boyu başında bekledi annem Esma'nın. Sabah uyandığında anlatmış anneme. Meğerse çocuk doğurması imkansızmış. Erkek evlat getirsin diye annemin üstüne kuma gelen Esma,  meğer hiç çocuk doğuramayacakmış.

İşte bu pezevek Abbas'ın yine gelmesi hayra alemet değil. Belli ki eve ikinci kuma getirecek. Yine misafir odasına geçtiler. Annem ve Esma hizmet ediyordu ikisine. Halbuki yarın bu iki kadının yanına bir üçüncü kadın daha ekleyecekti babam nikahına. Bu iki zavallı kadın da ona ve yanındaki pis adama hizmet ediyordu.

Gece yarısına kadar oturdular yine. Gecenin bir yarısı nara ata ata evden çıktı Abbas. Babam iki karısına söve söve geçti odasına. Annem ve Esma kaldılar öyle evin mutfağında. Sanki yıllardır omuz omuza vermiş iki arkadaş gibi harıl harıl sohet ettiler.  Bazen gülüyordu ikisi de. Bu pek nadir olan şeydi. Zira ikisinin güldüğünü ben hiç görmedim bu ana dek.

Bir süre sonra biz de uyuduk.  Üç kız kardeş aynı odada uyurduk biz. Esma ve annemin odaları ayrıydı ama o gece ikisi de Esma'nın odasındaydı. Sanırım o gece biz üç kardeş çok derin uykuya tutulduk. Evde o kadar gürültü olurken hiçbirini duymadık çünkü.

Uyandığımızda evimizde jandarmalar vardı. Annem ve Esma'nın ellerinde kelepçeler... Babam kendi odasında göğsünde bir bıçak darbesiyle, Abbas  da köyün arka tarafında sırtında bir bıçak darbesiyle öldürülmüştü.

Emrah Korkmaz