Koridor

            Dr. Tolga Alver

            Hava aniden bozdu. Şehrin tüm telaşı yerini önce kaçışmaya sonra suskunluğa bıraktı. Demek ki bunca kalabalığı dindirmek için bir fırtınanın çıkması gerekiyordu. İnsanlar evlerine sığındığında bütün hırslar da yok oluyordu. İnsan ne zaman kendine ait olmayanı almak için evinden çıktıysa o zaman bütün kavgalar başlamıştı. Herkes evindeyken kendine yetebilirdi çünkü. Sıcak bir oda, bir yudum içecek, bir yumuşak koltuk…

            İki kardeş o gün evde tüm gün birlikte yaşamak zorunda kaldı. Aynı anne babadan dünyaya gelip farklı yaşamların peşinde olan insanlara kardeş denirdi. İnsan ne kadar büyürse o kadar çok kardeşinden uzaklaşırdı. Bir süre sessizce birbirlerine baktılar. Daha ilk dakikadan canları sıkılmıştı. Ev denilen yerde gündüz nasıl geçirilirdi ki? Sonra büyük olanı küçük olana manasız bir laf attı.

            Birbirine yabancılaşmış iki insanı ancak mazi bir araya getirebilirdi. Büyük kardeş, kardeşine mazisiyle yaklaşmıştı. Neden sonra birinin telefonu çaldı. Diğerinin o an suratı asıldı.

            Çay demlendi. İki kardeş koridora bir yolluk serdi. Mazide olan ne varsa bugüne taşındı. Sanki yanlarında anne ve babaları da oturuyordu.

          Demlenen çaylar soğumuştu. Fırtınanın sesi tüm şehri sarmalamıştı. Koridora karanlık çöktü. Dünyadan bağını koparmış iki kardeş o karanlıkta göz göze geldi. Bir şeyler olacaktı. Kötü şeyler…

          Bir zaman sonra fırtına dindi. Önce şehre bir sakinlik çöktü. Ardından kalabalık telaşlar sokaklara indi. İki kardeşin evinin önünde polisler vardı. Telsiz sesleri etrafa yayılıyor, komşular daha önce seslerini bile duymadığı iki kardeşin akıbetini seyrediyordu. Tutanak tutuldu: “Kabil, Habil’i öldürdü.”