Salgın
Kısacık Mustafa ve Hasan kardeşler Adıyaman’ın Besni Kazası Panik köyünde yaşamaktadırlar. Çapar Osman ve Mehmet de bunların amcasının çocuklarıdır. Çapar Osman’ın; ince belli, uzun boylu, beyaz tenli güzeller güzeli Esme adında bir bacısı vardı. Köyün tüm gençleri Esme’ye vurgundu. Fakat o gönlünü Ahmet adında bir gence kaptırmıştı. Ahmet’te Esme’yi deliler gibi seviyordu. Her fırsatta buluşuyor, konuşuyor, konuşamasa bile bakışıyorlardı. Esme’ye ulaşamayan köyün diğer gençleri Esme ve Ahmet hakkında bir dedikodu çıkardılar. Panik küçük bir köy olduğu için dedikodu çabucak yayıldı.
Ahmet, dedikoduyu önlemek için hemen ailesini gönderip Esme’yi istetti. Ancak dedikoduyu Esme’nin ailesi de duymuştu. Ahmet ve ailesine çok kızgınlardı. Gelmesinler demelerine rağmen Ahmet’in ailesi kızı istemeye gelmişti. Esme’nin ailesi onları tepkiyle karşıladılar; “Bu dedikodular çıkmadan önce neredeydiniz, neden böyle bir dedikoduya sebebiyet verdiniz?” diyerek onları kovmaktan beter ettiler. Ahmet’in ailesi söylenenleri duymamışçasına, kendilerine yapılanları görmemişçesine defalarca vardılar kapılarına. Gereği neyse yapalım dediler. Ahmet’in ailesi elinden geleni yapmış ancak bir netice
alamamıştı. Esme ailesinin bu tutumuna çok üzülmüş…günlerce yemeden içmeden kesilmişti. Kimseye de bir şey söyleyemiyor çaresizce acı çekiyordu.
Esme’nin ailesi bu dedikoduyu namus meselesi haline getirdi. Ahmet’i dövmek, korkutmak için anlaştılar. Mehmet, Hasan, Çapar Osman ve Kısacık Osman Ahmet’i günlerce takip ettiler. Ahmet; iri yarı, güçlü kuvvetli yakışıklı bir gençti. Bir kişinin tek başına üzerine varması imkansızdı. Dağa odun getirmeye gittiği bir günü; Mehmet, Hasan, Çapar Osman ve Kısacık Osman köyün yakınında bir yere pusuya yattılar. Çapar Osman’ın eline bir silah verdiler. “Sen ayağına sık. Biz de çöküp dövelim,” dediler.
Ahmet, dağda odunlarını kesmiş katırın sırtına çatmış. Yularını üzerine atmış. Katır önde, kendisi arkasından türkü söyleyerek geliyordu. Yaklaşınca Çapar Osman ayağına sıkmak için kalktı.
Tüfeği doğrulttu. Tir tir titriyordu. Elinin titremesine engel olamıyordu. Yine de bastı tetiğe. Elinin titremesinden dolayı ayağına sıkayım derken mermi Ahmet’in göbeğine denk gelmişti. Ahmet bağırmaya çağırmaya fırsat bulamadan yığıldı olduğu yere. Emmioğulları hiç arkasına bile bakmadan evlerine döndüler. Katır doğruca eve gitti. Katırın yalnız geldiğini gören annesi, örmeleri çözüp odunları indirdi katırın sırtından. Bir süre oğlunun yolunu gözledi. İçine bir ateş düşmüş olmalı ki; dönüp dönüp yola baktı. Gelen giden olmadı. Anne sabredemedi. Yalın ayak düştü yola. Yol boyunca bin bir şey düşündü. “Allah’ım korktuğuma uğratma, Allah’ım korktuğuma uğratma,” diye söylenip gitti yol boyunca.
Köyü çıkıp dereye dönünce deliye döndü. Ahmet yüzün koyu yatmış, ayakları ayrılmıştı. Katırdan düşüp bayılmış zannetti. Yanına çömelip onu çevirmek için elini beline dolamaya başlayınca elinde bir sıcaklık hissetti. Elini çekip bakınca gerçekle yüzleşti. Eli kıpkırmızı kandı. Ahmet vurulmuştu. Kadıncağız öyle bir feryat kopardı ki, dağlar taşlar onunla birlikte ağladı.
“Oğlumm, yavrummmm, Ahmet’im!” diye feryat edip, dövündü. Zar zor kolunu beline dolayıp sırtüstü çevirdi. Ahmet karnından vurulmuş ve ölmüştü. Kanı tüm gövdesini boyamış, toprak bile kızıl kan olmuştu. Kadıncağız öptü durdu oğlunu. “Ahmet’immmm!” diye inletti dağı taşı. Şoka girmişti, kendini dövüyor. Yüzünü, gözünü tırnaklarıyla parçalıyordu. Tesadüfen oradan geçen iki komşusu hemen koşup yardım ettiler. Kadıncağızın kendine zarar vermemesi için kadını oradan uzaklaştırdılar. Karakola haber vermesi için bir genci ayarlayıp atla Besni’ye gönderdiler. Yarım saat geçmeden tüm köylüler toplanmıştı olay yerinde. Ahmet köyde sevilen bir gençti. Ahmet’in annesiyle birlikte tüm köylü ağlıyordu.
Onlar cenazeleriyle ilgilenirken Çapar Osman, Kısacık Mustafa, Mehmet ve Hasan geceden göçü hayvanlara yükleyip çoluk çocuk köyü terk ettiler.
Esme, aşkını kalbine gömdü. Ahmet bir defa öldüyse Esme bin defa öldü. Ağzını açıp kimseye bir şey diyemedi. Konuyu hiç açmamak üzere kapattı. Kervana karışıp gitti. Helete, Nurhak üzerinden Akpınar’a geldiler. Akpınar Panik’e yeterince uzak ve güvenli bir yerdi onlar için. Burayı yurt edineceklerdi kendilerine. Akpınar’da Çıtak ağaları vardı. Ailenin ileri gelenleri gidip Çıtak Ağaları olan Ömer ve Mustafa’dan müsaade istediler. Ağalarda yanımızda çalışırlar, marabalığımızı yaparlar diye kabul ettiler. Ağaların gösterdiği alana çadırlarını kurdular. Akpınar’da Ömer ve Mustafa ağaların hizmetini yapıp, ufak tefek hayvancılıkla uğraşıyorlardı. Ağalarda hizmetlerinden memnun oldukları için onları kollayıp gözetiyordu. Hasan iyi bir avcıydı. Attığını vururdu. Onun için kısa sürede ağaların takdirini kazanmıştı. Onlarla Salavan Dağı’na geyik avına gidiyordu. Salavan Dağı, bir tarafında Cela diğer tarafında
Nurhak’ın yer aldığı bölgenin en yüksek dağıydı. Dağ yer yer ormanlık alanlarla kaplı, eteklerinde ilkbahar mevsiminde ters laleler açan heybetli bir dağdı. Ala geyikleri bakmaya bile kıyılmayacak güzellikteydi.
Hikayenin Devamına Hüseyin Karadoğan'ın kaleminden X On yayın grubu etiketiyle yayınlanan Hayatın Ağır Yükü adlı eserden ulaşabilirsiniz.